ho

Ho kim. Holmiyum elementinin simgesi.

hobi is. Ing. hobby Görev ve meslek dışında severek yapılan, dinlendirici, oyalayıcı uğraş, düşkü: "Meslek dışında biricik merakı, kendi tabiriyle hobisi fotoğrafçılıktı." -H. Taner,

hoca is. (ho'ca) Far. hjâce 1. din b. Müslümanlıkta din görevlisi. 2. Öğretmen: "Edebiyat hocasıyken talebeme bu nesir sanatından bir defa bahsetmiştim." -F. R. Atay. 3. mec Akıl Öğreten, öğüt veren kimse. 4 esk. Medresede öğrenim gören sarıklı, cübbeli dîn adamı.

akıl hocası, cer hocası, kürsü hocası

hocalık, -ğı is. Hoca olma durumu veya hocanın yaptığı iş: "Viyana üniversitesinde hocalığım sırasında amirim olan profesör ağır kasta idi." -H. Taner, hocalık etmek 1) öğretmenlik yapmak: "Mülkiyede Osmanlı tarihi alanında hocalık, müdürlük, yazarlık etmiş." -R. E. Ünaydın. 2) mec. akıl öğretmek, öğüt vermek.

hodan is. bot. Hodangillerden, çiçekleri hekimlikte kullanılan ve kökü kavrularak yenilen, bir yıllık ve otsu bir bitki (Borago officinalis).

hodangiller ç. is. bot. îki çeneklilerden, üzeri sert dikenlerle kaplı otsu ve ağaçsı bitkiler familyası.

hodbehot zf. (ho'dbehot) Far. höd-be-höd esk. Kendi kendine, kendi kafasıyla, kendiliğinden, kimseye danışmadan.

hodbin sf. Far. ihöd-bin esk. Bencil, egoist.

hodbinlik, -ği is. Bencillik.

hodkâm sf. (hodkâ:m) Far. höd-kâm esk. Bencil, egoist.

hodkâmlık, -ğı îs. Bencillik, egoizm. hodpesent, -di sf. Far. höd-pesend esk. Kendini beğenmiş, bencil.

hodri ünl. (ho'dri) "Kendine güvenen ortaya çıksın, işte meydan" anlamında hodri meydan deyiminde geçer.

hohlama is. Hohlamak işi.

hohlamak (-e) Ağzını yaklaştırıp soluğunu bir şeyin üzerine hızla vermek.

hokey is. İng. hockey Bir ucu kıvrık sopalarla çayır veya buz üzerinde iki takım arasında oynanılan top oyunu.

buz hokeyi

hokka is. Ar. hukka Metal cam veya topraktan yapılmış, içine mürekkep konulan küçük kap: "Kahvelerdeki herkesin kullandığı hokka kalemler hep bozuktu." -S. F. Abasıyanık. hokka gibi ufak ve düzgün Çağız, burun), hokka gibi oturmak 1) giysi, vücuda iyice uymak: "Biraz kısaca olmasını kalmlığıyla telafi eden vücuduma hokka gibi oturan jaketatayımla bu gibi törenlerde beni daima..." -R. N. Güntekin. 2) her yandan açıkça görünmek: "Sandallar ise her taraftan açıktı. Kadınlar hokka gibi meydanda dururlar." -R. H. Karay.

tükürük hokkası

hokkabaz is. Ar. hukka + Far. -bâz 1. El çabukluğu ile birtakım şaşırtıcı olaylar yapmayı meslek edinen kimse: "Bu arsada zaman zaman at cambazları, hokkabazlar, palyaçolar hünerlerini gösterirler." -S. Birsel. 2. sf. mec. Başkalarını aldatarak yalan dolanla iş gören: O ne hokkabaz heriftir.

hokkabazlık, -ğı is. 1. Hokkabazın yaptığı iş. 2. mec. Yalan dolanla görülen iş: "Buna sırf safsata ve mantık hokkabazlığı derlen " -H. E. Adıvar.

hol, -lü is. İng. hail Sofa: "Çantalarım holde duruyordu." -R. H. Karay.

müzikhol

holding is. İng. holding tîc. Ana ortaklık. holdingleşme is. Holding durumuna gelme. holdingleşmek (nsz) Holding durumuna gelmek.

holigan is. İng. hooligan sp. Özellikle futbolda fanatizmi besleyen ve çevreye zarar vermeye eğilimli taraftar, serseri, hayta.

holiganlık, -ğı is. Holigan olma durumu veya holiganın yaptığı iş.

