ifa is. (i:fa:) Ar. ifâ' esk. 1. Bir işi yapma, yerine getirme. 2. Ödeme, ifa etmek 1) yapmak, yerine getirmek: "Hürmetlerimi kendim ifa eder, mektup yazarım." -S. F. Abasıyanık. 2) ödemek.
ifade is. (ifa:de) Ar. ifâde 1. Anlatım: Güzel bir ifade. 2. Deyiş, söyleyiş: "Not ettiklerimi bir ağzın ifadesi şekline sokarak size okutacağım." -S. M. Alus. 3. Bir duyguyu yüz aracılığıyla anlatan belirtilerin bütünü: "Sakalı yeni çıkmış yüzünde çocukça ifadeler uçuyordu." -S. F. Abasıyanık. 4. huk. Tanık ve sanıkların olay hakkında yargı organlarına yaptıkları sözlü açıklama: "Onun ifadesini henüz dosyada görmedim." -A. İlhan. 5. fel. Dışa vurum, (bir şey) ifade etmek 1) anlatmak: "Bu, ona, yani bu acemilikle âleme rezil olursun manasını ifade e-diyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) mec. Önem taşımak: Dostluk benim için çok şey ifade eder. ifade vermek huk. bir olayla ilgili olarak gördüğünü, bildiğini yetkili veya ilgili kimseye söylemek, (birinin) ifadesini almak 1) sorguya çekmek: "Komiser Efendi, masanın başına oturup ifadesini almaya başladığı zaman ayağa kalktı." -R. N, Güntekin. 2) görgü tanığının anlattıklarını yazmak; 3) argo tepelemek; 4) argo üstün gelmek, yenmek.
→ cebirsel ifade
ifadelendirme is. İfadelendirmek işi.
ifadelendirmek (-i) Anlamlandırmak, bir şey anlatır duruma getirmek.
iffet is. Ar. 'iffet 1. Cinsel konularda ahlak kurallarına bağlılık, sililik. 2. Namus.
iffetli sf. İffetini koruyan, sili, afif, afife: "Tatlı, güzel, iffetli ve kültürlü idi." -T. Buğra.
iffetsiz sf. İffetini korumayan, silisiz.
iffetsizlik, -ği is. İffetsiz olma durumu, silisizlik.
ifham is. Ar. ifhüm Bildirme, anlatma, ifham etmek bildirmek, anlatmak.
ifildeme is. İfildemek işi veya durumu.
ifildemek (nsz) hlk. 1. Hafifçe titremek. 2. Ürpermek.
ifil ifil zf.bk. efil efil.
iflah is. (iflâ:h) Ar. iflah Kötü, güç bir durumdan kurtulma, iyi bir duruma gelme, onma. iflah etmek kötü bir durum veya hastalıktan kurtarmak, iflah olmak onmak, düzelmek: Senin iflah olacağın yok. iflah olmamak 1) onmamak, düzelmemek: "Dal çürük çıktı mı otuz metreden düşen iflah olmuyor artık." -H. Taner. 2) doğru davranışta bulunmamak, iflahı kesilmek çaresiz kalmak: "Benim dört çeşit insan karşısında iflahım kesilir." -H. Taner, iflahını kesmek tkz. gücünü tüketmek, bir daha düzelemeyecek bir duruma getirmek.
iflas is. (iflâ:s) Ar. iflâs tic. 1. Borçlarını ödeyemediği mahkeme kararı ile tespit ve ilan olunan işadamının durumu, batkı, batkınlık: "Her gün küçük tüccarlardan birisi iflasa sürükleniyordu." -N. Cumalı. 2. mec. Yenilgiye uğrama, değerini yitirme. 3. mec. İşlevini veya görevini yapamama, iflas bayrağını çekmek (veya borusunu çalmak) tkz. 1) ticarette batmak; 2) her şeyini yitirmek, iflas etmek 1) bir kimse veya kuruluş için mahkeme kararıyla anaparasını yitirdiği açıklanmak, batmak: "Ayna ithal edermiş, sonra iflas etmiş, az buçuk oynatmış." -S. F. Abasıyanık. 2) mec. düşünce, iddia, tez, kimse vb. yenilgiye uğramak, değeri düşmek.
→ iflas anlaşması, iflas davası, iflas masası, dolanlı iflas, hileli iflas, rol iflası
iflas anlaşması is. huk. Batık durumunda alacaklıların, alacaklarım belli bir plana göre almaları için aralarında yaptıkları sözleşme, konkordato.
iflas davası is. huk. İflas işlerine bakan mahkemelerde açılan dava.
iflas masası is. huk. İflas eden kişi veya kuruluşun alacak ve borçlarını belirlemeye ve bunları düzenlemeye yetkili birim.
ifna is. (ifna:) Ar. ifna' esk. 1. Yok etme. 2. Tüketme, ifna etmek 1) yok etmek; 2) tüketmek.
ifrağ is. Ar. ifrağ esk. 1. Bir şeyi başka bir biçime çevirme. 2. biy. Boşaltım.
ifrat is. (ifra:t) Ar. ifrat Herhangi bir konuda çok ileri gitme, ölçüyü aşma, aşırı davranma, taşkınlık, tefrit karşıtı: İfratlar bırakılırsa, bürokrasiye karşı her türlü şiddet benim hoşuma gider." -F. R. Atay. ifrata kaçmak çok ileri gitmek, aşırı davranmak. ifrata vardırmak bir şeyin ölçüsünü kaçırmak.
