ış

-ış / -iş, -uş / -üş Fiillerden isim türeten ek: alış, anla-y-ış, bekle-y-iş, bul-uş, gel-iş, görüş, solu-y-uş, ytirü-y-üş vb.

ışığa doğrulum is. bot. Işık etkisiyle bir bitkinin büyüme hareketi, fototropizm.

ışığa göçüm is. bot. Bir hücrelilerde birdenbire aydınlanma sonucu görülen tepkime, fototaktizm, fototaksi.

ışığan is. bot. Kışın yapraklarını dökmeyen, 3 m boyunda, yapraklan sivri dikenli, beyaz çiçekli, meyvesi parlak kırmızı renkli bir çalı türü (Ilex colchica).

ışık, -ğı is. 1. Cisimleri görmeyi, renkleri ayırt etmeyi sağlayan fiziksel enerji, erke, ziya, nur, şavk: "Okuyabilmek için kapıdaki ışık yeterli değildi." -H. E. Adıvar. 2. Bir yeri aydınlatmaya yarayan araç: Buraya bir ışık getirin. 3. Elektrik: On ikide ışıklar söndü. 4. Resim sanatında ışıklı, parlak yer. 5. mec. Mutluluk, sevinç veya zekâdan doğan, özellikle yüzde ve gözlerde beliren parıltı: "Bütün gözlerden manalı ışıklar sıçrıyordu." -P. Safa. 6. mec. Yol gösteren, aydınlatan kimse, düşünce, eser vb: "Sevgili Behçet Necatigil şiirimizin vazgeçilmez ışıklarından biri olarak ayrıldı aramızdan." -N. Cumalı. 7. fiz. Yüksek derecede ısıtılan cisimlerin veya çeşitli enerji biçimleriyle uyarılan cisimlerin gaz ışı yaydığı gözle görülen ışıma. ışık tutmak 1) bir yeri ışıkla aydınlatmak: "Biraz evvel bize ışık tutan sakallı adam bu hareketime dikkat etmişti." -R. N. Güntekin. 2) düşüncesiyle kılavuzluk etmek, konuyu aydınlatıcı düşünceler söylemek, tutacağı yolu göstermek: "Gökalp, bu odada her gün yeni bir konuya ışık tutardı. " -Y. Z. Ortaç, (bir durum veya düşüncenin) ışığı altında bir durum veya düşüncenin konuyu aydınlatmasından yararlanarak, onu göz önünde tutarak.

ışık akısı, ışık aylası, ışık aynası, ışık bacası, ışık çanağı, ışık eğrisi, ışık göçüm, ışık gölge, ışık hızı, ışık ışını, ışıkkesen, ışık korkusu, ışık küre, ışıkölçer, ışık ölçümü, ışık yılı, ışık yuvarı, ışığa doğrulum, ışığa göçüm, dağınık ışık, yeşil ışık, ay ışığı, gün ışığı, güven ışığı, projektör ışığı, umut ışığı

ışık akısı is. fiz. Birim yüzeyinden, birim zamanda geçen ışık enerjisi.

ışık aylası is. astr. Herhangi bir gök cismini çevreleyen ışıklı halka.

ışık aynası is. Fotoğrafçılıkta ışığı yansıtmak için ışık kaynağının önüne konulan nesne.

ışık bacası is. mim. Işığın yapıların içine iyi girebilmesi için yapılan baca.

ışık çanağı is. tiy. Sahneyi aydınlatmak için değişik açılardan ışığın gelmesini sağlayan çukur madenî yansıtıcı.

ışıkçı is. sin. ve TV Sinema filmlerinin çekiminde veya tiyatro, opera, bale vb. gösteri sanatlarında sahnenin aydınlatılması için gerekli ışık ve elektrik işlemini düzenleyip yapan kimse.

ışıkçılık, -ğı is. Işıkçının işi veya mesleği.

ışık eğrisi is. astr. Değişken bir yıldızın parlaklığının görünmesini veren grafik.

ışık göçüm is. bot. Bitkilerde protoplazmanın ışığa gösterdiği tepki.

ışık gölge is. Resimde ışıklı ve gölgeli bölümlerin birbirine göre dağılımını gösteren kısımlar.

ışık hızı is. astr. ve fiz. Işığın bir saniyede aldığı yol.

ışık ışını is. fiz. Yayılan ışığın izlediği doğru.

ışıkkesen is. sin. ve TV Karanlık odalara girip çıkarken bu yerlere ışık sızmasını önleyen düzen.

ışık korkusu is. tıp Bazı canlıların ışıktan korkma duygusu.

ışık küre is. astr. Işık yuvarı.

ışıklama is. sin. ve TV Çevirim sırasında, aydınlatılmış olan konunun görüntüsünün duyar kat üzerine belirli bir süre düşerek etkilemesi.

