-gi bk. -gı / -gi, -gu / -gü.
gibi e. 1. ...-e benzer: "İn cin, uyanmadan denizin üstü boş gibidir." -H. Taner. 2. zf. O anda, tam o sırada, hemen arkasından: Haberi aldığı gibi yola çıktı. 3. zf. İmişçesine, benzer biçimde: "Bu sade dekor, ölümün manzarasını ulvi bir tablo gibi güzelleştirmiştir." -O. S. Orhon. 4. zf. ...-e yakışır biçimde: İnsan gibi davrandı, gibi gelmek ... sanısı vermek,... sanısı yaratmak: "Murat'a, boş, kimsesiz ahşap bina, temelinden sallanıyor gibi geldi." -K. Tahir. gibi olmak bir duruma, bir duyguya yaklaşmak: "O sırada güneş çıkar gibi olmuştu." -H. Taner, gibi yapmak imişçesine davranmak.
gibilerden zf. Benzerinden: Vururum, keserim gibilerden atıp tutmaya başladı.
gibisi sf. hlk. Benzeri: Ahmet gibisi yok. gibisine gelmek imiş gibi gelmek, sanmak: Öyle gibime geliyor ki bu işin içinden kolay çıkamayacağız, gibisine getirmek sanısı uyandırmak, sanısı vermek: Bu teklifi doğru bulmamış gibisine getirdi.
gibisinden zf. Benzerinden: Ahmet gibisinden ne beklenir!
gicişme is. Gicişmek işi veya durumu.
gicişmek (nsz) hlk. Kaşınmak, kaşıntı duymak, gidişmek.
-giç bk. -gıç/-giçvb.
gide gele zf. Aynı yere sürekli gidip gelerek.
gide gide zf. 1. Gidip dolaşarak, gezip görerek. 2. Gittikçe.
gideğen is. coğ. Göl ayağı.
gider is. 1. Bir iş için harcanan paranın bütünü, masraf: "Böylece temizleyici giderlerinden tasarruf ettiklerini sanırım." -H. Taner. 2. Binalarda ortak kullanımla ilgili atık suların merkezî kanalizasyona iletilmesini sağlayan boru hattı. 3. ekon. Gelecekte sağlanacak değerler karşılığı yapılan harcamalar.
→ cari gider, genel gider, ortak gider, yönetim gideri, yargılama giderleri
giderayak zf. Gitme anında, gitmek üzereyken: "Giderayak orada bir de resim imzalamışlar. " -H. Taner.
giderek zf. (gîde'rek) Yavaş yavaş, derece derece, gittikçe, tedricî olarak, tedricen: Giderek öyle bir durum ortaya çıktı ki...
gideren alan is. fiz. Bir demiri mıknatısladıktan sonra bunun bir noktasından çıkan indükleme akışını sıfıra indirmek için gereken şiddetteki manyetik alan.
giderici sf. 1. Yok eden: Leke giderici madde. 2. Dindiren: Ağrı giderici ilaç.
gidericilik, -ği is. Giderici olma durumu.
giderilme is. Giderilmek işi.
giderilmek (nsz) Ortadan kaldırılmak, yok edilmek.
giderme is. Gidermek işi.
gidermek (-i, -den) 1. Ortadan kaldırmak, yok etmek: "Vapur sorar, yol öğrenir, merakımızı gideririz." -S. F. Abasıyanık. 2. Dindirmek.
→ renkgideren
gidertme is. Gidertmek işi.
gidertmek (-i) Giderilmesine, ortadan kaldırılmasma yol açmak.
gidi ünl. 1. Azarlama sözü: Seni gidi seni! 2. Bir şeye duyulan özlem ve isteği belirtmek için kullanılan bir söz: Hey gidi günler hey! Hey gidi gençlik hey! 3. sf. hlk. Ahlaksız, pezevenk.
gidici sf. 1. Gitme durumunda bulunan, gitmek üzere olan, kısa süre için var olan, kalıcı karşıtı: Gidici bir müdür. 2. mec. Ölmek üzere olan: Gidici bir hasta.
gidicilik, -ği is. Gidici olma durumu.
