-ıp / -ip, -up / -üp Zarf-fiil eki: al-ıp, bekleyip, gel-ip, gül-üp, otur-up vb.
ıpıl ıpıl zf. hlk. Pırıl pınl: "Bu sabah bulutsuz, ıpıl ıpıl mavi bir gök vardı." -A. Sayar.
ıpıslak, -ğı sf. (ıpıslak) Çok ıslak, her yanı ıslak: "Bütün bedeni terden suya batıp çıkmış gibi ıpıslak olmuştu." -Y. Kemal.
ıpıssız sf. (ıpıssız) Çok ıssız, ıssız: "Tepenin ardı ıpıssızdı." -A. Sayar.
ır is. bk. yır.
-ır / -ir, -ur / -ür Ünsüzle biten birçok fiile eklenen geniş zaman eki: al-ır, gör-ür, olur, ver-irvb.
Ir kim. İridyum elementinin simgesi.
ıra is. Karakter.
ırak, -ğı (I) sf. Uzak: "Sesin ıraktan gelir, yürek deler." -M. Ş. Esendal.
→ ırakgörür
ırak, -ğı (II) is. Ar. 'irâk müz. Klasik Türk müziğinde, aynı adla anılan ve kaim fa diyez notasını andıran perdedeki makamlardan biri.
ırakça sf. Biraz uzak, uzak gibi.
ırakgörür is. astr. Teleskop.
ıraklaşma is. Iraklaşmak işi.
ıraklaşmak (-den) Uzaklaşmak.
Iraklı öz. is. (ı'raklı) Irak halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
ıraklık, -ğı is. Uzaklık.
ıraksak, -ğı sf fiz. Birbirinden gittikçe uzaklaşan (ışınlar, çizgiler).
→ ıraksak mercek
ıraksak mercek, -ği is. fiz. Üzerine düşen birbirine paralel ışınları yanlara doğru kırarak birbirinden uzaklaştıran mercek.
ıraksama is. 1. Iraksamak işi, istibat. 2. fiz. Iraksak olma durumu.
ıraksamak (-i) Bir şeyin gerçekleşmesini uzak görmek, olacağına pek inanmamak, istibat etmek.
ıraksınma is. Iraksınmak işi veya durumu.
ıraksınmak (-i) hlk. Uzak bulmak.
ıralama is. Iralamak işi.
ıralamak (-i) Belirli bir ıra ile belirtmek, karakterize etmek: Düşkünlere yardım Türk'ü ıralayan bir erdemdir.
ırama is. Iramak işi.
ıramak (nsz) hlk. Uzaklaşmak, uzamak, ara açılmak: "Gide gide ben yolumdan ıradım / ıradım da dost köyüne uğradım." -Halk türküsü.
ırgalama is. Irgalamak işi.
ırgalamak (-i) 1. Yerinden oynatıp sallamak, sarsmak. 2. tkz. İlgilendirmek.
ırgalanma is. Irgalanmak işi veya durumu.
ırgalanmak (nsz) Irgalama işi yapılmak, sarsılmak, sallanmak: "Gemimiz beşik gibi ırgalanır..." -M. E. Yurdakul.
ırgama is. Irgamak işi.
ırgamak (-i) hlk. 1. Çabuk olmak, davranmak. 2. Oynatmak, kımıldatmak: "Ağır taşı kimse ırgayamaz." -Atasözü.
ırganma is. Irganmak işi veya durumu.
ırganmak (nsz) Sallanmak, kıpırdanmak.
ırgat is. Yun. 1. Tarım işçisi, rençper: "Ayakaltında bir ırgat veya baş üstünde bir ana işlerinizi görür." -F. R. Atay. 2. Yapı işçisi. 3. den. Gemilerde ve yapılarda yatay kollarla ve birkaç kişi tarafından çevrilen bocurgat. ırgat gibi çalışmak çok ağır bir işte çalışmak, (bir yeri) ırgat pazarına döndürmek karışık ve dağınık bir duruma getirmek.
