ıs

ısfahan is. Far. İsfahan müz. Klasik Türk müziğinde dügâh perdesindeki makamlardan biri.

ısı is. 1. fiz. Bir cismin uzamasına, genleşmesine, buharlaşmasına, erimesine, sıcaklığının artmasına, bir iş yapmasına sebep olan fiziksel enerji, hararet: Isı, atomlar arası çekim gücünü yenerek maddenin hacmini arttırır. 2. Doğal vücut sıcaklığı, hararet: İnsan vücudunun doğal ısısı 36,5° C dir. 3. Hastalığın etkisiyle ortaya çıkan vücut sıcaklığı. 4. Sıcaklık: "Güneşin ateşinden yeryüzünde karası da denizi de ısı tütüyordu. " -Halikamas Balıkçısı.

ısıalan, ısıcam, ısıdam, ısıdenetir, ısı kuşak, ısıölçer, ısı ölçümü, ısıveren, ısıyayar, ısı yayımı, ısı yuvarı, diriksel ısı, dirilisi, iç ısı, kızıl ısı, ergime ısısı, ısınma ısısı, vücut ısısı

ısıalan sf. kim. Oluşumu sırasında ısı alan (birleşme, tepkime), endotermik.

ısıcam is. İki cam plakanın çevresel olarak metal bir ara çıtası yardımıyla birbirine bağlanması temeline dayanan pencere camı.

ısıdam is. hlk. Hamam.

ısıdenetir is. fiz. Bir yer veya nesnenin ısısını kendiliğinden düzenleyen, aynı derecede olmasını sağlayan cihaz, termostat.

ısı kuşak, -ğı is. coğ. Sıcak kuşak.

ısıl sf.fız. Isı ile, sıcaklıkla ilgili, termik.

ısın is. fiz. Kalori.

ısındırma is. Isındırmak işi: "Kutu kutu hediyeler, el örgüsü ceketlerle çocuğu kendilerine ısındırmaya çalışıyorlardı." -R. N. Güntekin.

ısındırmak (-e) 1. Isınmasını sağlamak, sıcaklık kazandırmak. 2. mec. Birinin bir şeye alışmasını, ilgi duymasını sağlamak: "Neşesi ve canlılığıyla beni tekrar evime ısındır-mıştı." -R. N. Güntekin.

ısınış is. Isınma işi veya biçimi.

ısınma is. Isınmak işi.

ısınma ısısı, ısınma koşusu

ısınma ısısı is. fiz. Bir cismin bir gramının sıcaklığını 1 °C yükselten ısı miktarı, öz ısı: Suyun ısınma ısısı 1, alkolün 0,6, zeytinyağının 0,3 kaloridir.

ısınmak (nsz) 1. Sıcak duruma gelmek: "Havalar ısınınca bizim ahbaplar ayaklandılar." -B. Felek. 2. Üşümesini gidermek: "Hele İşini biraz bırak da şöyle sobanın yanına otur, biraz ısın, dinlen..." -R. H. Karay. 3. mec. Yadırgamaz olmak, hoşlanır olmak, alışmak, benimsemek: "Bunca çabamıza karşın halkımızın Batı müziğine ısı-namadığını söyledi." -N. Cumalı. 4. mec. Var olan gerginlik sona ermek: "Çaylar dağıldıktan sonra ortalık oldukça ısındı." -H. E. Adıvar.

ısınma koşusu is. sp. Özellikle serin havalarda, vücut çalışmalarına başlamadan önce kasları ısıtmak, böylece kas kopmalarını önlemek için yapılan hazırlayıcı hafif koşu.

ısıölçer is. fiz. Cisimlerin ısınma ısısını ölçmeye yarayan alet, kalorimetre.

ısı Ölçümü is. fiz. Çeşitli olaylar sırasında açığa çıkan, ısı miktarının ölçülmesini konu alan fizik dalı, kalorimetri.

ısırgan is. bot. Isırgangillerden, her tarafı sert tüylerle kaplı, tüyleri kırıldığında karınca asidi denilen çok kaşmdırıcı bir madde çıkartan bir ot (Urtica): "Sanki bir ecza kutusu şu ısırgana benzeyen koyu yeşil ot." -S. F. Abasıyanık.

denizısırganları

ısırgangiller ç. is. bot. İki çeneklilerden, örneği ısırgan otu olan, yapışkan otu, rami vb. birtakım türleri içine alan bitki familyası.

