et

et is. 1. İnsanlarda, hayvanlarda deri ile kemik arasındaki kas ve yağdan oluşan tabaka: Bu koyunda hiç et yok, pek zayıf 2. Kasaplık hayvanlardan sağlanan kaslardan oluşmuş besin maddesi: "Bu, kurumuş pastırma renginde bir et parçası idi." -H. Taner. 3. Ten: Gömleği yırtılmış, eti görünüyor. 4. Meyvelerde çekirdekle deri arasındaki bölüm: Bu zeytinde et denecek bir şey yok. et bağlamak 1) şişmanlamak; 2) yara kapanmak. et tırnak olmak sıkı aile bağı kurmak, et tırnaktan ayrılmaz yakın hısımlar arasındaki bağ kolay kolay kopmaz, et tutmak et bağlamak: "Ye de biraz et, can tut." -R. H. Karay, eti budu yerinde (veya etine dolgun) şişmanca, tombul, eti kemiği esası, ana özelliği, asıl ağırlığı: "Bu iki ana renk pazar yerinin etini kemiğini teşkil ediyor." -B. R. Eyuboğlu. eti ne budu ne? 1) yaşı küçük; 2) imkânları, gücü sınırlı, parası az. eti senin, kemiği benim çocuk velilerinin Öğretmen, usta vb.ne çocuğun eğitiminde kendisine tam yetki verdiğini anlatmak için söylenen bir söz. etinden et koparmak (veya kesmek) çok acı vermek, etle tırnak arasına girilmez aile anlaşmazlıklarında bir yanı tutmak doğru değildir, etle tırnak gibi birbirlerine candan bağlı, sıkı İlişkili. etten önce çömleğe düşmek bir işte bilgisiz veya yetkisiz olmasına rağmen herkesten önce ortaya atılmak.

et beni, et kafalı, et kesimi, et kırımı, et lokması, etobur, et sığırı, et sineği, et sotesi, et suyu, et şeftalisi, et tavuğu, et toprak, etyaran, etyemez, beyaz et, kaba et, kara et, kırmızı et, lop et, kül rengi et sineği, balıketi, balık eti, dana eti, diş eti, diş eti ünsüzü, göğüs eti, koyun eti, kurban eti, kuzu eti, sığır eti, tavşan eti, tavuk eti, balıketinde

etajer is. Fr. etagere Rafh, kapaksız ve taşınabilir dolap: "Nuran, etajerin orta rafından büyük bir kartpostal albümü aldı." -M. Yesari.

etalon is. Fr. etalon Ağırlık ve uzunluk ölçüleri için kabul edilmiş yasal ölçü modeli.

etamin is. Fr. etamine Pamuk, keten veya ipekten, seyrek dokunmuş delikli bir tür kumaş.

etanol, -lü is. kim. Alkol.

etap, -bı is. Fr. etape sp. Bir yarışın belirli uzaklığı kapsayan bölümlerinden her biri, aşama, merhale.

et beni is. Deri dokusunun anormal büyüyüp yağlanmasıyla oluşan kabarcık: "Çenesinde, iki beyaz kıl sarkan iri bir et beni." -Y. Z. Ortaç.

etçi is. hlk. Kasap.

etçik, -ği is. Küçük et parçası.

göz etçiği, gözyaşı etçiği

etçil sf. zool. Genellikle etle beslenen, etobur.

etçiller ç. is. zool. Dişleri et yiyecek biçimde gelişmiş omurgalı memeli hayvanlardan bir takım, etoburlar.

eteği arı sf. Namuslu, iffetli.

eteği belinde sf. Kıvrak ve hamarat (kadın): "Eteği belinde, bütün evi o çeviriyor." -H. Taner.

eteği düşük, -ğü sf. Pasaklı veya düşkün (kadın).

eteğine eğri sf. İffetsiz, kötü (kadın).

eteğine pis sf Aşırı cinsel arzu duyan, şehvetli, tatmin olmayan.

eteği temiz sf. İffetli, namuslu (kadın).

