ihale is. (ihade) Ar. ihale tic. İş, mal vb.ni birçok istekli arasından en uygun şartlarla kabul edene verme, eksiltme veya artırma. ihale etmek bir işi en uygun görülene bırakmak. ihaleye çıkarılmak eksiltmeye (veya artırmaya) çıkarılmak.
iham is. (i:ha:m) Ar. iham esk. 1. Kuruntuya düşürme. 2. ed. İki anlamı olan bir sözün akla en az gelen anlamının amaçlanarak kullanılması ve anlamı güçlendirmesi sanatı.
ihanet is. (ikamet) Ar. ihanet 1. Hıyanet, hainlik. 2. Evlilikte, sevgide aldatma, sadakatsizlik. 3. Gerektiğinde yardımda bulunmama, bir kimsenin güvenini yok etme. ihanet etmek 1) hainlik, kötülük etmek; 2) kan, koca birbirini aldatmak, ihanete uğramak aldatılmak, sadakatsizlik görmek: "Nerede sadakat beklersek orada ihanete uğrarız." -A. Ş. Hisar.
ihata is. (iha:ta) Ar. ihata esk. 1. ask. Kuşatma. 2. mec. Kavrayış, anlayış, ihata etmek 1) çevirmek, çevrelemek, kuşatmak, sarmak; 2) mec. kavramak, anlamak.
ihatalı sf. (ihaıtalı) 1. Alanı geniş. 2. mec. Kavrayışlı, anlayışlı.
ihbar is. (ihba:r) Ar. ihbar 1. Bildirme, bildirim, haber verme. 2. Suçlu saydığı birini veya suç saydığı bir olayı yetkili makama gizlice bildirme, ele verme: "Karakollara da ihbarlar artmaya başlamıştı." -Ç. Altan. ihbar etmek 1) bildirmek, haber vermek; 2) bir suçu veya suçluyu yetkili makama gizlice bildirmek.
→ ihbarname, ihbar tazminatı
ihbarcı is. 1. Haber, veren, bildiren kimse. 2. Muhbir.
ihbarcılık, -ği is. Muhbirlik.
ihbariye is. (ihbaıriye) Ar. ihbâriyye esk. 1. Haber verme kâğıdı, bildirim, ihbarname. 2. Haber verme ücreti.
ihbarlama is. İhbarlamak işi.
ihbarlamak (-i) İhbar etmek.
ihbarlı sf. Önceden bildirilmiş, haber verilmiş.
ihbarname is. (ihba:rna:me) Ar. ihbar + Far. nâme Haber verme kâğıdı, bildirim, ihbariye.
ihbar tazminatı is. huk. Bildirim ödencesi.
ihdas is. (ihda.s) Ar. ihdâş esk. 1. Ortaya çıkarma, meydana getirme. 2. Kurma, ihdas etmek 1) ortaya çıkarmak, meydana getirmek; 2) kurmak; 3) bir şeyin olmasına, ortaya çıkmasına sebep olmak.
ihkakıhak, -kkı is. (ihka:kıhak) Ar. ihkâk + fyak huk. Bir hakkı usulünce yerine getirme.
ihlal, -li is. (ihlâıl) Ar. ihlal 1. Bozma, zarar verme. 2. Yasa ve düzene uymama, ihlal etmek bozmak, zarara uğratmak: Sükûneti ihlal etmeyiniz!
İhlas is. (ihlâıs) Ar. ihlâs din b. Kur'an surelerinden biri.
ihlas is. (ihlâ:s) Ar. ihlâs 1. Temiz sevgi ve yürekten bağlılık. 2. din b. İbadetlerdeki içtenlik.
ihlaslı sf. İhlası yerinde ve sağlam olan (kimse).
ihlassız sf. İhlası yerinde ve sağlam olmayan (kimse).
ihlassızlık, -ğı is. İhlassız olma durumu.