gidiliş is. Gidilme işi veya biçimi.
gidilme is. Gidilmek işi.
gidilmek (-e) Gitme işi yapılmak: Pazar günü gezmeye gidildi. Gidilecek yerler arasında müze de vardır.
gidimli sf. man. Bir tasarımdan ötekine geçerek, çıkarımlar yaparak, bir önermeden ötekine mantıksal bir yolla ilerleyip parçalardan bütünlüğü olan bir düşünce kuran (düşünce yolu).
gidip gelme is. Gidiş dönüş: "Kâğıthane'ye gidip gelme için bu arabalara hücum ediyorlardı. " -O. C. Kaygılı.
gidiş is. 1. Gitme işi: Böyle birdenbire gidişine şaştım. 2. Gitme biçimi, tempo: Bu gidişle ancak akşama varırız. 3. mec. Tutum, durum, davranış: "Bu gidişle söyleyeceği de yok galiba!" -O. C. Kaygılı. 4. tar. Bir yere gitme, gidiş o gidiş konuşmaya konu olan kimsenin bir daha dönmediğini anlatan bir söz.
→ gidiş alayı, gidiş dönüş, gidiş geliş, bu gidişle
gidiş alayı is. tar. Padişahların saray dışı gezilere çıkmaları dolayısıyla düzenlenen tören.
gidişat is. (gidişa:t) T. gidiş + Ar. -ât çokluk yapan ek 1. Olayların durumu, işlerin gelişme biçimi. 2. Tutum, durum, davranış: "Kişilerin kim olduklarım, gidişatlarının nereye varacağını, doğru, yanlış hareketlerindeki sorumluluk derecelerini iyi biliyor." -N. Cumalı.
gidiş dönüş is. Gitme ve gelme (veya dönme): Otobüs biletimi gidiş dönüş aldım.
gidiş geliş is. Trafik, seyrüsefer.
gidişme is. Gidişmek işi.
gidişmek (nsz) hlk. Kaşıntı duymak, kaşınmak, gicişmek.
gidon is. Fr. guidon 1. Yönelteç: "Ne tarafa doğru meyil varsa, gidonu o tarafa kıracaksınız ki, bisiklet doğrulsun!" -B. Felek. 2. den. Komodorlara özgü çıması çatal biçiminde kesilmiş sancak, fors.
-gil hlk. 1. Bir adın sonuna eklenerek "soy, aile" kavramı veren bir ek: Ayşegile gitti. Anasıgile gitmiş. 2. Çokluk eki -1er ile birlikte hayvan ve bitki familyalarını bildiren isimler yapan ek: kedi-gil-ler, bakla-gil-ler vb.
gilaburu is. bot. İki çeneklilerden, Kuzey ve Orta Anadolu'da yetişen, beyaz renkli çiçekler açan, kırmızı renkli meyvesinden meyve suyu elde edilen, 2-4 m yükseklikte bir ağaççık (Viburnum opulus).
-gin bk. -gın/-gin vb.
gine zf hlk. Gene, yine.
Gineli öz. is. Gine halkından olan kimse.
ginseng is. bot. Çin, Japonya, Kore vb. Uzak Doğu ülkelerinde yetişen, geleneksel tedavilerde kullanılan, kazık köklü, otsu ve çok yıllık bir bitki (Panax ginseng).
giranbaha sf (gira:nbaha:) Far. girân + bahâ esk. Pahada ağır, değerli: "İçi ve dışı nice giranbaha avizelerle süslendi ve aydınlatıldı." -S. Birsel.
giray is. Moğ. kerey tar. Kırım hanlarına ve han ailesinden olan prenslere verilen unvan.
girdap, -bı is. (girda.p) Far. girdâb 1. coğ. Bir engelle karşılaşan su veya hava akıntısının dönerek ve çukurlaşarak yaptığı çevrinti, ters akıntıların oluşturduğu dönme, eğrim, çevri, burgaç, anafor. 2. mec. Tehlikeli yer veya durum: "Biz, aksiyonu olmayan teorilerin girdaplarında boğulmuşuzdur." -A. İlhan.
girdi is. tic. Bir üretimde yararlanılan para, gereç ve iş gücü, çıktı karşıtı: "Devlet işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır." -Anayasa.
