hibe is. Ar. hibe Bağış, hibe etmek bağışlamak.
hicap, -bı is. (-ca.bi) Ar. hicâb esk. 1. Utanma, utanç, sıkılma: "Ve Rabia'nın hicabından taze yanakları gene eski nadide bir şarap gibi lal rengini alıvermişti." –H. E. Adıvar. 2. Perde: "Sensin bize bizden yakın / Görünmezsin hicap nedir?" -Yunus Emre. hicap duymak (veya etmek) utanmak: "Kalem aldın kaşlarını çatmaya / Hicap ettim adın sual etmeye." -Dadaloğlu. hicaz is. Ar. hicaz müz. 1. Klasik Türk müziğinde dügâh perdesinde karar kılan bir makam. 2. Klasik Türk müziğinde do diyez notasını andıran perde.
hicazkâr is. (hicazkâ:r) Ar, hicaz + Far. -kâr müz. Klasik Türk müziğinde rast perdesinde karar kılan bir makam.
→ kürdîlihicazkâr
hiciv, -evi is. Ar. hecv ed. Yergi: "Zaten başına ne gelirse hep bu dergide yazdığı hicivlerden geliyor." -H. Taner.
→ hicvetmek
hicran is. (-raini) Ar. hicran 1. Bir yerden veya bir kimseden ayrılma, ayrılık: "Bu hicran, dudaklarına ezelî bir nakarat yapıştırmıştı. " -Ö. Seyfettin. 2. Ayrılığın sebep olduğu onulmaz acı: "Başıma da konuyor konuyor aman martı kuşları / Gözlerimden boşalır hicran yaşları." -O. V. Kanık.
hicret is. Ar. hicret 1. Göç. 2. tar. ve din b. İslam takviminde tarih başı sayılan Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye göç etmesi: Hicretten yüz elli yıl sonra, hicret etmek göç etmek.
hicri sf (hicrî:) Ar. hicri Tarih başı olarak hicreti kabul eden: Hicri 1300yılında.
→ hicri takvim, hicri tarih
hicri takvim is. Hicreti başlangıç olarak alan takvim.
hicri tarih is. Hicri takvimin belirttiği tarih.
hicvetme is. Hicvetmek işi.
hicvetmek, -der (-i) Ar. hecv + T. etmek Alay yoluyla yermek: "ikimizin de birbirimizi istemeyerek hicvettiğimize aldırmadan bekledim."-P. Safa.
hicviye is. Ar, hecviyye ed. Yergi.
hiç zf. Far. hiç 1. Olumsuz yargılı cümlelerde fiilin anlamını pekiştiren bir söz. 2. Soru cümlelerinde belirsiz bir zamanı anlatan bir söz: Hiç ava gittiniz mi? 3. Bir soruya açık bir cevap verilmek istenmediğinde cevap cümlesinin başına getirilen bir söz: Ne gördün? -Hiç. 4. is. Boş, değersiz, önemsiz olan şey veya kimse: Bir hiç için danldı. O benim gözümde hiçtir, hiç de kesinlikle, katiyen: Dersleri hiç de iyi değil, hiç değil asla, kesinlikle: -Küçük tıpkı dedesi. -Hiç değil hiç değilse (veya olmazsa) 1) önemli olmasa bile, başka bîr şey olmasa bile: "Bu mahluk hiç değilse, hep aynı noktada dönüp dolaştığının farkında değil." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) en az: "Hiç değilse şu avuç içi kadar havuza bir fıskiye koysalar-mışya..." -T. Buğra. 3) bari: "İnsan hiç olmazsa arada bir uğrar / Böyle ihmalci değildin önceleri," -B, Necatigil. hiçe saymak (veya indirgemek) önemsememek, önem vermemek,
→ hiçbir, hiçbiri, hiç kimse, hiç mî hiç, hiç yoktan
hiçbir sf (hi'çbîr) Bîr isimden önce getirilerek o ismin bildirdiği varlıktan bir tanesinin bile olmadığını anlatan bir söz: "Nevin hiçbir insana kin, hiçbir insana tiksinti duymamıştı. " -S. F. Abasıyanık.
hiçbiri zm. (hi'çbiri) Bîr teki, biri bile.
hiççi is.fel. Nihilist
hiççilik,-ği is.fel. Nihilizm.
hiç kimse zm. Bir kişi bile.
hiçleme is. Hiçlemek durumu.
hiçlemek (-i) Önem vermemek, yok saymak.
hiçleştirme is.fel. Kendini hiçleştirmek işi.
hiçleştirmek (-i) fel. Kendi benliğinde hiçliği kabul etmek.
hiçlik, -ği is. 1. Hiç olma durumu: Hiçlik içerisinde. 2. fel. inkâr sonucu, gerçekteki özelliklerinin, durumlarının ortadan kaldırılması sonucu bîr şeyin var olmayışı, yokluk.
hiç mî hiç zf Kesinlikle, hiç: "İstanbul'a tayinimi yaptırdım hiç mi hiç karışmadılar." -E. Işınsu,
hiçten sf 1. Çok değersiz, önemsiz. 2. zf. Gereği, yaran yokken veya karşılıksız olarak, yok yere: Hiçten bu kadar masrafa girdim.
hiç yoktan zf. Hiçbir sebep veya zorunluluk yokken, sebepsiz olarak: "İki mahpus baş başa verip konuştuktan sonra hiç yoktan bir kavga çıkardılar, Emineyi bir iyi dövdüler." -R.H. Karay.
hidatit, -di is, Fr. hydatide zool. Birçok memelilerin ve insanın karaciğerinde gelişen ekinokok tenyasının larvası.