ihmal, -li is. (-ma:li) Ar. İhmâl Gereken ilgiyi göstermeme, boşlama, savsaklama, savsama, önem vermeme: "Ama ben yaşımın toyluğuna kapılmış, ufak tefek ihmaller bulmuştum bu tercümede." -Y. Z. Ortaç. ihmal edilmek unutulmak, yok sayılmak, kaldırılmak, ihmal etmek savsamak, savsaklamak, boşlamak, önem vermemek: "İstanbul'a inerken eldiven ve baston kullanmayı da ihmal etmez." -H. Taner.
ihmalci sf. İhmalkâr: "Rastladığı bazı tanıdıklarını hafif ve ihmalci bir baş hareketiyle selamladı." -Y. K. Karaosmanoğlu.
ihmalcilik, -ği is. İhmalci olma durumu: "Bu kadar ihmalcilik olur mu?... Aşk olsun!" -P. Safa.
ihmalkâr sf. (ihmalkâır) Ar. ihmâl + Far. -kâr İşlerine önem vermeyip onları gelişigüzel yapıveren veya daha sonraya bırakan, savsak, ihmalci.
ihmalkârlık, -ğı is. Savsaklama.
ihracat is. (ihra:ca:t) Ar. ihracât ekon. Bir ülkenin ürettiği malları başka bir ülkeye veya ülkelere satması, dış satım: "İhracatın artmayışına üzülüyorsunuz, durmayın üzerinde..." -Ç. Altan.
→ hayalî ihracat
ihracatçı is. İhracat İşleriyle uğraşan kimse, dış satımcı, ihraççı.
ihracatçılık, -ğı is. İhracat İşleriyle uğraşma, dış satımcılık.
ihraç, -cı is. (ihra:ç) Ar. ihrâc 1. Çıkarma, dışarıya atma. 2. tic. Yurt dışına mal satma. ihraç edilmek 1) yabancı ülkeye mal göndermek; 2) ilişkisi kesilmek, çıkarılmak: Partiden ihraç edildi, ihraç etmek 1) çıkarmak, dışarı atmak; 2) üretim fazlası malı yurt dışına satmak.
ihraççı is. 1. İhracatçı. 2. Hisse senedi, tahvil vb. kıymetli kâğıtları dış piyasaya satmaya yetkili kuruluş.
ihram is. (-raimi) Ar. ihram 1. Hacıların örtündükleri dikişsiz bürgü. 2. Yün yaygı. 3. esk. Yunanların, Romalıların, günümüzde de Berberilerin büründükleri geniş, beyaz, yünlü çarşaftan giysi, ihrama girmek hac görevini yerine getirmek üzere ihram giymek. ihramdan çıkmak hac görevini tamamladıktan sonra giyilen ihramı çıkarmak.
ihraz is. (ihra:z) Ar. ihraz esk. Kazanma, elde etme, erişme, ihraz etmek (veya eylemek) kazanmak, elde etmek, erişmek: "Ölenler şehitlik mertebesini ihraz eyler." -A. İlhan.
ihsan is. (ihsa:n) Ar. ihsan 1. İyilik etme, iyi davranma. 2. Bağışlama, bağışta bulunma. 3. Bağışlanan şey, kayra, lütuf, inayet, atıfet: "Bu paşanın parmaklarını yakan ilk ihsan kesesi oldu." -H. E. Adıvar. 4. Karşılık beklemeden yapılan yardım, iyilik, ihsan etmek (veya buyurmak) bağışta bulunmak, bağışlamak: "Allah bir de kız çocuk ihsan etseydi, bu ismi verecektim." -R. H. Karay.
→ ihsanıhümayun
ihsanıhümayun is. (ihsa:nıhüma:yun) Ar. ihsan + Far. hümâyûn esk. Padişah tarafından yeteneği veya başarısı dolayısıyla birine verilen görev, rütbe, ödül.
ihsas is. (ihsaıs) Ar. ihsas esk. 1. Üstü kapalı anlatma, sezdirme, ima. 2. fizy. Duyum, ihsas etmek sezdirmek, ima etmek: "Bunların hepsini bana beş on kelimeyle ihsas etti." -H. E. Adıvar.
ihtar is. (-ta:rı) Ar. ihtar 1. Uyarma, dikkat çekme, uyarı. 2. Bir şeyi birine hatırlatma. ihtar etmek hatırlatmak, uyarmak, dikkatini çekmek: "Kocası bir hata ederse, karısı ihtar etmez mi?" -M. Ş. Esendal.