→ girdisi çıktısı
girdisi çıktısı is. 1. Bilinmeyen karışık yönler, ayrıntılar: "Tatlı konuşma yeteneğinin arkasında bütün girdisi çıktısı ile çok iyi bildiği ve kullandığı İstanbul Türkçesi vardı." -H. Taner. 2. Bir üretimde yararlanılan para, gereç ve iş gücü.
giren is. hlk. Hafif bulutlu, sisli hava.
girenleme is. Girenlemek işi veya durumu.
girenlemek (nsz) Hava bulutlanmak, serinlemek.
girgin sf. Herkesle çabucak yakınlık kurarak işini yürütebilen, pısırık karşıtı: "Kara kaş, kurnaz, girgin bir kadındı." -R. N. Güntekin.
girginlik, -ği is. Girgin olma durumu.
girift sf. Far. girift 1. Birbirinin İçine girip karışmış, girişik, çapraşık. 2. Güzel yazı sanatında boş yer bırakmayacak biçimde iç içe istif edilmiş (yazı). 3. is. müz. esk. Klasik Türk müziğinde kullanılmış, neye benzer bir çalgı.
giriftar sf (girifta:r) Far. giriftar esk. Tutulmuş, yakalanmış, giriftar olmak yakalanmak, tutuklanmak: Amansız bir derde giriftar olmuş.
girifttik, -ği is. Girift olma durumu: "Bin türlü giriftliklerle akıp giden bugünkü ahval ve şeraiti yarın ihya etmek kabil midir?" -H. C. Yalçın.
giriftzen is. Far. giriftzen müz. esk. Girift çalan kimse.
giriliş is. Girilme işi veya biçimi.
girilme is. Girilmek işi.
girilmek (-e) Girme işi yapılmak.
girim is. Girme işi.
girimlik, -ği is. Bir yere girmek hakkını gösteren kâğıt, giriş kartı, duhuliye kartı.
girinti is. Düz bir yüzeyde bulunan içeri girmiş bölüm.
girintili sf. Girintisi olan.
→ girintili çıkıntılı
girintili çıkıntılı sf. Düz veya düzgün olmayıp girinti ve çıkıntıları olan.
girintisiz sf. Girintisi olmayan.
→ girintisiz çıkıntısız
girintisiz çıkıntısız sf. Düzgün, dümdüz.
giriş is. 1. Girme işi veya biçimi: "Fakülteye her girişimde ilk selamlaştığım o olurdu." -H. Taner. 2. Bir yapıda içeri geçilen yer, methal, antre: Evin girişi pek dar. 3. ed. Bir eserin konusunu tanıtarak kolay kavranmasını sağlayan, ön sözden sonra yer alan bölüm, methal. 4. Bir anlatımda gelişme bölümüne hazırlık yapmayı sağlayan bölüm, girizgâh. 5. Bir bilime hazırlık amacıyla yazılan eser: Dil bilimine giriş. 6. müz. Bir müzik parçasında baştaki bölüm, methal.
→ giriş işlemi, giriş kapısı, giriş kartı, giriş katı, giriş ücreti
girişik, -ği sf. Birbirinin içine girmiş, karışmış olan, girift.
→ girişik bezeme, girişik cümle, girişik tamlama
girişik bezeme is. mim. Kıvrılarak birbirinin İçine geçerek uzayıp giden, yapraklı dalları andıran geometrik görünüşte birtakım biçimlerden oluşmuş bezeme çizgileri, girift tezyinat, arabesk.
girişik cümle is. dbl. Bir görüşe göre, bir temel cümle ile bir veya birkaç fiilimsiden kurulan cümle, mudil cümle: Koşarak geldi. Öğrenciler sabahleyin koşa koşa okula gidiyorlardı gibi.
girişik tamlama is. dbl. İçinde tümleç, sıfat tamlaması veya zarf bulunan tamlama: Alî'nin eve gelmesi gibi.
girişilme is. Girişilmek işi.
