im is. 1. İşaret. 2. Alamet.
→ im bilimi, çizgi im, kesme imi
ima is. (Uma:) Ar. imâ' 1. Dolaylı olarak anlatma, üstü kapalı olarak belirtme, işaretleme, anıştırma, ihsas: "Başkalarına ima ile bile söylemekten çekindiğim en mahrem şeyleri bilen insandın sen." -P. Safa. 2. Açıkça belirtilmeyen, dolaylı olarak anlatılan şey. İma etmek dolaylı anlatmak, anıştırmak, ihsas etmek: "Öyle bir şey olsa laf arasında muhakkak ima ederdi." -H. Taner.
imaj is. Fr. İmage İmge: "Ondan daha saygın, daha yakışıklı ve etkili bir şef imajı bulmak zordu." -H. Taner.
imal, -li is. (i:ma:l) Ar. i'mül 1. Ham maddeyi işleyip mal üretme. 2. Yapım, imal etmek ham maddeyi İşleyerek bir mal üretmek: A-yakkabı imal etmek.
imalat is. (i:ma:lâ:t) Ar. i'mâlat 1. tic. Ham madde işlenerek yapılan her türlü mal. 2. İşlenerek yapılan üretim: "Bu paketler satılsın, imalata ondan sonra devam edilecekti." -Ç. Altan.
→ imalathane, imalat resmi, fason imalat
imalatçı is. İmalat yapan kimse.
imalatçılık, -ğı is. İmalatçının işi veya mesleği.
imalathane is. (ima:lâ:tha:ne) Ar. i'mâlât + Far. hâne Ham maddeleri işleyerek piyasaya çıkacak duruma getiren iş yeri, yapımevi.
imalat resmi is. Baskılı devre levhasının delikler, yanklar, profiller, desenler ve onların yerleri ile son durumları gibi bazı özelliklerini belirten bir resim.
imale is. (ima:le) Ar. imâle esk. 1. Bir tarafa yatırma, eğme. 2. ed. Kısa okunması gereken heceyi ölçüye uydurmak İçin uzun okuma, zihaf karşıtı, imale etmek eğmek, çevirmek, imale yapmak ed. kısa heceyi uzun okumak.
imalı sf. (i:ma:lı) Üstü kapalı, örtülü (söz veya davranış): "Başka bir gün, aralarında, gene imalı bir konuşma oldu." -Y. K. Karaosmanoğlu.
imam is. Ar. imâm 1. Cemaate namaz kıldıran kimse. 2. Müslümanlıkta mezhep kuran kimse. 3. Hz. Muhammed'den sonra onun vekilliği görevini üzerine alan halifelere verilen unvan. 4. Bazı küçük İslam devletlerinde devlet başkanı. 5. En önde bulunan kimse, önder, imam osumrsa, cemaat sıçar argo yöneticilerin kötü bir iş yapmaları, onların buyruğundakilerin daha kötü bir iş yapmalarına yol açar.
→ imambayıldı, imamevi, imamkayığı, imam nikâhı, imam suyu, başimam, köy imamı, mahalle imamı
imambayıldı is. Bütün olarak kızartılmış ve ortası yarılmış patlıcanın içine soğan, sarımsak ve domatesli iç konularak yapılan zeytinyağlı yemek.
imame is. (ima:me) Ar. 'İmame Tespihlerin baş tarafına geçirilen uzunca, parça.
imamet is. (İma:met) Ar. imamet esk. İmamlık: "Bu zaman zarfında Bedri'yi yetiştiremezsem, imamet elden gider, biz, açlıktan ölürüz." -R. N. Güntekin.
imamevi is. hlk. Kadınlara özgü cezaevi.
imamkayığı is. argo Tabut, imamkayığına binmek ölü tabut içinde veya sal üzerinde mezarlığa götürülmek.
imamlık, -ğı is. 1. İmam olma durumu. 2. İmamın görevi: "Ne yapacağım şaşırdı. îmamlıktan atarlarsa diye korkuyor." -R. N. Güntekin.
imam nikâhı is. İslam dini kurallarına göre kıyılan nikâh: "Bütün köyde, Hanife'ye İstanbul'da imam nikâhı kıyılmış olduğu yayılmıştı. " -H. E. Adıvar.
imam nikâhlı sf. İmam nikâhı olan: "Bunlar imam nikâhlı olduklarım söylüyorlar." -H. E. Adıvar.
imam suyu is. argo Rakı: "Üzüm suyuna, arpa suyuna, arada olmak şartıyla imam suyuna yüzüm yoktur." -S. F. Abasıyanık.