etek, -ği is. 1. Giysinin belden aşağıda kalan bölümü. 2. Bedenin belden aşağısına giyilen, değişik biçimlerde, genellikle kadın giysisi, eteklik: "Sevim'in eteği bir dikene takılıp yırtılmış, beyaz potinleri çamura batmıştı." -R. N. Güntekin. 3. Giysinin alt kenarı: "Vedia'nın eteklerinden gözlerini ayırmayarak onu takip ediyordu." -P. Safa. 4. Çadır, kanepe örtüsü gibi kumaştan olan şeylerin yere sarkan bölümü. 5. Dağ, tepe, yığın vb. yamaçlı şeylerin alt bölümü: "Dağın eteklerine küme küme serpilen kerpiç evleri gördü." -H. Z. Uşaklıgil. 6. Yağmur sularının, çatının bazı yerlerinden içeri sızmasını önlemek için yapılan saç örtü: Baca eteği. Boru eteği. 1. argo Edep yeri. etek açmak kadın, cinsel arzusunu belirtmek, etek Öpmek yaltaklanmak, dalkavukluk etmek. etek silkmek 1) el etek çekmek; 2) çekilmek, artık karışmamak, etek takmak (veya giymek) argo erkek, ar, namus, erdem vb. özellikleri bulunmayan duruma düşmek, eteğe varmak yardım istemeye gitmek, eteği ayağına dolaşmak eli ayağı dolaşmak, eteği kirlenmek kadının namusuna dokunulmak, eteğinde namaz kılınmak içi dışı çok temiz kişi olmak, eteğindeki taşı dökmek bütün bildiklerini açıklamak. eteğinden ayrılmamak peşini bırakmamak: "Bu ağırsamaları anlamakla beraber aldırmayan Hilmi, eteğinden ayrılmıyor, peşi sıra yürümekten vazgeçmiyordu. " -R. H. Karay, eteğinden el çekmek 1) etliye sütlüye karışmamak; 2) birini tacizden vazgeçmek, eteğini başına atmak (veya sarmak) birini azarlamak, onur kırıcı sözlerle suçlamak, eteğini çekmek günah sayılan işlerden uzak durmak, eteğini tutmak yardım istemek, eteğine düşmek (veya sarılmak) yalvarıp yakarmak, eteğine yapışmak (veya sığınmak) birinin koruyuculuğu altına girmek, eteğiyle mum söndürmek uygun olmayan biçimde İş yapmak, sakar olmak, üstünkörü davranmak. etekleri tutuşmak çok telaşlanmak, etekleri uzamak yanlışları düzeltmek, ayıbını kapatmak. etekleri zil (veya ıslık veya çalpara) çalmak 1) çok sevinmek: "İlk mektebe gittiği gün Gülsüm'ün sevincinden etekleri zil çalıyordu." -R. N. Güntekin. 2) alınan sevinçli bir haber üzerine telaşa ve heyecana kapılmak, eteklerini İndirmek argo üzerine düşen görevi yerine getirmek, eteklerini toplamak düzenli, temiz veya namuslu olmak.

etek bağı, etek belde, etek bezi, etek dolusu, etek etek, etek kiri, etek pisliği, etekserpen, etek taşı, eteği arı, eteği belinde, eteği düşük, eteği temiz, eteğine eğri, eteğine pis, eksik etek, maksi etek, midi etek, mini etek, uzun etek, üç etek, çatı eteği, dağ eteği, damak eteği, pencere eteği

etek bağı is. esk. Kadınların iç giysilerinin çarşaf altından görünmemesi İçin bellerine bağladıkları ince kuşak, şerit, kaytan.

etek belde sf. Bir işi yapmaya hazır olan.

etek bezi is. Kundak çocuklarının belden aşağısına sarılan bez.

etek dolusu sf. Pek çok, bol bol, alabildiğince fazla.

etek etek zf. Bol bol, pek çok.

etek kiri is. Yolsuz ilişki.

etekleme is. Eteklemek işi.

eteklemek (-i) 1. Birinin eteğini saygı göstermek amacıyla öpmek veya öper gibi yapmak: "Sedirin yanına varıp hanımı etekledi." -E. E. Talu. 2. mec. Yaranmaya çalışmak, dalkavukluk etmek.

etekleyiş is. Etekleme işi veya biçimi.

eteklik, -ği is. 1. Etek: "O irmik kokulu nefti bîuzuyla vanilya kokulu gri etekliğini giyerdi. " -S. F. Abasıyanık. 2. Bir şeyin aşağıya doğru uzanan yüzü: Davlumbazın etekliği. 3. sf Etek yapmaya elverişli (kumaş).

etek pisliği is. argo Yasal olmayan, yolsuz ilişki.