→ ihtarname
ihtarname is. (ihtarna:me) Ar. ihtar + Far. nâme Resmî ihtar yazısı, protesto.
ihtida is. (ihtida:) Ar. ihtida' din b. esk. Başka bir dinden çıkıp Müslüman olma.
ihtifal, -li is. (-faili) Ar. ihtifal esk. Anma töreni: Mevlana ihtifali.
ihtikâr is. (intikâır) Ar. ihtikâr ekon. esk. Vurgunculuk, vurgun, spekülasyon.
ihtilaç, -cı is. (ihtilâıç) Ar. ihtilâç esk. Çırpınma: "Bütün zehirlenen köpeklerde görülen ihtilaçlarla kıvranmaya, çırpınmaya başlamıştı." -H. E. Adıvar. ihtilaç etmek çırpınmak.
ihtilaf is. (ihiilâıf) Ar. ihtilâf Ayrılık, anlaşmazlık, aykırılık, uyuşmazlık: "Yirmi beş senedir bir tek idare adamıyla ihtilafı olmamıştı." -R. N. Güntekin. ihtilafa düşmek anlaşamamak, bozuşmak, uyuşamamak.
ihtilal, -li is. (-lâıli) Ar. İhtilâl 1. Bir ülkenin siyasal, sosyal ve ekonomik yapısını veya yönetim düzenini değiştirmek amacıyla kanunlara uymaksızın cebir ve kuvvet kullanarak yapılan geniş halk hareketi, devrim: Fransız ihtilali. 2. Kargaşalık, düzensizlik, karışıklık. 3. Köklü değişim: Bilimde ihtilal.
ihtilalci is. İhtilal yanlısı ve ihtilal yapan kimse, devrimci: "Sonra belki de o ihtilalci tonunu yumuşatmaya başlamıştı." -Y. K. Karaosmanoğlu.
ihtilalcilik, -ği is. İhtilalci olma durumu, devrimcilik.
ihtilam is. (ihtilâım) Ar. ihtilam esk. Düş azması.
ihtilas is. (ihtilâ.s) Ar. ihtilas huk. esk. 1. Aşırma. 2. Bir malı açıkça sahibinden veya evinden hızla kapıp alma.
ihtilat is. (ihtilâ:t) Ar. ihtilâf esk. 1. Hastalık, başka bir hastalıkla karışma. 2. Karşılaşıp görüşme, ihtilat etmek (veya yapmak) hastalık başka bir hastalığa dönmek.
ihtimal, -li is. (-maili) Ar. ihtimâl 1. Bir şeyin olabilmesi durumu, olabilirlik, olasılık: "Bana bak yavrum, evlenmek ihtimalim yoktur, buna inan." -H. E. Adıvar. 2. zf Belki, ola ki: "İhtimal, semiz ve romatizmalı olan bu adam, suya ayağım bile değdirme-mistir." -F. R. Atay. ihtimal ki olabilir ki, belki, ihtimal vermemek bir şeyin gerçekleşeceğini, olabileceğini hiç düşünmemek.
→ ihtimaller hesabı
ihtimali sf. (ihtima:li:) Ar. ihtimâli esk. 1. Olabilen, olasılı, belkili. 2. fel. Belkili.
ihtimaliyet hesabı is. mat. Olasılık hesabı.
ihtimaller hesabı is. mat. Olasılık hesabı.
ihtimalli sf. Olasılı.
ihtimam is. (-ma:mı) Ar. ihtimam 1. Özen, özenme, dikkatli davranma, itina: "Her yeni binaya naklinde ihtimamla taşındı durdu." -H. F. Ozansoy. 2. İyi, özenli bakım: "Ne kadar ihtimama muhtaç bulunduğunu pek iyi bilirdi." -Y. K. Karaosmanoğlu. ihtimam etmek (veya göstermek) Özen göstermek, dikkatle davranmak.
ihtira is. (ihtira:) Ar. ihtira' esk. Yeni bir şey bulma, türetme.