girişilmek (-e) Girişme işi yapılmak.
girişim is. 1. Bir işe girişme, teşebbüs: "Bu yeni öğrendikleri girişim birçok bakımdan düşündürücü ve karanlık görünüyordu." -T. Buğra. 2. fiz. İki veya daha çok dalga hareketinin, aynı noktaya aynı anda gelmesiyle birbirini yok edebilmesi veya kuvvetlendirebilmesi olayı: Işık girişimi. Ses girişimi. Su dalgalarının girişimi, girişimde bulunmak davranmak, teşebbüs etmek: "Mahmut Bey'in adamlarım kendi taraflarına çekmek için her türlü girişimde bulunmuşlardı." -H. E. Adıvar.
→ girişimölçer, girişim ölçme, özel girişim
girişimci is. 1. Üretim için bir işe girişen, kalkışan kimse, müteşebbis. 2. Ticaret, endüstri vb. alanlarda sermaye koyarak girişimde bulunan kimse, müteşebbis.
→ özel girişimci
girişimcilik, -ği is. Girişimci olma durumu.
→ özel girişimcilik
girişimölçer is. Işık girişim saçaklarını uzaktan ölçmeye yarayan araç, interferometre.
girişim ölçme is. fiz. İki veya daha fazla dalga hareketini ölçme işi.
girişimsel sf. 1. Girişimle ilgili. 2. is. tıp Kapalı olan damarları özellikle kalp damarlarını açmak, sten takmak vb. tedavilerde iğne ile yapılan işlem biçimi.
giriş işlemi is. Otel veya uçak defterine kaydolma.
giriş kapısı is. Yapılarda İçeri girmek için kullanılan kapı: "Nevin giriş kapısını yavaşça kapadı, sokağa fırladı." -S. F. Abasıyanık.
giriş kartı is. Bir kuruluşa, bir toplantıya veya bir spor karşılaşmasına serbestçe girebilme olanağı sağlayan belge.
giriş katı is. Toprak düzeyinde olan kat, yer katı, zemin katı.
girişken sf. Kendi kendine iş, uğraş yaratabilen, bir işe hiç çekinmeden girebilen, başkalarıyla kolayca ilişki kurabilen.
girişkenlik, -ği is. Girişken olma durumu: "Üstelik çekingenliğin de kaybolmuş, hatta sokulganlığı aşarak girişkenlik derecesini bulmuştu." -T. Buğra.
girişlik, -ği is. Bir başka söze yol açmak için söylenen söz, girizgâh.
girişme is. Girişmek işi, teşebbüs.
girişmek (-e) 1. Bir işe, bir şeye başlamak için hazırlık yapmak, ele almak, teşebbüs etmek: "Erkek arkadaşları ile sosyal nizam üzerinde sonu gelmeyen tartışmalara girişirdi." -H. Taner. 2. Kalkışmak. 3. mec. Dövmeye başlamak, (birbirine) girişmek 1) birbirine karışmak; 2) mec. kavgaya tutuşmak.
giriş ücreti is. Tiyatro, sinema, stadyum vb. yerlere girmek için ödenen ücret, girmelik, duhuliye: "Parklarını bir giriş ücreti karşılığı halka açmakla bakım masraflarım çıkarmaya uğraşmaktadırlar." -F. R. Atay.
Girit kekiği is. bot. Girit adasında yetişen, beyaz tüylü, pembe çiçekli ve çok yıllık bir bitki (Origanum dictamnus).
Giritli öz. is. Girit adası halkından olan kimse.
girizgâh is. (girizgâh) Far. gürizgâh esk. Girişlik, giriş: "Bu münasebetle bir girizgâh açarak diyebiliriz ki..." -Y. K. Beyatlı.
girme is. Girmek işi.