etekserpen sf. Kıyafeti toplu olmayan, pasaklı.

etek taşı is. Alaturka tuvalette taşın arka bölümü.

etelemek betelemek (-i) hlk. Kötü davranmak: Yanına gidemem, eteler beteler, canımı sıkar.

eten is. hlk. 1. Etene. 2. Yemişlerin yenilen bölümü. .

etene is. anat. 1. Memelilerde ana ile dölüt arasında kan alıp verme işini sağlayan organ, son, eş, döl eşi, meşime, plasenta. 2. bot. Meyve yaprağında yumurtacıkların bağlı olduğu bölüm.

etenelenme is. biy. Embriyo veya eklentileriyle ana arasında kimyasal değiş tokuşu sağlamak amacıyla ilgi kurma.

etenelenmek (nsz) biy. Embriyo veya eklentileriyle ana arasında ilgi kurmak.

eteneli sf Etenesi olan.

eteneliler ç. is. zool. Etenesi bulunan memeliler alt sınıfı.

etenesiz sf. Etenesi olmayan: Etenesiz memeli.

etenesizler ç. is. zool. Etenesi bulunmayan basit yapılı memeli hayvanlar.

eter is. Fr. ether kim. 1. Oksijenli asitlerin alkollerle birleşmesinden oluşan sıvılar. 2. Hekimlikte kullanılan, çok uçucu, renksiz ve kendine özgü kokusu olan bir sıvı, lokman ruhu. 3. Bir tür organik yağ çözücü.

eterleme is. Eterlemek işi.

eterlemek (-i) tıp Eter buharı koklatarak anestezi yapmak.

eterleşme is. Eterleşmek işi.

eterleşmek (nsz) kim. Bir alkol veya bir asit eter durumuna dönüşmek.

eterleştirme is. Eterleştirmek işi.

eterleştirmek (-i) kim. Eter durumuna getirmek.

etfal -li is. Ar. etfâl Çocuklar.

Eti öz. is. Hitit.

etibba ç. is. Ar. etıbba' esk. Doktorlar, hekimler.

etik, -ği is. Fr. eihiaue 1. sos. Töre bilimi. 2. Ahlak. 3. sf. Ahlaki, ahlakla ilgili.

etik bilimi

etik bilimi is. Ahlak bilimi.

etiket is. Fr. etiguette 1. Bir malın tür, miktar, fiyat vb. nitelikleri veya kitap, defter vb. şeylerin kime ait olduğunu belirtmek, belli etmek için üzerlerine konulan küçük kâğıt. 2. Kimlik: "Avrupa'da bir şarklı etiketi altında seyahat etmenin ilk defa olarak bir faydasını gördüm." -H. C. Yalçın. 3. mec. Toplum içindeki davranışlarda izlenecek yol, teşrifat: "İki teklifsiz dost olmakla beraber Sevim'le Mükerrem etiketten ayrılmazlar, birbirlerine daima 'siz' derler." -R. N. Güntekin.

etiketçi is. 1. Etiket yapıştıran kimse. 2. sf. mec. Etikete önem veren, etikete sıkı sıkıya bağlı olan.

etiketçilik, -ği is. 1. Etiketçinin işi veya mesleği. 2. Etiketçi olma durumu.

etiketleme is. Etiketlemek işi.

etiketlemek (-i) Satışa çıkarılan mal Üzerine etiket koymak.

etiketlenme is. Etiketlenmek işi.

etiketlenmek (nsz) Satışa çıkarılan mal üzerine etiket konulmak.

etiketletme is. Etiketletmek işi.

etiketletmek (-i) Etiketleme işini yaptırmak.

etiketli sf. 1. Etiketi olan. 2. mec. Etikete bağlı: Etiketli bir davranış.

etiketlik, -ği is. Etiket yapmaya yarayan kap.

etiketsiz sf. Etiketi olmayan.

etil is. Fr. ethyle kim. Organik birleşiklerin birleşimine giren karbon ve hidrojen atomları grubu: Etil klorür.

etil alkol

etil alkol, -lü is. kim. Alkol.

etilen is. Fr. ethylene kim. Yanıcı, renksiz, az kokulu, 0,97 yoğunluğunda karbon ve hidrojen birleşimi.

etimolog, -ğu is. Fr. etymologae db. Etimoloji uzmanı.

etimoloji is. Fr. etymologie db. 1. Köken bilimi. 2. Bir kelimenin kökeni.

etimolojik, -ği sf. Fr. etymologigue db. Köken bilimsel: "Soho kelimesinin etimolojik anlamını merak ettim." -H. Taner.

etine dolgun sf. Şişman sayılmayan, balıketinde.

etiyoloji is. Fr. etiologie fel. ve tıp Neden bilimi.

etiyolojik, -ği sf. Fr. âliologigue Neden bilimi ile ilgili.

