idadi is. (i:da:di:) Ar. i'dâdi esk. Lise derecesindeki okul.
idadiye is. (i:da:diye) Ar. i'dâdiyye esk. bk. idadi.
idam is. (i:da:m) Ar. i'dâm 1. Ölüm cezası. 2. huk Ölüm cezası verilen kimseye uygulanan infaz işlemi, idam etmek verilen ölüm cezası hükmünü yerine getirmek.
→ idam cezası, idam sehpası
idam cezası is. huk. Ölüm cezası.
idame is. (ida:me) Ar. idâme esk. Sürdürme, devam ettirme, idame etmek (veya ettirmek) sürdürmek, devam etmesini sağlamak.
idamlık, -ğı sf. (i:da:mlık) 1. Ölüm cezası ile cezalandırılmış olan (kimse). 2. Ölüm cezası gerektiren: idamlık suç.
idam sehpası is. Darağacı: "O gece yatakta hep beyaz gömlekle Beyazıt'ta idam sehpasına gittiğimi hayal ediyor ve..." -H. E. Adıvar.
idare is. (ida:re) Ar. idare 1. Yönetme, yönetim, çekip çevirme. 2. Ülke işlerinin yürütülmesi, kamuya ilişkin hizmetlerin bütünü. 3. Bir kurum veya kuruluşun yönetildiği yer veya makam: "Meğer Gazi Paşa gelecekmiş. İdare her sınıfa Afet Hanım'ın Yurt Bilgisi kitabından üçer nüsha dağıttı." -H. Taner. 4. Bir kurumun İşlerini yürüten kurul: "Gazete idaresi tarafından zarf kazara açılmış." -P. Safa. 5. Tutum: Bir şeyi idare ile kullanmak. 6. İdare kandili veya lambası. 7. Hoş görme, göz yumma. 8. Yetinme: "Bu son hatıralarla sonuna kadar idareye çalışıyorum." -S. F. Abasıyanık. idare etmek 1) yönetmek, çekip çevirmek: "Aramızdan biri, mesela ev sahibi Kâzım Bey müzakereyi idare etsin." -R. N. Güntekin. 2) tutumlu kullanmak: "Lakin siz, yine sabaha kadar kalacakmışız gibi idare edin mumu." -R. N. Güntekin. 3) yetmek, yetişmek: "Evler ve dükkânların Ahmet'i idare edeceği belli idi." -S. F. Abasıyanık. 4) alışverişte yeterli olmak, kurtarmak: Bu kumaşı o fiyata veremem; idare etmez. 5) göz yummak, hoş görmek; 6) örtbas etmek, idaresini bilmek yerine göre harcamak, tutumlu davranmak.
→ idare amiri, idarehane, idare hukuku, idareimaslahat, idare kandili, idare lambası, idare meclisi, mahallî idare, merkezî idare, mülki idare, örfî idare, sivil idare, amme idaresi, kamu idaresi
idare amiri is. Kurum veya kuruluşlarda yönetim birimlerinden sorumlu kimse: Meclis idare amiri.
idarece zf. (idaıre'ce) İdare yönünden, idare tarafından.
idareci is. 1. Yönetici. 2. sf. İdare eden, hoşgörülü. 3. sf. Becerikli, tutumlu.
idarecilik, -ği is. 1. İdareci olma durumu. 2. İdarecinin görevi, yöneticilik.
idarehane is. (ida:reha:ne) Ar. idare + Far. hâne esk. 1. Gazete, dergi vb. yayım kurumlarında yazı işlerine bakılan yer, yönetim yeri. 2. Bir İşi veya kuruluşu yönetenlerin bulundukları yer, büro.
idare hukuku is. huk. Kamu yönetimi içinde yer alan kuruluşları ve bunların İşleyişlerini, kişilerle ilişkilerini ve sorumluluklarını İnceleyen, düzenleyen hukuk dalı.
idareimaslahat is. (ida.re'imaslahat) Ar. idare + maslahat esk. 1. Bir işi, gerektiği gibi değil de günün şartlarına göre yapma. 2. İşi oluruna bırakma, idareimaslahat etmek 1) bir İşi günün şartlarına göre yapmak; 2) işi oluruna bırakmak.