hidayet is. (hida:yet) Ar. hidâyet din b. esk. Doğru yol, hak olan Müslümanlık yolu. hidayete ermek 1) Müslüman olmak, İslam dinini kabul etmek: "Önce onu sünnet ettirmiş, hidayete erdiği için adını da Hadi koymuş ve konağına almış." -Y. Z. Ortaç. 2) gerçeği görüp kabullenmek, aklı başına gelmek: "Bizim gibi nice avareler burada hidayete ermişlerdir." -R. N. Güntekin.
hiddet is. Ar. Şiddet Öfke, kızgınlık: "Hiddet ve nefretimden kalbim çarpıyordu." -Ö. Seyfettin, hiddet etmek öfkelenmek, kızmak. hiddete kapılmak öfkelenmek, kızmak. hiddetten kudurmak çok öfkelenmek, aşın derecede kızmak: "Hele sokakta yüksek sesle gülenler olursa kendisiyle eğleniyorlar sanarak hiddetten kuduruyordu." -R N. Güntekin.
hiddetlendirme is. Hiddetlendirmek işi.
hiddetlendirmek (-i) Kızdırmak, öfkelendirmek.
hiddetleniş is. Hiddetlenme işi veya biçimi.
hiddetlenme is. Hiddetlenmek işi.
hiddetlenmek (-e) Kızmak, öfkelenmek: "Hiddetlendi. Fırlak ve al yanakları titremeye başladı." -Ö. Seyfettin.
hiddetli sf. Kızgın, öfkeli: "Nihayet kocası onun hiddetli olduğunu hissetti." -Y. K. Karaosmanoğlu.
hiddetlilik, -ği is. Hiddetli olma durumu.
hiddetsiz sf. Kızgın, öfkeli olmayan.
hiddetsizlik, -ği is. Hiddetsiz olma durumu.
hidra is. Fr. hydre zool. Hidralar takımından, 1 cm uzunluğundaki, vücudu torba biçiminde, ağız çevresinde 6-10 dokunacı olan tatlı su hayvanı (Hydra).
hidralar ç. is. zool. Örnek hayvanı hidra olan sölenterler bölümü.
hidrasit, -di is. Fr. hydracide kim. Hidrojen ile bir metalsinin oksijensiz birleşmesinden oluşan asit.
hidrat is. Fr. hydrate kim. Bir cismin suyla birleşmesiyle veya bazı madenler üzerinde suyun etkisiyle oluşan bileşik.
→ karbonhidrat, klor hidrat
hidratlı sf İçinde hidrat bulunan.
hidrobiyoloji is. Fr. hydrobiologie fiz. 1. Sularda yaşayan canlıların hayatını inceleyen bilim dalı. 2. sf Bu bilimle ilgili.
hidrobiyolojik, -ği sf. Fr. hydrobiologiaue fiz. Hidrobiyoloji İle ilgili.
hidrodinamik, -ği is. Fr. hydrodynamique fiz. 1. Sıvıya batınlmış katı cisimler üzerinde, onların hareketiyle ilgili olarak sıvıların gösterdiği direnci ve sıvıların hareketini İnceleyen bilim dalı. 2. sf Bu bilimle ilgili.
hidroelektrik, -ği is. Fr. hydro-electrique fız. Su gücüyle elde edilen elektrik enerjisi.
→ hidroelektrik santral
hidroelektrik santral, -li is. Su gücüyle çalışan makinelerle elektrik üreten merkez.
hidrofil sf. Fr. hydrophile 1. Sucul. 2. zool. Su böceği.
hidrofobi is. Fr. hydrophobie Su korkusu.
hidrofor is. Fr. hydrophore Basınç uygulayarak suyu binanın üst katlarına çıkaran düzenek.
hidrograf is. Fr. hydrographe Hidrografı uzmanı.
hidrografi is. Fr. hydrographie 1. Bir bölgedeki yer altı ve yer üstü sularının durumunu inceleyen bilim. 2. Bir bölgenin akarsularıyla göllerinin bütünü. 3. Bir bölgedeki kıyıların, adaların topografyası.
hidrojen is. Fr. hydorogene kim. Oksijenle birleşerek suyu oluşturan, atom numarası 1, rengi, kokusu ve tadı olmayan bir gaz, müvellidülma (simgesi H).
→ hidrojen bombası, ağır hidrojen
hidrojen bombası is. Ağır hidrojen atomları çekirdeklerinin kaynaşarak helyum durumuna girmesiyle elde edilen enerji temeline dayanan bomba.
hidrojenleme is. Hidrojenlemek işi.
hidrojenlemek (-i) kim. Hidrojen ile birleştirmek.
hidrojeoloji is. Fr. hydrogeologie Yer altı sularının araştırılmasını ve elde edilmesini inceleyen yer bilimi kolu.
hidrojeolojik, -ği sf. Fr. hydrogeologiaue Hidrojeoloji ile ilgili.
hidrokarbon is. Fr. hydrocarbon kim. Karbon ve hidrojen birleşiği, hidrokarbür.
hidrokarbonat is. Fr. hydrocarbonate kim. Hidratlı bazik karbonat.
hidrokarbür is. Fr. hydrocarbure kim. Hidrokarbon.
hidroklorik asit, -di is. kim. Hidrojen ve klordan oluşan, renksiz, havada beyaz dumanlar saçan, suda kolayca eriyen ve hayvan kemiklerinden jelatin, fosfor elde edilmesinde, çeliğin pasını gidermede kullanılan keskin kokulu bir gaz, tuz ruhu (HC1).
hidroksil is. Fr. hydroxile kim. Bir madenle birleştiği zaman hidroksit yapan atom grubu (OH).
hidroksit, -di is. Fr. hydroxide kim. Bir maden üzerine suyun etkisiyle, yani bir hidroksil grubu ile bir madenin kaynaşmasından oluşan birleşik.