→ koltuğa girme
girmek (-e) 1. Dışandan içeriye geçmek: "İçeri girdiklerinde birinci film çoktan başlamıştı. " -H. Taner. 2. Sığmak: Elim bu eldivene girmiyor. 3. Yer almak, katılmak, iltihak etmek: O da aramıza girdi. "Bugün edebiyat imtihanına girdim." -Y. Z. Ortaç. 4. Almak, fethetmek: "Ordularımız İstanbul'a girdiler." -M. Ş. Esendal. 5. İncelemek, ayrıntılara İnmek. 6. Girişmek, başlamak: "Kaçırdım gene ipin ucunu, bir türlü konuya giremiyorum." -N. Ataç. 7. Bulaşmak: Koyunlara kelebek hastalığı girdi. 8. (nsz) Zaman anlamlı kavramlar için gelmek: İlkbahar girdi. 9. Ağrı, sancı başlamak, saplanmak. 10. Yeni bir duruma geçmek, dönüşmek: "Göğün morlaşan kenarı eriyor, menekşe rengine giriyordu." -Ö. Seyfettin. 11. İyice anlamak, iyice bilmek. 12. Kavgaya tutuşmak. 13. Başlamak. 14. Erişmek, ulaşmak: Yirmisine girdi. 15. Bir şeyin yapımında, birleşiminde yer almak. 16. Yazılmak, başlamak: Okula girdi. 17. Yemek yemek, girecek delik aramak 1) saklanmak; 2) saklanmak istemek, girip çıkmak 1) az kalmak üzere uğramak; 2) bir yere sık sık gelmek: Onun yanımızdaki eve girip çıktığını görürdük.
girmelik, -ği is. hlk. Giriş ücreti.
gişe is. Fr. guichet İstasyon, sinema, banka, mağaza ve bazı giriş kapılarında bilet veya para alıp verilen, çoğu küçük pencere biçiminde olan yer: "Gişeden biletlerimizi alarak büyükşehrin bahçesini geziyoruz." -A. Haşim.
→ kapalı gişe
gitar is. Fr. guitare muz. Genellikle altı telli, telleri iki parmak arasında çekilerek çalınan bir çalgı.
gitarcı is. Gitar çalan kimse.
gitarcılık, -ğı is. Gitarcı olma durumu.
gitarist is. Fr. guitariste Gitarcı.
gitgide zf. Zaman ilerledikçe, giderek, gittikçe, ileride: "Adem Ağaya gitgide bir çekingenlik geldi. " -F. R. Atay.
gitme is. Gitmek işi.
gitmek, -der (-den, -e) 1. Bir yere doğru yönelmek: "Yol yaptırmaktan maksat, insanların gitmek istedikleri yere, güvenle, rahatça gidip gelmelerini sağlamaktır." -N. Cumalı. 2. (-e) Bir yerden veya bir işten ayrılmak. 3. Çıkmak, ulaşmak: Bu yol nereye gider? 4. Belli bir amaçla bir yere devam etmek veya bir işle uğraşmak: Her gün çalışmaya gidiyor. 5. Sürmek, devam etmek: "Ama böyle giderse, Allah hemen sonunu hayırlara tebdil etsin." -M. Ş. Esendal. 6. Yakışmak, yaraşmak: Bu renk ona gitmedi. 7. Tüketilmek, harcanmak: "Eline geçen paranın çoğu da İstanbul'da çoluğa çocuğa gidiyor." -M. Ş. Esendal. 8. (-e, nsz) Götürülmek, gönderilmek: Haber daha yeni gitti. Mektup postaya gitti. 9. (-e, nsz) Yeter olmak, yetmek, yetişmek: iki ton kömür üç ay gider. 10. (nsz) Yürümek, yol almak: Bu at iyi gider. 11. (nsz) Dayanmak: Bu giysi iki yıl gider. 12. Geçmek: Yaz gitti, kış geldi. 13. Herhangi bir durumda olmak: Yolculuk iyi gidiyor. Bakalım bu iş nasıl gidecek? 14. Yok olmak, elden çıkmak: "Gemiler ve saray hepsi gitti." -F. R. Atay. 15. Ölmek: "Ben giderim adım kalır / Dostlar beni hatırlasın." -Aşık Veysel. 16. Başvurmak, yapmak: Mahkemeye gitmek. 