hu ünl. (hu:) 1. "Neredesin, bana bak" anlamlarında, genellikle kadınlar tarafından kullanılan bir seslenme sözü. 2. esk. Dervişler arasında kullanılan bir seslenme sözü. hu çekmek (veya demek) tekkelerde, dervişler arasında ayin sırasında sürekli olarak hu demek.
Hu öz. is. Ar. hü Allah.
hububat is. (hubu:ba:t) Ar. hububat Tahıl: "Benim memleketim de ziraata elverişlidir, hububat yetiştirir."-K. H. Karay.
Huda öz. is. (huda:) Far. hudâ din b. esk. Tanrı.
→ hudayinabit
hudayinabit sf. (huda:yi:na:bit) Far. hudây + Ar. -ı + nâbit esk. 1. bot. Kendiliğinden yetişen (bitki). 2. mec. Başıboş büyümüş (kimse). 3. mec. Eğitim görmemiş, kendi kendini yetiştirmiş olan (kimse).
hudut, -du is. (hudu:t) Ar. hudüd 1. Sınır: "Bir çiçek dermeden sevgi bağından / Huduttan hududa atılmışım ben." -F. N. Çamlıbel. 2. mec. Uç, son.
→ hudut boyu, hudut dışı
hudut boyu is. Sınır boyu.
hudut dışı is. Smır Ötesi, sınır dışı. hudut dışı etmek smır dışı etmek, ülkeden dışarı çıkarmak.
hudutlandırma is. Hudutlandırmak işi.
hudutlandırmak (-i) Sınırlandırmak, smır çekmek.
hudutlu sf. Sınırlı, sınırlanmış.
hudutsuz sf Sınırsız: "Tabiatın böyle aziz tecellileri hudutsuzdur..." -Y. K. Beyatlı.
huğ is, hlk. Çubuk veya kamıştan yapılmış bağ ve bahçe kulübesi.
hukuk ç. is. (huku:k) Ar. hukuk 1. Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü, tüze: "Hukuk daima âdetlerin peşinden gider, önüne geçmez." -P. Safa. 2. Bu yasaları konu alan bilim: "Kaldı ki, böyle bir hareket, milletlerarası hukuka taban tabana zıttı." -Y. K. Karaosmanoğlu. 3. Yasaların ceza ile İlgili olmayıp alacak verecek vb. davaları ilgilendiren bölümü: Hukuk davası. Hukuk mahkemesi. 4. Haklar: Hukukumdan vazgeçmem. 5. mec. Ahbaplık, dostluk.
→ pozitif hukuk, tabii hukuk, yazılı hukuk, aile Hukuku, amme hukuku, ceza hukuku, deniz hukuku, hava hukuku, idare hukuku, İslam hukuku, kamu hukuku, kilise hukuku, teamül hukuku, toprak hukuku, uzay hukuku
hukukçu is. Hukuku meslek edinen, hukukla uğraşan kimse: "Görsün bir hukukçuyu başından savmak kolay mı imiş!" -M. Ş.. Esendal.
hukukçuluk, -ğu is. Hukukçu olma durumu.
hukuken zf. (hukutken) Ar. hukuken Hukuksal olarak.
hukuki sf. (huku:ki:) Ar. fyukükî Hukuk ile ilgili, hukuksal, tüzel.
→ hukuki metroloji
hukuki metroloji is. Metrolojinin, hukuki konuların gerektirdiği durumlarda, ölçme metotlan, ölçme birimleri ve ölçme aletleri ile ilgili olan kısmı.
hukuksal sf. Hukuki.
hukuksuzluk, -ğu is. Hukuksuz olma durumu.
huligan sf. bk. holigan.
hulliyat is. (hulliya:t) Ar. hulliyyât esk. Kadın süs eşyası, asım takım, takı.
hulul, -lü is. (hulû.i) Ar. hulul esk. 1. Gelme, gelip çatma. 2. Girme, sinme. 3. din b. Tanrı ruhunun herhangi bir bedene girdiğine inanmak. 4.fiz. Geçişme, hulul etmek girmek, dâhil olmak.
hulus is. (hulms) Ar. hulûs esk. Gönül temizliği. hulus çakmak dalkavukluk etmek, yaranmaya çalışmak: "Yağlı ballı huluslar çakıp gidiyorlardı."-Ö. Seyfettin.
huluskâr sf (hulû.skâr) Ar. hulüş + Far. -kâr esk. 1. Temiz duygulu, içten. 2. mec. Dalkavuk, şakşakçı.
hulûskârlık, -ğı is. 1. Temiz duygululuk, içtenlik. 2. mec. Dalkavukça davranış.
hulya is. bk. hülya.
humar is. (huma.r) Ar. humar esk. İçki veya uyku sersemliği.
humbara is. Far. humbere tar. Demir veya tunçtan dökülmüş, yuvarlak ve boş olan içine patlayıcı maddeler doldurulup havan topu veya el ile atılan yuvarlak bir tür bomba, kumbara.