→ potasyum hidroksit, sodyum hidroksit
hidrolik, -ği sf. Fr. hydrauliaue 1. Su ile ilgili. 2. Su veya başka bir sıvı basıncıyla işleyen (makine, cendere vb.). 3. is. Suların akışına uygulanan yasaları, suyun dağıtılması sırasında ortaya çıkan sorunları inceleyen bilim ve teknik.
hidroliz is. Fr. hydrolyse fiz. Bir molekülün su etkisiyle ikiye ayrılmasını sağlayan tepkime.
hidrolog, -ğu is. Fr. hydrologue Su bilimi uzmanı.
hidroloji is. Fr. hydrologie Su bilimi.
hidrolojik, -ği sf. Fr. hydrologique Su bilimi ile ilgili.
hidrometre is. (hidrome'tre) Fr. hydrometre Suölçer.
hidrosefal, -li sf Fr. hydrocephale Hidrosefalisi olan.
hidrosefali is. Fr. hydrocephalie tıp Beyin omurilik sıvısının çoğalmasıyla, beyin karıncıklarının büyümesine yol açan, bazen de kafatasının büyümesine sebep olan hastalık.
hidrosfer is. Fr. hydrosphere coğ. Su yuvarı. hidrosiyanik, -ği sf. Fr. hydrocyanigue kim. Siyanojen ile hidrojenin birleşmesinden oluşan asit (HCN).
hidroskopi is. Fr. hydroscopie Yer altındaki suları arayıp bulma işi.
hidrostatik, -ği is. Fr. hydrostatiaue fiz. 1. Sıvıların dengesini ve kaplar üzerine yaptıkları basıncı inceleyen fizik dalı. 2. sf Sıvıların dengesiyle ilgili olan.
hidroterapi is. Fr. hydrotherapie tıp Bazı hastalıkları su ile tedavi etme, su tedavisi.
hidrotermal, -li is. Fr. hidrotermai Şifalı sıcak su kaynağı.
hidrozol, -lü is. Fr. hydrosole kim. Sıvı durumundaki koloit.
hidrür is. Fr. hydrure kim. Bir element veya birleşikle hidrojen birleşimi.
higrofil sf Fr. hygrophile bot. Nemcil.
higrometre is. (higrome'tre) Fr. hygrometre Nemölçer.
higrometrik, -ği sf. Fr. hygrometrique Nem ile ilgili, neme ilişkin.
higroskop, -bu is. Fr. hygroscope Bir tür nemölçer.
higroskopik, -ği sf. Fr. hygroscopigue Nemçeker.
higrostat is. Fr. hygrostatfiz. Nemdenetir.
higrotropizm is. Fr. hygrotropisme biy. Neme yönelim.
hijyen is. Fr. hygiene tıp 1. Sağlık bilgisi. 2. Sağlık korama, hıfzıssıhha. 3. sf. Sağlık kurallarına uygun olan.
hijyenik, -ği sf. Fr. lıygienigue tıp Sağlık koruma ile ilgili, sağlık bilgisine uygun, sağlığa yararlı.
hikâye is. (hikâ.ye) Ar. hikâye 1. Bir olayın sözlü veya yazılı olarak anlatılması: "İşte en geniş bir programla başlamış kırk senenin hikâyesi." -R. N. Güntekin. 2. ed. Gerçek veya tasarlanmış olayları anlatan düz yazı türü, öykü. 3. Aslı olmayan söz, olay: Anlattıkları hep hikaye idi. hikâye etmek ayrıntılarıyla anlatmak, söylemek: "Eve geldim, olup biteni hikâye ettim." -B. Felek.
→ hikâye birleşik zamanı, uzun hikâye, hayat hikâyesi, yılan hikâyesi
hikâye birleşik zamanı is. dbl Yalın zamanlı bir fiilin geçmişte yapıldığını anlatan kip. Türkçede bu birleşik zaman idi > -di ekiyle kurulur: (geldi + idi) > geldiydi, (gelse + idi) > gelseydi.
hikayeci is. Hikâye yazan, öykücü.
hikâyecik, -ği is. Kısa veya özlü anlatımı olan hikâye, fıkra, anekdot.
hikâyecilik, -ği is. Hikâye yazma veya anlatma sanatı, öykücülük.
hikâyeleme is. ed. Anlatı.
hikâyelemek (-i) Anlatmak.
hikâyeleştirme is. Hikâyeleştirmek işi.
hikâyeleştirmek (-i) Hikâye durumuna getirmek.
hikâyemsi sf. Hikâyeyi andıran, hikâyeye benzeyen, hikâye gibi.
hikem ç. is. Ar. hikem esk. Hikmetler.
hikemî sf. (hikemi:) Ar. hikemi esk. 1. Felsefe İle ilgili. 2. is. Felsefi söz veya düşünce.
hikmet is. Ar. hikmet 1. Bilgelik. 2. Sebep, gizli sebep: "Ben artık korkmuyorum her şeyde bir hikmet var / Gecenin sonu seher, kışın sonunda bahar." -Z. O. Saba. 3. Tanrı'nın insanlarca anlaşılamayan amacı. 4. esk. Özlü söz, vecize: "Biz bize benzeriz sözü ile millî hikmetlerimizin en doğrusunu söylemişiz." -F. R. Atay. 5. esk. Fizik. 6. esk. Felsefe, hikmetinden sual olunmaz 1) sonucunun sebebi sorulmaz, araştırılmaz; 2) Allah'ın yaratıcı gücü karşısında sebep aranmaz.
→ Allahın hikmeti
hikmetli sf. Bilgece: Hikmetli sözler.
hilaf is. (hilâ:f) Ar. hilaf 1. Aykırı, karşıt, ters. 2. hlk. Yalan: Hiç hilafım yok. hilaf olmasın yanılmıyorsam, hilaf yok yalan değil, yalan yok: "Sen hilaf yok diyorsun yani; maktulün pansiyonuna gelen kız gazinodaki garsonun bahsettiği kız, eşkâl uyuyor." -A. ilhan.