ısırgın is. esk. İsilik.

ısırıcı sf. 1. Isıran, dişlerini batıran. 2. mec. Dalayan, kaşındıran (kumaş, yün). 3. mec. Sert, soğuk (rüzgâr): "Gölün ortasında bulunuyorduk, ısırıcı bir rüzgâr da çıkmıştı." -R. H. Karay.

ısırık, -ğı is. Işınlan yerde kalan iz.

ısırılma is. Isırılmak işi: "Onun için ehemmiyetli olan şey sizin ısırılmanız değil, kendisinin ısırmasıdır." -A. Ş. Hisar.

ısırılmak (nsz) Dişleri arasında sıkılmak veya koparılmak.

ısırımlık, -ğı sf. Bir kezde ısırılacak miktarda olan.

ısırma is. Isırmak işi.

soğuk ısırması

ısırmak (-i, -den) 1. Dişleri arasına alıp sıkmak: "Dolu bir kadeh içti ve meze yerine alt dudağını ısırdı." -A. Gündüz. 2. (-i) Dişleriyle koparmak: "Koparın bir tane de ısırın bakın..." -S. F. Abasıyanık. 3. Rüzgâr sert esmek, keskin bir biçimde etkilemek: "Ayaz insanın yüzünü ısırıyordu." -T. Buğra. 4. Kumaş dalamak, kaşındırmak. ısıracak it dişini göstermez kötülük edecek kimse önceden haber vermez, belli etmez.

ısırtma is. Isırtmak işi: "Evde bacağımı ısırtmaya çalışırken, köpek kızıp neferin elini ı-sırmazmı?" -Ö. Seyfettin.

ısırtmak (-i, -e) Isırmasına sebep olmak: "Bir sorkun dalını, bir sürgünü ağzına doğru tutar, ısırtırlardı yılana." -N. Cumalı.

ısıtıcı is. tek. Bir nesnenin, genellikle bir akışkanın sıcaklığını, kullanmadan önce arttırmaya yarayan alet.

elektrikli ısıtıcı, iç ısıtıcı, su ısıtıcısı

ısıtılma is. Isıtılmak işi.

ısıtılmak (nsz) Isıtma işi yapılmak: "Üç beş adım ötede, bir ateş yakılmış, üstünde bir kazan su ısıtılıyordu." -M. Ş. Esendal.

ısıtış is. Isıtma İşi veya biçimi.

ısıtma is. 1. Isıtma işi, teshin. 2. esk. Sıtma.

buharlı ısıtma, merkezî ısıtma

ısıtmak (-i) 1. Sıcak duruma getirmek: "Bak buraya, dedim, mangalda çay var, istersen ısıtır, içersin." -M. Ş. Esendal. 2. mec. Çekici, olumlu, hoş bir duruma getirmek: "O-rada kapkaranlık, soğuk geceleri ısıtan bir aydınlık vardı." -S. F. Abasıyanık. ısıtıp ısıtıp önüne koymak daha önce geçmiş bir olayı, bir İşi, İleri sürülmüş bir düşünceyi sık sık tekrarlamak.

ısıveren sf kim. Isı açığa çıkaran, çevresine ısı salan (birleşme, tepkime), ekzotermik.

ısıyayar is. fiz. Bir akışkanda ısıyı her tarafa eşit olarak yaymaya yarayan alet, konvektör.

ısı yayımı is. fiz. ve kim. Hareket eden nesnelerle belli nicelikte ısının taşınması olayı, iletim, konveksiyon.

ısı yuvan is. astr. Sıcaklığın gittikçe yükseldiği 100-300 km yükseklikler arasındaki hava yuvarı katmanı, termosfer.