→ humbarahane, humbara ocağı
humbaracı is. tar. Humbara kullanan asker, kumbaracı.
humbarahane is. (humbarahasne) Far. humbere-hane tar. 1. Humbara yapılan fabrika, kumbarahane. 2. Humbaracı yetiştirmek amacıyla 1739'da açılan ilk Türk askerî okullarından biri.
humbara ocağı is. tar. Humbara yapan veya savaşta humbara kullanan bölük.
humma is. (humma:) Ar. humma tıp 1. Ateşli hastalık. 2. Sıtma nöbeti: "Ateşsiz bir humma her tarafımı yakıyor, soğuk soğuk terliyordum." -Ö. Seyfettin.
→ kara humma, kazıktı humma, lekeli humma, sarıhumma, Akdeniz humması, dana humması, lohusa humması, Malta humması, tatarcık humması
hummalı sf. 1. Humması olan: Hummalı hasta. 2. mec. Sürekli, sıkı, yoğun, hararetli: "Bugün gerek yayınevlerimizde, gerek tiyatrolarımızda klasikleri tanıtma alanında aynı hummalı çalışmalara rastlandığı söylenemez. " -H. Taner.
humor is. Fr. humeur 1. Gülmece. 2. Alay, dalga geçiş, hafife alma, boş verme: "Türkçeyi iyi konuşanlardan biri olduğu kanısındayım. Güngörmüş, sakin, yavaş, düzenli bazen küçük bir humor nüansının bile sındığı bir tınısı var." -H. Taner.
humus (I) is. (hu'mus) Lat. humus bot. Bitkilerin çürümesiyle oluşan koyu renkte organik toprak.
humus, -msu (II) is. Ar. hummuş İyice ezilmiş nohut, tahin ve baharatla hazırlanan bir yemek.
hun is. (hu:n) Far. hün esk. Kan.
hunhar sf. (hunha.r) Far. hün-hâr esk. Kana susamış, kan dökücü.
hunharca zf (hunha'rca) Hunhara yakışır bir biçimde.
hunharlık, -ğı is. Kan dökücülük, zalimlik.
huni is. Yun.1. Bir sıvıyı ağzı dar bir kaba aktarmak için kullanılan koni biçimindeki araç. 2. hlk. Ağızlık.
hunnak, -ğı is. Ar. hunnak tıp esk. Anjin: "Hemen içelim dedi, boğazım kurudu, yutkuna yutkuna hunnak oldum." -T. Buğra.
hunriz sf. (hunriız) Far. hün-riz esk. Kan dökücü, kanlı. mira ünl. bk. hurra.
hurafe is. (huraıfe) Ar. hurafe din b. Dine sonradan girmiş yanlış, batıl inanç.
hurç, -cu is. Ar. hurc 1. Genellikle yelken bezinden veya meşinden yapılmış büyük heybe. 2. Çeşitli kumaşlardan yapılan, içerisine battaniye, yorgan vb. eşya konulan özel çanta.
hurda is. Far. horde 1. Eski maden parçası. 2. sf. Parçalanmış, döküntü durumuna gelmiş. 3. sf. işe yarayamayacak derecede bozulmuş, zarar görmüş, hurdası çıkmak eşya, kullanılmayacak duruma gelmek, eskimek. hurdaya çevirmek işe yaramaz duruma getirmek.
→ hurdahaş
hurdacı is. Hurda alıp satan kimse.
hurdacılık, -ğı is. Hurdacının yaptığı iş.
hurdahaş sf. (hurdahaış) Far. horde + hoş Onarılamayacak biçimde kırılıp parçalanmış, paramparça, hurdahaş etmek kınp dökmek, parçalamak: "İçerisinde tok tok vuran bu ses, onun incecik göğüs tahtasını hurdahaş etmeye kâfi idi." -Y. K. Karaosmanoğlu. hurdahaş olmak 1) kınp dökülmek, paramparça olmak; 2) mec. aşırı ölçüde yorulmak.
hurdalık, -ğı is. 1. Hurda yığını. 2. Hurdanın atıldığı yer.
huri is. (hicri) Ar. huri din b. Cennette yaşadığına inanılan kız: "Aydan arıdır yüzleri / Misk amberdir sözleri / Cennette huri kızları. " -Yunus Emre. huri gibi çok güzel (genç kadın).
hurma is. Far. hurma 1. Hurma ağacı. 2. Bu ağacm tatlı meyvesi.
