ez

eza is. (eza:) Ar. eza' Üzme, sıkıntı verme, üzgü: "Gün geçtikçe içimde anlaşılmaz bir eza uyanmaya başlamıştı." -R. N. Güntekin.

eza cefa

eza cefa is. (eza: cefa:) Baskı ve zulüm.

ezan is. (-za:ni) Ar. ezan din b. Müslümanlıkta namaz vaktini bildirmek için müezzinin yüksek sesle yaptığı çağrı: "Emirgân Camiinden yankılanan sabah ezanını duydular. " -A. ilhan.

ezan saati, ezan vakti, akşam ezanı, ikindi ezanı, öğle ezanı, sabah ezanı, yatsı ezanı

ezancı is. Ezan okuyan kimse, müezzin: "Han kulesinden ezancı sabah ezanım okurken hancı usulca odasına girdi." -N. Araz.

ezani sf. (eza:ni:) Ar. ezani esk. Ezanla ilgili.

ezani saat

ezani saat, -ti is. Güneşin batışında 12'yi gösterecek biçimde ayarlanan saat: "Yurdumuz, Yenicami duvarındaki ezani saat ayarı ile işleyen nice alaturka saatlerle dolu." -H.Taner.

ezan saati is. Ezan vakti.

ezansız sf. Ezan okunmayan, ezanı olmayan: "Minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, Frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlamayacaklar!" -Y. K. Beyatlı.

ezan vakti is. din b. Ezan okunma zamanı:"Ezan vakti olduğu için burada ak sakallı bir kahveciden başka kimse görünmüyordu." -R. N. Güntekin.

ezber is. Far. ez + ber 1. Bir metni veya bir sözü eksiksiz tekrarlayabilecek biçimde akılda tutma. 2. Ezberleme ve akılda tutma yeteneği. 3. esk. Ezber edilecek ders. ezber bozmak sahip olduğu önceki düşüncesini artık dile getirmez olmak, ezber etmek ezberleyerek akılda tutmak, ezber okumak bir metni veya sözü herhangi bir yere bakmadan bellekte kalan biçimiyle söylemek. ezberinde olmak aklında tutmuş olmak: "En az yirmi şiiri ezberimdeydi." -N. Cumalı.

ezberci is. Dersini veya herhangi bir konuyu anlamadan kelime kelime belleğinde tutan kimse.

ezbercilik, -ği is. Ezberci olma durumu: "Farkına varmadan ezbercilikten kurtulup aktif araştırıcı olmuşsunuz." -H. Taner.

ezberden zf. (e'zberden) Ezberlenmiş biçimde, ezbere: "Sen konuşurken niçin iki yana da sallanıyorsun? Söyleyeceğim sözleri ezberden mi okuyorsun?" -M. Ş. Esendal. ezberden yapmak bir yere bakmadan bellekte kalan biçimiyle okumak veya söylemek.

ezbere zf. (e'zbere) 1. Ezberleyerek, bir yerden okumayarak, bir yere bakmayarak: "Siz piyesi âdeta ezbere biliyorsunuz." -P. Safa. 2. mec. Aslını, gerçeğini anlamadan, bilmeden, düşünmeden, İncelemeden: Sen bunu ezbere söylüyorsun, ezbere almak dikkat etmeden satın almak, ezbere anlatmak okunan bir şeyi olduğu gibi, bozmadan anlatmak. (bir yeri) ezbere bilmek o yerin her yanını iyice bilmek: "Buraların altını ezbere bilirim, ezbere." -S. F. Abasıyanık. ezbere iş görmek incelemeden gelişigüzel yapmak, ezbere konuşmak bilmeden, aslını arayıp sormadan konuşmak, ezbere yapmak 1) ezberden yapmak; 2) model veya doğa karşısında durmayarak fikirden tasavvur ve tahayyül suretiyle resim yapmak.

ezberleme is. Ezberlemek işi.

ezberlemek (-i) Bir şeyi olduğu gibi akılda tutmak, ezber etmek, hıfzetmek: "Bunları üşenmeden okuyor, not ediyor, hatta ezberliyor, böylelikle kendi kendimi yetiştirdiğime inanıyordum." -R. N. Güntekin.

ezberlenme is. Ezberlenmek işi.

ezberlenmek (nsz) Ezberleme işi yapılmak.

ezberletme is. Ezberletmek işi.

ezberletmek (-i) Ezberlemesini sağlamak.

ezberlettirme is. Ezberlettirmek işi.

ezberlettirmek (nsz) Ezberleme işi yaptırmak.

ezberleyiş is. Ezberleme işi veya biçimi.

ezcümle zf. (e'zcümle) Far. ez + Ar. cümle esk. 1. Kısaca, özet olarak, özetle. 2. Başlıca, belli başlı olarak, esas olarak: Başkan ezcümle şunları söyledi...

ezdirme is. Ezdirmek işi.

ezdirmek (-i, -e) Ezme işini yaptırmak.

ezdirtme is. Ezdirtmek işi.