Hollandaca öz. is. (Hollâ'ndaca) 1. Hollanda halkının kullandığı dil. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.

Hollanda kavağı is. bot. Akkavak.

Hollandalı öz. is. (Hollâ'ndalı) Hollanda halkından veya bu halkm soyundan olan kimse.

holmiyum is. (holmiyum, l ince okunur) Fr. holmium kim. Atom numarası 67, atom ağırlığı 164,94 olan, oksidi açık sarı renkte, tuzları portakal şansı renginde, az bulunan bir element (sembolü Ho).

holosen is. (holosen) Fr. holocene jeol. IV. çağın en yeni dönemi.

holotüritler ç. is. (holotüritler) Yun. zool. Deniz hıyarları.

homojen sf. Fr. homogene 1. Bağdaşık. 2. mat. Bütün terimleri aynı derecede olan (çok terimli).

homojenleşme is. Bağdaşıklaşma.

homojenleşmek (nsz) Bağdaşıklaşmak.

homojenleştirme is. Bağdaşıklaştırma.

homojenleştirmek (-i) Bağdaşıklaştırmak.

homojenlik,-ği is. Bağdaşıklık.

homolog, -ğu sf (homolog) Fr. homologue Bir başkasının tam olarak yerini tutan.

homolog kromozom

homolog kromozom is. biy. Biri anadan diğeri babadan gelen ve aym gen çiftine sahip kromozom.

homonim sf. Fr. homonyme dbl. Sesteş.

homoseksüel is. Fr. homosexuel Eş cinsel.

homoseksüellik, -ği is. Eş cinsellik.

homoteti is. Fr. homothetie mat. Merkez olarak alınan bir noktaya göre birer noktasının geometrik yerleri karşılıklı olarak aynı olan iki nokta grubunun durumu.

homotetik, -ği sf. Fr. homothetiaue mat. Aralarında homoteti durumu bulunan.

homurdanış is. Homurdanma işi veya biçimi: "Bütün cümlelerinin özünü tamamlayan o hırıltılı seslere, o homurdanışlara söylettiği manaları nasıl duyurabilirsiniz?" -A. Ş. Hisar.

homurdanma is. Homurdanmak işi.

homurdanmak (nsz, -e) 1. Öfke, kızgınlık, can sıkıntısıyla anlaşılmaz sesler çıkarmak: "Homurdanarak derin ve tatlı bir sabah uykusundan uyanmaya çalışıyor." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Taşıt, alet vb. alışılmışın dışında bozuk ses çıkarmak: "Motor bir iki homurdanıp durduktan sonra, şimdi keyifli keyifli işlemeye başlamıştı." -H. Taner.

homur homur zf Homurdanarak: Homur homur söyleniyor.

homurtu is. 1. Homurdanma sesi: "Morarmış bulutlar, hortumları su yüklü fil sürüleri gibi, korkunç homurtularla arkamızdan geliyor. " -Y. Z. Ortaç. 2. Ayının çıkardığı ses.

homurtulu sf. Homurtusu olan: "Önlerinden Sakarya, bulanık ve homurtulu akar gider." -S. F. Abasıyanık.

homurtusuz sf. Homurtusu olmayan.

hona is. hlk. Erkek sığır.

Honduraslı öz. is. Honduras halkından olan kimse.

hop ünl. Uyarmak amacıyla kullanılan bir söz: Hop, gelen var! hop diye birden, hızlıca: Hop diye denize atlayıverdi. hop oturup hop kalkmak Öfke, heyecan vb. duygular sebebiyle yerinde duramaz olmak, kalkıp kalkıp oturmak.

kop hop

hoparlör is. Fr. haut-parleur 1. Elektrik dalgalarım ses dalgasına çeviren ve gerektikçe sesi yükselten alet. 2. Radyo, pikap, teyp vb. araçlarda sesi işitilebilecek duruma getiren alet: "Hemen hemen bütün Batı ülkelerini gezdim. Hiçbir yerde hoparlör sesi duymadım." -F. R. Atay.