ıska is. mec. 1. Üzerinde durmama, önem vermeme. 2. argo Boşa çıkarma, rast getirememe: "Güzel bir orta ile gole mal olan bir ıskayı ayırt edemez." -H. Taner. 3. argo Hedefi tutturamama, amaca ulaşamama. ıska geçilmek gözden kaçırılmak, atlanmak, değeri ve önemi anlanmamak: "Bu kadar güzel, bu kadar büyük bir şehir nasıl ıska geçilir diye içerliyordum." -B. R. Eyuboğlu. ıska geçmek argo 1) hedefe rast getirememek; 2) mec. üzerinde durmamak, önem vermemek, atlamak: "Bedenleriyle ilgili gerçekleri ıska geçerler." -S. Birsel.

ıskaça is. (ıska'ça) İt. scazza den. Yelkenli gemilerde direklerin alt uçlarının içine oturtulduğu yuva.

ıskalama is. Iskalamak işi.

ıskalamak (-i) argo Hedefe denk getirememek.

ıskarça is. (ıska'rça) ît. scarsa den. 1. Bir limanın gemi kalabalığı içindeki durumu. 2, esk. Bir şeyi tıka basa doldurma.

ıskarmoz (I) is. İt. scarmos den. 1. Gemilerin kaburgalarını oluşturan eğri ağaçların adı. 2. Kürek takmak için kayık ve sandalın yan kenarına dikine yerleştirilmiş ağaç çubuk.

ıskarmoz (II) is. İt. scarmos zool. Vücudu yuvarlak, uzunca, pullu, burnu sivri, küçük palamut boyunda bir balık (Sphyraena sphyraena).

ıskarpela is. bk. iskarpela.

ıskarta is. (ıska'rta) İt. scarto 1. Bazı iskambil oyunlarında kullanılması gerekmediğinden bir yana bırakılan kâğıtlar. 2. Herhangi bir nedenle değerini yitirmiş mal: "Fakat Öyle ki, ıskartaya verdiği fiyat da, öbür firmaların verdiği fiyattan yüksekti." -N. Cumalı. ıskartaya çıkarmak (veya ayırmak) değersiz bularak bir yana atmak, işe yaramadığı İçin ayırıp bir yana koymak: "Sekiz balya tütününden bir ya da iki balyasını ıskartaya ayırabileceklerini aklından geçirmeye başladı eksperlerin."-N. Cumalı. "O-rada, kim bilir neden ve nasıl, işe yaramaz diye ıskartaya çıkardığı bir sürü film tepeleme yığılı." -A. İlhan. ıskartaya çıkmak değersiz sayılarak bir yana atılmak.

ıskat is. (ıska:t) Ar. iskât esk. 1. Düşürme, aşağı atma. 2. Düşürülme. 3. din b. Ölenlerin kılınmamış namazları ve tutulmamış oruçları İçin verilen sadaka.

ıskatçı is. Iskat verilen kimse: "Cenazenin levazımına, hazırlanmasına, ıskatçılara para verdiği için ağırca davranıyor." -M. Ş. Esendal.

ıskonto is. bk. iskonto.

ıskota is, (ısko'ta) İt. scotta den. Büyük yelkenleri yönetmek için kullanılan ip.

ıskuna is. İng. scooner den. Brikten küçük, iki direkli bir çeşit yelkenli gemi.

ıslah is. (ısla:h) Ar. işlâh 1. Düzeltme, İyileştirme: Cezaevlerinin ıslahı. 2. Bir hayvan veya bitki türünden daha iyi verim alabilmek amacıyla yapılan işlem: Tohum ıslah istasyonu. ıslah etmek 1) iyi bir duruma getirmek, iyileştirmek, düzeltmek: "Sanat yalnız insanları ıslah etmeye yarar bir vasıtadır." -Y. K. Beyatlı. 2) mec. yola getirmek. ıslah olmaz düzelmez, iyileşmez.

ıslahevi, ıslahhane

ıslahat is. (ısla:ha:i) Ar. İslâhat esk. Daha iyi duruma getirmek için yapılan değişiklik, düzeltme veya iyileştirme, reform: "Kadıncağıza paşadan kalan aylık her yeni devlet ıslahatında kırılıp küçülüyordu." -R. N. Güntekin.

ıslahatçı is. (ısla:ha;tçı) Reformcu.

ıslahatçılık, -ğı is. Reformculuk.

ıslahevi is. huk. Suç İşleyen çocukları ıslah etmek, eğitmek ve topluma kazandırmak amacıyla açılmış kurum, ıslahhane.