→ hilafıhakikat
hilafet is. (hilâ:fet) Ar. hilâfet tar. Halifelik.
hilafetçi is. Halifeliğin sürdürülmesinden yana olan kimse.
hilafetçilik, -ği is. Hilafetçi olma durumu.
hilafıhakikat, -ti is. (hilâıfıhakikai) Ar. hilaf + hakikat esk. Gerçekdışı.
hilafsız zf İnanılmaz, ancak gerçek: "Köprünün üstünde hilafsız beş bin kişi vardı." -M. Ş. Esendal.
hilal, -li is. (hilâ:l) Ar. hilâl 1. Ayın ilk günlerinde aldığı yay biçimi, ayça, yeni ay. 2. esk. Çocukların okuma öğrenmeye başladıklarında satır ve sözleri şaşırmamak için söz üzerinde gezdirdikleri ucu sivri, uzunca bir gösterme aracı, hilal gibi ince ve düzgün (kaş).
hilali sf. (hilâdi:) Ar. hilâli esk. Hilal biçiminde.
hilat, -ti is. (hilât) Ar. hil'at tar. Padişahların, gönül almak, ödüllendirmek için birine giydirdikleri değerli kumaş veya kürkten yapılmış kaftan.
hile is. (hi:le) Ar. hile 1. Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika: "Gayet basit bir hile ile, saflığından istifade ederek işi başardı." -R. H. Karay. 2. Çıkar sağlamak için bir şeye değersiz bir şey katma: Bu sütte hile var. hile hurda bilmez kimseyi aldatmaz, doğru. hile yapmak 1) aldatmak: "Yarışmaların eski tadı kalmadı Sabri Bey, bin bir türlü hile yapıyorlar." -A. İlhan. 2) çıkar sağlamak amacıyla bir şeyin saflığını bozmak, değersiz bir şey karıştırmak, hilesi, hurdası yok yalanı, dolanı yok.
→ hileişeriye
hilebaz sf. (hi:leba:z) Ar. hile + Far. -bâz esk. Hileci.
hileci sf. Hile yapan, hile karıştıran, hilebaz, hilekâr.
hilecilik, -ği is. Hileci olma durumu, hilekârlık.
hileişeriye is. (hv.leişeriye) Ar. hile + şer'iyye esk. Çözümü güç bir hukuki sorunu hukuk kurallarını zedelemeden çözümleme.
hilekâr sf. (hi:lekâ:r) Ar. hile + Far. -kâr Hileci: "Münafık, hilekâr, mürai bir adam olarak şöhret almışsınız." -E. E. Talu.
hilekârlık, -ğı is: Hilecilik, dolandırıcılık: "Bir zamanlar belediye okka ile alışverişi usul koymuş ki kile hilekârlığının önüne ge-çilsin!"-M. Ş.Esendal.
hileli sf. Hilesi olan, içine hile karışmış, hile ile yapılmış: Hileli süt.
→ hileli iflas
hileli iflas is. tic. Alacaklıları zarara sokmak amacıyla hileli işlemler yaparak gerçekleştirilen iflas yolu.
hilesiz sf. 1. Hile yapmayan, düzen bilmeyen (kimse). 2. Hilesi olmayan, içine hile karışmamış.
hilesizlik, -ği is. Hilesiz olma durumu.
hilkat, -ti is. Ar. hilkat esk. Yaradılış, fıtrat.
→ hilkat garibesi
hilkaten zf. Ar. hilkaten esk. Yaradılıştan.
hilkat garibesi is. 1. Bedeninde doğuştan normal olmayan gariplikler bulunan kimse. 2. mec. Acayip, garip, tuhaf şey.
hilozoizm is. Fr. hylozoisme fel. Canlı özdekçilik.
hilye is. Ar. hilye ed. Hz. Muhammed'in dış görünüşünü ve niteliklerini anlatan manzum ve mensur eser.
himaye is. (himaye) Ar. himaye 1. Koruma, gözetme, esirgeme, koruyuculuk, gözetim: "Henüz ana himayesine ne kadar muhtaç olduğunu görüyorum." -Y. Z. Ortaç. 2. Kayırma, elinden tutma, himaye etmek korumak, kayırmak, gözetmek, himaye görmek biri tarafından korunmak, kayırılmak, gözetilmek. himayesine almak koruyucusu olmak, korumak.
himayeci is. Korumacı.
himayecilik, -ği is. Korumacılık.
himayesiz sf. Korumasız.
himayesizlik, -ği is. Himayesiz olma durumu.
himen is. Fr. hymen anot. Kızlık zan.
himmet is. Ar. himmet 1. Yardım, kayırma: "Himmetinizle fakir bir ailenin yüzü gülerse tabii siz de sevaba girersiniz." -R. H. Karay. 2. Çalışma, emek, gayret: Bu İş çok himmet ister, 3. esk. Lütuf, iyilik, iyi davranma. himmet etmek yardım etmek, emek vermek: "Sizler de bir parça himmet edersiniz, boğaz köprüsünün, metroların kurulduğu bugünlerde, bizim dev harita da sıraya girer belki." -B. R. Eyuboğlu.. himmetin var olsun teşekkür için söylenen bir söz.
hin is. Ar. hin tkz. 1. Kurnaz, cin fikirli kimse. 2. esk. Zaman, zamane.
→ hinoğlu, hinoğluhin
hindi is.. Ar. hindi 1. zool. Tavukgillerden, XV. yüzyılda evcilleştirilerek Amerika'dan bütün dünyaya yayılan, boyun ve başı çıplak, parlak, yeşil ve esmer tüylü kümes hayvanlarının en büyüğü (Meleagris gallopavo). 2. sf hlk. Aptal, şaşkın, hindi gibi kabarmak gururlanmak, kurumlanmak, büyüklük taslamak.
