hıçkırık, -ğı is. 1. Çok yemek yeme veya sinirsel bir sebeple ve istemsiz olarak diyafram kasının kasılmasıyla hava akciğerlere geçerken boğazdan çıkan ve düzgün aralıklarla tekrarlanan ses: "Heyecandan bir çocuk gibi hıçkırıklarla sarsılıyordu." -H. E. Adıvar. 2. Çok ağlandığında çıkan ses. hıçkırık tutmak sürekli olarak hıçkırmak.

hıçkırış is. Hıçkırma işi veya biçimi.

hıçkırma is. Hıçkırmak işi: "Elleriyle yüreğini bastırarak hıçkırmaya başladı." -O. Hançerlioğlu.

hıçkırmak (nsz) 1. Boğazdan hıçkırık sesi çıkarmak. 2. İçini çekerek ağlamak.

hıçkırtma is. Hıçkırtmak işi.

hıçkırtmak (-i) Hıçkırmasına sebep olmak.

Hıdırellez öz. is. Ar. hizr + ilyâs 1. Hızır ve İlyas peygamberlerin her yıl buluştuklarına inanılan 6 Mayıs günü. 2. Her yılın 6 Mayıs gününde kutlanan geleneksel bayram.

hıdiv is. (hıdi:v) Far. hidiv iar. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dan sonra Mısır valilerine verilen unvan.

hıdivlik, -ği is. 1. Hıdiv yönetimi veya makamı. 2. Hıdiv yönetimindeki ülke.

hıfız, -fzı is. Ar. hifz esk. 1. Saklama. 2. Ezberleme, akılda tutma, hıfza çalışmak Kur'an'ı ezberlemeye çalışmak.

hıfzetmek, hıfzıssıhha

hıfzetme is. Hıfzetmek işi.

hıfzetmek, -der Ar. hifz + T. etmek esk. 1. Saklamak. 2. Aklında tutmak, bellemek, ezberlemek.

hıfzıssıhha is. Ar. hifz + şihha esk. 1. Sağlıklı yaşamak için alınması gerekli önlemlerin bütünü. 2. Sağlık bilgisi, hijyen.

hık is. Hıçkınrken boğazdan çıkan ses. hık demiş (anasının veya babasının) burnundan düşmüş her durumuyla birine çok benziyor. hık tutmak hıçkırık tutmak.

hık mık

hık mık, -ğı is. Tereddüt gösterme, çekingen davranma, hık mık etmek 1) bir işten kaçınmak için bahaneler ileri sürmeye çalışmak; 2) sorulan bir soruya açık bir anlamı olmayan, belirsiz cevaplar vermek.

hıltan is. hlk. Top biçimindeki çiçekleri kuruduktan sonra sapları kürdan olarak kullanılan yabani bir bitki.

hıltar is. hlk. Davar ve sığırların boyunlarına takılan ip veya kayış.

hımbıl sf. Uyuşuk, tembel: "Zekâ olmadı mı, akıl biraz hımbıl kalıyor." -A. İlhan.

hımbıllaşma is. Hımbıllaşmak durumu.

hımbıllaşmak (nsz) Hımbıl gibi davranmak.

hımbıllık, -ğı is. Hımbıl olma durumu.

hımhım sf. 1. Sesleri genizden çıkararak konuşan (kimse): "Onu hımhım sanırsınız ama, sonradan inatçı bir nezlenin tutsağı olduğunu anlarsınız." -S. Birsel. 2. zf Sesleri genizden çıkararak: "Beni biraz hımhım konuşan fakat gözleri fıldır fıldır bir komiserin önüne götürdüler." -H. Taner.

hımhımlık, -ğı is. Hımhım olma durumu.

hımış is. hlk. Ağaç çatkıların araşma kerpiç doldurularak yapılmış duvar veya bina.

hıncahınç, -cı sf. (hı'ncahınç) 1. Dopdolu. 2. zf. Ağzına kadar, tıka basa dolu olarak: "Kaldıkları otelin karşısındaki kahve her gece hıncahınç dolu. "-N. Cumalı.

hınç, -cı is. Öç alma duygusu ile dolu öfke, kin, gayz: "Kendisini bırakıp gittiğimden dolayı uğradığı ihanetin hıncı ile pek kolay affetmeyecekti." -R. H. Karay, hınç (veya hıncını) almak öç (veya Öcünü) almak: "Fakat bu kadarcık bir mukabeleyle bütün hıncını almış değildi." -Y. K. Karaosmanoğlu. hıncını çıkarmak öç (veya öcünü) almak: "Hıncını çıkarmak için başka vesileler arıyordu." -R. N. Güntekin.