ıslahhane is. (ısla:hha:ne) Ar. işlâh + Far. hâne huk. esk. Islahevi.

ıslak, -ğı sf. 1. Suya batırılmış, üzerine su dökülmüş veya yağmurdan ıslanmış olan: "İkisi de gözlerinin ıslak, kalplerinin hüzünlü olduğunu anlamışlardı." -H. E. Adıvar. 2. Herhangi bir nedenle yaşarmış, sulanmış: "Hastanın soğuk terle ıslak alnına ovucunu koyarak durdu." -P. Safa.

ıslakkarga, ıslak mendil, ıslak zemin

ıslakkarga sf. argo Çok korkan, çekingen, ürkek.

ıslaklık, -ğı is. Islak olma durumu: "Islaklık iliklerimize işler." -R. H. Karay,

ıslak mendil is. Kolonyalı mendil.

ıslak zemin is. mim. İnşaat sektöründe mutfak, banyo, tuvalet vb. suyla teması olan bölümlerin yüzeyi.

ıslama is. Islamak işi.

ıslamak (-i) Islatmak: "Su kenarında davulcu mendilini ıslayarak tıraşlı kafasına yapıştırdı."-S. F. Abasıyanık.

ıslanış is. Islanma işi veya biçimi.

ıslanma is. Islanmak işi veya durumu.

ıslanmak (nsz) Islak duruma gelmek: "Pantolonları yarı bellerine kadar ıslanmıştı." -R. N. Güntekin,

ıslatıcı is. Yapıştırmadan önce pullan, zarfları, etiketleri ıslatmaya yarayan araç. ıslatılma is. Islatılmak işi.

ıslatılmak (nsz) Islatma İşi yapılmak, ıslak duruma getirilmek.

ıslatış is. Islatma işi veya biçimi.

ıslatma is. Islatmak işi.

ıslatmak (-i) 1. Islak duruma getirmek. 2. argo Dayak atmak veya ağır hakarette bulunmak: "Müfettiş, gazete sahibini iyice ıslattıktan sonra bastonunu, şapkasını aldı, küfrederek kapıdan çıktı." -R. N. Güntekin. 3. argo Mutlu bir olayı yeme içme ile kutlamak.

ahmakıslatan

ıslatma suyu is. Bazı maddelerin çeşitli amaçlarla işlenmesinde kullanıldıktan sonra değişik yöntemlerle ayrılan ve çözünmüş besin maddeleri içeren sıvı.

ıslık, -ğı is. 1. Dudakların büzülerek veya parmağın dil üzerine getirilmesiyle çıkarılan ince ve tiz ses: "Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık / Yalnız arabacının dudağında bir ıslık." -F. N. Çamlıbel. 2. Bir şeyin çıkardığı ince ve tiz ses; "Söz dişlerinin arasından keskin bir ıslık şiddetiyle çıktı. " -A. Gündüz. ıslık çalmak "ıslık" sesi çıkarmak: "Kocası kapıyı çekmiş, ıslık çalarak merdivenleri inip gitmişti." -S. F. Abasıyanık.

ıslıklama is. Islıklamak işi.

ıslıklamak (-i) Birinin sevilmediğini, istenmediğini veya beğenilmediğini ıslık çalarak belli etmek.

ıslıklanış is. Islıklanma işi veya biçimi.

ıslıklanma is. Islıklanmak işi.

ıslıklanmak (nsz) Islıklama işi yapılmak veya ıslıklama işine konu olmak: "Oynanan ilk piyesi halk tarafından ıslıklanmıştı." -H. Taner.

ıslıklı sf 1. Islık çıkaran. 2. Islık gibi çıkan.

ıslıklı ünsüz

ıslıklı Ünsüz is. dbl. Dilin ön orta bölümünün bir tür oluk biçimini almasıyla oluşan ünsüz: s, z, ş, j.

ısmarlama is. 1. Ismarlamak işi, sipariş. 2. sf. Ismarlanarak yaptırılan, sipariş edilen, hazır karşıtı: Ismarlama ayakkabı. 3. sf. mec. İçten olmayan, baştan savma.

