eş is.' 1. Birbirinin aynı olan veya birbirine çok benzeyen iki şeyden her biri, benzer: "Çorabın öbür eşini yerden almak için sol ayağım uzatıyordun." -Ö. Seyfettin. 2. Karı kocadan her biri, hayat arkadaşı, refik, refika: "Kadın diye eşini bellemiş, dürüst, aile babası bir adamdır." -Z. Selimoğlu. 3. Birlikte yaşayan dişi ve erkek hayvandan her biri: Güvercin eşini arıyor. 4. ikişer kişilik gruplarla oynanan oyunlarda, ortak oynayan iki kişiden her birinin öbürüne göre durumu, partner: Briçte kuvvetli bir eş seçti. 5. hlk. Kuma, ortak. 6. hlk. Arkadaş. 7. hlk. Etene, eş tutmak talimde veya oyunda ikişer olmak için arkadaş seçmek, eşi manendi olmamak benzeri olmamak: "Bir zamanlar Akıntıburnu'nda çalarken, İstanbul'da eşi manendi yokmuş." -H. Taner.
→ eş adlı, eş anlam, eş anlı, eş bacaklılar, eş basınç, eş başkan, eş biçim, eş cinsel, eş değer, eş deprem, eş dost, eş eksenli, eş güdüm, eş kanatlı, eşkenar, eş koşma, eş merkezli, eş ölçüm, eş sesli, eş sıcak, eş yapı, eş yapım, eş yükselti, eş zaman, döl eşi
eş adlı sf. dbl. Sesteş.
eş adlılık, -ğı is. Sesteşlik.
eş anlam is. dbl. Sözler arasında anlam birliği olması durumu.
eş anlamlı sf. Anlamları aynı veya birbirine çok yakın olan (kelimeler), anlamdaş, müradif, müteradif, sinonim: Muşmula ile beşbıyık eş anlamlı kelimelerdir.
eş anlamlılık, -ğı is. Eş anlamlı olma durumu, anlamdaşlık.
eş anlı sf. Eş zamanlı.
eşantiyon is. Fr. echantillon Bir malın niteliğini belirtmek, özelliklerini göstermek amacıyla, o malın parasız verilen veya gönderilen parçası: Avrupa firmalarından gelen yeni ilaç eşantiyonlarının tariflerini dikkatle okur, not ederdim." -R. N. Güntekin.
eşarp, -bı is. Fr. echarpe Baş örtüsü.
eş bacaklılar ç. is. zool. Denizlerde, karalarda ve tatlı sularda, başka hayvanların asalağı, asalakların ara konakçısı veya özgür olarak yaşayan kabuklular takımı.
eş basınç, -cı is. coğ. Hava basınçları eşit olan yeryüzü noktalarını birleştirdiği varsayılan eğri, İzobar eğrisi.
eş basınçlı sf.fız. Basıncı hep aynı kalan.
eş başkan is. Bir kurul, toplantı veya kongrenin başkanlığını yapanlardan her biri.
eş biçim is. kim. Başka bir şeyin biçim veya yapı bakımından aynısı olan şey, izomorf, izomori.
eş biçimli sf kim. Biçim, yapı bakımından birbirinin benzeri veya aynısı olan, izomorfik.
eş biçimlilik, -ği is. kim. 1. Benzer yapıda olan maddeler arasındaki billurlaşma benzerliği, izomorfızm. 2. mat. İki matematik kümesi arasında benzerlik bağıntısı, izomorfızm. 3. zool. Organizmada çeşitli soylardan ileri gelen benzerlik, izomorfızm.
eş cinsel is. kaba Kendi cinsinden kimselerle cinsel ilişkide bulunan kimse, oğlancı, luti, homoseksüel.
eş cinsellik, -ği is. Eş cinsel olma durumu, homoseksüellik.
eş değer sf Değer yönünden birbirine eşit olan, muadil: "Onlar bizden eş değer kişi muamelesi beklemektedir." -H. Taner.
eş değerli sf 1. Değerleri eşit olan. 2. mat. Eş biçimli olmadıkları hâlde yüz veya hacim ölçümleri eşit bulunan (biçim). 3. mat. Cebirde karşılıklı olarak çözümleri aynı olan (denklem sistemleri).
eş değerlik, -ği is. Eş değer olma durumu, muadelet: İki alanın eş değerliği.
eş deprem is. jeol. Çeşitli yerlerde aynı hızla duyulmuş olan deprem.
eş dost is. Tanıdıklar: "Sağlığını sormaya gelip giden eş dostun ağzı da sıkı sıkı tembihlenip kilitlenince..."-A. İlhan.