→ ihtira beratı
ihtira beratı is. huk. Bilinen araç, gereçlerle ve yaratıcı güçle yeni bir şey bulana, bulduğu şeyden bir süre yalnız kendisinin yararlanması için devletçe verilen belge.
ihtiram is. (ihtiraım) Ar. ihtiram Saygı.
→ ihtiram birliği, ihtiram duruşu, ihtiram kıtası
ihtiram birliği is. ask. Tören birliği.
ihtiram duruşu is. Saygı duruşu.
ihtiram kıtası is. Tören birliği.
ihtiras is. (ihtira:s) Ar. ihtiras 1. Aşırı, güçlü istek: "Aldım Rakofça kırlarının hür havasım / Duydum akıncı cetlerimin ihtirasını." -Y. K. Beyatlı. 2. Tutku: "Gerçi eliyle yarattığı güzel bahçeyi hâlâ kıskanç bir ihtirasla seviyordu." -H. E. Adıvar.
ihtiraslı sf. 1. Aşırı istekli. 2. Tutkulu: "Çocukluğumun en derin, en sürekli, en ihtiraslı sevgisini bana telkin eden bu üvey annemdi. " -Y. K. Karaosmanoğlu.
ihtirassız sf. İhtirası olmayan.
ihtirassızlık, -ğı is. İhtirassız olma durumu.
ihtiraz is. (ihtira:z) Ar. ihtiraz esk. 1. Çekinme, sakınma. 2. Çekince.
ihtisap, -bı is. Ar. ihtisâb esk. Belediye memurunun İşi ve dairesi.
ihtisar is. (ihbsa:r) Ar. ihtisar esk. 1. Sözü kısa kesme, kısaltma. 2. Bir metinden gereksiz ayrıntıları çıkarma.
ihtisas (I) is. (-sa:sı) Ar. ihtisas 1. Duygu. 2. Duygulanma.
ihtisas (II) is. (-sa:sı) Ar. ihtisas Uzmanlık, uzmanlaşma: "Doktor ihtisasını bitirecek, beni alacak diye bekler." -M. Ş. Esendal. ihtisas yapmak belli bir konuda özel eğitim görmek, uzmanlaşmak, ihtisaslaşmak: "Ben tütüncülük üzerinde ihtisas yapmıştım." -R. H. Karay.
ihtisaslaşma is. İhtisaslaşmak işi.
ihtisaslaşmak (-de) Herhangi bir konuda uzmanlaşmak: "Hukuk dallarının ihtisaslaşmasında en yapıcı rolü oynayan insandı." -H. Taner.
ihtişam is. (ihtişa:m) Ar. ihtişam 1. Büyüklük. 2. Görkem.
ihtişamlı sf. İhtişamı olan: "Daha yüksek, daha ihtişamlı konaklar olduğu söyleniyordu." -Ö. Seyfettin.
ihtiva is. (ihtiva) Ar. ihtiva' İçine alma, içinde bulundurma, içerme, ihtiva etmek İçine almak, içinde bulundurmak, içermek, kapsamak: "Temel hak ve hürriyetler kişinin ... ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder." -Anayasa.
ihtiyaç, -cı is. (ihtiya:ç) Ar. ihtiyâç 1. Gereksinim: Oyun, çocuklar için bir ihtiyaçtır. 2. Güçlü istek: "Şefkatten ölecek derecede hisli, içli bir hâlde bağrıma basmak ihtiyacında idim." -R. H. Karay. 3. Yoksulluk, yokluk: İhtiyaç adamcağızın belini büktü. ihtiyaç duymak bir şeyi kendisi için gerek saymak, ihtiyaca cevap vermek gereksinimini karşılamak, ihtiyacı olmak gereksemek, gereksinmek: "Benim kendi hesabıma radyoya hiç ihtiyacım olmadı." -S. F. Abasıyanık.