→ baba hindi, demirhindi
hindiba is. (hindiba:) Ar. hindiba'bot. Birleşikgillerden, yaprakları haşlanarak salata gibi yenebilen birkaç yıllık otsu bir bitki, güneğik, karakavuk (Cichorium endivia).
→ karahindiba
hindici is. Hindi yetiştiren ve satan kimse,
hindigiller ç. is. zool. Ana vatanı Amerika olan tavuksu kuşlar takımı.
Hindistan cevizi is. bot. 1. Palmiyegillerden, tropikal bölgelerde yetişen bir ağaç, narcıl (Cocos nucifera). 2. Bu ağacın portakaldan büyük, çok sert kabuklu yemişi.
→ küçük Hindistan cevizi
Hindolog, -ğu öz. is. Fr. hindologue Hindoloji bilgini.
Hindoloji öz. is. Fr. hindologie Hint dilini ve kültürünü konu alan bilim.
Hindolöjik, -ği sf. Fr. hindologiaue Hindoloji ile ilgili.
Hindu öz. is. (hindu:) Far. hîndü 1. Hindistan'ın resmî dili. 2. esk. Hindistan'ın Mecusi halkından olan kimse.
Hinduizm öz. is: Fr. hindouisme din b. Tarihsel olarak daha sonra ortaya çıkan, niteliği bakımından Brahmanizm'den daha katı olan bir dîn.
hinleşme is. Hinleşmek durumu.
hinleşmek (nsz) Hin olmak, kurnaz olmak.
hinlik, -ği is. Hin, kurnaz olma durumu, kurnazlık.
hinoğlu sf. Kurnaz.
→ hinoğluhin
hinoğluhin sf tkz. Çok kurnaz, her dönemin şartlarına uyabilen (kimse): "Siz onun böyle sakin ve masum göründüğüne bakmayın, o ne hinoğluhindir, o ne içinden pazarlıklı a-şüftedir o ..." -H. Taner.
Hint armudu is. bot. Mersingillerden, sıcak bölgelerde yetişen, meyvesi yenen, tahtası sert bir ağaç (Psidium).
Hint-Avrupa is. 1. Hint-Avrupa dil ailesinde yer alan diller. 2. Bu dilleri konuşan halk.
Hint bademi is. bot. Kakao.
Hint baklası is. bot. Hint yağı ağacı, kene otu.
Hint bezelyesi is. bot. Baklagillerden, sıcak ülkelerde yetişen, tohumları fasulyeye benzeyen bir bitki.
Hint biberi is. bot. Kırmızıbiber.
Hintçe öz. is. 1. Hint dili. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.
Hint çiçeği is. bot. Hindistan'a özgü bir tür çiçek.
Hint darısı is. bot. Buğdaygillerden, Doğu ülkelerinde ekilen, taneleri yenilen, darıya benzeyen bir bitki (Sorghum vulgare).
Hint domuzu is. zool. 1. Büyük Okyanus adalarında yaşayan, köpek dişleri boynuz gîbi yukarı doğru kıvrık, iri yapılı bir domuz türü (Porcus babyrussa). 2. Kobay.
hinterlant, -di is. Alm. Hinterland 1. coğ. İç bölge. 2. mec. Arka bahçe.
Hint fıstığı is. bot. Kürkas.
Hint fulü is. bot. Beyaz renkli bir nilüfer türü, Mısır fulü (Nelubrium).
Hint gergedanı is. zool. Hindistan'da bulunan bir gergedan türü.
Hint güreşi is, sp. Karşıt yönde yan yana ve sırtüstü yatan bir çiftin, iç yandaki bacaklarını kenetleyerek birbirlerini çevirme çabası.
Hint hıyarı is. bot. Hıyarşembe.
Hinthorozu is. İspençhorozu.
Hint hurması is. bot. Palmiyegillerden, taze filizleri Hindistan'da sebze gibi yenen, meyvesinden reçel yapılan çok sert bir ağaç (Borrassus).
Hint inciri is. bot. Frenk inciri.
Hint ipeği is. Hindistan'da üretilen çok kıymetli bir tür ipek.
Hint irmiği is. Sagu.
Hint kamışı is. bot. Bambu.
Hint keneviri is. bot. Yapraklarından esrar elde edilen bir tür kenevir, esrar otu (Cannabis sativa).
Hint kertenkelesi is. zool. İguana.
Hint kestanesi is. bot. At kestanesi.
Hint kirazı is. bot. Sumak familyasından, sıcak ülkelerde yetişen, zeytin büyüklüğünde, yenilebilen meyvesi olan, büyük bir ağaç, mango (Mangifera domestica).
Hint kobrası is. zool. Kobra.
Hint kumaşı is. Hindistan'da dokunan ve Batı ülkelerinde ender bulunan ipekli bir kumaş türü.
Hint leylağı is. bot. Oya ağacı.
Hintli Öz. is. Hindistan halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
Hint mandası is. zool. Çift parmaklılardan, uzunluğu 2 m, yüksekliği 1,8 m civarında, evcilleştirilip çekim işlerinde kullanılan bir tür memeli.
Hint pamuğu is. bot. Hindistan'a özgü bir pamuk türü.
Hint pirinci is. bot. Buğdaygillerden, Hindistan ve Etiyopya'da yetiştirilen, taneleri pirinç yerine kullanılan bir bitki.
Hint safram is. bot. Zerdeçal.
Hint sarısı is. Mango yaprakları ile beslenmiş ineklerin sidiğinden elde edilen, kehribar sarısına yakın, özellikle yağlı boya resimde kullanılan bir boya.