ışıklandırılma is. Işıklandırılmak işi.

ışıklandırılmak (nsz) Işıklandırılma işi yapılmak veya ışıklanması sağlanmak.

ışıklandırma is. Işıklandırmak işi, aydınlatma: Anıtkabir'in ışıklandırma düzeni.

ışıklandırmak (-i) Işıklı duruma getirmek, aydınlatmak.

ışıklanma is. Işıklanmak işi.

ışıklanmak (nsz) Işıklı duruma gelmek, aydınlanmak, ışımak: "Durum aynı kaldığı hâlde, onun duruma bakış açısı ışıklanır ve sevimli kahkahalarım atmaya başlardı." -H. Taner.

ışıklı sf. 1. Işığı olan, aydınlık, ışıklandırılmış, nurlu, nurani. 2. mec. Neşe veren, sevinç yaratan, mutlu: "Kara kara düşünürken, senin ışıklı mektubun geldi, değerli kızım." -H. Taner.

ışıklılık, -ğı is. fiz. Bir optik cihazda, cisme çıplak gözle veya cihazla bakıldığında ağ tabakadaki birim yüzeyi etkileyen ışık miktarları arasındaki oran.

ışıkölçer is. fiz. 1. Işık şiddetini veya enerjisini ölçen araç, fotometre. 2. Bir ışık kaynağının, belli uzaklıkta oluşturduğu aydınlığı ölçme işinde kullanılan araç, fotometre.

ışık ölçümü is. fiz. Fiziğin, ışık miktarının ölçülmesini ve cisimlerin ışığı iletme, yansıtma, dağıtma vb. özelliklerini inceleyen bölümü, fotometri.

ışıksız sf. Işığı olmayan, karanlık.

ışıksızlık, -ğı is. Işıksız, ışıktan yoksun olma durumu.

ışık yılı is. astr. Işığın bir yılda aldığı yol.

ışık yuvarı is. astr. Güneşte, dışarıya ışık veren katman, ışık küre, fotosfer.

ışıl sf. Işıklı.

ışıl ışıl, florışıl, fosforışıl, gazışıl

ışılak, -ğı is. hlk. Parıltı.

ışılama is. Işılamak durumu veya biçimi.

ışılamak (nsz) hlk. Işıldamak, parlamak.

ışılatma is. Işılatmak işi veya biçimi.

ışılatmak (-i) Parıldatmak.

ışıldak, -ğı is. 1. Karanlıkta bir hedefi aydınlatmak için kullanılan dar, uzun bir ışın demeti çıkaran ışık kaynağı, projektör; "Çamlıca sırtlarında iki uçaksavar ışıldağı karanlık gökyüzünü tarıyorlardı." -H. Taner. 2. sf. hlk. Parlayan, ışıltılı.

ışıldama is. Işıldamak işi.

ışıldamak (nsz) Titrek, parlak bir ışık saçmak, parıldamak: "Kızın yolunu beklerken karardıklarım, gölgelendiklerini, sonra kız gelince sevinçle ışıldadıklarını görmüştü." -N. Cumalı.

ışıldatma is. Işıldatmak işi.

ışıldatmak (-i) Işıldamasını sağlamak, ışıl ışıl parlatmak, parıldatmak.

ışıl ışıl sf. 1. Parıltılı, ışıltılı. 2. zf. Titrek ve parlak ışık saçarak.

ışıl küf is. bot. Sığır, domuz ve insanlarda ışıl küflüce hastalığına yol açan, ışıl küflerin Örnek türü olan asalak mantar (Actinomyces bovis).

ışıl küfler ç. is. bot. Çeşitli türleri, insan ve hayvanlarda asalak yaşayan talh bitkiler takımı.

ışıl küflüce is. Evcil hayvanlarda, özellikle sığırlarda, ışıl küflerden ileri gelen ve insanlara da bulaşabilen ilkel mantar hastalığı.

ışıltı is. 1. Hafif ışık, ışıntı, parıltı: "Bu kâğıtlara gözleri tuhaf bir ışıltı ile parlayarak baktığına dikkat etti." -H. E. Adıvar. 2. Bir şeyin ışıldarken saçtığı ışık: "Hâlâ yeni bir sır aramakta / Yıldızlar ışıltıyla uzakta." -O. S. Orhon.

ışıltılı sf. Işıltısı olan, ışıltı yapan.

ışıma is. 1. Işımak işi, ışıklanma, aydınlanma: "Güneş, gözleri kör eden bir ışımadır; denizi, göğü ve şehri, âdeta incecik gümüşten bir zar kuşatıyor." -A. İlhan. 2. fiz. Işınım.