→ idareimaslahat politikası
idareimaslahatçı is. 1. Bir işi sağlam bir temele oturtmadan o günün şartlarına göre yapan kimse: "İdareimaslahatçılar esaslı inkılap yapamazlar." -Atatürk. 2. İşi oluruna bırakan kimse.
idareimaslahat politikası is. 1. Bir işi, gerektiği gibi değil de günün şartlarına göre yapma tutumu. 2. İşi oluruna bırakma tutumu.
idare kandili is. esk. Az ışık veren küçük gaz lambası: "Işıkları derece derece karartır, nihayet idare kandili ziyasında olanı bırakır, öyle giderdi." -R. H. Karay.
idare lambası is. İdare kandili: "İdare lambası hâlâ taşlıkta yanıyordu." -Y. Z. Ortaç.
idareli sf. 1. İdare etmesini bilen, iyi yöneten. 2. Tutumlu: İdareli bir kadın. 3. zf Tutumlu biçimde, ekonomik olarak: "Sattıkları küpenin parasını çok idareli kullanıyorlardı." -P. Safa.
idare meclisi is. Yönetim kurulu.
idaresiz sf. 1. İdare etmesini bilmeyen, gevşek, beceriksiz (kimse). 2. Tutumsuz.
idaresizlik, -ği is. 1. Gevşeklik, beceriksizlik. 2. Tutumsuzluk.
idareten zf. (idaı'reten) Ar. idâreten İdare etmek üzere: "Mahpus, akşama doğru bırakılması lazım gelirken, idareten, öğleye doğru serbest bırakıldı." -S. F. Abasıyanık.
idarim/ (idaıri:) Ar. idâri Yönetimsel.
→ idari bütçe
idari bütçe is. ekon. Devlet giderlerinin, devletin siyasi ve İdari kuruluşuna göre dağıtılması sonucunda oluşan bütçe türü.
iddia is. Ar. iddi'â 1. İleri sürülerek savunulan düşünce, sav: "Mahkemenin elinde bu iddialan yalanlayacak bir belge yoktu." -T. Buğra. 2. Kendinde olmayan bir yeteneği, bir durumu varmış gibi gösterme: Yazarlık iddiasında ama... 3. Dediğinde direnme, inat: "İddia kızışmış, âdeta inat hâlini almıştı. " -Ö. Seyfettin, iddia etmek sözünde direnmek, bir iddia İleri sürmek: "Selim gözleriyle görmüş gibi iddia ediyor." -P. Safa. iddiaya tutuşmak karşıt iddialarda bahse girişmek.
→ iddianame, iddia makamı
iddiacı is. Dediğinde, iddiasında haksız da olsa direnen, inatçı (kimse): "Kaldı ki Sakallı Celal sakalı dışında iddiacı bir adam da değildi." -H. Taner.
iddiacılık, -ğı is. İddiacı olma durumu.
iddialaşma is. İddialaşmak işi.
iddialaşmak (nsz, -le) Karşılıklı iddiaya girmek.
iddialı sf. 1. Bir iddiası olan: İddialı bir söz. 2. Kendine çok güvenen.
iddia makamı is. Savcılık makamı.
iddianame is. (iddia:na:me) Ar. iddi'â + Far. nâme huk. Savcılığın soruşturma sonunda elde ettiği kanıtları ve iddialarım içinde topladığı, mahkemede okunan yazı.
iddiasız sf. 1. Alçak gönüllü, mütevazı: "... sessiz, iddiasız, dört duvar arasında bir memur hayatı sürüyordu." -Y. Z. Ortaç. 2. Bir iddiası olmayan.
iddiasızlık, -ğı is. İddiasız olma durumu.
ide is. bk. idea.
idea is. Fr. İdeefel. Uzay ve zamanın ötesinde, öznenin dışında, kendiliğinden var olan, duyularla değil, yalnızca ruhen algılanabilen asıl gerçeklik, düşünce, fikir.
ideal, -li is. Fr. ideal 1. fel. Ülkü: "Büyük ideal sahiplerinin ilk kudretleri ketum o-luşlarıdır." -A. Gündüz. 2. sf. Düşüncenin tasarlayabileceği bütün üstün nitelikleri kendinde toplayan: "Benim de kendime mahsus ideal hayallerim olur." -S. F. Abasıyanık. 3. sf. fel. Yalnız düşünce ile kavranabilen.
idealist sf. Fr. idealiste 1. Ülküsü olan: "Birçoğu menfaat ve politika adamı, bir kısmı idealist idi." -F. R. Atay. 2. is. İdealizm öğretisine bağlı filozof.
idealistlik, -ği is. İdealist olma durumu.
idealize is. Fr. idealiser İdeal durum, idealize etmek ideal duruma getirmek: "Devlet a-damı, pederşahi toplumlarda kalabalıkların idealize ettiği bir örnek kişilik olmak zorundadır. " -H. Taner.
idealizm is. Fr. idealisme 1. Ülkücülük. 2. fel. Bilgide temel olarak düşünceyi alan ve varlığı insan düşüncesinin kurduğunu kabul eden öğretilerin genel adı.
idealleştirme is. İdealleştirmek işi.
idealleştirmek (-i) İdeal duruma getirmek.
idealsiz sf. İdeali olmayan: "îdealsiz bir millet cansız düşer." -F. R. Atay.
idealsizlik, -ği is. İdealsiz olma durumu.