Hint tavuğu is. zool. Brahma ırkından gelen bir tür tavuk.
Hint yağı is. Kene otunun tohumlanndan çıkarılan, hekinüikte ve sanayide kullanılan bir yağ, ban yağı.
→ Hint yağı ağacı
Hint yağı ağacı is. bot. İki çeneklilerden, tropik bölgelerde, 8-10 m. yüksekliğe ulaşabilen, çok yıllık, tohumlanndan zehirli yağ elde edilen bir bitki (Ricinus communa).
hiperbol, -lü is. Fr, hyperbole mat. Bir düzlemin odak denilen durağan iki noktaya uzaklıkları değişmeyen noktaların geometrik yeri olan eğri.
hiperbolik, -ği sf. Fr. hyperboligue mat. Hiperbol biçiminde olan, hiperbol ile ilgili.
hiperboloidal, -li sf. Fr. hyperbolo'ıdal Hiperboloit biçiminde olan.
hiperboloit, -di sf Fr. hyperboloide mat. 1. Hiperbole benzeyen. 2. is. Hiperbolün iki ekseninden birinin, çevresinde döndürülmesiyle ortaya çıkan yüzey.
hipermarket is. Fr. hyper + İng. market Her türlü malın satıldığı, büyük alışveriş merkezi.
hipermetrop, -bu sf. Fr. hypermetrope 1. Cisimlerin görüntüleri ağ tabakanın gerisinde kaldığı için, yakını iyi göremeyen (göz). 2. Gözleri böyle olan (kimse).
hipertansiyon is. Fr. hypertension tıp Normalden yüksek olan atardamar basıncı.
hipnotize sf. Fr. hypnotise Hipnotizma yoluyla uyutulmuş, etki altında kalmış: "Havuzla benim aramda bir yere sabit gözlerle baktı, hipnotize bir hâlde söylendi. Ölüm, dedi." -S. F. Abasıyanık. hipnotize etmek hipnotizma yoluyla birini uyutmak, hipnotize olmak 1) hipnotizma yoluyla etki altında kalmak: "Cezbeye tutulmuş, hipnotize olmuş gibiyim." -A. Gündüz. 2) yarı uykulu duruma gelmek.
hipnotizma is. Fr. hypnotisme Sözle, bakışla, telkin yoluyla sağlanan bir tür uyku.
hipnotizmacı is. Hipnotizma ile uğraşan kimse. hipnotizmah sf. Hipnotizma edilmiş (kimse).
hipnoz is. Fr. hypnose Sözle, bakışla telkinle sağlanan bir çeşit uyku durumu.
hipoderm is. Fr. hypoderme onat. ve bot. Alt deri.
hipodrom is. Fr. hippodrome 1. At yarışları yapılan alan, koşu alanı. 2. esk. Yunan ve Roma'da at ve araba yarışlarının yapıldığı yer: "Meşhur hipodromu yıkılmıştı, harabesi bir taş ocağı gibi kullanılıyordu," -Y. K. Beyatlı.
hipofiz is. Fr. hypophyse anat. Beynin alt bölmünde bulunan, salgısını kana vererek fizyolojik olaylarda önemli rol oynayan sinirsel organ.
hipoglisemi is. Fr. hypoglycemie tıp Aşırı hâlsizliğe ve terlemeye, hafif baygınlığa yol açan, kanda normalden daha az şeker bulunması hastalığı.
hipopotam is. Fr. hippopotame zool. Su aygırı.
hipopotamgiller ç. is. zool. Su aygırıgiller.
hiposantr is. Fr. hypocentre coğ. Deprem ocağı.
hipostaz is. Fr. hypostase fel. Bazı felsefe ve din kuramlarının dayandığı temellerden her biri, uknum: Hristiyanlık inanışına göre Tanrı kavramında üç hipostaz vardır: Baba, oğul ve kutsal ruh.
hipotansiyon is. Fr. hypotension tıp Normalden düşük olan atardamar basıncı.
hipotenüs is. Fr. hypotenuse mat. Bir dik üçgende, dik açının karşısında bulunan kenar.
hipotetik, -ği sf. Fr. hypothetiaue Varsayımsal.
hipotez is. Fr. hypothese Varsayım.
hippi is. İng. hippy Toplumsal düzene, tüketime ve şiddete karşı çıkan, derbederce yaşayan, örgütlenmemiş gençler topluluğu.
hippilik, -ği is. Hippi olma durumu.
hirfet is. Ar. hirfet esk. Kunduracılık, duvarcılık, demircilik, marangozluk, dokumacılık vb. küçük el sanatları.
his, -ssi is. Ar. hiss 1. Duygu: "Birisi duygularına, hislerine kulak verir, öteki hile ve desise seslerine ..." -B. Felek. 2. Duyu. 3. Sezgi, sezme, hissini vermek gibi gelmek, ... izlenimini uyandırmak: "Türkçe konuştuğu için bana kendi yakınlarımızdan biri hissini veren yaşlı bir garson hemen yanımıza geldi." -Y. K. Karaosmanoğlu. hislerine kapılmak duygusal davranmak: "Ona mantık ve kıyaslarını yaparken, hissine ve taassubuna kapılmamasını tavsiye edecektim." -Ö. Seyfettin.
→ hissedilmek, hissetmek, hissettirmek, hissikablelvuku, hissiselim, altıncı his, galatıhis
hisar (I) is. Ar. hişâr esk. Bir şehrin veya önemli bir yerin korunması için taştan yapılmış, yüksek duvarlı ve kuleli, çevresinde hendekler bulunan küçük kale, kermen, germen.
hisar (II) is. Ar. hişâr müz. 1. Klasik Türk müziğinde bir birleşik makam. 2. Klasik Türk müziğinde re diyez notası.