17. Bir şey zarar görmüş olmak: Duvarın boyası gitmiş. 18. Makine, işlemek, çalışmak: Bu saat iyi gidiyor. 19. Satılmak: "Altın kaçtan gidiyor?" -S. F. Abasıyanık. 20. Yapmak: Para ayarlamasına gitmek. 21. mec. Bir duruma, bir sonuca ulaşmak, varmak: Bu işin sonu nereye gider. 22. dbl. değerlendirmek, saymak, karşılamak: Bu iş hoşuma gitmedi, tuhafıma gitti, gitsin! emir kiplerinden sonra gelerek buyrulan işin yapılmasından sorunun kapanması istendiğini anlatan bir söz: Bu parayı verelim gitsin. İmzanı atıver gitsin. gitti geçmiş zaman kipindeki fiillerden sonra gelerek istenmeyen bir şeyin yapıldığını, yapılacağını, istenen bir şeyin olmadığını veya olmayacağını anlatan bir söz: "Çolak Mehmet adında birini kapının arkasında ölmüş buldular, ancak sayılan bir adam değildi, gömdüler gitti." -M. Ş. Esendal. gitti de geldi yaşayabileceğinden umut kesilecek kadar ağır hastalık geçirip de İyi olanlar için söylenen bir söz. gitti gider (dahi gider) söz konusu olan şeyin bir daha gelmeyeceğini, ele geçmeyeceğini anlatan bir söz.
→ gide gele, gide gide, gitgide
gittikçe zf. (gitti'kçe) Zaman ilerledikçe, gitgide, giderek: "Maarif Müdürünün zihni gittikçe karışıyordu." -R. N. Güntekin.
giydirici is. sin. ve TV 1. Stüdyolarda baş kadın oyuncuların giyimine yardım eden kimse, gardıropçu. 2. tiy. Oyuncuların giysilerini giydiren kimse, gardıropçu.
giydirilme is. Giydirilmek işi.
giydirilmek (-e) Giydirme işi yapılmak: "O-daya, piyade zabiti gibi giydirilmiş küçük bir çocuk girdi." -M. Ş. Esendal.
giydiriş is. Giydirme işi veya biçimi.
giydirme is. Giydirmek işi.
giydirmek (-i, -e) 1. Giyme işini yaptırmak: "Derhâl hamama soktu, sırtına temiz bir elbise giydirip huzura çıkardı." -H. Taner. 2. mec. Ağır sözler söylemek, hakaret etmek. giydirip kuşatmak temiz, yeni giysilerle donatmak: "O da kendisinden yirmi yaş küçük arabacısını sevmiş, nikâhla varmış, bu arabacıyı giydirip kuşatmış, âlâ bir bey yapmıştı."-Ö. Seyfettin.
giyecek, -ği is. Giysi.
giyiliş is. Giyilme işi veya biçimi.
giyilme is. Giyilmek işi.
giyilmek (nsz) Giyme işi yapılmak.
giyim is. 1. Giyme işi. 2. Giyme biçimi: "Sonunda giyiminden garsonların başı olduğu anlaşılan biri yaklaştı." -Ç. Altan. 3. Giysi.
→ giyimevi, giyim kuşam, hazır giyim, iç giyim
giyimevi is. Her türlü giysi satan dükkân veya mağaza, konfeksiyon mağazası.
giyim kuşam is. Üst baş: "Giyime kuşama para harcamazdı." -Y. Z. Ortaç, giyimi kuşamı yerinde temiz ve özenli giyinmiş.
giyimli sf. Giyinmiş, giyinik: "... sevimli ve gösterişsiz olmakla beraber temiz giyimli idi."-A. Ş. Hisar.
→ giyimli kuşamlı
giyimli kuşamlı sf. Temiz ve özenle giyinmiş (kimse).
giyinik, -ği sf. Giyinmiş olan: "Yarınlara güvenen sımsıkı giyinik / Gövdelerde eğreti / En süslü giysiler." -B. Necatigil.
giyiniş is. Giyinme İşi veya biçimi: "Giyinişi, davranışları, konuşması ile yazdıklarına benzeyerek yaşadı." -N. Cumalı.
giyinme is. Giyinmek işi.