→ hurma ağacı, hurma tatlısı, balçık hurması, Hint hurması, Japon hurması, Trabzon hurması
hurma ağacı is. bot. Palmiyegillerin eski çağlardan beri Kuzey Afrika'da kültürü yapılan, gövdesi uzun, yapraklan büyük ve dikenli bir ağaç (Phoenix dactylifera).
hurmalık, -ğı is. Hurma ağacı çok olan yer: "İlk iş hurmalıklar altına rahat bir döşek kurmak oldu." -R. H. Karay.
hurma tatlısı is. Hurma biçimi verilerek yapılan bir çeşit hamur tatlısı.
hurra ünl. (hu'rra) İng. hurray Genellikle Batılı uluslarda hep bir ağızdan "yaşa" anlamlı destek vermek amacıyla kullanılan bir söz.
huruç, -cu is. (hur:ç) Ar. hurüc esk. 1. Çıkma, çıkış. 2. Göç.
hurufat ç. is. (huru:fa:t) Ar. hurufat esk. 1. Harfler. 2. Basımda, baskı işinde kullanılan metal vb. bir maddeden yapılmış harf, rakam veya başka işaret kalıpları. 3. Dizgi işinde kullanılan harf türlerinin bütünü: Hurufatı zengin bir basımevi.
Hurufi öz. is. (Huruıfi:) Ar. hurüjıesk. Hurufiliğe mensup olan kimse.
Hurufîlik, -ği öz. is. din b. Kur'an'ın harflerinden birtakım anlam ve yargılar çıkaran bir mezhep.
huruşan sf. Far. hurüşân esk. Coşkun.
husuf is. (husu:f) Ar. husuf astr. esk. Ay tutulması.
husul, -lö is. (husu:l) Ar. huşül Olma, oluş, oluşma, meydana gelme, husul bulmak husule gelmek, husule gelmek olmak, oluşmak, doğmak, çıkmak, meydana gelmek.
husumet is. (husu:met) Ar. husûmet 1. Hasım olma durumu. 2. Düşmanlık, husumet beslemek hasım olmak, düşman olmak.
husumetkâr is. (husu:metkâ:r) Ar. husûmet + Far. -kâr Düşmanlık besleyen, kin güden (kimse): "Eniştesinin saflığından cesaret alarak ablasının husumetkâr davranması, evdeki mevkisini güçleştiriyordu." -E. E. Talu.
husus is. (husu:s) Ar. huşûş 1. Konu, madde: "Mallarımın idaresi hususunda kendisinden hiçbir yardım esirgemiyorlar." -E. E. Talu. 2. Özellik, yön: Şu hususu da gözden uzak tutmamalı.
hususî sf. (husu:si:) Ar. husûsi 1. Özel: "Yürümek arzusundan başka bir hususi niyetim yoktu."-S. F. Abasıyanık. 2. zf Özel olarak, Özel bir biçimde: "Annemle babam dört gün içinde uç defa hususi konuştular." -A. Gündüz.
hususiyet is. (husu:siyet) Ar. huşüşiyyet 1. Özellik: "Her birinin hususiyetine ait bin türlü mübalağalı malumat veriyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. İleri derecede tanışıklık, ahbaplık, yakınlık.
hususuyla zf. (husu.su':yla) esk. Özellikle.
husye is. Ar. husye anat. Er bezi, testis.
huş is. bot. Gürgengillerden, kerestelik bir ağaç cinsi (Betula).
huşu is. (huşu:) Ar. huşu' esk. 1. Alçak gönüllülük. 2. din b. Tanrı'ya boyun eğme, gönlü korku ve saygı ile dolu olma: "Süleymaniye'yi olduğu kadar, Köln katedralini de aynı huşu ile tavaf ettiklerini gözlerimle gördüm." -H. Taner.
huşunet is. (husumet) Ar. huşunet esk. Sertlik, kabalık, kincilik.
hutbe is. Ar. hutbe din b. Cuma ve bayram namazlarında minberde okunan dua ve verilen öğüt.