ezdirtmek (-i, -e) Ezdirme İşini yaptırmak.

ezel is. Ar. ezel Başlangıcı belli olmayan zaman, öncesizlik: "Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım." -M. A. Ersoy.

ezel ebet

ezel ebet zf. 1. Ezelden ebede kadar, ebediyen. 2. Öncesiz sonrasız bir biçimde.

ezelî sf. (ezeli:) Ar. ezeli 1. Öncesiz: "Bu, Türk'ün ezelî meziyeti olan misilsiz bir vefakârlıktı." -F. F. Tülbentçi. 2. mec. Eski: "Bu kitap ezelî bir imkânsızlığı anlatıyor." -P. Safa.

ezelî rekabet

ezelî rekabet is. (ezelî: rekabet) Kişi, kurum veya takımlar arasında süregelen çekişme.

ezelî takdir is. Yazgı.

ezgi is. 1. müz. Belli bir kurallara göre düzenlenmiş, kulağa hoş gelen ses dizisi, haz, nağme, melodi: "Pir Sultan ağzından bir ezgi okuyup tüm yürekleri kendine bağladı." -K. Bilbaşar. 2. müz. Bir müzik parçasında baştan sona kadar belirli yerlerde tekrarlanan ses dizisi. 3. mec. Kulağa hoş gelen ses veya söz dizisi. 4. mec. Gidiş, yol, tarz, tempo: Bundan böyle aynı ezgide sürüp gidemez. 5. hlk. Üzüntü, sıkıntı.

ağır ezgi

ezgiç, -ci is. Boyaları ezmeye yarayan demir veya porselen alet.

ezgilenme is. Ezgilenmek durumu.

ezgilenmek (nsz) Ezgi özelliğini kazanmak.

ezgileşme is. Ezgileşmek işi.

ezgileşmek (nsz) Ezgi durumuna gelmek.

ezgileştirme is. Ezgileştirmek işi.

ezgileştirmek (-i) Ezgileşme işini yaptırmak.

ezgili sf. Ezgisi olan, melodik.

ezgin sf. hlk. 1. Paraca durumu bozuk olan (kimse). 2. Çok cefa görmüş (kimse): "E-mir, hüküm altında yetişmiş bir sığıntı olduğunu çekingen, ezgin tavrıyla daima belli ederdi." -R. H. Karay. 3. Çürük, ezik (meyve). 4. mec. Üzüntü veren: "Bir gece önce çadırın kenarında dinlediğimiz o ezgin, baygın nağmeyi tutturdu." -O. C. Kaygılı.

ezgince sf. (ezgi'nce) 1. Ezgin bir biçimde olan: Münir, ezgince bir suratla: - Ne yapayım efendibabacığım, geçinme derdi bu." -H. R. Gürpınar. 2. zf. Ezgin bir biçimde.

ezginlik, -ği is. 1. Ezgin olma durumu. 2. Açlık duygusunu andıran bir tedirginlik: "İçine ezginlik veren heyecanla, balkon kapısının yanındaki koltuğa oturdu." -C. Uçuk. 3. Üzüntü, sıkıntı: "Alacaklı değil, borçlu ezginliği vardı içimde." -Y. Z. Ortaç.

ezgisel sf. Ezgiye özgü.

ezici is. 1. Ezme işini yapan kimse veya şey. 2. sf. Yıpratıcı, bunaltıcı, sıkıntılı: "Hep ağır, ezici, sıkıntılı şeyler düşündükleri belliydi. " -S. F. Abasıyanık. 3. sf. mec. Üstün gelen, yok eden, ağır basan: Ezici çoğunluk.

ezicilik, -ği is. Ezici olma durumu.

ezik, -ği is. 1. Bere, çürük: Vücudu eziklerle dolu idi. 2. sf. Ezilmiş veya yassılmış. 3. sf mec. Olaylar ve hayat şartları karşısında güçsüz ve sıkıntılı duruma düşmüş olan, üzüntülü: "Hiç de ezik bulmaz kızını, hep güvenmiştir ona." -T. Buğra.

ezik büzük

ezik büzük, -ğü sf Ezilmiş ve büzülmüş, eğri büğrü.

eziklik, -ği is. Ezik olma durumu: "Yıllarca süren sığıntı ezikliğinin hatırlanışı da vardır amcasında." -T. Buğra.

ezile büzüle zf Utangaçlıkla, sıkılganlıkla: "Ezile büzüle, sıska bir yavru köpek gibi duvara, kapının pervazına sürünerek dışarı çıktı."-R. H.Karay.

ezilgen sf. Kolayca ezilip toz durumuna gelen.

eziliş is. Ezilme işi veya biçimi.

ezilme is. Ezilmek işi.

ezilmek (nsz) 1. Ezme işine konu olmak: "Altın tas içinde kınam ezildi / Gümüş tarak ile zülfüm düzüldü." -Halk türküsü. 2. Açlık sıkıntısı duymak: İçim eziliyor, bir bardak süt içeyim, ezilip büzülmek güç bir duruma düşüp davranışlarıyla utandığını belli etmek: "Etrafındakiler hanımefendiye karşı bir suç işlemiş gibi ezilip büzülüyorlar." -H. E. Adıvar.