ısmarlamak (-e) 1. Bir şeyin yapılmasını veya getirilmesini, bu işlerle uğraşan birine söylemek, sipariş etmek: "Elbise için kumaş ısmarladım." -M. Yesari. 2. Parasını kendi ödeyerek başkaları için yiyecek veya içecek getirilmesini söylemek: "Siz bana bir konyak daha ısmarlayın." -M. Ş. Esendal. 3. Kendi için bir şey alınmasını başkasına söylemek: Çarşıya gidiyorum, bir şey ısmarlayacak mısınız? 4. (-i, -e) Bir şeyin, bir kimsenin bakılmasını, korunmasını birine veya birinin gözetilmesine bırakmak, emanet etmek: Baban seni bana ısmarladı. 5. Bir işin yapılmasını, bırakılmasını veya o işten vazgeçilmesini söylemek: Ben sana böyle mi ısmarlamıştım?

Allaha ısmarladık

ısmarlanma is. Ismarlanmak işi.

ısmarlanmak (-e) Bir şeyin yapılması veya getirilmesi birine söylenmek: "Verilen iskemleleri, ısmarlanmak istenen kahveleri reddetti." -R. N. Güntekin.

ısmarlatma is. Ismarlatmak işi.

ısmarlatmak (-i, -e) Ismarlama işini yaptırmak.

ıspanağımsı sf. Ispanağı andıran, ıspanağa benzeyen, ıspanak gibi.

ıspanak, -ğı is. Yun. bot. Ispanakgillerden, yapraklarından sebze olarak yararlanılan bir bitki (Spinacia oleracea).

kıymalı ıspanak, yabani ıspanak

ıspanakgiller ç. is. bot. İki çeneklilerden, örnek bitkisi ıspanak olan, pazı, pancar vb. başka türleri de içine alan bir familya.

ıspanaklar ç. is. bot. Şekerciboyasıgiller, horozibiğigiller, ıspanakgiller familyalarını içine alan İki çenekli bitki takımı.

ıspanaklı sf İçinde ıspanak bulunan (yiyecek).

ıspanaklı börek, ıspanaklı yumurta

ıspanaklı börek, -ğı is. Haşlanan ıspanağın suyu süzüldükten sonra yağ, soğan ve salçayla karıştırılıp hamurun içine konulmasıyla hazırlanan ve pişirilen börek.

ıspanaklı yumurta is. Haşlanmış ve yağda hafif kavrulmuş ıspanağın içine yumurta kırılması ile hazırlanan yemek.

ısparmaça (ısparma'ça) İt. sparmezza den. Deniz içinde birkaç zincirin birbirine dolaşması.

Isparta gülü is. bot. İsparta yöresinde yetişen kendine özgü kokusu ve değişik renkleri ile tanınan bir tür gül.

Isparta halısı is. İsparta yöresinde el tezgâhlarında dokunan ve çok tutulan bir tür halı.

ıspatula is. (ıspatula) ît. spatola tek. Cerrahi, ev işleri, duvarcılık vb.nde kullanılan, bir maddeyi kazımaya, yaymaya yarayan küçük bir kürek veya ucu keskin olmayan, bükülen bir bıçak biçiminde metal, ağaç, kemik vb. maddelerden yapılmış araç.

ıspavli is. (ıspa'vli) İt. spavli den. Gemilerde kullanılan bir çeşit kaim sicim.

ıspazmoz is. Yun. Aşırı titreme, kasılma: "Ispazmoz artmış ve vücudu iradesinin emirlerinden tamamıyla çıkmıştı." -P. Safa. ıspazmoza tutulmak aşın derecede titremeye başlamak: "Ben durup dururken ıspazmoza tutulmuş gibi titredikten sonra..." -B. Felek.

ısrar is, (-ra:rı) Ar. işrâr Direnme, ayak direme, üsteleme, üstünde durma: "Fakat o, perde perde ısrarı artırıyor, ağlıyor, lalamın çıplak ayaklarını öpmeye kalkıyordu." -R. N. Güntekin. ısrar etmek 1) bir konuda, bir düşüncede sürekli direnmek, ayak diremek: "Siz benim usule bakın diye ısrar ediyordu. " -Ç. Altan. 2) çok istemek. ısrarla ısrarlı bir biçimde: "... lokalinde toplanan üniversite gençleri aralarında bulunmamı ve konuşmamı ısrarla istediler." -P. Safa.