eşek, -ği is. 1. zool. Atgillerden, uzun kulaklı binek ve hizmet hayvanı, merkep, karakaçan (Equus asinus). 2. mec. Kaba, yeteneksiz, inatçı kimse. 3. hlk. Odun kesmek için kullanılan üç veya dört ayaklı sehpa. 4. hlk. Duvar örme, sıva yapma vb. işlerde kullanılan dört ayaklı sehpa, eşek derisi gibi 1) derisi çok kaim; 2) duygusu az, duygusuz. eşek gibi kaba, düşüncesiz, eşek hoşaftan ne anlar (suyunu içer, tanesini bırakır) hkr. beğenilebilecek bir şeyi değerlendiremeyen, küçümseyen kimseler için kullanılan bir söz. eşek kadar hkr. büyük, iri, aşırı derecede gelişmiş, eşek kulağı kesilmekle küheylan olmaz tkz. aslında niteliksiz olan bir şeye ne yapılsa değişmez, eşek kuyruğu gibi ne uzar ne kısalır tkz. durumunda, çalışmasında hiçbir gelişme görülmeyen kimseler için kullanılan bir söz. eşek sudan gelinceye kadar dövmek tkz. adamakıllı dövmek: "... uslu otur, yoksa ufak bir münasebetsizliğini duyarsam, eşek sudan gelinceye kadar döverim, kemiklerin kırılır, anladın mı?" -R. H. Karay, eşeğe gücü yetmeyip semerini dövmek tkz. güçlü birine kızıp da ondan alamadığı hıncını çevresindekilerden çıkarmak, eşeği düğüne çağırmışlar, "ya su lazımdır ya odun" demiş bir işi yapmamak için bahane bulmayı anlatan bir söz. eşeğini (veya atını) sağlam kazığa bağlamak işini güven altına almak. eşekten düşmüş karpuza (veya düşmüşe) dönmek argo 1) çok şaşırmak, donup kalmak; 2) kötü bir duruma düşmek: "Bunlar ezberlerindeki mâmleri söylerler, dağarcıklarında mâni kalmayınca da eşekten düşmüş karpuza dönerler." -S. Birsel.
→ eşek arısı, eşekbaşı, eşek cenneti, eşek davası, eşek dikeni, eşek hıyarı, eşek inadı, eşek kafalı, eşekkulağı, eşek marulu, eşek maydanozu, eşek otu, eşek sıpası, eşeksırtı, eşek şakası, eşekoğlu eşek, şeddeli eşek, uzuneşek, marsıvaneşeği, marsıvan eşeği, ocakeşeği, yaban eşeği, yereşeği
eşek arısı is. zool. Zar kanatlılar takımından, zehirli iğnesi olan bir tür iri yaban ansı (Vespa crabro).
eşekbaşı is. hkr. Yetkisi önemsenmeyen, gücünü gerektiği gibi göstermeyen kimse: "Sen necisin? Eşekbaşı mısın bu sınıfta?" -R. İlgaz.
eşek cenneti is. argo Öbür dünya.
eşekçe sf. (eşe'kçe) 1. Kaba. 2. zf. Kaba bir biçimde: "Kızcağıza eşekçe bir cevap verdim."-P. Safa.
eşekçi is. Eşeklerle yük taşıyan veya insan gezdiren kimse, merkepçi.
eşekçilik, -ği is. Eşekçinin işi.
eşek davası is. mat, esk. Bir dik üçgende hipotenüsün karesinin dik kenarların kareleri toplamına eşit olduğunu kanıtlayan teorem.
eşek dikeni is. bol. Kenger.
eşek hıyarı is. bot. Kabakgillerden yabani tırmanıcı, otsu bir bitki, acı kavun (Ecballıum elaterium).
eşek inadı is. hkr. Söylediğinden veya yaptığından dönmeme, çok direnme.
eşek kafalı sf. Kalın kafalı, anlayışsız, kavrayışsız (kimse).
eşekkulağı is. bot. Karakafes.
eşekleşme is. Eşekleşmek işi.
eşekleşmek (nsz) hkr. Çok anlayışsız ve kaba davranışlarda bulunmak.
eşeklik, -ği is. Çok anlayışsız ve kaba davranış: "Cahillik devrimizin eşekliklerini saymazsak, neye yaradı bu ömür?" -A. İlhan.
eşek marulu is. bot. Bir tür yabani marul.