Etiyopyalı öz. is. (etiyo'pyah) Etiyopya halkından olan kimse, Habeş, Habeşî.

et kafalı sf. 1. Anlayışsız, kaba. 2. Budala, enayi.

etken sf. 1. Etki eden, müessir, faktör: "Yazınımızın gelenek değiştirmesine bağlı olarak değişik etkenleri var bu durumun." -N. Cumalı. 2. kim. Bir madde üzerinde belli bir değişiklik yapan, müessir. 3. is. dbl. Doğrudan doğruya öznenin yaptığı işi anlatan, öznesi belli olan fiil, aktif fiil, malum, edilgen karşıtı: Kırmak, bilmek etken fiillerdir.

etken fiil

etken fiil is. dbl. Etken: Ali kediyi çok sever cümlesindeki "sever" fiili etken fiildir.

etkenlik, -ği is. 1. Etken olma durumu. 2. sin. ve TV Bir ışığın bir duyar katı etkileme özelliği.

et kesimi is. din b. Hristiyanlarm büyük perhize girmek üzere bulundukları günler, et kırımı, apukurya.

et kırımı is. din b. Et kesimi.

etki is. 1. Bir kimse veya nesnenin başka bir kişi veya şey üzerindeki gücü, tesir: "Bu etki, genç kuşak konservatuvar mezunlarında yerini daha doğal bir Türkçeye bırakıyor." -H. Taner. 2. Bir etken veya bir sebebin sonucu: Tokadın etkisi kötü oldu. 3. mec. Bir kimse üzerinde bırakılan izlenim: "Sustu, istediği etkiyi tam olarak yapmak için olmalıydı bu." -T. Buğra.

kılcal etki, yan etki

etkileme is. Etkilemek işi, tesir.

görsel etkileme

etkilemek (-i) 1. Etkiye uğratmak, tesir etmek: "Toplumu etkileyen olaylara herkes kendi yorumunu katıyor." -N. Cumalı. 2. Karşısındaki kişiyi kendi duygu ve istekleri doğrultusuna yöneltmek.

etkilenme is. Etkilenmek işi.

etkilenmek (nsz) Etkiye uğramak, müteessir olmak: "Bu büyük adamın olağanüstü tevazusu karşısında haklı olarak etkilenmişti." -H. Taner.

etkileşim is. Birbirini karşılıklı olarak etkileme işi.

etkileşimli sf. Etkileşimi olan.

etkileşme is. Etkileşmek işi.

etkileşmek (nsz) Karşılıklı olarak birbirini etkilemek.

etkileyici sf. Etkileyebilecek özellikte olan, karizmatik: Etkileyici bir konuşma.

etkileyicilik, -ği is. Etkileyici olma durumu, karizma.

etkili sf. Etkisi olan, tesirli, müessir: "Hayli etkili bir yer altı çalışması yapılıyormuş." -A. İlhan, etkili olmak etkisi duyulmak, etkisini göstermek, tesirli olmak.

etkililik, -ği is. Etkili olma durumu, müessiriyet.

etkime is. Etkimek işi, tesir.

etkimek (-e) kim. Etkide bulunmak, tesir etmek.

etkin sf. 1. Hareketli, işleyen, çalışan, etkili, faal, aktif. 2. fel. Fiilde bulunan, etkinlik gösteren, edilgin karşıtı. 3. kim. Kimyasal tepkimelere katılma yatkınlığı gösteren (molekül, atom).

etkin öğretim, etkin okul, ışınetkin

etkinci is. fel. Etkincilik taraftarı kimse.

etkincilik, -ği is. fel. Eylemcilik.

etkinleşme is. 1. Etkinleşmek işi. 2. kim. Bir molekül, bir atom veya bir iyonun normal durumundan, enerji yönünden daha zengin ve olaya girmeye hazır olduğu duruma geçmesi.

etkinleşmek (nsz) Etkin özellik kazanmak.

etkinleştirme is. Etkinleştirmek işi.

etkinleştirmek (-i) Etkin duruma getirmek.

etkinlik, -ği is. 1. Etkin olma durumu, müessiriyet. 2. Bir kişinin, bir işletmenin, bir kurumun belli bir alandaki eylemi, faaliyet, aktivite. 3. fel Fiilde bulunanın, etkin olanın niteliği.