hoparlörlü sf. Hoparlörü olan: "Hoparlörlü kamyonun etrafındaki köylülerden birkaçı, sesin geldiği tarafa kulak kabarttılar." -H. Taner.

hoparlörsüz sf. Hoparlörü olmayan.

hop hop ünl. Bir davranışı engellemek veya uyarmak amacıyla söylenen bir seslenme sözü.

hoplama is. Hoplamak işi.

hoplamak (nsz) Sevinçten, korkudan veya oyun için, bulunduğu yerde havaya doğru fırlamak.

hoplaya zıplaya

hoplatılma is. Hoplatılmak işi.

hoplatılmak (nsz) Hoplatma işi yapılmak.

hoplatış is. Hoplatma İşi veya biçimi.

hoplatma is. Hoplatmak işi.

hoplatmak (-i) 1. Hoplamasını sağlamak. 2. Çocuğu koltuklarından tutup hafifçe havaya fırlatarak eğlendirmek.

hoplaya zıplaya zf. Büyük bir sevinçle.

hoplayış is. Hoplama işi veya biçimi.

hoppa sf. Yaşına uymayan davranışlarda bulunan, delişmen, serbest, koket, ağırbaşlı karşıtı.

hoppaca sf. (hoppa'ca) 1. Hoppa gibi: "Yaptıklarına dikkat ediyor, onun biraz çıldırmış gibi hoppaca, manasız hareketlerine bakıyordu. " -P. Safa. 2. zf. Hoppaya yaraşır biçimde.

hoppadak zf. (ho'ppadak) Hemen: "Bu cadı lakırtısım duyunca ben de hoppadak inanı-vermedim." -H. R. Gürpınar.

hoppala is. (hoppala) 1. Bebeklerin İçine konup zıplayarak eğlenmelerini sağlayan yaylı araç. 2. ünl. Küçük çocuklar atlarken onları yüreklendirmek için söylenen bir söz: Atla bakayım ... Hoppala! 3. ünl. Şaşma ile birlikte kınama anlatan bir söz: Hoppala, bu da yeni çıktı.

hoppala bebek

hoppala bebek, -ği is. Çocukça davranışları olan kimse.

hoppalık, -ğı is. Hoppa olma durumu veya hoppaca davranış: "Selim de mutat soğukkanlılığına rağmen hoppalıklar yapıyordu." -P. Safa. hoppalık etmek hoppaca davranışlarda bulunmak.

hopurdatma is. Höpürdetme.

hopurdatmak (-i) Höpürdetmek.

hor sf. Far. hâr Değersiz, önemi olmayan, aşağı, (birine) hor bakmak değersiz saymak, değer vermemek, hor davranmak kıymetini bilmemek, (birini) hor görmek bir kimseye değersiz gözle bakmak: "Para kazanamadığın için para kazananları hor görüp alaya alarak kendini avutuyor olmalısın. " -H. Taner, hor kullanmak dikkat etmeyerek hoyratça kullanmak, (birini) hor tutmak birine karşı küçümseyici, incitici davranışlarda bulunmak, hora geçmek hlk. beğenilmek, hoşa gitmek, makbule geçmek, kendisine verilen kimsenin çok işine yaramak.

hora is. (ho'ra) Yun. Birçok kişi tarafından el ele tutuşarak oyun müziği eşliğinde oynanan bir halk oyunu, hora tepmek 1) hora oynamak: "Derhâl ayağa kalkıp, bir caz havası tutturup hora tepmeye başladı." -H. E. Adıvar. 2) mec. ayaklarını vurarak gürültü etmek.

horanta is. (hora'nta) Far. hârende hlk. Aile halkı.

horasan is. Far. hürüsün mim. esk. Kiremit ve tuğla tozlarının kireç ve su ile karıştırılmasından elde edilen bir çeşit harç.

horasani is. (horasa:ni:) Far. hürüsün + Ar. -i esk. Üst bölümü sarıktan taşacak biçimde yapılmış hoca kavuğu.