eşek maydanozu is. bot. Maydanozgillerden iki yıllık otsu bir bitki (Anthriscus silvestrisis).
eşek otu is. bot. Evliya otu.
eş eksenli sf. Eksen ölçüleri eşit olan (motor).
eşek sıpası is. tkz. 1. Sövgü bildiren bir söz. 2. Sevgi belirtisi olarak kullanılan bir söz.
eşeksırtı is. Beşikörtüsü.
eşeksi sf. Eşeği andıran, eşeğe benzeyen, eşek gibi.
eşek şakası is. tkz. Başka birine yapılan ağır şaka.
eşelek, -ği is. hlk. Elma, armut, ayva vb. meyvelerin yenmeyen iç bölümü.
eşeleme is. Eşelemek işi: "Anadolu'yu ana yurt saymaya, topraklarımızın tarihini onunla eşelemeye Atatürk ile başlamışız." -S. Eyuboğlu.
eşelemek (-i) 1. Toprak, kül gibi toz durumunda bulunan şeyleri hafifçe kazıp karıştırmak: "Eşeledik külleri, kıvılcımlar parladı. " -C. Uçuk. 2. Dağıtıp karıştırmak: "Canan'ın odasında, ayaklarıyla yorgam eşeleyip karyolayı sarsarak hıçkırırken buldu. " -P. Safa. 3. mec. Bir işin, sorunun aslını anlamaya çalışmak, kurcalamak: "Bunu burada eşeleyip kimseyi üzmek istemeyiz." -H. Taner.
eşelenme is. Eşelenmek işi: "Affetme duygusunun altında yatan nedenler eşelenmeye değer." -H. Taner.
eşelenmek (nsz) 1. Eşeleme işi yapılmak: "Dünyanın sorunları eşelendikçe altından yeni sorunlar çıkıyor." -S. Birsel. 2. Bulunduğu yeri kendi kendine eşelemek.
eşelmobil is. Fr. echelle mobille ekon. Üretilen mal değerlerinin iniş çıkışına göre tespit edilen ücret ödeme ölçümü.
eşey is. biy. 1. Cinsiyet. 2. zool. Bir organizmanın dişi veya erkek olarak sınıflandırılmasını sağlayan görev, yapı ve karakter topluluğu.
eşeyli sf. biy. Erkek veya dişi eşeyden birine sahip olan, diğer eşey olmadan üreyemeyen cinsliği olan.
→ eşeyli üreme, iki eşeyli
eşeylilik, -ği is. Eşeyli canlının durumu.
eşeyli üreme is. İki bireyin bir araya gelmesini gerekli kılan ve gametlerin birbirleriyle döllenmesini sağlayan üreme biçimi.
eşeysel sf. Cinsel.
eşeysiz sf biy. Eşeyi olmayan, cinsliksiz.
→ eşeysiz üreme
eşeysiz üreme is. biy. Eşey hücreleri oluşturmaksızın, bölünme yoluyla çoğalma.
eş güdüm is. Belli bir amaca ulaşmak için türlü işler arasında bağlantı, ilişki, düzen ve uyum sağlama, koordinasyon: "Uluslararası büyük iş birliğine gereksinme gösteren etkinlikleri desteklemek, onların arasında eş güdüm sağlamak için bütün manevi ve maddî güçlerini harekete geçirdi." -H. Taner.
eş güdümcü is. Türlü işler arasında düzen ve uyum sağlayan kimse, koordinatör.
eş güdümcülük, -ğü is. Eş güdümcü olma durumu, koordinatörlük.
eş güdümlü is. Aralarında eş güdüm bulunan, koordine.
eş güdümlülük, -ğü is. Eş güdümlü olma durumu.
eşhas ç. is. (eşha:s) Ar. eşhas esk. 1. Kişiler, şahıslar: "Memleket'in Rahmi Bey gibi eşhasa şiddetle ihtiyacı vardır." -T. Buğra. 2. Bir olayda veya edebî bir eserde yer alan kişiler.