ışınetkinlik, radyo etkinliği

etkin okul is. eğt. Eğitim etkinliklerinin planlanması, uygulanması ve değerlendirilmesi konularında Öğrencilere geniş çapta katılma imkânı sağlayan okul.

etkin öğretim is. eğt. Ele alınan bir sorunun çözümünde, geleneksel öğretim yöntemlerinden yararlanmak yerine, ilgili birkaç bilgi alanında araştırma, deneme ve inceleme yapmaya önem veren öğretim.

etkisiz sf. Etkisi olmayan, tesirsiz.

etkisizleşme is. Etkisizleşmek işi.

etkisizleşmek (nsz) Etkisiz duruma gelmek.

etkisizleştirme is. Etkisizleştirmek işi.

etkisizleştirmek (-i) Etkisiz, etki yapamaz duruma getirmek.

etkisizlik, -ği is. Etkisiz olma durumu.

etlenme is. Etlenmek işi.

etlenmek (nsz) Şişmanlamak, semirmek: "Kısarak boylu, kara kuru Nadir Hanım'ın yerinde şimdi şişman denilecek kadar etlenmiş bir hanım var." -M. Ş. Esendal.

etli sf. 1. İçinde et bulunan. 2. Eti çok olan: Etli koyun. 3. Dolgun, kalın: "... aşağıya sarkan kalın, etli, ıslak dudakları vardı." -Y. K. Karaosmanoğlu. 4. Yenecek kısmı çok olan (meyve): Etli, lezzetli bir zeytin. etliye sütlüye karışmamak toplum içindeki çeşitli hareketlerden uzak durmak, hiçbir şeyle ilgilenmemek: "Etliye sütlüye karışmamak ve hiçbir ideal için hiçbir mücadeleye katılmamak onun mizacıdır." -P. Safa.

etli bitki, etli butlu, etli canlı, etli ekmek,

etli meyve, etli pide etli bitki is. bot. Kurak ortamda yaşayan ve dokulan içinde bol su depo eden, yaprakları ve sapları kalın bitki.

etli butlu sf. Oldukça şişman.

etli canlı sf. Dolgun vücutlu, sağlıklı, güçlü: "Ishak Bey'in nazarında etli canlı her kadın hemen hemen birdi, makbuldü." -R. H. Karay.

etli ekmek, -ğî is. Etli pide.

etlik, -ği is. hlk. 1. Kış için etinden kıyma, kavurma, pastırma ve sucuk yapılan semiz hayvan. 2. Buzdolabında et koymak için ayrılmış yer.

etli meyve is. bot. Ortası etli ve sulu olan yemiş.

etli pide is. Genellikle kıyma ve sebze ile hazırlanan iç malzemesinin ince açılmış hamur üzerine yayılarak fırında pişirilmesi ile yapılan pide.

et lokması is. Et yemeği.

etme is. Etmek işi. etme bulma dünyası kötülük eden kötülük bulur.