ışımak (nsz) 1. Işıklanmak, aydınlanmak: "... ancak dört beş saat uyuyor, gün ışırken gözlerimi açıyorum." -Y. Z. Ortaç. 2. Işık saçmak.

ışın is. fiz. 1. Bir ışık kaynağından çıkarak her yöne yayılıp giden ışık demeti, şua. 2. Işınetkin özdeklerin saçtıkları alfa, beta, gama ışınlarından her biri. 3. mat. Bir noktadan çıkıp sonsuza giden yarım doğrulardan her biri.

ışın bilimi, ışınetkin, ışınölçer, ışık ışını, lazer ışını, kozmik ışınlar, alfa ışınları, beta ışınları, gama ışınları

ışın bilimci is. fiz. Işın bilimi uzmanı.

ışın bilimi is. fiz. Işık, elektrik ve ısı ışınlarının uygulama alanlarını inceleyen bilim dalı, radyoloji.

ışınetkin sf.fiz. Işınetkinliği olan, radyoaktif.

ışınetkinlik, -ği is. fiz. Alfa, beta veya gama ışınlarını yayma özelliği, radyoaktivite.

ışınım is. fiz. 1. Işın veya tanecik yayımı, ışıma, radyasyon. 2. Uzayda yayılan bir dalgayı oluşturan öğelerin bütünü, ışıma, radyasyon. 3. Bir enerjinin ışık demeti durumunda yayılması, ışıma, radyasyon. 4. Isının, bir kaynaktan ışın ve dalga hareketi yoluyla yayılması, ışıma, radyasyon.

ışınım akısı, ışınım alıcısı, ışınım basıncı, ışınım dengesi, ışınımölçer

ışınım akısı is. astr. Birim düzeyden birim zamana geçen ışınım.

ışınım alıcısı is. astr. Işınıma karşı hassas araç veya gereç.

ışınım basıncı is. astr. Işınımın birim düzeye birim zamanda yüklediği itme gücü.

ışınım dengesi is. astr. Bir yüzeyde oluşan ışınımın denkliği.

ışınımölçer is. fiz. Bir kaynağın bütün dalga boylarındaki toplam ışınımını Ölçen araç, bolometre.

ışınlama is. Işınlamak işi.

ışınlamak (-i) fiz. 1. Bilim kurguya göre ışın gücüyle bir varlığı, atomlara ayırarak görünmez duruma getirmek veya atomlarım birleştirerek bir varlığı yeniden oluşturmak. 2. Virüslerden başka mikroorganizmaların, Özellikle mikropların bulaşmasını azaltmak amacıyla yiyecek maddelerini hafif iyonlaştırıcı ışınlara tutmak. 3. mec. Bir şeyi bir yerden başka bir yere hızla göndermek.

ışınlandırma is. Işınlandırmak işi.

ışınlandırmak (-i) İnsan, hayvan veya herhangi bir materyal röntgen, gama, nötron vb. ışınların etkisinde kalmak.

ışınlanma is. Işınlanmak işi.

ışınlanmak (nsz, -e) Işınlama işine konu olmak veya ışınlama işi yapılmak.

ışınlayıcı is. fiz. Yapısında bir ışıma kaynağı bulunan ve bir maddeyi ışınlamaya yarayan araç.

ışınlı sf. Işın veren, ışın saçan.

ışınlılar ç. is. zool. Bir hücreli hayvanların, kök bacaklılar sınıfına giren, protoplazmalarmdan, hareket ve duyu organı olarak yalancı ayak salan takım.

ışınölçer is. fiz. Işınların enerjiye dönüşmesini gösteren araç, radyometre.

ışıntı is. Işıltı.

ışınlı lambası, reklam ışıntısı

ışıntı lambası is. Işık saçan lamba, spot.

ışıtım is. esk. İçine yağ konularak ucundaki fitil sayesinde ışık elde edilen kandil.

ısıtma is. Isıtmak işi.

ısıtmak (-i) Işık saçmak, ışıklandırmak: "Bulutlar geçip gidince kalan gök / Ey içimizi ısıtan has renk." -S. Batu.

ışkı is. hlk. Deri, tahta kazımakta kullanılan, iki ucu saplı eğri bıçak.

ışkın is. hlk. Bir ravent türü: "Kuşburnunu budarlar / Işkın sürmesin diye." -Halk türküsü.

ışkırlak, -ğı is. tiy. Karagöz'ün başlığı: "Tuhaf bir sepete benzeyen ışkırlağı, kısa şalvarı, saltası, tokalı pabucu ile bu adam bildiğimiz Karagöz'dü." -F. R. Atay.

ıştır is. Bulg. bot. Ispanakgillerden, saplan etli bir ot, yaban pazısı (Blitum capitatum).