hutut ç. is. (kutu:t) Ar. hutüt esk. Çizgiler: "Köy evlerinin kızıl loşluğundan gece karanlığına geçerken keskin hututu eriyordu." -H. E. Adıvar.
huy is. Far. huy 1. İnsanın yaradılış ve ruh özelliklerinin bütünü, mizaç, tabiat: "Can çıktıktan sonra da huy, adamı kolay kolay terk etmiyor." -R. N. Güntekin. 2. İçgüdü durumunu almış alışkanlık, huy canın altındadır doğuştan gelen özellikler değiştirilemez. huy edinmek bir davranışı alışkanlık durumuna getirmek, huyu huyuna suyu suyuna (uygun) iki kişinin her yönden birbirine uygunluğunu anlatmak için kullanılan bir söz. (birinin) huyuna suyuna gitmek onu kızdırmayacak veya ürkütmeyecek biçimde uysalca davranmak, alışkanlıklarına, isteklerine uygun davranışlarda bulunmak. huyunu suyunu değiştirmek eskisine göre değişik davranmasına sebep olmak.
huylandırma is. Huylandırmak işi.
huylandırmak (-i) Huylanmasına sebep olmak, huylanmasına yol açmak.
huylanış is. Huylanma biçimi.
huylanma is. Huylanmak işi.
huylanmak (nsz) 1. Kuşkulanmak, işkillenmek, pirelenmek, tedirgin olmak: "Ayak sesleri duyarak huylanmış, sabaha kadar u-yuyamamış." -R. N. Güntekin. 2. Hayvan, ürküp sinirlenmek.
huylu sf. 1. Herhangi bir huyu olan: "Oğlum benden daha iyi huylu, daha ciddi olsun." -R. H. Karay. 2. İşkilli, kuşkulu. 3. Ürkek, sinirli (binek hayvanı): Bu at huyludur.
huysuz sf Huyu iyi olmayan, geçimsiz, şirret: "Yeni edindiği bu huysuz ve kavgacı tabiatı, küçükken masum hâllerinin ona sağlamış olduğu hoşgörüyü çabucak yok etti." -Y. N. Nayır.
huysuzca sf. (huysu'zca) 1. Biraz huysuz. 2. zf. Biraz huysuz biçimde.
huysuzlanış is. Huysuzlanma işi veya biçimi.
huysuzlanma is. Huysuzlanmak işi.
huysuzlanmak (nsz) Huysuzluk etmek, huysuzca davranmak: Çocuk uykusu geldiği için huysuzlanıyor.
huysuzlaşma is. Huysuzlaşmak işi.
huysuzlaşmak (nsz) Huysuz bir duruma gelmek: "Fakat, bilmem neden, o anda birdenbire tepem atmıştı, huysuzlaşıvermiştim." -Y. K. Karaosmanoğlu.
huysuzluk, -ğu is. 1. Huysuz olma durumu. 2. Huysuzca davranış, huysuzluk etmek huysuzca davranışlarda bulunma.
huzur is. (huzu:r) Ar. huzur 1. Dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı, rahatlık: Bu komşular mahallenin huzurunu kaçırdı. 2. Ön, yan, kat, makam: Başkanın huzuruna çıkmak. 3. esk. Bir yerde bulunma: Bu sorunun konuşulması için sizin huzurunuz şarttır. 4. esk. Padişah katı: Huzura çıkmak, huzur vermek gönül rahatlığı, dirlik vermek, dinlendirmek: Bu müzik bana huzur verdi, huzurunu kaçırmak tedirgin, rahatsız etmek.
→ huzurevi, huzur hakkı, hakkıhuzur
huzurevi is. Yaşlanmış kimselerin bakımlarının yapıldığı ve barındığı kurum.
huzur hakkı is. Belli bir konuyu görüşmek için toplanan bir kurulun üyelerine ödenen para.
huzurlu sf. Huzuru olan, rahat: "Hiçbir yerde aradığım huzurlu tatil köyünü bulamayacağım. " -H. Taner.
huzursuz sf. Huzuru olmayan, tedirgin, rahatsız.
huzursuzca sf. (huzursu'zca) 1. Biraz huzursuz. 2. zf. Biraz huzursuz bir biçimde.
huzursuzluk, -ğu is. 1. Huzursuz olma durumu: "Ölüye ağlamayan insanların huzursuzluğu içindeyim." -S. F. Abasıyanık. 2. Huzursuzca davranış.