hınçlı sf. Hıncı olan, öfkeli: "Fransız General beyaz at üstünde Galata'dan geçtiği gün, tıpkı 1908 Meşrutiyeti'nin ilk günlerindeki gazete başyazıları gibi hınçlı ve öçlü idi." -F. R Atay.

hınçsız sf Hıncı olmayan, öfkesiz.

hınk is. "Karşısındakinin hareketlerini aynen taklit eden" anlamındaki hınk demiş burnundan düşmüş deyiminde geçen bir söz.

hınzır is. Ar. hinzir esk. 1. Domuz. 2. sf mec. Katı yürekli, kötü düşünen, gaddar: "Bırak beni... Şu hınzırı geberteceğim diyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 3. sf. mec. Genellikle hoşa giden bir davranışta bulunan (kimse): "Dilber'de bir kurum, bir eda. Bir de gü-zelleşti hınzır." -S. F. Abasıyanık. 4. sf. mec. Kurnaz, içten pazarlıklı olan.

hınzırca zf (hınzı'rca) Hınzır bir biçimde, kurnazca: Bir yandan karısını yatıştırmak istermiş gibi davranıyor, bir yandan hınzırca sırıtıyordu." -A. İlhan.

hınzırlaşma is. Hınzırlaşmak işi.

hınzırlaşmak (nsz) Hınzır gibi davranmak.

hınzırlık, -ğı is. 1. Hınzır olma durumu. 2. mec. Muziplik, hınzırlık etmek zarar verici, sinirlendirici, ters davranışta bulunmak.

hır is. Kavga, dalaş, hır çıkarmak kavga, gürültü çıkarmak.

hırbo sf. (hı'rbo) argo 1. İri yan (kimse). 2. Sersem, salak ve kaba saba.

hırboluk, -ğu is. Sersemlik, salaklık: "Bırak hırboluğu kirve diyor, çıkar o yenindeki zırıltıyı. " -A. İlhan.

hırçın sf 1. Belirli bir sebebi olmadan sinirlenip huysuzluk eden (kimse): "Hayriye Hanım, kırk beş yaşlarında, kara yüzlü, hırçın tavırlı, ufak tefek bir kadındı." -R. N. Güntekin. 2.Tiz, Öfkeli (ses).

hırçınlaşma is. Hırçınlaşmak işi.

hırçınlaşmak (nsz) Hırçınlık etmek, hırçın davranmak.

hırçınlık, -ğı is. Hırçın olma durumu veya hırçın davranış: "Uzun bir gezinti yaptıktan sonra bile içimdeki hırçınlık, titizlik geçmedi." -H. E. Adıvar. hırçınlık etmek (veya yapmak) huysuzluk, terslik etmek.

hırdavat ç. is. Far. hürde + Ar. -ât 1. Kilit, tel, çivi vb. metal eşya. 2, Önemsiz, ufak tefek eşya, gereksiz eşya: "Tezgâhın ardındaki raflarda defter, kâğıt, kalem, silgi ve bir sürü hırdavat." -O. Rifat.

hırdavatçı is. Hırdavat satan kimse, nalbur. hırdavatçılık, -ğı is. Hırdavatçının İşi, nalburluk.

hırgür is. Geçimsizlik, kavga: "Tiyatrocular arasında hırgür eksik olmaz, ama her şey sonunda tatlıya bağlanır, bilmez misin?." -A. İlhan, hırgür çıkarmak kavga etmek, kavga çıkarmak.

hırıldama is. Hırıldamak işi.

hırıldamak (nsz) Hırıltılı bir ses çıkarmak: Çocuğun nezlesi var, göğsü hırıldıyor:

hırıldaşma is. Hınldaşmak biçimi veya durumu.

hırıldaşmak (nsz, -le) Hırlaşmak.

hırıldayış is. Hırıldama işi veya biçimi.

hırıl hırıl zf Hırıltılı bir ses çıkararak.

hırıltı is. 1. Boğazdan herhangi bir sebeple boğuk çıkan ses: "Yavaşlayan soluk alışında hafrf hırıltı duyuluyordu." -A. Sayar. 2. Gürültüyle çıkan ses. 3. mec. Geçimsizlik, kavga: "Ölünceye kadar, hırıltı gürültü içinde mi yaşayalım?" -P. Safa.