etmek, -der 1. Bir işi yapmak: "Şemsi, sıra düştükçe emlak komisyonculuğu ediyordu." -H. Taner. 2. Bir durumu ortaya çıkarmak: İşi berbat etmek. 3. "İyi, kötü" zarflarıyla birlikte davranmak: İyi ettiniz de geldiniz. 4. (-i) Bulmak, erişmek: "Hemşerileri gelir, kemence gibi bir çalgıyla sabahı ederlerdi." -R. H. Karay. 5. (-i, -den) Birini bir şeyden yoksun bırakmak. 6. Vermek: Armağan etmek. 7. Eşit değer kazanmak: İki iki daha dört eder. 8. Herhangi bir değerde olmak: "Kira dâhil olduğu hâlde aylık masrafımız tam beş lira ediyordu." -Ö. Seyfettin. 9. Kötülükte bulunmak: "Ah, iki bardak süt sen bana neler eltin?" -S. F. Abasıyanık. 10. Küçük veya büyük abdestini yapmak: Çocuk altına etti. edememek 1) yapamamak, yapmadan duramamak: "O zamanlar denize girmeden edemediği için bu nezleyi bir türlü geçiremediğini anlattı." -S. F. Abasıyanık. 2) yeterli olmamak, etme (veya etme yahu) şaşılacak durumlarda "öyle mi, doğru mu, gerçek mi?" gibi anlamlar bildiren bir söz. etme eyleme kötü bir davranış karşısında "yapma, affet" anlamlarında kullanılan bir söz: "Etme eyleme ağabey, ben ne yaptım?" -S. F. Abasıyanık. etmediğini bırakmamak (veya komamak) elinden gelen her türlü kötülüğü yapmak, ettiği hayır, ürküttüğü kurbağaya değmemek yol açtığı zarar, yaptığı iyilikten büyük olmak. ettiğiyle kalmak 1) yapmak istediği kötülüğü başarıya ulaştıramayan kimse, başarısızlığın üzüntüsü ve utancı içinde kalmak; 2) yapmak İstenilen kötülük amacına ulaşamamak, ettiği yanına (kâr) kalmak yaptığı kötülük karşılıksız kalmak, cezasını görememek, ettiğini bulmak (veya çekmek) yaptığı kötü davranışın karşılığını görmek, ettiğini yanına bırakmamak yapılan kötü davranışa karşılık vermek.

etmen is. Birlikte veya ayrı ayrı etkisini gösteren ve belli bir sonuca götüren güçlerden, şartlardan, öğelerden her biri, amil, faktör.

etnik, -ği sf. Fr. ethnique sos. Kavimle ilgili, budunsal, kavmî.

etnograf is. (etno'graf) Fr. ethnographe Etnografya uzmanı, budun betimci.

etnografya is. (etno'grajya) Fr. ethnographie Kavimleri karşılaştırarak inceleyen, kültür oluşumlarını araştıran bilim, budun betimi, kavmiyat.

etnolog, -ğu is, Fr. ethnologue Etnoloji uzmanı.

etnoloji is. Fr. ethnologie sos. ve anî. İnsanların ırklara ayrılışını, bunların nereden çıktığını, oluşumunu, yeryüzüne yayılışını, aralarındaki niteliklerini inceleyip karşılaştıran ve sınıflayan bilim, budun bilimi, ırkiyat, ırk bilimi.

etnolojik, -ği sf. Fr. ethnologique Etnoloji ile ilgili.

etobur sf. zool. Dişleri et yiyecek biçimde olan, omurgalı, memeli (hayvan), etçil, karnivor.

etoburlar ç. is. zool. Etçiller.

etokrasi is. Fr. ethocratie Yalnızca ahlak üzerine kurulu yönetim biçimi.

etol, -lü is. Fr. etole Genellikle kürkten, gösterişli kumaşlardan veya yün örgüden yapılmış uzun omuz atkısı.

etoloji is. Fr. ethologie Hayvanların davranışlarını kendi doğal çevrelerinde ve deney düzeneğine sokmadan karşılaştırmalı olarak inceleyen bilim dalı.

etolojik, -ği sf. Fr. ethologiaue Etoloji ile ilgili.

etraf ç. is. (etra:J) Ar. etraf 1, Yanlar, taraflar: "Her vakit oturdukları büyücek masanın etrafına yerleştiler." -P. Safa. 2. Çevre, dolay: "Meçhul kadın korka korka etrafına bakındı. " -A. Gündüz. 3. Bir kimsenin sürekli İlişkide bulunduğu kimseler, yakınlar, muhit: "Ama derdini etrafına anlatamıyordu işte." -S. Ayverdi. (birinin) etrafında dört dönmek (veya pervane olmak) isteğini elde etmek için birinin yanından ayrılmayıp gönlünü etmeye çalışmak, (bir şeyin) etrafını almak çevresinde toplanmak, ortaya almak, kuşatmak: "Ön arabanın karşısına geçerler, bohçacı ve yazmacı kadınların tuhaflığa vurarak etrafını alırlar." -R. H. Karay.

etraflı sf. 1. Ayrıntılı, eksiksiz, kapsayıcı. 2. zf Ayrıntılı, eksiksiz, kapsayıcı bir biçimde.

etraflıca zf. (etraflı'ca) Derinlemesine, ayrıntılı olarak, etraflı: "Bir karara varılmadan evvel, etraflıca düşünmek gerekir." -F. F. Tülbentçi.