idefiks sf. Fr. idee fhe psikol. Saplantı, sabit fikir: "Bu idefiks hastalığıyla sen hep yanlış görüyorsun." -H. R. Gürpınar.
identik, -ği sf. Fr. identiaue mat. özdeş.
ideolog, -ğu is. Fr. ideologue 1. Bir felsefi veya toplumsal öğretiye sistemli biçimde bağlanan kimse. 2. Bir ideolojinin akıl hocalığını yapan kimse. 3. Fransa'da fizik ötesini ortadan kaldırarak manevi bilimleri antropolojiye ve psikolojiye dayandırmayı amaçlayan, Condillac'a bağlı felsefe okulunun taraftarı.
ideoloji is. Fr. ideologie Siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukukî, bilimsel, felsefi, dinî, moral, estetik düşünceler bütünü: "Bir başka milletin ideolojisini benimsemenin, topyekûn intihar veya cinayetten başka bir şey olmadığından haberleri yok." -S. Ayverdi.
ideolojik, -ği sf Fr. ideologiaue İdeoloji ile ilgili: ideolojik tartışmalar belli bir düzeyde olmalı.
idil is. Fr. idylle ed. Kır yaşamı içinde aşk konusunu işleyen kısa şiir.
idiopati is. Fr. idiopathie tıp Kapan duygu.
idman is. Ar. idman sp. 1. Vücudun gücünü artırmak için yapılan alıştırma. 2. sp. Bir spor dalında yapılan alıştırma veya hazırlık çalışması, egzersiz, antrenman. 3. mec. Herhangi bir duruma veya şeye alışkanlık kazanma: "İçkide Tosun Ağa kadar değilse de hemen ona yakın idmanı vardı." -H. R. Gürpınar, idman yapmak beden hareketleri yapmak: "Evinden yalnız idman yapmak için çıktığına eminim." -S. F. Abasıyanık.
idmancı is. İdman yapan sporcu.
idmanlı sf 1. İdman yaparak çeviklik kazanmış olan (kimse), antrenmanlı. 2. mec. Herhangi bir şeye alışmış ve onu yadırgamaz duruma gelmiş olan (kimse): "İkimiz de yaş farkına rağmen idmanlı, eli yatkın adamlardık." -R.H. Karay.
idmansız sf. 1. İdman yapmamış olan, idmanı olmayan, çevikliği olmayan, ham, antrenmansız. 2. mec. Bir işe, bir duruma henüz alışmamış olan, acemi: "Ankara'nın politika oyunlarında, idmansız delegelerle savaşıyordum. " -Y. Z. Ortaç.
idmansızlık, -ğı is. İdmansız olma durumu.
idol, -lü is. Fr. idol 1. Çok tanrılı dinlerde tapınılacak nesne. 2. mec. Örnek alınan, en çok hayranlık duyulan kimse: "Semahat'in nazarında evvelden ben bir idol idim. Her şeyi benim için feda ediyordu." -R. E. Ünaydın.
idrak, -ki is. (îdra:k) Ar. idrâk 1. Anlama yeteneği, anlayış, akıl erdirme: "Kişilik idraklerle doğar, diyenler de var." -Ç. Altan. 2. Erişme, ulaşma. 3. psikol. Algı. idrak edilmek psikol. algılanmak, idrak etmek 1) akıl erdirmek, anlamak, kavramak: "Yaşamak onun için sadece, tahminlerinin doğru çıkışını idrak etmek demektir." -H. Taner. 2) erişmek, ulaşmak: Cumhuriyetin yetmiş beşinciydim idrak ettik.
idraksiz sf. Anlayışsız, ahmak: "Balkona çıkar, aşağıda idraksiz, bir nehir gürültü-süyle akıp giden ahaliye dalardım." -Ö. Seyfettin.
idraksizlik, -ği is. İdraksiz olma durumu, anlayışsızlık: "Bu ne idraksizlik, bu ne kabalık, bu ne hayvanlıktı." -Ö. Seyfettin.
idrar is. (idraır) Ar. idrar Böbreklerde kandan süzülerek idrar yolları aracılığıyla dışarıya atılan sıvı, sidik: "Kan, idrar, bilmem ne tahlilleri filan bile bize esaslı bir şey söylemez." -R. N. Güntekin.
→ idrar zoru
idrar torbası is. anat. Vücuttan dışarıya atılacak olan idrarın toplandığı bölüm, kavuk, mesane.
idrar zoru is. İdrar torbasında biriken idran dışarı atmada zorluk çekme, sidik zoru.
idris ağacı is. bot. Meyvesi hoş kokulu, kerestesi güzel bir kiraz türü, kokulu kiraz, mahlep (Prunus mahaleb).
İdris otu is. bot. Bir tür ayrık otu.