hırıltıcı is. Geçimsizlik çıkaran, geçimsiz kimse.

hırıltılı sf. Hınltı çıkaran, hırıltısı olan: "Kapıda, çiğ boyalı bir kadın başı resmim göstererek hırıltılı bir kahkaha attı." -P. Safa.

hırıltısız sf. Hınltı çıkarmayan, hırıltısı olmayan.

hırızma is. (htrt'zma) Hızma.

hırka is. Ar. hırka 1. Önden açık, kollu, genellikle yünden üst giysisi: Bol hırkasının içinde ne kadar zavallı, hatta ne kadar gülünçtü. " -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Genellikle soğuktan korunmak için giyilen, kumaştan, bazen içi pamukla beslenmiş, ceket biçiminde giysi. 3. Dervişlerin giydikleri üst giysisi, hırkayı başına çekmek bir köşeye çekilip çevresiyle ilgisini kesmek.

hırkalı sf. Hırkası olan.

hırkasız sf Hırkası olmayan.

hırlama is. Hırlamak işi.

hırlamak (nsz) 1. Hırıltıyla ses çıkarmak. 2. Köpek, saldırmadan Önce hırıltıyla ses çıkarmak: "Köpek gözlerinin akım çıkararak yan yan baktıktan sonra pes perdeden hırladı. " -B. Felek. 3. mec. Kızgınlıkla ters konuşmak.

hırlaşma is. Hırlaşmak işi.

hırlaşmak (nsz, -le) 1. Karşılıklı hırlamak. 2. Ağız kavgasına girişmek: "Miras yüzünden babamla amcam hırlaştılar ve bir gün dövüştüler. " -H. E. Adıvar.

hırlatma is. Hırlatmak işi.

hırlatmak (-i) Hırlamasına sebep olmak.

hırlayış is. Hırlama işi veya biçimi.

hırlı sf. hlk. 1. İşinde doğru, uslu, iyi (kimse). 2. Yaramaz, şımank, kötü (kimse), hırlı mıdır, hırsız mıdır bir kimsenin ahlakı, kişiliği hakkında kuşku duyulduğunda kullanılan bir söz: Ben onu tanımıyorum, hırlı mıdır, hırsız mıdır bilmem!

hırpalama is. Hırpalamak işi: "Bağırmaya kalkınca delikanlı da gözdağı kabilinden o-nu bir parça hırpalamaya mecbur olmuş." -R. N. Güntekin.

hırpalamak (-i) 1. Örselemek. 2. Dövmek. 3. mec. İtip kakmak, azarlamak veya yıpratmak.

hırpalanış is. Hırpalama işi veya biçimi.

hırpalanma is. Hırpalanmak işi.

hırpalanmak (nsz) Hırpalama işine konu olmak veya hırpalama İşi yapılmak: "Günden güne tükeniyor, bozulup hırpalanıyordu." -R. H. Karay.

hırpalatma is. Hırpalatmak işi.

hırpalatmak (-i, -e) Hırpalanmasına sebep olmak.

hırpalayış is. Hırpalama işi veya biçimi.

hırpani sf (hırpa:ni:) Ar. hirbâni esk. Perişan kılıklı, derbeder: "Yanımıza elleri saygı ile göbeğinin altına bağlı, hırpani bîr delikanlı yanaştı." -S. F. Abasıyanık.

hırpanilik, -ği is. Hırpani olma durumu.

hırs is. Ar. hirş 1. Sonu gelmeyen istek, aşırı tutku: Para hırsı. Şöhret hırsı. 2. Öfke, kızgınlık: "Hırsımdan bazılarına tablomu bedava verdim, alın, götürün diye bağırdım." -H. C. Yalçın, hırs bürümek gözünü hırs bürümek. hırsım alamamak öfkesini yenememek. hırsım yenmek öfkelenmemek için kendini tutmak.

hırsız (I) is. Başkasının malını çalan kimse, arakçı, uğru. hırsız gibi kimseye görünmeden, gizlice, hırsıza yol göstermek birine bilmeyerek kötü bir işte yardımcı olmak.

hırsız adım, hırsız anahtarı, hırsız çekmecesi, hırsız feneri, hırsız kelepçe, hırsız yatağı, at hırsızı, deniz hırsızı

hırsız (II) is. Oltadaki asıl iğnenin yanma takılan özel iğne.