→ acil ihtiyaç kredisi
ihtiyar (I) sf. Ar. ihtiyar 1. Yaşlı, kocamış olan, pir (kimse), genç karşıtı: "İhtiyar öksürüyor, öksürdükçe de boğazından çürük bir ses çıkıyor." -M. Ş. Esendal. 2. is. tkz. Baba veya anne. ihtiyar etmek yaşlandırmak, kocaltmak, ihtiyar olmak yaşlanmak: "Geçti sevdalarla ömrüm, ihtiyar oldum bugün ..." -A. Rasim.
ihtiyar (II) is. (ihtiya:r) Ar. ihtiyar esk. Seçme. ihtiyar etmek 1) seçmek, üstün tutmak: "Zaruretsiz cihanda kimse gurbet ihtiyar etmez." -Şinasi. 2) katlanmak: "Bu itilip kakılmaya karşı ihtiyar ettiği siyaset herkese hizmet etmek, herkesi memnun etmeye çalışmaktan ibaretti."-M. E. Adıvar.
→ ihtiyar heyeti, ihtiyar meclisi
ihtiyarcık, -ğı is. Yaşlılara karşı acıma ifadesi olarak kullanılan bir söz: "İhtiyarcık, onlara karınca kaderince yararlı olmak, göze girmek ister." -H. Taner.
ihtiyar heyeti is. Köy tüzel kişiliğinde, muhtar başkanlığında görev yapan kişilerden oluşan yetkili organ, ihtiyar meclisi.
ihtiyari sf. (ihtiya.ri:) Ar. ihtiyari esk. İsteğe bağlı, seçmeli olan, seçimlik.
ihtiyarlama is. İhtiyarlamak işi, yaşlanma: "Ben oldum olası ihtiyarlığın ve ihtiyarlamanın lehindeyim." -B. Felek.
ihtiyarlamak (nsz) 1. Yaşı ilerlemek, yaşlanmak, kocamak. 2. İhtiyar görünüşü almak, ihtiyar görünmek: "Ağlamaktan gözleri şişmiş, zavallı yüzü on sene birden İhtiyarlamıştı." -H. E. Adıvar.
ihtiyarlatma is. ihtiyarlatmak işi.
ihtiyarlatmak (-i) İhtiyarlamasına sebep olmak: "Her yıl, bir yerine iki, bazen üç yaş ihtiyarlatır onları." -N. Cumalı.
ihtiyarlayış is. İhtiyarlama işi veya biçimi.
ihtiyarlık, -ğı is. 1. İhtiyar olma durumu, yaşlılık, gençlik karşıtı: "İhtiyarlık vaktinde gönül hoş olsun. Biraz borçlanırım, ama zarar yok." -A. Ş. Hisar. 2. Her bakımdan güçsüzlük, yetersizlik, zayıflık: "İhtiyarlıktan, yani zaaftan nefret ederdi." -Ö. Seyfettin.
→ ihtiyarlık sigortası
ihtiyarlık sigortası is. huk. Yaşlılık sigortası.
ihtiyar meclisi is. İhtiyar heyeti.
ihtiyarsız sf. 1. Seçmesiz, irade dışı. 2. zf. Düşünmeksizin, elde olmadan: "Eğer onların hakiki benliklerine, derin sırlarına vâkıf olmasaydık ihtiyarsız bağıracaktık: - Ey gençlik! Ne gıpta edilecek bir varlıksın!" -A. Gündüz.
ihtiyat is. (-ya:tı) Ar. ihtiyat 1. Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranma, sakınma: "İhtiyatla, yan duvara tutunarak son basamağa vardığını yukarıdan gördüm. " -R. H. Karay. 2. Gereğinden fazla olup saklanan şey, yedek: "Tüpte kalan iki üç taneyi de yol ihtiyatı olarak zorla kendisine kabul ettirdim." -R. N. Güntekin. ihtiyat kaydı ile doğruluğu şüpheli görülerek.
