ib

ibadet is. (iba:det) Ar. 'ibâdet din b. 1. Tanrı buyruklarını yerine getirme, Tanrı'ya yönelen saygı davranışı, tapınma: "Babamla gittiğim bayram namazlarından başka ibadet bilmezdim." -Y. K. Beyatlı. 2. Ayin, kült. ibadet de gizli, kabahat de yapılan iyiliklerin göstermelik olmaması, İşlenen suçların, ayıpların açığa vurulmaması için kullanılan bir söz. ibadet etmek Tanrı buyruklarını yerine getirmek, Tanrı'ya yönelen saygı davranışlarında bulunmak, tapınmak.

ibadethane

ibadetgâh is. (iba:detgâ:h) Ar. 'İbâdet + Far. -gah din b. esk. İbadethane.

ibadethane is. (iba:detha:ne) Ar. 'ibâdet + Far. hâne din b. esk. Tapınak.

ibadullah is. (iba:'dullah) Ar. 'ibadullah esk. 1. Tanrı'nın kullan. 2. mec. Ucuz satılan şey: Pazarda balık ibadullah.

ibare is. (ibaıre) Ar. 'ibare Bir düşünceyi anlatan bir veya birkaç cümlelik söz: "Şu ibarelerin neresinde dilimizin şivesine uygunluk var?" -A, Rasim.

ibaret sf. (ibaıret) Ar. 'ibaret Oluşan, meydana gelen: "Gene hep beraber, bir iki parçadan ibaret bulaşıklarını yıkamaya oturdular." -N. Cumalı. ibaret olmak (veya kalmak) 1) -dan /-den oluşmak, meydana gelmek: "Büyük önderin bize verdiği mükâfat bundan ibaret değildi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) ancak bu kadar olmak.

ibate is. (iba:te) Ar. ibate esk. Barındırma. ibate etmek barındırmak.

iaşe ve ibate

ibda is. (ibda:) Ar. ibda' esk. Yaratma, yoktan var etme.

ibdai sf. (ibda:i:) Ar. İbdâ'i esk. Orijinal: îbdai edebiyat.

ibibik, -ği is. zool. Çavuş kuşu; "Kara gözlüm efkarlanma gül gayri / İbibikler öter ötmez ordayım." -B. S. Erdoğan.

ibik, -ği is. 1. Horoz, hindi vb.nin tepesinde bulunan kırmızı deri uzantısı: "Çocuğun yüzü ibik gibi kızardı." -H, Taner. 2. anat. Bazı kemiklerde bulunan ve kasların tutunmasına yarayan, çizgi durumunda pürtüklü çıkıntı. 3. Emzik. 4. hîk. Köşe, kenar, uç.

denizibiğî, gaz ibiği, horozibiği horoz ibiği

ibikli sf. İbiği olan: "Ak, kırmızı ibikli cins tavuklar vardı gözünün önünde." -O. Rıfat.

ibiksi sf. İbiği andıran, ibiğe benzeyen, ibik gibi.

ibiş is. Yun. zool. Leyleksilerden, Afrika ve Batı Asya'nın sulak yerlerinde yaşayan bir kuş, Mısır turnası (İbiş aethiopica).

ibiş is. tiy. 1. Orta oyununda çoğu kez aptal uşak rolünü oynayan komedyen. 2. mec. Şapşal, palyaço, ibiş gibi yüz ve davranışları gülünç olan (kimse).

iblağ is. (iblâ:ğ) Ar. iblâğ esk. 1. Ulaştırma, eriştirme. 2. Bir şeyin miktarını tamamlama. iblağ etmek 1) ulaştırmak, eriştirmek; 2) bir şeyin miktarını tamamlamak: Parasını yüz milyon liraya iblağ etmek için çalışıyor.

iblis is. (ibli:s) Ar. iblis 1. din b. Şeytan. 2. mec. Kötü, düzenci (kimse): "Ne iblistir o Sezai, bir ben bilirim, bir de Allah..." -A. İlhan.

kızıl iblis

iblisane zf. (ibli:sa:ne) Ar. iblis + Far. -üne esk. İblisçe: "Mektebi terk etmek isteyen bir talebeyi iblisane birtakım desiselerle kandırarak fikrinden döndürmüştü." -R. N. Güntekin.