→ ırgatbaşı
ırgatbaşı is. Irgatlardan sorumlu kimse: "Fakat bir kadınla çene çalmakta olan ırgatbaşı hiç oralı olmuyordu." -H. Taner.
ırgatlık, -ğı is. Irgat olma durumu, rençperlik: "İnsan ırgatlık eder, gene ekmeğini çıkarır, derler." -M. Ş. Esendal.
ırıp, -bı is. Iğrıp: "Gideceksin ırıpların çalkantısında / Balıklar çıkacak yoluna karşıcı /Sevineceksin." -O. V. Kanık.
ırk is. Ar. 'irk 1. Kalıtımsal olarak ortak fiziksel ve fizyolojik özelliklere sahip insanlar topluluğu: "Türkler, insan olarak, ulus olarak doğunun en üstün ve şerefli ırkıdır." -S. Birsel. 2. Soy: "Esasta dağlı ırktan cahil bir kızcağızdı." -R. H. Karay. 3. biy. Bir canlı türünde aynı karakteri taşıyan canlıların oluşturduğu alt bölüm.
→ ırk ayrımı, ırk bilimi, ırk birliği, alt ırk, beyaz ırk, sarı ırk, siyah ırk
ırk ayrımı is. sos. Bireylerin, toplumsal kümelerin veya toplumların ırk özelliklerinden dolayı eşit olmayan işlemler karşısında bırakılmaları, ayrı tutulmaları, dışlanmaları, sınırlandırılmalan veya üstün tutulmaları.
ırk bilimi is. sos. ve ant. Etnoloji.
ırk birliği is. sos. Irk esasına dayalı birlik.
ırkçı is. Irkçılık yanlısı olan kimse.
ırkçılık, -ğı is. sos. İnsanların toplumsal özelliklerini biyolojik, ırksal özelliklerine indirgeyerek bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti: "Bir aralık Alman zaferi muhakkak göründüğü zamanlarda ırkçılığa dahi sapmış, fakat bu devir çok kısa sürmüştür." -H. E. Adıvar.
ırki sf. (ırki:) Ar. 'irkıesk. Irkla ilgili, ırksal.
ırkiyat is. (ırkiya:t) Ar. 'irkiyyüt esk. Etnoloji.
ırksal sf Irki.
ırktaş is. Aynı ırktan olan kimse.
ırktaştık, -ğı is. Aynı ırktan olma durumu.
ırlamak bk. yırlamak.
ırmak, -ğı is. Çoğunlukla denize dökülen, özellikle genişliği ve taşıdığı su niceliği bakımından en büyük akarsu, nehir: "Sakarya sanki adı duyulmadık, hatta adı konmadık bir ırmaktı." -T. Buğra.
→ ırmak roman, deli ırmak
ırmaklaşma is. Irmaklaşmak işi veya durumu.
ırmaklaşmak (nsz) Irmak durumuna gelmek, ırmak gibi akmak.
ırmak roman is. ed. Bir olayın, geniş bir zaman diliminde geçtiği bir çağı, bir toplumun geniş bir görünümünü veren çok uzun roman, nehir roman.
ırz is. Ar. 'İrz Bir kimsenin, başkaları tarafından dokunulmaması ve saygı gösterilmesi gereken iffeti: "Bekçiye mahalle, ırzım, namusunu, malım canım tereddütsüz teslim e-debilirdi." -S. Ayverdi. ırzına geçmek 1) zor kullanarak bir kimseyi cinsel zevkine alet etmek, tecavüz etmek; 2) bekâretini bozmak. ırzını bozmak ırzına geçmek.
→ ırz düşmanı, ırz ehli
ırz düşmanı is. Cinsel zevki için her türlü yasa ve töreleri çiğnemekten çekinmeyen kimse: "Kendimi, halkın ırz düşmanı dediği erkeklere çok üstün buluyorum, beğeniyorum. " -R. H. Karay.
ırz ehli is. Namuslu, iffetli, temiz kimse: "Ailesinin ırz ehli, çalışkan bir kadın ve çocuğun da melek kadar iyi olduğunu anlatıyordu. " -H. E. Adıvar.