iman is. (i:ma:n) Ar. imân 1. din b. Dinin ortaya koyduğu dogmalara inanma, din inancı, kutsal inanç, İnanç, itikat. 2. din b. İslam dinine inanma. 3. mec. Güçlü inanç, inan: "Kalpleri vatan aşkı ve imanı ile doluydu." -H. C. Yalçın. İman etmek 1) Tanrı'ya, dine inanmak; 2) mec. güçlü bir inanç duymak, iman getirmek 1) gönül rızasıyla Müslümanlığı kabul etmek; 2) yürekten inanmak: "Onun özveri, alçak gönüllülük taşan yüzünü görünce hayatın sadece bir para çekişmesi olmadığına iman getirir, ferahlardınız." -H. Taner, imana gelmek 1) Müslümanlığı kabul etmek; 2) en sonunda doğruyu söylemek; 3) sonradan bir şeyi kabul edip uymak, imana getirmek 1) Müslümanlığı kabul ettirmek; 2) istenilen biçimde davranmayı zorla kabul ettirmek: "Müslüman olmadan varmayacağını anlayınca kırkyıllık kart gâvuru imana getirdi." _ -H. E. Adıvar. imanı gevremek tkz. (imanı) çok yorulmak veya sıkıntı çekmek: "Ben bu , devreyi geçirinceye kadar imanım gevremiştir."-S. F. Abasıyanık. imanı yok 1) (imanı) acımasız, insafsız; 2) kahrolası! imanım argo (imanım) "kardeş, arkadaş" anlamında bir seslenme sözü. imanına kadar tkz. (imanına) ağzına kadar, son kertesine kadar, tıka basa, alabildiğince.
→ iman sahibi, iman tahtası
imaniye is. Ar. imâniyye din b. esk. İnancılık, fîdeizm.
imanlı sf 1. İmanı olan, inançlı, mutekit. 2. mec. İnsaflı, vicdanlı.
iman sahibi is. İnanmış, iman etmiş kimse.
imansız sf. 1. İmanı olmayan, inançsız, inansız. 2. mec. İnsafsız, acımasız, imansız gitmek Tanrı'ya inanmadan ölmek.
→ imansız peynir
imansızlık, -ğı is. hlk. İmansız olma durumu, inançsızlık, inansızlık.
imansız peynir is. hlk. Yağı alınmış peynir.
iman tahtası is. hlk. Göğüs kemiği: "Sanki onların göğüsleri içindeki kalptir de, bizim iman tahtalarımızın altındaki külde pişmiş ferik elması!" -A. Gündüz.
imar is. (i:ma:r) Ar. i'mâr 1. Bayındırlık. 2. Bayındır duruma getirme, geliştirme, imar etmek bayındır durumuna getirmek, bayındırlaştırmak, geliştirmek: "Bu şehri imar etmek yalnız sokak açmak, alan yapmak değildir."-U. Ş. Esendal.
imarcı is. 1. İmarla uğraşan kimse. 2. İmar etmeyi iş edinen kimse.
imarcılık, -ğı is. İmarcının işi veya mesleği.
imaret is. (ima:ret) Ar. 'imaret İmarethane.
→ imarethane
imarethane is. (ima:retha:ne) Ar. 'imaret + Far. hâne tar. Yoksullara ve öğrencilere yiyecek dağıtmak için kurulmuş hayır kurumu.
imbat is. Yazın, gündüz denizden karaya doğru esen mevsim rüzgârı, deniz yeli.
imbik, -ği is. Ar. inbik Damıtmaya yarayan, damıtma işinde kullanılan araç, damıtıcı. imbikten çekmek damıtmak.
im bilimi is. Gösterge bilimi.
imdat, -di is. (imda:t) Ar. imdâd 1. Tehlikede olana yapılan yardım: "İşaret görmediğim zaman vaziyetinizin imdada muhtaç olduğu anlaşılır." -A. Gündüz. 2. ünl. "Yetişin, kurtarın" anlamlarında bir seslenme sözü: "Ağlıyorsun, imdat, imdat! diyorsun." -A. Gündüz, imdat etmek tehlikede olan birine yardım etmek, imdat ummak yardım beklemek: "Kıyafet züğürdü çıkmış kaymakamlar bile ikinci plana geçerler ve benden imdat umarlar." -R. N. Güntekin. imdada (veya imdadına) koşmak (veya yetişmek) çok zor ve tehlikeli bir anda yardım etmek: "Aşağı kattan gürültüyü işiterek imdadıma koşan annem evvela neye uğradığını bilememişti. " -Y. K. Karaosmanoğlu. "Neyse bu işte de otelci imdadımıza yetişti." -R. N. Güntekin. imdadına erişmek yardım etmek üzere harekete geçmek: "Hakkı Bey karısının imdadına erişti. Selma Hanım'ın müşkül bir vaziyette kaldığım hissederek söze karıştı. " -Y. K. Karaosmanoğlu.
