icabet is. (ica:bet) Ar. icabet 1. Bir çağnyı yerine getirme, bir çağrıya gitme. 2. Bir buyruk veya isteğe uyma, kabul etme, razı olma. icabet etmek 1) çağrı üzerine gitmek; 2) bir buyruğa, bir isteğe uygun olarak davranmak.
icabında zf. (i:ca:bında) Gerekince, gerekirse: "Ama icabında yine yumruğunu kullanabilirdi. " -Ö. Seyfettin.
icap, -bı is. (i:ca:p) Ar. icâb 1. Gerek, gereklik, ister, lüzum: "Nezaket icabı bu cevaptan memnun görünmesi lazımdı." -R. N. Güntekin. 2. man. Olumlama, icap etmek gerekmek: "Birbirlerini çok iyi tanımaları icap eden bu zevat, İstanbul'un muhtelif kahvelerine dağılmışlardır." -B. R. Eyuboğlu. icap ettirmek gerektirmek: "O gecenin akşamı böyle bir yer değiştirmeyi icap ettirecek bir arızaya uğradığımızı da hatırlamıyorum." -Y. K. Karaosmanoğlu. icabına bakmak 1) gereğini yerine getirmek; 2) mec. bir kimseyi yok etmek, ortadan kaldırmak.
icapçı is. (i:ca:pçı) tıp esk. Nöbeti hastane yerine evde tutan ve her an hastaneden çağrılmayı bekleyen doktor.
icapçılık, -ğı is. İcapçı olma durumu.
icar is. (i:ca:r) Ar. icar esk. Kira. icara vermek kiraya vermek: "Tek hanemi sizin gibi asil bir aileye icara vereyim." -P. Safa.
icat, -di is. (i:ca:t) Ar. icad 1. Yeni bir şey yaratma, bulma, buluş. 2. Gerçekmiş gibi gösterme çabası, icat çıkarmak 1) hoş görülmeyen yeni bir huy, davranış göstermek; 2) yadırganan bir yol tutmak; 3) ortaya gereği olmayan bir sorun atmak, icat etmek 1) ilk kez yeni bir şey yaratmak: "Nihayet, yaza çize ilk satırı üç nokta ile başlayan yeni bir tarz icat ettim." -Y. Z. Ortaç. 2) bir şeyi gerçekmiş gibi göstermek: "Çok durduğumdan şüphelenmesinler diye uydurma bir tamir icat ettim." -A. Gündüz.
→ gâvur icadı
icatçı is. (iıcatçı) İcat eden, bulan kimse, kâşif, bulucu: "icatçıya yeni şeyler düşündüren, hekime yeni tedavi yolları arattıran ... hep ümittir." -Ş. Rado.
icatçılık, -ğı is. İcatçı olma durumu. icaz is. (i:caiz) Ar. î'câz ed. Az sözle çok şey anlatma.
icazet is. (icaızet) Ar. icazet esk. 1. İzin, onay, onaylama. 2. Diploma, icazet almak 1) İzin, onay almak; 2) diploma almak.
→ icazetname
icazetname is. (icaızetnaıme) Ar. icazet + Far. nâme esk. 1. İzin belgesi, onay belgesi. 2. Diploma.
icbar is. (icbaır) Ar. icbar esk. Zorlama, zorunda bırakma, icbar etmek birine istemediği bir işi zorla yaptırmak, zorlamak, zorunda bırakmak.
-ici- bk. -ıcı / -ici vb.
iciği ciciği is. tkz. bk. ıcığı cıcığı.
icma is. (icmaı) Ar. icmâ' esk. 1. Toplama. 2. din b. İslam bilginlerinin bir konuda fikir birliği etmeleri.
icmal, -li is. (icmaıl) Ar. icmal esk. Özet, kısaltma: "Günahlarımızın icmaline gelince ben tutamam vallahi tutamam, takatim yetmez. " -A. İlhan, icmal etmek özetlemek.
icra is. (icra.) Ar. icra' müz. 1. Bir müzik eserini oluşturan notaları sese çevirme. 2. huk. Borçlunun alacaklıya karşı yapmak veya ödemekle yükümlü bulunduğu bir şeyi adli bir kuruluş aracılığıyla yerine getirme: Kirayı icra ile alabildim. İcra memuru. 3. huk. Adliyenin bu işle görevli dairesi. 4. esk. Yapma, yerine getirme, bir işi yürütme. icra etmek 1) yapmak: "Hiçbir felaket ona büyük bir tesir icra etmiyor." -S. F. Abasıyanık. 2) yorumlamak: "Ankara Radyosu sanatçıları Hacı Arif Bey'den kürdilihicazkâr makamını icra ediyorlardı." -H. Taner, icraya vermek alacağın borçludan alınabilmesi için icraya başvurmak.
→ icra kuvveti, icra vekili, tehiriicra
icraat ç. is. (icraıaıt) Ar. icra 'ât Yapılan işler, çalışmalar, uygulamalar, icraata geçmek uygulamaya veya çalışmaya başlamak: "Edebiyat konusunda hükümet daima bizim fikrimizi alır, ondan sonra icraata geçer." -H. Taner.
icraatçı is. (icraıaıtçı) Uygulayan, çalışan, yapan kimse.
icracı is. (icraıcı) 1. Bir buyruğu yerine getiren kimse: "Onları kendi icracıları gibi kullanmak istemişlerdi." -F. R. Atay. 2. İcramn verdiği kararları uygulayan görevli. 3. müz. Bir konserde bir eseri çalan veya söyleyen kimse.
icracılık, -ğı is. İcracı olma durumu.
icra kuvveti is. Yürütme gücü.
icra vekili is. esk. Bakan.