hırsız adım is. Ağır ve sessizce yürüme biçimi: "Hırsız adımlarla deniz kenarına geldi." -Ö. Seyfettin.

hırsız anahtarı is. Maymuncuk.

hırsız çekmecesi is. Çalışma masasının gizli bölmesi.

hırsız feneri is. Karşısındakini gösterip taşıyanı göstermeyecek biçimde yapılmış önü camlı fener.

hırsız kelepçe is. Ana su borusuna kaçak su alabilmek amacıyla bağlanan boru parçası.

hırsızlama sf 1. Gizlice alınan, başkasına ait: Hırsızlama eşya. 2. zf. Gizlice, kimseye sezdirmeden: "Güvertede birlikte gördük / Hırsızlama durduk dinledik." -A. İlhan.

hırsızlık, -ğı is. Çalma, arakçılık, hırsızlık etmek (veya yapmak) başkalarının parasını veya malını çalmak: "Ama beyefendi, ne hırsızlık yaptım ne de yankesicilik." -S. F. Abasıyanık.

hırsız yatağı is. 1. Hırsızların gizlendiği yer. 2. Çalınmış şeylerin saklandığı yer. 3. Hırsızların çok olduğu yer.

hırslandırma is. Hırslandırmak işi.

hırslandırmak (-i) Öfkelendirmek, kızdırmak.

hırslanış is. Hırslanma işi veya biçimi.

hırslanma is. Hırslanmak işi.

hırslanmak (nsz) Çok kızmak, öfkelenmek: "Kavgadan dönüyormuş, yüzü gözü yaralı, o kadar hırslanmış ki, altındaki katırı öldürmüş. " -H. E. Adıvar.

hırslı sf. 1. Açgözlü, muhteris. 2. Öfkeli, kızgm: "Daima hırslı, hırçın, sinirli, hislerine düşkün eniştemiz..." -A. Ş. Hisar.

hırssız sf. Hırsı olmayan.

hırt sf. argo Sersem, budala, ahmak.

hırtapoz sf. argo Sersem, aptal, şaşkın.

hırtapozluk, -ğu is. Hırtapoz olma durumu.

hırtı pırtı is. Eski püskü veya işe yaramaz, değersiz eşya.

hırtlamba sf. Perişan, derbeder kılıklı, hırtlamba gibi giyinmek gereksiz yere üst üste ve gelişigüzel giyinmek, hırtlambası çıkmak 1) perişan bir biçimde giyinmiş olmak; 2) eşya, çok eskiyip dökülür durumda olmak: Koltukların hırtlambası çıktı.

hırtlık, -ğı is. Sersemlik, budalalık, ahmaklık.

Hırvat öz. is. SI. 1. Hırvatistan Cumhuriyeti'nde yaşayan bir halk ve bu halkın soyundan olan kimse. 2. sf. Hırvatlarla ilgili, Hırvatlara özgü olan: Hırvat dili.

Hırvatça öz. is. (hırva'tça) 1. Hırvatların kullandığı Slav dili. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.

hısım is. Ar. hişm huk. 1. Soyca veya evlilik sonucu aralarında bağ bulunanlardan her biri, akraba. 2. Dede ve nineleri bir olanlardan her biri.

hısım akraba

hısım akraba is. Yakın ve uzak bütün akrabalar: Hısım akraba bir mahallede toplandılar.

hısımlık, -ğı is. Hısım olma durumu, karabet. hışıldama is. Hışıldamak işi.

hışıldamak (nsz) Hışıltılı ses çıkarmak.

hışıldatma is. Hışıldatmak işi.

hışıldatmak (-i) Hışıldamasma sebep olmak.

hışıl hışıl zf. hlk. "Hışıltı" sesi çıkararak, hışıldayarak: "Guguğumun tüyü yeşil / Gökte uçar hışıl hışıl." -Halk türküsü.

hışıltı is. Sert ve sürekli çıkan ses.

hışıltılı sf. Hışıltısı olan (ses).

hışıltısız sf. Hışıltısı olmayan.

hışım, -şmı is. Far. hişm Öfke, kızgınlık: "Hareketlerinde o eski hışım kaybolmuştu." -N. Cumalı. (birinin) hışmına uğramak (birinden) zulüm görmek.

hışımlanma is. Hışımlanmak işi.