Horasanlı öz. is. Horasan halkından olan kimse.

horhor is. Gür ve ses çıkararak akan su.

horlama is. Horlamak işi: "Uykusu olmadığını söyleyen Mükerrem, on dakika geçmeden horlamaya başladı." -R. N. Güntekin.

horlamak (I) (nsz) Uyku sırasında soluk alırken boğaz ve burundan gürültülü sesler çıkarmak.

horlamak (II) (-i) Birinin gönlünü incitircesine davranmak, hor görmek: "Biz horladık diyemem, fakat evimizin havası, artık ona yabancı gelmeye başlamıştı." -H. E. Adıvar.

horlanış is. Horlanma işi veya biçimi.

horlanma is. Horlanmak işi.

horlanmak (nsz) Hor görülmek.

horlayış is. Horlama işi veya biçimi.

hormon is. Fr. hormone biy. 1. İç salgı bezlerinden kana geçen ve organların işlemesini düzenleyen adrenalin, insülin, tiroksin vb. uyarıcı maddelerin genel adı. 2. Bu maddelerin işlevini yerine getirecek özellikte yapay madde.

hornblent, -di is. Alm. Hornblende min. Doğal alüminyum, kalsiyum, demir ve magnezyum silikatından oluşmuş, koyu yeşil veya kara renkte parlak bir amfibol türü.

horon is. Yun. Karadeniz bölgesinde kemence ile oynanan halk oyunu, horon tepmek horon oyununu oynamak.

horoz is. Far. horüs 1. zool. Tavukgillerden, tavuğun erkeği olan kümes hayvanı: Denizli horozu. 2. Ateşli silahlarda çakmak taşma veya merminin kapsülüne vurmaya yarayan metal parça: "Çifteler dolduruldu, horozlar çekildi, iki el silah atıldı." -O. V. Kanık. 3. Kapı zembereğinin mandalı. 4. mec. Kabadayı erkek, horoz evlenir, tavuk tellenir yeri yokken başkasının sevincine katılanlar için söylenen bir söz. horoz gibi kabadayıca davranan (kimse), horoz ölür, gözü çöplükte kalır yaşanılmış, alışılmış, erişilmiş bir durum veya makam yitirildikten sonra, göz o durum veya makamda kalır. horozdan kaçmak kadın, erkeklerden uzak durmak, onlardan kaçmak, horozlar Ötmek sabah olmak, horozu çok olan köyde sabah geç olur karışanı çok olan işlerden sonuç güç alınır.

horoz ağırlık, horoz akıllı, horozayağı, horoz dövüşü, horoz fasulyesi, horozgözü, horozibiği, horoz ibiği, horoz kafalı, horozkarası, horoz mantarı, horoz sıklet, horoz şekeri, horoz vakti, tepeli horoz, çalı horozu, çöplük horozu, Hinthorozu, ispençhorozu, kaya horozu, teneşir horozu

horoz ağırlık, -ğı is. sp. Hafif sıklet.

horoz akıllı sf şaka Akılsız, horoz kafalı.

horozayağı is. Tüfekten boş kovanı çıkarmaya yarayan burgu.

horozbina is. (horozbi'na) zool. Horozbinagillerden, sırt yüzgeci uzun ve geniş, küçük bir balık (Blemnius).

horozbinagiller ç. is. zool. Örnek hayvanı horozbina olan, kayalık deniz kıyılarında yaşayan kemikli balıklar familyası.

horozcuk otu is. bot. Turpgillerden, eskiden kuduzun ilacı sanılan, güzel kokulu bir dağ bitkisi, yaban teresi (Lepidium campestre).

horoz dövüşü is. 1. Özel olarak yetiştirilmiş iki horozun eğlence ve yanşma amacıyla dövüştürülmesi. 2. sp. İki kişinin çömelerek elleriyle birbirlerini itmeleri.

horoz fasulyesi is. bot. Bir tür fasulye.

horozgözü is. bot. Maydanozgillerden, beyaz veya pembe çiçekli bir bitki (Seseli tortuosum).

horozibiği (I) is. 1. Koyu, pembe, kırmızı (renk): "Horozibiği renginde, sarı ve yeşil çizgili bir kravat takmıştır." -T. Buğra. 2. sf. Bu renkte olan.

horozibiği (II) is. bot. Horozibigigillerden, kırmızı çiçekleri horoz ibiğini andıran bîr süs bitkisi (Amaranthus).