→ sıhhi imdat
imdatçı is. İmdada gelen, yardıma koşan kimse: "Gözlerinden akan yaş mıdır / İmdatçı gelmedi kış mıdır." -Halk türküsü.
imdi zf. (i'mdi) esk. 1. Buna göre, şu hâlde, artık. 2. Şimdi.
imece is. sos. 1. Kırsal topluluklarda köyün zorunlu ve isteğe bağlı işlerinin köylülerce eşit şartlarda emek birliğiyle gerçekleştirilmesi. 2. Birçok kimsenin toplanıp el birliğiyle bir kişinin veya bir topluluğun işini görmesi ve böylece işlerin sıra ile bitirilmesi.
imge is. 1. Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, hayal, hülya. 2. Genel görünüş, izlenim, imaj. 3. psikol. Duyu organlarının dıştan algılandığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, hayal, imaj. 4. psikol. Duyularla alınan bir uyaran söz konusu olmaksızın bilinçte beliren nesne ve olaylar, hayal, imaj.
imgeci is. İmgeyi öne alan, imgeye önem veren kimse, düşünce vb.
imgecilik, -ği is. İmgeci olma durumu.
imgelem is. psikol. Hayal gücü.
imgeleme is. İmgelemek işi, tahayyül.
imgelemek (-i) Bir şeyin imgesini zihinde canlandırmak, tahayyül etmek.
imgelenme is. İmgelenmek işi.
imgelenmek (nsz) İmgeleme işine konu olmak.
imgeli sf. İmgeye dayanan, imgesi olan.
imgesel sf.- İmge ile ilgili, hayalî.
imha is. (imha:) Ar. imha' Ortadan kaldırma, yok etme. imha etmek ortadan kaldırmak, yok etmek.
→ imha ateşi
imha ateşi is. ask. Bir savaşta düşman ordusunu yok etmek amacıyla karadan, havadan ve denizden açılan ateş.
imik, -ği is. hlk. bk. ümük.
imitasyon is. Fr. imitation Taklit.
imkân is. (imkâ:n) Ar. imkân Yararlanılan uygun şart veya durum, olanak: "Bunu bizden gizlemelerinin imkânı var mıdır?" -H. C. Yalçın, imkân vermek uygun şart veya durum sağlamak, imkânı yok olanaksız, olamaz: "İmkânı yok gözlerine bakılamıyordu." -H. Taner.
imkânsız sf. İmkânı olmayan, olma veya gerçekleşme durumu bulunmayan.
imkânsızlaşma is. İmkânsızlaşmak işi.
imkânsızlaşmak (nsz) İmkânsız duruma gelmek, olanaksızlaşmak.
imkânsızlık, -ği is. İmkânsız olma durumu, olanaksızlık.
imla is. (imlâ:) Ar. imlâ' 1. Yazım: "İmla bahsi, yalnız bizde değil, Fransa'da dahi gariplikler uyandırmıştır." -A. Rasim. 2. esk. Doldurma, doldurulma, imla etmek esk. 1) birine söyleyip yazdırmak; 2) doldurmak: "Tarihî inkılabımızın bir sahifesi, İkinci İnönü zaferiyle imla edildi." -Atatürk. imlaya gelmemek bir şey veya düşünce düzenlenemeyecek kadar karışık olmak, yönteme uyamayacak bir durumda olmak.
→ imla yanlışı
imla yanlışı is. dbl. Yazım yanlışı.
imleç, -ci is. 1. fiz. Fiziksel bir olayı kendiliğinden tespit edip çizen araç, kaydedici. 2. bl. Konumu genellikle klavye veya fare ile denetlenen, ulaşılacak verinin yerini, yazılacak veya düzeltilecek bölümleri gösteren işaretçi.
imleme is. İmlemek işi, ima.
imlemek (-i) 1. İm koymak, imle göstermek. 2. Dolayısıyla anlatmak, ima etmek.
imlik, -ği is. Kitap sayfalan arasına konulan ve okunan yeri belirlemekte kullanılan ince, uzun karton parçası.
immoral, -li sf. Fr. immoralfel. Töretanımaz.
immoralizm is. Fr. immoralisme fel. Töretanımazlık.
immünoloji is. Fr. immunologie tıp Bağışıklık bilimi.
immünolojik, -ği sf. Fr. immunologique tıp Bağışıklık bilimi ile ilgili.
imparator is. İt. imperatore Bir imparatorluğu yöneten kimse, ilhan.