→ ifrat derecede, ifrat tefrit
ifrat derecede zf Aşırı ölçüde: "İfrat derecede nazik, sıkılgan, çocuk tavırlı bir adamdı." -R. N. Güntekin.
ifrat tefrit is. Olumlu ve olumsuz anlamda en uç noktalar, ifrat tefritte kalmak (veya bulunmak) herhangi bir konuda çok ileri gitmek veya geride kalmak.
ifraz is. (ifra:z) Ar. ifraz esk. 1. Bir arazinin bölünmesi, parsellere ayrılması. 2. biy. Salgı. ifraz etmek 1) bir araziyi bölmek, parsellere ayırmak; 2) biy. salgılamak.
ifrazat ç. is. (ijra:za:t) Ar. ifrazat biy. esk. Vücuttan çıkan kan, irin, ter vb. şeyler, salgılar.
ifrit is. Ar. 'İfrit esk. 1. Doğu masal ve efsanelerinde, kötü ve korkunç cin: "Masalların ifriti gibi birdenbire içimde korkunç bir çehre canlandı." -H. C. Yalçın. 2. mec. Öfkeli, ortalığı birbirine katan kimse, ifrit kesilmek (veya olmak) çok öfkelenmek, çok kızmak: "Arzuma karşı konulunca ifrit kesildiğimi pek iyi bildiğinden ses çıkarmadı." -R. H. Karay.
ifritleşme is. İfritleşmek işi veya durumu.
ifritleşmek (nsz) İfrit olmak: "O halim selim, namazında niyazında hatun kişi on dakikanın içinde bir ifritleşsin, bir şirretleşsin." - . H.Taner.
ifsat, -di is. (ifşa: t) Ar. İfsâd esk. 1. Düzeni bozma, karışıklık çıkarma. 2. Kargaşalık.
ifşa is. (ifşa:) Ar. ifşa' Herhangi gizli bir şeyi açığa çıkarma, yayma, ifşa etmek gizli bir şeyi ortaya dökmek, açığa vurmak, yaymak, ilan etmek, afişe etmek, reklam etmek: "Sırrı ifşa etmediyse ne yapmışlar?" -R. H. Karay.
ifşaat ç. is. (ifşa:a:t) Ar. ifşa'ât Gizli bir şeyi ortaya çıkarmak için yapılan açıklamalar: "İkimiz de hayatlarımız hakkında ifşaatta bulunmadık." -R. H. Karay.
ifta is. (ifta:) Ar. iftâ tar. Fetva verme.
iftar is. Ar. iftar din b. 1. Oruç açma, oruç bozma. 2. Oruç açma zamanı. 3. Ramazanda akşam yemeği: İftara çağırmak, iftar etmek oruç bozmak: "Akşam Rabia ile beraber yine oruç bozuyor, iftar ediyoruz." -H. E. Adıvar.
→ iftar sofrası, iftar tabağı, iftar topu, iftar vakti, iftar yemeği, iftar zamanı
iftariye is. (ifta:riye) Ar. iftâriyye din b. İftar için hazırlanmış çerez ve yiyecek.
iftariyelik, -ği is. Ramazanda iftar açmak için ilk ağızda yenilecek ve içileceklerin tümü.
iftarlık, -ğı is. 1. Oruç açmak için hazırlanan yiyecek. 2. Oruç tutan kişi için alınan hediye, yiyecek veya çerez. 3. sf. İftarda yenmeye elverişli: İftarlık reçel.
iftar sofrası is. Ramazanda akşam ezanı okunduğunda oruç açmak için hazırlanmış sofra: "Kusursuz bir düzenle kurulmuş geleneksel iftar sofrası, yabancı konukları karşılamaya ve ağırlamaya hazırdı." -A. İlhan.
iftar tabağı is. Ramazanda genellikle lokantalarda iftar açmak için bir tabağa dizilen ve yemek Öncesi yenilen soğuk yiyecekler.
iftar topu is. İftar zamanını bildirmek amacıyla atılan top: "Vakit akşamdı, iftar topu atılmış, elektrikler yanmıştı." -B. R. Eyuboğlu.
iftar vakti is. din b. Ramazanda oruç açma zamanı.
iftar yemeği is. Ramazanda oruç açmak İçin hazırlanan yiyecek ve içeceklerin tümü.
iftar zamanı is. din b. İftar vakti.
iftihar is. (-ha:rı) Ar. iftihar Övünme, kıvanma, kıvanç, övünç: "O an kendi babası da bir Türk olduğu için derin bir iftihar duydu." -Ö. Seyfettin, iftihar etmek kıvanç duymak, övünmek, iftihara geçmek okuldaki başarısı ve iyi davranışları sebebiyle üstün Öğrenci seçilmek, övünç çizelgesinde yer almak.
→ iftihar listesi, medarıiftihar
iftihar listesi is. Övünç çizelgesi.
iftira is. (iftira:) Ar. iftira 'Bir kimseye kasıtlı ve asılsız suç yükleme, kara çalma, bühtan: "Kim bilir sizi de buraya hangi iftira ile tıktılar?" -H. Taner, iftira çalmak iftira etmek: "On parmağınızda on kara, iftira üstüne iftira çalıyorsunuz." -T. Buğra, iftira etmek (veya atmak) bir suçu birinin üzerine atmak, kara çalmak, kara sürmek: "On para yememiştir, fakat etrafı adama iftira etmiştir." -B. Felek. "Elin nur topu gibi kızına iftira atmak doğru mu?" -A. Gündüz. iftiraya uğramak kasıtlı ve asılsız suç yüklenmek: "Belki iftiraya uğramış bir a-damdır, belki bugün beraat edecektir." -S. F. Abasıyanık.
→ kuru iftira
iftiracı sf. (iftira:cı) Kara çalan, iftira eden (kimse), müfteri: "Kopya yapmakta olanları öğretmene hissettiren, iftiracı, ustaca çamur atan ... bir oğlandı." -T. Buğra.
iftiracılık, -ğı is. İftiracı olma durumu.