→ hisarbuselik
hisarbuselik, -ği is. müz. Klasik Türk müziğinde bir birleşik makam.
hisleniş is. Hislenme işi veya biçimi.
hislenme is. Hislenmek işi.
hislenmek (nsz) Duygulanmak.
hisli sf. Duygulu, içli: "Gayet hisli bir adam olduğundan hasretini birlikte çekmiştik." -R. H. Karay.
hisse is. Ar. hişşe 1. Pay. 2. ekon. Tutam (II). 3. mec. Bir olaydan çıkarılan ders. hisse almak 1) zarara uğramak: "İstanbul kahvelerinde bu sıkıntıdan en büyük hisseyi alan sanatkârlarımızdandır." -B. R. Eyuboğlu. 2) ders çıkarmak, (kendine) hisse çıkarmak ders almak: "Siz niçin bundan kendinize hisse çıkarmıyorsunuz?" -ö. Seyfettin. hisse kapmak bir olaydan yararlı bir öğüt çıkarmak.
→ hisseişayia, hisse senedi, kıssadan hisse, temettü hissesi
hissedar is. (hisseda:r) Ar. hişşe + Far. -dar Hissesi olan kimse, paydaş: "Hanımefendi çoğu günlerini hissedar olduğu şirkette geçiriyormuş. " -A. İlhan.
→ dış hissedar, iç hissedar
hissedilme is. Hissedilmek işi.
hissedilmek (nsz) Ar. hiss + T. edilmek 1. Hissetme işine konu olmak. 2. Sezilmek: "Bu akşam sesinde kaba ve iğrenç bir şeyden söz eder gibi, âdeta bir tiksinme hissediyordu. " -H. E. Adıvar.
hisseişayia is. (hisse'işa.yia) Ar. hişşe + şâyi'a esk. Ortak mülkiyette ayrılmamış pay.
hisseli sf. İçinde birkaç kişinin payı olan, paydaşlı, paylı.
hisse senedi is. ekon. 1. Ortaklık sermayesinin belirli bir parçasını değerlendiren belge, belgit, aksiyon. 2. Anonim veya komandit ortaklıklarda, ortaklık sermayesinin birbirine eşit bölümlere ayrılmış parçasından her birinin karşılığı olmak üzere, yasada gösterilen özelliklere uygun olarak düzenlenmiş değerli belge, belgit, aksiyon.
hissesiz sf. Hissesi olmayan.
hisset is. Ar. hisset esk. Cimrilik.
hissetme is. Hissetmek işi.
hissetmek, -der (-i) Ar. hiss + T. etmek 1. Fiziksel bir uyarıyı duymak: "Ben öyle dalmış düşünürken, omuzumda bir el hissettim. " -H. Taner. 2. Bir şeyden etkilenmek, duymak. 3. Sezmek, farkına varmak, anlamak: "Bu yıkılışın ona geldiğini hep hissediyorduk. " -F. R. Atay.
hissettirme is. Hissettirmek işi.
hissettirmek (-i, -e) Ar. hiss + T. ettirmek Hissetmesine sebep olmak, duyurmak, sezdirmek: "Hesapları araştırdığımı hissettiren bir vesikayı okuduğu zaman sarardı." -F. R. Atay.
hissî sf. (hissi:) Ar. hissi Duygusal: "Aşk, her şeyden evvel hissî bir alışkanlıktır." -Y. K. Karaosmanoğlu.
hissikablelvuku is. (hissikablelvuku:) Ar. hiss + kabl+ vuku' esk. Önsezi.
hissiselim is. (hi'ssiseltm) Ar. hiss + selim esk. Sağduyu: Hissiselimi güçlü bir kız.
hissiyat ç. is. (hissiyat) Ar. hissiyyât esk. Duygular, sezişler: "Üç senedir günü gününe hissiyatımı yazıyorum." -Ö. Seyfettin.
hissiz sf. Duygusuz: "Gösterdiği arkadaşlığa, bağlılığa karşı hissiz kalamazdı, onun boynuna sarıldı." -M. Yesari.
hissizlik, -ği is. Duygusuzluk.
histerezis is. Fr. hysteresis fiz. ve kim. Doğa olaylarının gelişmesindeki gecikme.
histeri is. Fr. hysterie tıp Duyu bozuklukları, türlü ruh karışıklıkları, çırpınma, kasılmalar ve bazen inmelerle kendini gösteren bir sinir bozukluğu, isteri.
histerik, -ği sf. Fr. hysteriaue İsteriye tutulmuş olan, isterik.
histoloji is. Fr. histologie anat. Doku bilimi.
histolojik, -ği sf. Fr. histoîogiaue anat. Doku bilimi ile ilgili.
hiş ünl. tkz. Hişt: Hiş, buraya gel!
hişt ünl. tkz. "Hey, bana bak, sana söylüyorum" anlamında bir seslenme sözü, hiş.
hit is. İng. hit Liste başı: Her şarkı hit oluyordu.
hitabe is. (hita:be) Ar. hitabe esk. Söylev: "Doktor Hikmet'e yönelmiş olmakla beraber sözleri artık umumi bir hitabe şeklini alıyordu. " -Y. K. Karaosmanoğlu.
hitaben zf. (hita:'ben) Ar. hitaben Sözü birine yönelterek, hitap yoluyla.
hitabet is. (hita:bet) Ar. hitabet Etkili söz söyleme sanatı, söz sanatı.
hitam is. (hita:m) Ar. hitâm esk. Son, bitim. hitam bulmak sona ermek, bitmek, hitam vermek bitirmek.
hitan is. (hitam) Ar. hitan esk. Sünnet etme.
hitap, -bı is. Ar. hitâb Sözü birine veya birilerine yöneltme, seslenme, hitap etmek seslenmek, ... -e karşı söylemek, söz yöneltmek: Kötü konuşuyoruz, bilhassa tanımadıklarımıza hitap ederken tamamıyla kekeliyoruz. " -B. R. Eyuboğlu.