horoz ibiği is. Horozun tepesinde bulunan etli kırmızı kısım.

horozibiğîgiller ç. is. bot. Ispanaklar takımından, örneği horozibiği olan bitki familyası.

horoz kafalı is. şaka Horoz akıllı.

horozkarası is. bot. Bir çeşit üzüm.

horozlanış is. Horozlanma işi veya biçimi.

horozlanma is. Horozlanmak işi.

horozlanmak (nsz) Kabadayı tavrı takınmak, çalım satmak.

horozlaşma is. Horozlaşmak işi.

horozlaşmak (nsz) Kabadayılaşmak, kabadayı gibi davranmak.

horoz mantarı is. bot. Yenilebilen bir cins mantar (Cantherellus cibarius).

horoz sıklet is. sp. Hafif sıklet.

horozsu sf. Horozu andıran, horoza benzeyen, horoz gibi, horozumsu.

horoz şekeri is. Çeşitli renklerde yapılmış, ince tahta çubuğa takılıp satılan horoz biçiminde şeker.

horozumsu sf. Horozsu.

horoz vakti is. Sabahın erken saati.

horst is. Alm. Horst coğ. Merdiven biçimli fay serisindeki iki tektonik çukur arasında veya bir tektonik çukurun iki yanında yükselen kısım.

hortlak, -ğı is. Mezardan çıkarak insanlan korkuttuğuna inanılan yaratık, hayalet.

hortlama is. Hortlamak işi.

hortlamak (nsz) 1. Yanlış bir inanışa göre ölü mezardan çıkmak. 2. mec. Herhangi bir sorun yeniden ortaya çıkmak.

hortlatma is. Hortlatmak işi.

hortlatmak (-i) Hortlama işi yapılmak.

hortum is. Ar. hurtüm 1. Filde ve bazı böceklerde boru biçiminde uzamış ağız veya burun bölümü. 2. Genellikle plastikten uzun ve esnek boru. 3. Hava veya suyun hızla dönüp sütun biçiminde yükselmesiyle oluşan, alanı dar bir fırtına çeşidi, burgaç, girdap. hortum gibi çok uzun (burun), hortum sıkmak yangına su sıkmak.

yangın kortumu

hortumlama is. Hortumlamak işi.

hortumlamak (-i) Yasa dışı yollarla zimmetine para veya mal geçirmek.

hortumlanma is. Hortumlanmak işi.

hortumlanmak (nsz) Hortumlama işi yapılmak.

hortumlatma is. Hortumlatmak işi.

hortumlatmak (-i) Hortumlama işini yaptırmak.

hortumlu sf. Hortumu olan.

hortumlu böcekler

hortumlu böcekler ç. is. zool. Eş kanatlıları, yarım kanatlıları, tahtakurul'armı içine alan, kan veya öz su emici birçok asalak türü bulunan böcekler topluluğu (Rhynchota).

hortumlular ç. is. zool. Pek çok türünün nesli tükenmiş olan, günümüzde filleri içine alan memeli hayvanlar alt takımı.

horuldama is. Horuldamak işi.

horuldamak (nsz) Horlamak (I).

horuldayış is. Horuldama biçimi.

horul horul zf. "Horlama" sesi çıkararak: "Köy halkı horul horul uyuyordu." -S. F. Abasıyanık.

horultu is. Horlama sesi: "Biraz sonra biri ince, öteki kalın, iki horultu odayı kapladı." -M. Ş. Esendal.

hostes is. İng. hostess 1. Taşıtlarda, özellikle uçaklarda yolcu ağırlayan bayan. 2. Bir topluluk, kongre vb. yerlerde katılanları ağırlayan, onlara kılavuzluk eden bayan. 3. Yardımcı bayan.

başhostes, yer hostesi

hosteslik, -ği is. 1. Hostes olma durumu. 2. Hostesin görevi.