giyinmek (nsz, -i) 1. Kendi üzerine giymek: "Koltukta çok mükellef giyinmiş ve çok güzel bir kadın oturuyor." -P. Safa. 2. (-den, -de) Giysiyi belli bir yerden almak veya belli bir yerde diktirmek: "Hepsi terzi Mir'de giyinirlerdi. " -Ö. Seyfettin. 3. (-e) mec. Ağır bir söze veya davranışa, sesini çıkarmadan içerlemek, giyinip kuşanmak özenle giyinmek: "Kocam bana karşı iyi davranıyor, benim de şık kadınlar gibi giyinip kuşanmamı, boyanmamı istiyordu." -M. Ş. Esendal.
giyiş is. Giyme işi veya biçimi.
giyit, -di is. hlk. Giysi.
giyme is. Giymek işi.
→ taç giyme töreni
giymek, -er (-i, -e) 1. Örtünüp korunmak için bir şeyi vücuduna geçirmek: "Kapalı çarşı zevkine göre alafranga sayılabilecek bir entari giymişti." -O. V. Kanık. 2. mec. Ağır söz veya hakareti, küçültücü davranışı ses çıkarmadan dinlemek: Biri ağzına geleni söyledi, öbürü de güzelce giydi, giydiği yakışırken eller bakışırken gençken, güzelken.
giyotin is. Fr. guillotine esk. Fransa'da ölüm cezasına çarptırılanların başını kesmek için kullanılan araç.
giysi is. Her türlü giyim eşyası, giyecek, elbise, libas, urba: "Hanımlar, tatil köylerinde son moda giysiler giyiyorlar." -Ç. Altan.
→ açık giysi, resmî giysi
giz (I) is. Sır: "O gün çözer gibi olmuştu Kütahya çinilerindeki dipdiri renklerin gizini." -N. Cumalı.
giz (II) is. den. Yelken gemilerinde mizana direği denilen kıç direkte eğik duran bayrak sereni.
gizem is.fel. Sır.
gizemci is. Gizemcilik düşünceleri taşıyan kimse, mistik.
gizemcilik, -ği is. fel. Aklın yetmediği alanlarda ve özellikle Tanrı kavramında, gerçeğe gönül yoluyla veya bir irade zorlayışıyla ulaşılabileceğini kabul eden felsefe ve din öğretisi, mistisizm.
→ İslam gizemciliği
gizemli sf. Gizem niteliğinde olan veya içinde gizem bulunan, esrarengiz.
gizemsel sf. Gizemle ilgili, gizeme İlişkin, mistik.
gizemsellik, -ği is. Gizemsel olma durumu. gizil sf. Gizli kalmış, henüz varlığı ortaya çıkmamış olan, potansiyel.
→ gizil güç
gizil güç, -cü is, 1. Henüz yapılmış değil de güç olarak var olan, gerçekleşmeyen ancak gerçekleşebilecek olan, imkân durumunda olan, saklı olan güç, potansiyel: Yüksekte tutuları bir taştaki gizil güç, taş bırakılınca mekanik bir güç durumunda ortaya çıkar. 2. fiz. Bir iletkenin herhangi iki noktası arasında bir elektrik akımının ortaya çıkmasına yol açan güç, potansiyel.
gizleme is. Gizlemek işi.
gizlemek (-i, -den) 1. Saklamak, görünmeyecek, belli olmayacak bir yere veya bir duruma koymak: Siperleri çalılarla örterek uçaklardan gizlediler. 2. Bilerek ve isteyerek bir olguyu haber vermemek: "Bu işi babasından gizlemiş ama, ablasına açmıştır." -H. Taner.
gizlenilme is. Gizlenilmek işi.
gizlenilmek 1. Gizlenme işi yapılmak, saklanmak: Böyle açık yerde nasıl gizlenilir? 2. (nsz, -den) Gizli tutulmak: Durum bizden gizlenildi.
gizleniş is. Gizlenme işi veya biçimi.
gizlenme is. Gizlenmek işi veya durumu.
gizlenmek (-e) 1. Kendi kendini gizlemek, saklanmak: Çalıların arkasına gizlendi. 2. (-den) Gizlenilmek, gizli tutulmak: Bu iş ondan gizlendi.