ısrarlı sf. Üstünde durulan, çok istenen: "Florinalı Nâzım'ın ısrarlı davetini kıramamış, evine gitmişti." -Y. Z. Ortaç.

ısrarlılık, -ğı is. Israrlı olma durumu.

ıssız sf. 1. Kimse bulunmayan veya az kimse bulunan, tenha: "Köşkün bütün odaları ıssız. " -P. Safa. 2. mec. Yalnız, kimsesi olmayan. ıssız kalmak ıssızlaşmak, tenhalaşmak: "Yavru gitmiş, ıssız kalmış otağı." -Bayburtlu Zihni.

ıssızlaşma is. Issızlaşmak işi.

ıssızlaşmak (nsz) Issız duruma gelmek, tenhalaşmak.

ıssızlık, -ğı is. Issız olma dunımu, yalnızlık, tenhalık: "Her yanda neden bir ıssızlık, bir boşluk hissediyordum?" -Y. K. Karaosmanoğlu. ıssızlık çökmek ıssız, tenha duruma gelmek, tenhalaşmak.

ıstaka is. bk. isteka.

ıstakoz is. Yun. zool. Istakozlardan, suda yaşayan, birinci ayak çifti güçlü iki kıskaç durumunda gelişmiş bulunan, sevilen beyaz eti için avlanan, iri bir böcek (Homarus vulgaris). ıstakoz gibi çok kırmızı.

ıstakoz ağı, tatlı sn ıstakozu

ıstakoz ağı is. Kabuklu deniz hayvanlannı avlamakta kullanılan küçük ağ.

ıstakozlar ç. is. zool. On ayaklılar takımına giren, Örnek hayvanı ıstakoz olan bir familya.

ıstakozluk, -ğu is. Istakozları saklamak için deniz kıyısında yapılan özel bölüm veya havuz.

ıstampa is. (ısta'mpa) İt. stampa 1. Ağaç, metal vb. üzerine oyulduktan sonra bir yere basılan biçim. 2. Bu tür biçim veya resimleri basmaya yarayan kalıp, damga, mühür. 3. İçinde, mühür, damga vb.ni mürekkeplemeye yarayan çuha bulunan kutu: "Sol elinin başparmağım ıstampada mürekkepleyip pulun üstüne bastırdılar." -N. Cumalı.

ıstampa resim

ıstampacı is. Istampa yapan veya satan kimse.

ıstampacılık, -ğı is. Istampacının işi veya mesleği.

ıstampalama is. Istampalamak işi.

ıstampalamak (-i) Ham madeni sıcakta veya soğukta istenilen kalıba sokarak şekillendirmek.

ıstampa resim, -smi is. Ağaç, bakır vb. yüzeylere oyulan ve tuvale basılan resim sanatı.

ıstanbulin is. bk. istanbulin.

ıstar is. Yun. hlk. Halı, kilim dokunan tezgâh.

ıstavroz is. Yun. bk. istavroz.

ıstıfa is. (ısbfa:) Ar. istifa biy. esk. Ayıklanma.

ıstılah is. (istila:h) Ar. iştilâh esk. 1. Terim. 2. mec. Herkesin anlamadığı Özel anlamda kullanılan söz. ıstılah paralamak herkesin anlamadığı ağdalı bir biçimde konuşmak.

ıstırap, -bı is. (-ra:bı) Ar. iztirâb 1. Acı. 2. mec. Üzüntü, sıkıntı, keder: "İyi bir şoför her çeşit ıstıraba katlanmalıdır." -A. Gündüz. ıstırap çekmek ağn ve acı içinde kıvranmak, aşırı derecede üzülmek.

ıstıraplı sf. Istırap veren, acılı, sıkıntılı: Istıraplı günler artık geçti.'

ıstırapsız sf. Istırabı olmayan, acı veya üzüntü vermeyen: Istırapsız günler geçirmek.

ıstırapsızlık, -ğı is. Istırapsız olma durumu.

ıstırar is. (ıştıra:r) Ar. iztirâresk. Zorunluluk.

ıstırari sf. (ıstra:ri:) Ar. iitirâri esk. Zorunlu.