ezile büzüle

ezilmiş sf 1. Ezik duruma gelmiş: "Çevremizi, ıslak bir ezilmiş ot kokusu sarmıştı." -A. İlhan. 2. mec. Kendisine baskı yapılmış, haklan elinden alınmış.

ezilmişlik, -ği is. Ezilmiş olma durumu: "E-zileceğini bile bile yola çıkıyor, o ezilmişlik içinde küçük bir tarlanın, bir çift öküz sahibi olmanın Özlemini çekiyor." -N. Cumalı.

ezimevi is. hlk. Tohumların ezilip yağ çıkarıldığı yer.

ezim ezim zf Ezmek veya ezilmek fiillerine getirilerek onların anlamlarını pekiştiren bir söz: "İçi ezim ezim eziliyordu." -H. R. Gürpınar.

ezinç, -ci is. Organik veya ruhsal büyük sıkıntı, azap.

ezinti is. 1. Açlık etkisiyle midede duyulan tedirginlik. 2. Korku veya heyecan sebebiyle duyulan eziklik, sıkıntı.

eziyet is. Ar. eziyyet Aşırı güçlük ve sıkıntı, üzgü, cefa, zahmet, zulüm, eziyet çekmek zahmet ve sıkıntıya uğramak, eziyet etmek zahmet ve sıkıntı vermek, canını yakmak: "İçlerinden birine kancayı atmış, maksadı, onu üzmek, ona eziyet etmektir." -R. H. Karay. eziyet vermek zahmet çektirmek.

gâvur eziyeti

eziyetli sf. 1. Eziyet çekerek yapılan. 2. hlk. Eziyet veren, eziyet çektiren, üzgülü: Eziyetli adam.

eziyetsiz sf Eziyet çekmeden yapılan, sıkıntısız, üzgüsüz.

ezkaza zf (e'zkaza:) Far. ez + Ar. kaza esk Kazara: "Ezkaza hastalandı mı, bir Allahın kulu çıkıp hatırım sormaz." -A. İlhan.

ezme is. 1. Ezmek işi. 2. Sebze veya yemiş ezilerek yapılan yiyecek: "Sıkınca içinden vıcık vıcık balık ezmeleri, kaz ciğerleri çıkan tüpler..." -Y. Z. Ortaç. 3. tıp Bitkilerin etli ve yumuşak kısımlarını macun kıvamına getirmek üzere parçalamak, katı ve telsel kısımlarını süzerek ayıklamak işlemi.

ezme boya, badem ezmesi, fıstık ezmesi, meyve ezmesi, zeytin ezmesi

ezme boya is. Yağ veya başka bir maddeyle ezilerek hamur durumuna getirilmiş boya.

ezmek, -er (-i) 1. Üstüne basarak veya bir şey arasına sıkıştırarak yassılaştırmak, biçimini değiştirmek: "Ben kendi hesabıma aruzu bir bal mumu gibi ezer, oynar, istediğim şekle sokardım." -E. B. Koryürek. 2. Ağır bir şey, başka bir şeyin üzerinden geçmek, çiğnemek: "Rüzgârın içinde birbirini ezercesine kaçıştılar." -S. F. Abasıyanık. 3. Sıvı İçinde bastırıp karıştırarak eritmek: Şerbet için şeker ezmek. Boya ezmek. 4. mec. Üzmek, sıkıntıya sokmak: "Seven kalbi ezmek, sevmeyen kalbi durdurmaktan daha affedilmez bir cinayettir." -A. Gündüz. 5. mec. Baskı altında tutmak: "Mahzun yüzünü ağlaya ağlaya öpmek arzusu içimi bir açlık gibi ezdi" -R. H. Karay. 6. mec. Dayanıklılığını aşacak derecede çalıştırarak yormak: Bu yol hayvanı ezdi. 7. mec. Yenmek, sindirmek: Düşmanı ezmek. 8. argo Harcamak: "Paraları bir haftada ezerim." -S. F. Abasıyanık. ez de suyunu iç değersiz, yararsız şeyler için kullanılan bir söz. ezip büzmek ezip parçalayarak tamamen değiştirerek kullanılmaz veya anlaşılmaz duruma getirmek: "Bütün ecnebi kelimeleri ezip büzüp anlaşılmaz hâle getirip öyle kullanıyorlar." -B. R. Eyuboğlu.

ezimevi, özezer, karıncaezmez

ezofori is. Fr. esophorie İki gözde görme bozukluğu.

ezogelin çorbası is. Et veya tavuk suyuna kırmızı mercimek, yağ, nane, karabiber, kırmızıbiber karıştırılarak pişirilen ve Anadolu'da yaygın olan bir tür çorba.

ezoterik, -ği sf. Fr. esoteriguefel. İçrek.

Ezrail öz. is. bk. Azrail.