→ ihtiyat akçesi, ihtiyat kuvvetleri, kaydıihtiyat
ihtiyat akçesi is. Yedek akçe.
ihtiyaten zf. (ihtiyaı'ten) Ar. ihtiyaten esk. Her duruma, her ihtimale karşı, ilerisini düşünerek: "O vakte kadar belki başkasına satarlar diye ihtiyaten kapattım." -R. N. Güntekin.
ihtiyati sf. (ihtiya:ti:) Ar. ihtiyatı esk. İlerisi düşünülerek yapılan.
→ ihtiyati tedbir
ihtiyati tedbir is. 1. İlerisi düşünülerek alınan önlem. 2. huk. Yargılama öncesi yasal organlarca alınan önlem.
ihtiyatkâr sf. (ihtiyaikâır) Ar. ihtiyat + Far. -kâr esk. Sakıngan, ihtiyatlı: "Daha ihtiyatkâr olan gazete sahiplerinde biraz tereddüt vardı." -F. R. Atay.
ihtiyatkârlık, -ğı is. İhtiyatlı olma durumu.
ihtiyat kuvvetleri ç. is. ask. Savaş sırasında harekâtın gelişmesine etkide bulunmak için her an savaşa girebilecek biçimde hazır bulundurulan birlikler: "İhtiyat kuvvetlerinin hemen oraya gönderilmesini istedi." -F. R. Atay.
ihtiyatlı sf. Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranan, önlem alan, sakıngan, ihtiyatkâr: "Odaya girince ihtiyatlı hareket ederek parasını yatağın altına koydu." -S. F. Abasıyanık. ihtiyatlı bulunmak beklenmedik sonuçlara karşı hazırlıklı olmak. ihtiyatlı davranmak uyanık olmak, düşünerek davranmak: "Benim soyulmaya değer bir şeyim olduğu kimsenin aklına gelmezdi, ama yine de ihtiyatlı davranmak lazımdı." -H. E. Adıvar. ihtiyatlı olmak herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranmak: "Ona ihtiyatlı olmasını, cephede hayatım rastgele tehlikeye sokmamasını tembih ediyordu." -A. İlhan.
ihtiyatsız sf. İhtiyatlı davranmayan: "Hayvanların içinde en ihtiyatsız ve en ibret almazı insandır." -R. H. Karay.
ihtiyatsızlık, -ğı is. İhtiyatsız olma durumu: "Bir aralık Cemile ... ihtiyatsızlıkla hastanın yanında, onun bir gün bir gümüş leğenle ibrikten bahsettiğini söyledi." -H. Z. Uşaklıgil. ihtiyatsızlık etmek önlem almadan davranmak.
ihtizaz is. (ihtiza:z) Ar. ihtizaz esk. 1. Titreşme, titreşim, 2. fiz. Titreşim.
ihvan ç. is. (-va:nı) Ar. ihvan esk. 1. Yakın dostlar, arkadaşlar. 2. Aynı okul veya tarikattan olan kimseler.
ihya is. (ihya:) Ar. ihya'esk. 1. Yeniden canlandırma, diriltme. 2. Çok İyi duruma getirme, geliştirme, güçlendirme. 3. Yeni bir güç, umut, erinç verme, ihya etmek 1) canlandırmak; 2) mutluluğa kavuşturmak; 3) bayındır bir duruma getirmek, ihya olmak 1) daha iyi bir duruma gelmek: "Eskisinden daha çok gelsinler, söylesinler, önlerine dökül, ağızlarını ara, bana gel, ne söylediklerim haber ver, ihya olursun be Tevfık!" -H. E. Adıvar. 2) mutluluğa kavuşmak; 3) bayındır duruma getirilmek.
ihzar is. (ihza:r) Ar. ihzar esk. Hazırlama, hazır etme.
→ ihzar müzekkeresi
ihzari sf. (ihza:ri:) Ar. ihzari esk. Hazırlık niteliğinde olan, hazırlayıcı.
ihzar müzekkeresi is. huk. Mahkemece yapılan çağrıya uymayanların kolluk gücüyle mahkemeye gelmesini sağlamak için verilen yazılı emir.