etriye is. Fr. etrier mim. Dikme kiriş bağlantılarında direnci sağlayan sargı.

et sığırı is. Eti için beslenen sığır.

et sineği is. zool. Kül rengi et sineği.

etsiz sf. 1. Eti olmayan: Etsiz yemek. 2. Kuru, sıska, zayıf: "Onları bir başka küreden inmiş etsiz, kemiksiz, şeffaf birtakım varlıklar zannedeceksiniz."-Y. K. Karaosmanoğlu.

et sotesi is. Sote.

et suyu is. İçinde et kaynatılmış su: "Bana et suyu getiren madam elinde bir bohça ile girdi." -A. Gündüz.

et şeftalisi is. bot. Eti çekirdeğinden ayrılmayan bir şeftali türü (Prunus persica duracına).

et tavuğu is. Eti için beslenen tavuk.

ettirgen sf. İşi başkasına yaptıran veya yapılmasına yol açan.

ettirgen çatı, ettirgen fiil

ettirgen çatı is. dbl. Geçişsiz fiillerin geçişli fiili dönüştüren, geçişli fiillerde hareketin başkalarına yaptırıldığını gösteren fiiller oluşturan -er-, -ir-, -tir-, -t- eklerinden birinin veya ikisinin üst üste getirilmesi ile kurulan fiil çatısı: içirmek (iç-ir-), söylettirmek (söyle-t-tir-), güldürtmek (gül-dür-t-) gibi.

ettirgen fiil is. dbl. Geçişli veya geçişsiz fiil kök veya gövdelerine -er-, -ir-, -tir-, -t- eklerinden birinin veya ikisinin üst üste getirilmesiyle kurulan ve taşıdığı kavram bir nesneye aktarılabilen çatılı fiil, faktitif: İlacı zorla içirdik. Bu işi başkasına yaptırtmak gerekir, cümlelerinde olduğu gibi.

ettirgenlik, -ği is. Ettirgen olma durumu.

ettirme is. Ettirmek işi.

ettirmek (yar) 1. İşi başkasının yapmasını sağlamak: Avukat yardımcısına bilgileri not ettirdi. 2. Sebep olmak: Bu tutum beni çalışmaktan nefret ettirdi.

et toprak, -ğı is. hlk. Yumuşak, kırmızı ve özlü toprak.

et unu is. Karada yaşayan memeli hayvanların deri, tırnak, boynuz ve kemikleri İle mide, bağırsak muhteviyatı ayrıldıktan sonra geriye kalan et ve diğer yumuşak dokularının veya kansız ve kemiksiz mezbaha artıklarının usulüne göre pişirilip pres edilerek yağlan alınıp Öğütülmesi ile elde edilen bir ürün.

etüt, -dü is. Fr. etüde 1. Herhangi bir konuda yapılan inceleme, araştırma. 2. Ön çalışma. 3. Belli bir konuyu inceleyen, araştıran eser veya yazı: "1848'de bir islav mecmuasında çıkan uzun bir etüt yazısı bir isyanın eseridir." -F. R. Atay. 4. Öğrencilerin, bir belletmenin gözetimi, denetimi altında ders çalışmalarına ayrılan zaman, mütalaa, müzakere: "Dersleri yarım kulak dinliyor, etütlerde uzun uzun mektuplar yazıyordu." -Ç. Altan. etüt etmek incelemek, araştırmak.

etüv is. Fr. etüve 1. Yiyecekleri, nesneleri yüksek ısıyla sterilize ve dezenfekte etmekte kullanılan kapalı araç: "Bize etüvden çıkmış esvaplarının içinde kasman bir sürü adam gösterdiği vakit..." -F. R. Atay. 2. Türlü eşyaları kurutmakta veya temizlemekte kullanılan araç. 3. Mikropların üretilmesinde uygun sıcaklığı sağlayan kapalı araç.

etyaran is. Mk. Genellikle parmaklarda olan, derinlere kadar işleyen dolama, kurlağan.

etyemez is. Etyemezlik rejimini uygulayan kimse, vejetaryen.

etyemezlik, -ği is. Her tür etin, et türevlerinin, hayvansal besinlerin yer almadığı beslenme biçimi, vejetaryenlik.

Eu kim. Evropiyum elementinin simgesi.

euro is. bk. avro.

eurobond is. İng. eurobondbk. avrovil.