hışımlanmak (nsz) Öfkelenmek, kızgın duruma gelmek.

hışımlı sf. Öfkeli, kızgın, sinirli: "Kadınsa bulaşıkları kurulamaya çalışır. Bir tabak düşürünce de, hışımlı bakışlara muhatap olur." -H. Taner.

hışır is. hlk. 1. Olmamış meyve. 2. sf. Taşkınlık gösteren, yaramaz (kimse): "Serde toyluk vardı a canım. Sahi ne hışırdım o zaman. İlk gençlik, sersemlik, budalalık çağı." -H. Taner. 3. sf. argo Aptal, sersem, hışırı çıkmak 1) eşya, çok hırpalanıp örselenmek; 2) insan ağır işlerle uğraşıp çok yorulmak.

hışır hışır

hışırdama is. Hışırdamak işi.

hışırdamak (nsz) Kâğıt, kumaş, kuru yaprak vb. nesneler birbirlerine sürtünürken, buruşturulurken "hışır" diye ses çıkarmak: "Tepemizdeki çınarın yaprakları ılık bir rüzgârla tatlı tatlı hışırdıyordu." -H. Taner.

hışırdatma is. Hışırdatmak işi.

hışırdatmak (-i) Hışırtı çıkartmak.

hışırdayış is. Hışırdama işi veya biçimi.

hışır hışır zf. Hışırtı çıkararak: Kâğıtları hışır hışır karıştırıyordu.

hışırlık, -ğı is. Hışır olma durumu.

hışırtı is. İnce cisimler hışırdarken çıkan ses, hışırdama sesi: "Sade dalgaların sesini veya yaprakların hışırtısını duyayım." -H. Taner.

hışırtılı sf. Hışırtısı olan.

hışırtısız sf. Hışırtısı olmayan.

hışlama is. Hışlamak biçimi veya işi.

hışlamak (nsz) Hışıldamak, "hışıltı" sesi çıkarmak.

hıyaban is. (hıya:ba:n) Far. hiyâbân esk. İki tarafı düzgün ağaçlı yol veya bulvar: "Sustu bülbüller hıyaban uykuda / Esme ey bad esme canan uykuda." -F. N. Çamlıbel.

hıyanet is. (hıyamet) Ar. hıyanet 1. Kutsal sayılan şeylere el uzatma, kötülük etme veya karşı davranma, hainlik, ihanet: "Emanete hıyanet olmaz." -Atasözü. 2. Güveni kötüye kullanma, aldatma, vefasızlık: "Hıyanetini görmediğin bir kadın hakkında fena tabirler kullanmaya hakkın yok." -P. Safa. 3. sf. Vefasız: Hıyanet, beni hiç aramıyorsun!

hıyanetlik, -ği is. hlk. Hıyanet.

hıyar (I) is. Far. hiyâr 1. bot. Kabakgillerden, uzun, iri meyveli, sürüngen, bir yıllık otsu bir bitki (Cucumis sativus). 2. bot. Bu bitkinin iri, yeşil ürünü, salatalık. 3. sf. argo Kaba saba, görgüsüz, budala.

hıyarağa, hıyarağası, hıyarşembe, acı hıyar, denizhıyarı, eşek hıyarı, Hint hıyarı, ît hıyarı, denizhıyarları

hıyar (II) is. (hıya:r) Ar. hiyâr huk. esk. Bir şeyi seçmekte veya yapıp yapmamakta özgürlük.

hakkıhıyar

hıyarağa sf. argo Görgüsüz, kaba saba, yontulmamış (kimse).

hıyarağalık, -ğı is. Hıyarağa gibi davranma.

hıyarağası is. argo Hıyarağa.

hıyarcık, -ğı is. hlk. Kasık lenf bezlerinin iltihaplanması.

hıyarcıl is. hlk. bk. hıyarcık.

hıyarlaşma is. Hıyarlaşmak işi.

hıyarlaşmak (nsz) argo Kaba saba, budalaca davranışlarda bulunmaya başlamak.

hıyarlık, -ğı is. argo Kaba saba, budalaca davranma durumu, hıyarlık etmek hıyarlaşmak.

hıyarşembe is. Far. hiyâr + çenber bot. Baklagillerden, siyah renkte olan meyvelerinin içinde çekirdeklerden başka, hekimlikte kullanılan bir öz bulunan bitki, Hint hıyarı (Cassiafıstula).