→ imparator otu
imparatoriçe is. (imparatori'çe) 1. İmparator eşi. 2. İmparatorluğu yöneten kadın.
imparatoriçelik, -ği is. İmparatoriçe olma durumu veya unvanı.
imparatorluk, -ğu is. 1. İmparator olma durumu veya unvanı, ilhanlık. 2. Kendi topraklarında oturan çeşitli milletleri egemenliği altında toplayan devlet biçimi.
imparator otu is. bot. Maydanozgillerden, baharlı ve yakıcı olan kökü hekimlikte kullanılan bir ot (Peucedaum imperatoria).
imralıor is. Ar. emir+ Far. ühürtar. Padişah ahırlarına ve onlarla ilgili gereçlere bakmakla görevli kimse.
imren is. Görülen bir şeyi veya benzerini edinme isteği, gıpta.
imrence is. Herkesçe İmrenilen şey veya kimse.
imrendirme is. İmrendirmek işi.
imrendirmek (-i, -e) İmrenmesine yol açmak.
imrenilme is. İmrenilmek işi.
imrenilmek (-e) İmrenme İşi yapılmak.
imreniş is. İmrenme işi veya biçimi.
imrenme is. İmrenmek işi, gıpta: "Bütün bu saf sözleri, bir kısmı gerçek bir imrenme ile, bir kısmı içten gelen bir alayla dinliyordu." -H. E. Adıvar.
imrenmek (-e) 1. Beğenilen, hoşlanılan bir şeyi edinme veya bir yiyeceği yeme isteğini duymak: "İki gün evvel bir muhallebici dükkânının vitrinindeki kazandibine imrendim." -B. Felek. 2. Beğenilen bir kişi veya şeye benzemeyi istemek, gıpta etmek: "Çağımızın yazarları arasında da klasiklere imrenenler yok değildir." -S. Birsel.
imrenti is. İmrenme, gıpta: "Döndü, bir kenardan imrentiyle kendisine bakmakta olan Berbat'ı gördü." -O. Kemal.
imroz is. zool. Vücudu beyaz, baş ve ayaklarda siyah lekeler bulunan, küçük cüsseli, uzun ve ince kuyruklu, kaba karışık ve uzun yapağılı, Gökçeada ve kısmen Çanakkale ilinde yetiştirilen bir koyun türü.
imsak, -ki is. (imsa:k) Ar. imsak 1. Oruca başlama zamanı: İmsake beş dakika kaldı. 2. esk. Bir şeyden el çekerek nefsine hâkim olma. 3. esk. Cimrilik, imsak etmek bir şeyden el çekerek nefsine hâkim olmak.
→ imsak vakti
imsakiye is. (imsa:kiye) Ar. imsâkiyye Ramazanda imsak vaktini ve namaz vakitlerini gösteren çizelge.
imsak vakti is. Orucun başlama saati veya zamanı.
imtihan is. (imtiha:n) Ar. imtihan 1. Sınav. 2. mec. Güç, direnme, dayanışma gerektiren, sonucunda deneyim kazandıran zor bir durum. imtihan etmek 1) bilgi derecesini Ölçmek: "Geniş, perdesiz, kırmızı badanalı bir odanın ta ortasında birinci sınıfı Fransızcadan imtihan ediyorduk." -Ö. Seyfettin. 2) denemek, sınamak, imtihan olmak 1) bilgisi ölçülmek; 2) denenmek, sınanmak. imtihan vermek 1) sınanmak; 2) tehlikeli ve zor bir durumdan zarar görmeden iyi bir sonuca ulaşmak, imtihana çekmek 1) bilgisini ölçmek; 2) denemek, sınamak.
→ yazılı imtihan, ikmal imtihanı, olgunluk imtihanı
imtina is. (imtina:) Ar. imtina' esk. Kaçınma, sakınma, çekinme, imtina etmek bir şeyi yapmaktan kaçınmak, çekinmek.
imtisal, -li is. (imtisa.i) Ar. imtisal esk. 1. Bir örneğe göre davranma, uyma, benzemeye çalışma. 2. Alman buyruğa bütünüyle uyma. imtisal etmek uymak, benzemeye çalışmak.
imtisas is. (imtisa:s) Ar. imtisas esk. Emme, emerek çekme, soğurma.
imtiyaz is. (imtiyaız) Ar. imtiyaz 1. Başkalarına tanınmayan özel, kişisel hak veya şart, inatlaşmak (-le) 1. Karşılıklı inat etmek. 2. İnat etmek: "Soğukluğu kırmak için bir hafta, bazen iki hafta inatlaşacaktın..." -Ç. Altan.