iblisçe sf. (ibli'sçe) 1. Şeytana yakışır: "İblisçe bir buluş, herhalde senin bulusun değil." -R. Enis. 2. zf Şeytanca, kötülük düşünerek, iblisane.

iblisçilik, -ği is. 1. İblise bağlanma ve tapınma. 2. İblisçe davranma, iblisçilik etmek İblisçe davranmak.

ibne is. Ar. ubne kaba 1. Edilgin eş cinsel erkek, homoseksüel. 2. ünl. hkr. Kızgınlıkla söylenen bir söz.

ibnelik, -ği is. 1. İbne olma durumu. 2. İbne gibi davranma durumu, ibnelik etmek kazık atmak, aldatmak.

ibra is. (ibra:) Ar. ibra'huk. Aklama, temize çıkarma, ibra etmek aklamak.

ibraname

ibraname is. (ibra:na:me) Ar. ibra' + Far. nâme huk. Aklama belgesi.

İbranca öz. is. (ibra'nca) Ibranice.

İbrani Öz. is. (ibra:ni:) Ar. 'ibrani Eski Yahudilere verilen ad.

İbranice öz. is. (ibra:ni:'ce) 1. Bugün İsrail'de kullanılan Sami dili. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.

ibraz is. (ibraız) Ar. ibraz esk. Ortaya koyma, gösterme, meydana çıkarma, ibraz etmek ortaya koymak, göstermek, meydana çıkarmak.

ibre is. Ar. İbre 1. Ölçü aletleri, saat ve göstergelerde sayı veya işaret göstermeye yarayan hareketli iğne: Birtakım ışıklar yanıp sönüyor, kadranların ibreleri titreyerek yükselip alçalıyor." -Ç. Altan. 2. Çam, ardıç, sedir vb. ağaçların yaprağı.

ibret is. Ar. 'ibret 1. Kötü bir olaydan alınması gereken ders, uyarıcı sonuç: "Gören göze İbret vardır her şeyde." -Âşık Veysel. 2. sf. hlk. Çirkin, kötü, acayip, ibret almak ders almak: "Azizim, korkarım ki, günün birinde bizi tamamıyla mahvedecek şey de bu olmasın; karşımızdakilerden biraz ibret almalıyız, efendim." -Y. K. Karaosmanoğlu. ibret olmak ders olmak: "Bırak günah işleyen cezasını çeksin, görene ibret olsun!" -N. Cumalı. ibretin kudreti hlk. çok acayip ve çirkin.

ibretiâlem

ibretamiz sf. (ibreta:miz) Ar. 'ibret + Far. -amız esk. İbret verici, ibret dolu.

ibretiâlem is. (ibretiâdem) Ar. 'ibret + 'âlem esk. Başkalarına örnek olan şey.

ibretlik, -ği sf Ders alınacak nitelikte olan.

ibrik, -ği is. Ar. ibrik Su koymaya yarayan kulplu, emzikli kap: "Maden ibrikler büyük bir sanatla yapılırdı." -F. R. Atay.

leğen ibrik, suibriği

ibrikçi is. 1. İbrikle su taşıyan kimse. 2. İbrikle su döken kimse. 3. İbrik yapan veya satan kimse.

ibriktar is. Ar. ibrik + Far. -dar tar. Sarayın leğen, ibrik vb. eşyalarından sorumlu olan görevli: "Büyük kâhya, kahveci, ibriktar sofa ile selamlık odalarında." -A. Rasim.

ibrişim is. Far. ebrışum 1. Kalınca bükülmüş ipek iplik. 2. sf. Bu iplikten yapılmış.

ibrişim kurdu, gülibrişim

ibrişim kurdu is. zool. İpek böceği.

ibzal, -li is. (ibza.l) Ar. ibzal esk. Esirgemeden bol bol verme, yapma veya söyleme. ibzal etmek esirgemeden bol bol vermek, yapmak veya söylemek: "Onu usta bir kuyumcu gibi işlemişsiniz, şeklinde bir cümle ile iltifatlarım ibzal ettiler, beni onurlandırdılar. " -T. Halman.