hoş sf. Far. hoş 1. Beğenilen, duygulan okşayan, zevk veren: Hoş bir ses. 2. zf. Bununla birlikte: "Hoş, benim de evlenmeye pek niyetim yok ya." -H. E. Adıvar. 3. zf Beğenilen, duyguları okşayan bir biçimde, hoş bulduk (veya gördük) "hoş geldiniz" sözüne verilen karşılık, hoş geldiniz gelene söylenen esenleme sözü. hoş görmek (veya karşılamak) gücenilecek veya karşılık gelinecek bir davranışı hoşgörü ile karşılamak, anlayışla karşılamak, kusur saymamak: "Arkadaşlarının birçok yolsuzluklarını, uygunsuzluklarını hoş görmeye mecburdur. " -R. N. Güntekin. (birini) hoş tutmak birine iyi ve sevecenlikle davranmak, hoşa gitmek beğenilmek, bir kişiden veya bir şeyden hoşlanmak, (birinin) hoşuna gitmek biri beğenmek: "İhtiyar adam, bu şaka çok hoşuna gitmiş gibi güldü." -S. F. Abasıyanık.

hoşbeş, hoşgörü, hoş koku, hoşkuran, hoşsohbet, bir hoş, gönlü Hoş, helalühoş

hoşaf is. Far. hoş + âb Şekerli suda, bütün veya dilimler hâlinde kaynatılmış meyve, komposto, hoşaf gibi çok yorgun, (birinde) hoşafın yağı kesilmek söyleyecek söz, verecek karşılık veya yapacak bir şey bulamayacak bir duruma düşmek.

ayva hoşafı, erik hoşafı, kayısı hoşafı, üzüm hoşafı, vişne hoşafı

hoşaflık, -ğı sf. 1. Hoşaf yapmaya ayrılmış veya elverişli: Hoşaflık erik. 2. is. mec. Güçsüzlük, dermansızlık.

hoşbeş is. Far. hoş + baş Hatır sormak amacıyla söylenen ilk sözler: "Konaktaki hoşbeş merasimi de yerine getirildi." -P. Safa. hoşbeş etmek sohbet etmek: "Birkaç köylü ile hoşbeş ettim." -Y. K. Karaosmanoğlu.

hoşça sf. (ho'şça) 1. Hoş bir biçimde olan. 2. zf Hoş olarak, iyice, güzelce: "Bir hayli seneler hoşça yaşadıktan sonra, böyle bir yerde, güzel bir hava intihap ederek ölmüş..." -M. Ş. Esendal. hoşça kal (veya kalın) ayrılan kimsenin kalanlara söylediği bir iyi dilek sözü: "Şimdilik hoşça kal da, portakallar için başka gün konuşuruz." -M. Ş. Esendal.

hoşgörü is. 1. Her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu, müsamaha, tolerans: "Pek az kimseye göstermiş olduğu bir hoşgörüden yararlandım." -A. Ş. Hisar. 2. sp. Bir boksörün ağırlık sınıfındaki ağırlığının kabul edilecek kadar azlığı veya çokluğu.

hoşgörücü sf. Hoşgörülü, müsamahakâr, toleranslı.

hoşgörülü sf. Hoşgörüsü olan, hoşgörüyle davranan, müsamahalı, toleranslı.

hoşgörürlük, -ğü is. Hoşgörü ile davranma durumu: "Yaşlandıkça hoşgörürlüğümün artacağını umardım, yanılmışım." -N. Ataç.

hoşgörüsüz sf. Hoşgörüsü olmayan, hoşgörü ile davranmayan, müsamahasız, toleranssız: "Bakın, hikâye zordur, acımasız ve hoşgörüsüzdür. Oturursunuz ve başından kalkamazsınız. " -T. Dursun K.

hoşgörüsüzlük, -ğü is. Hoşgörüsüz olma durumu, müsamahasızlık, toleranssızlık.

hoşhoş is. Çocuk dilinde köpek.

hoş koku is. Bitki özlerinden veya yağlarından elde edilen koku, aroma.

hoş kokulu sf. Hoş kokusu olan, aromah, aromatik.

hoşkuran is. bot. Çiçekleri dalları ıspanak gibi pişirilen bir yıllık otsu bir bitki, tilkikuyruğu (Amaranthus lividus).

hoşlanış is. Hoşlanma işi veya biçimi.

hoşlanma is. Hoşlanmak işi.

hoşlanmak (-den) Hoşuna gitmek, hoş bulmak, hazzetmek, sevmek: "Bilirsiniz ki ben, politika işlerinden hiç hoşlanmam." -B. Felek.

hoşlaşma is. Hoşlaşmak durumu.

hoşlaşmak (nsz) 1. Hoş dununa gelmek. 2. İyilik hissetmek. 3. (-den) hlk. Birbirinden hoşlanmak.

hoşlaştırma is. Hoşlaştırmak işi.

hoşlaştırmak (nsz) Hoşlaşmasını sağlamak.

hoşluk, -ğu is. Hoş olma durumu, letafet.