Hitit öz. is. Fr. hittite tar. M. Ö. XX-XII. yüzyıllar arasında Anadolu'da, XII-VIII. yüzyıllar arasında Hatay ve Kuzey Suriye'de devletler kurmuş olan eski bir ulus, Eti.
Hititçe öz. is. (hiti'tçe) 1. Eti dili. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.
Hititolog, -ğu öz. is. Fr. hittitologue Eti dili, kültürü ve kalıntıları ile uğraşan bilim adamı.
Hititoloji Öz. is. Fr. hittitoîogie Eti dili ve eserlerini konu alan bilim dalı.
hiyerarşi is. Fr. hierarchie Makam sırası, basamak, derece düzeni, aşama sırası; "Emeklilik dönemlerinde bile eski askerlik hiyerarşisini sürdürürler." -H. Taner.
hiyerarşîk, -ği sf. Fr. hierarchiaue Hiyerarşiye özgü.
hiyeroglif is. Fr. hieroglyphe tar. Resim yazı.
hiza is. (hiza:) Ar. hiza' Doğru bir çizgi üzerinde bulunma durumu; "Çarşafların kenarları perdelerle bir hizada mıydı?." -M. C. Kuntay. hizaya gelmek 1) düzgün sıra olmak: "Sandallar tam bir hizaya gelince onları birbirlerine elleriyle bitiştirerek tutan kayıkçılar." -A. Ş. Hisar. 2) tkz. davranışlarını düzeltmek, yola gelmek: "Ha şöyle dedi içinden, adam ol da biraz hizaya gel." -H. Taner, hizaya getirmek birinin davranışlarını düzeltmek, yola getirmek: "Bir defada sözü, beni meslek hayatımda hizaya getiren uyarmalardan biri olmuştur." -B. R. Eyuboğlu.
hizalama is. Hizalamak işi.
hizalamak (nsz) Hizaya gelmek, hizasını bulmak.
hizip, -zbi is. Ar. hizb esk. 1. Bölük, kısım. 2. Bir topluluk, bir örgüt içinde inanç ve düşünce bakımından ayrılık gösteren yan tutmaya yönelik küçük topluluk, klik.
hizipçi is. Hizip oluşturan veya bir hizip içinde yer alan kimse, klikçi: "Gerçi Meclisimebusandaki bağımsızlarla hizipçi-ler henüz tamamıyla bu partiye mal olmamışlardı. " -Y. K. Karaosmanoğlu.
hizipçilik, -ği is. Örgütlenmiş bir topluluğun içinde bütünlüğü bozacak biçimde yeni bir topluluk oluşturma.
hizipleşme is. Hizipleşmek işi, klikleşme.
hizipleşmek (nsz) Hiziplere ayrılmak, klikleşmek.
hizmet ıs. Ak hidmet 1. Birinin işini görme veya birine yarayan bîr işi yapma: "Vatan, evladının hizmetini bekliyor." -Ö. Seyfettin. 2. Görev, iş: Askerlik hizmeti. 3. Bakım, özen, ihtimam: Bu bahçe çok hizmet ister. hizmet etmek 1) iş görmek, çahşmak; 2) mec. birinin amaçlarının gerçekleşmesini sağlamak, hizmet görmek birisinden yardım almak: "Değil kendisine hizmet etmeye, kendisinden herhangi bir hizmet görmeye bile tahammül edemeyeceği bir insana '-Ne istiyorsunuz?' demek yok." -S. F. Abasıyanık. hizmete girmek 1) çalışmaya başlamak: On lokomotif hizmete giriyor. 2) görev almak hizmeti dokunmak görevde bulunmak, iş yapmak: "Kendisine büyük hizmeti dokunmuş insanları unutmak bir toplumun yozlaştığını belgeler." -H. Taner. hizmetinde olmak birinin yanında çalışmak, işlerini yapmak.
→ hizmet akdi, hizmet eri, hizmet içi eğitim, fiilî hizmet, fiilî hizmet zammı, geri hizmet, itibari hizmet zammı, lojistik hizmet, mecburi hizmet, muvazzaf hizmet, askerlik hizmeti, kamu hizmeti, müşteri hizmeti, orta hizmeti, sağlık hizmeti, yemek hizmeti, yer hizmetleri
hizmet akdi is. huk. İş sözleşmesi.
hizmetçi is. 1. Hizmet gören kimse, 2. Belli bir ücretle ev işlerini yapmak İçin tutulan kadın: "Arkasından, kucağı paketlerle dolu hizmetçi kızla içeri giriyorlar." -Y. Z. Ortaç.
→ orta hizmetçisi
hizmetçilik, -ği is. Hizmetçinin yaptığı iş veya hizmetçi olma durumu.
hizmet eri is. ask. esk. Emir eri.
hizmet içi eğitim is. eğt. Çalışanlara mesleki bilgi ve becerilerini geliştirmeleri için çalıştıkları süre içinde verilen eğitim.
hizmetkâr is. (hizmetkâ:r) Ar. hidmet + Far. -kâr Ücretle iş gören genellikle erkek işçi, uşak: "O zamanlarda hizmetkârlar lüzumunda efendilerine hizmet etmek için âdeta yanlarında bulunurlardı." -A. Ş. Hîsar.
hizmetkârlık, -ğı is. Hizmetkârın işi, uşaklık: "Hüseyin Bey'in yanında altı ay kadar hizmetkârlık etmişti. "-Y. K. Karaosmanoğlu.
hizmetli is. Kapıcılık, odacılık vb. İşlerde kullanılan kimse, müstahdem.