ılgama is. Ilgamak işi veya durumu.
ılgamak (-i) hlk. Atı dörtnala sürmek.
ılgar is. hlk. 1. Dizginleri koyuverilmiş atın dörtnala koşması. 2. tar. Atla ansızın yapılan dolu dizgin saldırı. ılgar etmek ılgarlamak: "Koşancalı Halil, ılgar ederek istanbul kapısına kadar geldi." -F. R. Atay.
ılgarcı is. Ilgarla düşman toprağına saldıran kimse.
ılgarlama is. Ilgarlamak işi.
ılgarlamak (-i) tar. Bir ülkeye ılgarla saldırmak.
ılgım is. Çölde, uzaktan su gibi görünen ışık yanıltmacı, yalgın, pusarık, serap.
→ ılgım salgım
ılgım salgım zf. hlk Belli belirsiz.
ılgın is. bot. Ilgıngillerden, Akdeniz bölgesinde yetişen bir ağaç veya ağaççık cinsi (Tamarix).
ılgıncar is. bot. Kuş kirazı.
ılgıngiller ç. is. bot. Ömek bitkisi ılgın olan, ayrı taç yapraklı iki çenekli bitkiler familyası.
ılgıt ılgıt zf. Yavaş yavaş, hafif hafif (akmak, esmek): "Ilgıt ılgıt esen seher yelleri / Esip esip yâre değmeli değil." -Karacaoğlan.
ılıca is. (ılı'ca) Suyu sıcak olarak yerden çıkan hamam, kaplıca, çermik, kudret hamamı.
ılıcak, -ğı sf. hlk. Ilıkça.
ılık, -ğı sf. Soğukla sıcak arası, ne soğuk ne sıcak: "Ilık, parlak bir güneş her tarafı ısıtıyordu. " -Ö. Seyfettin.
→ ılık ılık
ılıkça sf. Biraz ılık, ılıcak.
ılıkçıl is. bot. Ortalama 15 °C sıcaklıkta yaşayan bitki, mezoterm.
ılık ılık zf. Ilık olarak: "Gözlerimden ılık ılık yaşlar İniyordu." -H. Taner.
ılıklaşma is. Ilıklaşmak işi.
ılıklaşmak (nsz) Ilık duruma gelmek.
ılıklaştırma is. Ilıklaştırmak işi.
ılıklaştırmak (-i) Ilık duruma getirmek, ılıtmak.
ılıklık, -ğı is. Ilık olma durumu: "Çocuklarının gönüllerine halim bir kış güneşi ılıklığını veren hatıralarım saydılar." -R. N. Güntekin.
ılım is. İstek ve tutkularda ölçülü davranma erdemi, ölçülülük, itidal.
ılıma is. Ilımak işi veya durumu.
ılımak (nsz) Ilınmak.
ılıman sf. coğ. Sıcaklığı çok yüksek veya çok düşük olmayan (yer, iklim), mutedil: Ilıman bölge.
ılımlı sf. 1. Düşünce, iş vb.nde aşırıya kaçmayan, ölçülü, mutedil, itidalli: "Eski ılımlı sesiyle hikâyesini bitiriverdi." -H. E. Adıvar. 2. Siyasette aşırı görüşler arasında ortalama bir görüşü savunan.
ılımlılık, -ğı is. Ilımlı olma durumu, mutedillik: "O zaman kadıncağız her zamanki ılımlılığı ile şöyle demişti." -S. F. Abasıyanık.
ılındırma is. Ilındırmak işi.
ılındırmak (-i) Ilık duruma getirmek.
ılınma is. Ummak durumu.
ılınmak (nsz) Ilık duruma gelmek, ılımak.
ılıştırma is. Ilıştırmak işi.
ılıştırmak (-i) Sıcak suya soğuk veya soğuğa sıcak su katarak ılık duruma getirmek.
ılıtma is. Ilıtmak işi.
ılıtmak (-i) Ilık duruma getirmek.
ıltar is. hlk. Çoban köpeklerinin boğazına takılan çivili demir.