Mr hoşluk, gönül hoşluğu

hoşnut, -du sf. Far. hoşnüd Bir davranış, bir durum veya bir kimseden memnun olan, yakınması olmayan, hoşnut etmek memnun etmek, hoşnut olmak (veya kalmak) memnun olmak, yakınmamak, şikâyetçi olmamak: "Benimle konuştuklarından hoşnut kalmış gibi görünerek gittiler." -F. R. Atay.

hoşnutluk, -ğu is. Hoşnut olma durumu, hoşnutluk getirmek memnun olduğunu göstermek: "Fakat amirleri kendisinden çok hoşnutluk getiriyorlar." -R. N. Güntekin.

hoşnutsuz sf. Hoşnut olmayan.

hoşnutsuzluk, -ğu is. Hoşnut olmama durumu: "Ara sıra oturduğu yerde, Meclisin neşesine biraz aykırı kaçan hoşnutsuzluk sesleri çıkarır." -R. N. Güntekin. hoşnutsuzluk getirmek memnuniyetsizlik göstermek.

hoşsohbet sf. Far. hoş + Ar. şuhbet Güzel ve tatlı konuşan (kimse).

hoşt ünl. Köpekleri ürkütüp kaçırmak için çıkarılan ses.

hoşur sf. Erm. 1. Değersiz, kaba, bayağı. 2. argo Şişman, dolgun (kadın): "Ah bir hoşur karıya rast gelsem." -H. R. Gürpınar.

Hotanto öz. is. (hota'nto) Güneybatı Afrika'da yaşayan ilkel bir boy.

hotoz is. esk. 1. Kadınların süs için saçlarının üstüne taktıkları, çeşitli renk ve biçimde yapılmış küçük başlık. 2. Tavus kuşu, tavuk vb.nin başında bulunan tüyler.

hotozlu sf. Hotozu olan.

hot zot is. "Sert ve kötü davranmak" anlamındaki hot zot etmek deyiminde geçen bir söz.

hovarda sf. 1. Zevki için para harcamaktan kaçınmayan (kimse). 2. Çapkın. 3. is. Uygunsuz kadının paralı âşığı.

hovardaca zf (hovarda'ca) Hovarda gibi, hovardaya yaraşır yolda, cömertçe, bol bol: "... büyük istidadı nasıl hovardaca harcadığım anlatmak için .." -Y. Z. Ortaç.

hovardalaşma is. Hovardalaşmak işi.

hovardalaşmak (nsz) Hovarda gibi davranmaya başlamak.

hovardalık, -ğı is. 1. Hovarda olma durumu. 2. Hovardaca davranış, hovardalık etmek 1) çapkınca davranmak, çapkınlık etmek; 2) zevki için bol para harcamak.

hoyrat (I) sf. Yun. Kaba, kırıcı ve hırpalayıcı: "Ne hoyrat kullanmışlar / Sevincin sesi çıkmıyor. " -B. Necatigil.

hoyrat (II) is. Güneydoğu Anadolu'da ve Irak'taki Türkler arasında tek basma söylenen bir çeşit ezgili deyiş.

hoyratça sf. (hoyra'tça) 1. Kaba. 2. zf. Kaba bir biçimde.

hoyratlık, -ğı is. 1. Hoyrat olma durumu: "Büyük çoğunluk artan hoyratlıkla orantılı olarak duygusallığım azaltıyor, giderek büsbütün yok ediyor." -H. Taner. 2. Hoyratça davranış: "Yeni yetişmiş bir genç kız hoyratlığı ile üstüme saldırıyor." -R. N. Güntekin. hoyratlık etmek hoyratça davranmak.

hozan is. hlk Dinlenmeye bırakılmış, birkaç yıl İşlenmemiş tarla.