gizletme is. Gizletmek işi.
gizletmek (-i) Gizleme işini yaptırmak.
gizleyiş is. Gizleme işi veya biçimi.
gizli sf 1. Görünmez, belli olmaz bir durumda olan, edimsel karşıtı: Gizli kapı. Gizli çekmece. 2. Başkalarından saklanan, duyurulmayan, saklı kalan, mahrem, mestur: "İki komutan arasında o gün gizli bir anlaşma yapıldığı söylentisi çıkmıştı." -H. Taner. 3. Niteliği anlaşılmayan, bilinmeyen: Gizli kuvvetler. 4. zf. Saklı olarak, saklayarak: "Mektubu senden gizli posta kutusuna attım." -M. Yesari. (bir şeyi) gizli tutmak başkalarına duyurmamak, saklamak.
→ gizli celse, gizli cemiyet, gizli dernek, gizli dil, gizli din, gizli duruşma, gizli kapaklı, gizli oturum, gizli oy, gizli polis, gizli servis, gizli sıtma, gizli şeker, gizli yama, gizliden gizliye
gizlice zf. (gizli'ce, gi'zlice) Kimseye göstermeden, kimseye belli etmeksizin, gizli olarak: Gizlice muhalefete kalktı mı, dikkat etmeliyiz."-O. S. Orhon.
gizli celse is. huk. Gizli duruşma.
gizli cemiyet is.' Gizli örgüt, illegal kurulmuş cemiyet.
gizlicilik, -ği is. Özellikle ruhlar dünyasıyla ve evrenin bilinmeyen güçleriyle ilgili bilgi dünyasına dayalı çeşitli kuramlar, uygulamalar ve ayinler için kullanılan genel ad, okültizm.
gizliden gizliye zf. Kimsenin haberi olmadan, kimseye haber vermeden, el altından, kimseye duyurmadan, gizlice: "Gizliden gizliye bu türküyü mırıldanarak saplara tırpan sallıyorlardı." -R. Enis.
gizli dernek, -ği is. Belli sayıda kişilerin illegal faaliyetleri sürdürmek amacıyla kurdukları dernek.
gizli dil is. Bazı kişilerin başkalarının anlamadığı ve sadece kendilerinin özel anlamlarını bildiği kelimelerle konuştuğu dil.
gizli din is. din b. İnanılan kurallarının hiç kimseye açıklanmadığı, sır gibi saklanan din. gizli din taşımak din veya inancını kimseye bildirmemek.
gizli duruşma is. huk. Adliyede, sadece izinli veya görevli olanların katılabildiği, kamuya kapalı duruşma, gizli celse.
gizli kapaklı sf. 1. Başkalarına duyurulmayan, kimseye haber verilmeyerek yapılan (iş): Bizim gizli kapaklı İşimiz yok. 2, Açık, anlaşılır olmayan (söz, konuşma): "Savcı, Kâmil Bey'in gizli kapaklı izahatından sonra elini kaldırdı..." -A. Gündüz.
gizlilik, -ği is. Gizli olma durumu, mahremiyet: Bu işin gizliliği kalmadı.
gizli oturum is. Genellikle ilgililerden başkasının katılmasına, dinlemesine İzin verilmeyen toplantı: "Konu, Meclis'in bir gizli oturumunda ele alınmıştı." -T. Buğra.
gizli oy is. Bir işlemin herhangi bir kurulun oyuna bağlı olması durumunda oy verecek olanların oylarını gizli olarak vermeleri yöntemi.
gizli polis is. 1. Millî Emniyet Teşkilatı görevlisi. 2. Ajan, sivil güvenlik görevlisi.
gizli servis is. İstihbarat servisi: "Gizli serviste çalıştığı için de acemisi değildir." -R. H. Karay.
gizli sıtma is. 1. Kendini belli etmeyen sıtma. 2. mec. Gizlice kötülük eden kimse.
gizli şeker is. tıp Henüz teşhisi konulmamış veya yüksek düzeyde seyretmeyen şeker hastalığı.
gizli yama is. Gözle görülemeyecek kadar özenle yapılmış yama.