hız is. 1. Çabukluk, sürat. 2. Bir hareketten doğan güç, şiddet: "Yağmur şimdi hızım daha da arttırmıştı." -H. Taner. 3. Çaba, güç, gayret, takat. 4. fiz. Alınan yolun harcanan zamana oranı, sürat: "Hikâyede baştan sona kadar hareket ve hız olmalıdır." -F. R. Atay. hız almak atlamak için geri çekilip birdenbire fırlamak, hız vermek 1) hızım artırmak, hızlandırmak; 2) İsteklendirmek. hızını alamamak 1) hızla gidişini yavaşlatamamak; 2) öfkesini yenememek, yatışamamak; "Münakaşa tekrar eski hızını alamayarak biraz sonra söndü." -R. N. Güntekin. hızını almak 1) şiddetini yenmek, yatışmak: Fırtına hızını aldı. 2) yavaşlamak, hızını yitirmek, hızını kaybetmek (veya yitirmek) etkisini, geçerliliğini yitirmek, hükmü kalmamak: "Güneş hızını kaybedince bu yapışkan su donar, yapraklar ellenebilir, toplanabilir duruma gelir."-N. Cumalı.

hızölçer, açısal hız, ani hız, alan hızı, büyüme hızı, dalga hızı, dolanım hızı, ışık hızı, kalkınma hızı, yayılma hızı

hızar is. Far. harâs Tahta ve kereste biçmeye yarayan, elektrik ve su gücüyle çalışan büyük bıçkı.

hızarcı is. Hızar işleten, hızarla kereste biçen kimse.

hızarcılık, -ğı is. Hızarcının işi.

hızır is. Ar. hizr İşin kolaylıkla yapılmasına yardımcı olan.

Hızır öz. is. Ar. hizr Halk inanışlarına göre ölümsüzlüğe kavuşmuş olduğuna İnanılan peygamber. Hızır gibi (imdadına veya yardımına) yetişmek birinin en sıkışık bir zamanında, beklemediği biri, yardırılma yetişmek: "Ya annem ya ninem babamın çıkardığı gürültüyü işitip mutlaka Hızır gibi imdadıma yetişir." -Y. K. Karaosmanoğlu.

hızla zf. (hı'zla) Çabucak.

hızlandırılma is. Hızlandırılmak işi.

hızlandırılmak (nsz) Hız verilmek, hızı artırılmak.

hızlandırma is. Hızlandırmak işi.

hızlandırmak (-i) Hız verilmek, hızı artırılmak: "Haberleşme olanaklarının çoğalması, basının gelişmesi, bu bilinçlenmeyi hızlandırır." -O. Rifat.

hızlanış is. Hızlanma işi veya biçimi.

hızlanma is. Hızlanmak işi.

hızlanmak (nsz) Hız almak, hızı artmak: "Genç kız birdenbire hızlanmıştı." -S. F. Abasıyanık.

hızlı sf 1. Çabuk, serî, süratli: "Hızlı yürüyorlar ve birbirine hiçbir lakırtı söylemiyorlardı. " -M. Ş. Esendal. 2. zf. Güç kullanarak, şiddetle: Hızlı vurmak. 3. zf. Yüksek sesle: Hızlı konuşmak. 4. zf Çabucak 5. mec. Uçarı, çaplan, hovarda, hızlı sağanak tez geçer büyük bir hızla başlayan şeyler az sürer, hızlı yaşamak eğlenceye aşırı düşkün olarak yaşamak; "Bu hızlı yaşamaya elli iki yıl dayanabilmişti ancak!"-Y.Z. Ortaç.

hızlı akın, hızlı hızlı, hızlı hücum

hızlı akın is. sp. Basketbolda karşı tarafın toparlanmasına fırsat vermeden, paslaşarak yapılan hızlı hücum.

hızlı hızlı zf. Çabucak: "Birdenbire karar vermiş gibi merdivenleri hızlı hızlı indi." -S. F. Abasıyanık.

hızlı hücum is. sp. Hızlı akın.

hızlılık, -ğı is. Hızlı olma durumu, sürat.

hızma is. 1. Ayı, boğa vb. hayvanların dudaklarına veya burnuna geçirilen demir halka: Ayının burnuna hızma takmışlar, oynatıyorlar. 2. Burun kanadına takılan süslü, altın veya gümüş halka. 3. Küpe.

hızölçer is. İvmeölçer.