eşik, -ği is. 1. Kapı boşluğunun alt yanında bulunan alçak basamak: "Sofaya açılan kapının eşiğine gelmişti." -T. Buğra. 2. Kapı ağzında basamağın konulabileceği yer: "A-dımlarını eşikten atarken saraydan ne vakit ve ne duygularla çıkacaklarını kendileri de bilmiyorlardı." -R. E. Ünaydın. 3. mec. Başlangıç yeri, başlangıç noktası, yakını: Dünya yeni bir ekonomik bunalımın eşiğinde. 4. coğ. Karalar üzerinde veya deniz diplerinde birbirine komşu iki çukurluğu ayıran tümsek biçiminde, üzeri çoğu kez düz kabartılar. 5. müz. Telli çalgılarda üzerine tellerin bindiği köprü. 6. psikol. Bir tepkinin başlamasında, ortaya çıkmasında etkili olan ruhsal, fizyolojik nokta, eşiğine yüz sürmek bir dilekte bulunmak için bir kişiye yalvarmaya gitmek, eşiğini aşındırmak işini yaptırmak için bir yere çok gidip gelmek. eşiğini atlamak bir konuya veya bir soruna hakkıyla vâkıf olmak: "Sevginin, merhametin eşiğini atlayanlar, ıstırabın gömleğini de kendiliğinden giyinirler." -A. H. Tanpınar.
→ duyum eşiği
eşilme is. Eşilmek işi.
eşilmek (nsz) Eşme işine konu olmak.
eşinme is. Eşinmek işi.
eşinmek (nsz) Hayvan, ayağıyla yeri kazmak.
eşit sf. 1. Yapı, değer, boyut, nicelik ve nitelik bakımından birbirinden ne artık ne eksik olmayan (iki veya daha çok şey), müsavi: "Bunlar bastonlarına dayanarak hep eşit adımlarla yürürler." -S. Birsel. 2. Aynı haklardan yararlanan, aynı düzeyde olan (kimse): "Herkes ... kanun önünde eşittir." -Anayasa.
→ eşit çenetli
eşit çenetli sf. zool. İki çenedi birbirine eşit olan (yumuşakça).
eşitçi is. Eşitçilik yanlısı olan kimse.
eşitçilik, -ği is. İnsanların özellikle hukuk, siyaset ve ekonomi bakımlarından eşitliğini isteyen öğretilerin genel adı, müsavatçılık.
eşitleme is. Eşitlemek işi.
eşitlemek (-i) Eşit duruma getirmek.
eşitlenme is. Eşitlenmek işi.
eşitlenmek (nsz) Birbiriyle eşit duruma gelmek.
eşitleşme is. Eşitleşmek işi veya durumu.
eşitleşmek (nsz) Eşit duruma gelmek.
eşitleştirme is. Eşitleştirmek işi.
eşitleştirmek (-i) Eşit duruma getirmek.
eşitlik, -ği is. 1. İki veya daha çok şeyin eşit olması durumu, denklik, müsavat, muadelet. 2. Kanunlar yönünden insanlar arasında ayrım bulunmaması durumu. 3. sos. Bedensel, ruhsal başkalıkları ne olursa olsun, insanlar arasında toplumsal ve siyasi haklar yönünden aynm bulunmaması durumu: "Bunlar, eşitlikten yana olduklarını söyleseler de, yaptıkları işler hep kendi ipliklerini boyamaya dayanır." -S. Birsel.
→ eşitlik derecesi, eşitlik eki, fırsat eşitliği, gün tün eşitliği
eşitlik derecesi is. dbl. Kavramların "gibi, kadar" edatlan ile karşılaştırılıp eşit Ölçüde gösterilmesi: Ahmet kadar Ali de çalıştı. Uçak yıldırım gibi gidiyor.
eşitlik eki is. dbl Kelimeye "gibi, göre" anlamları katan ek. Türkçede bu anlamları -ce / -ce, -ça / -çe eki verir; Bence (ben-ce).
eşitsiz sf. Eşit olmayan.
eşitsizlik, -ği is. İki veya daha çok şeyin eşit olmaması durumu, müsavatsızlık.
eşkâl, -li is. (eşkâli) Ar. eşkâl esk. 1. Biçim: "Mademki rastladım, o hâlde bu eşkâlde bir kadın muhakkak vardı." -R. H. Karay. 2. Kılık.
eş kanatlı is. zool. Kabuklu bitler, yaprak bitleri ve ağustos böcekleri gibi bitki sağlığı yönünden çok önemli familyaları içine alan, zarsı kanatları bir boyda, hortumlu böcekler takımının bir alt takımı.
eşkenar sf. geom. Kenarları eşit olan.
→ eşkenar dörtgen, eşkenar üçgen
eşkenar dörtgen is. geom. Dört kenarı da birbirine eşit olan dörtgen, main: "Kuledeki eşkenar dörtgen saat on biri çeyrek geceyi vuruyor." -R. E. Ünaydın.
eşkenar üçgen is. geom. Üç kenarı da birbirine eşit olan üçgen: "Tabam otuz, otuz beş metre kadar tutan bir eşkenar üçgen biçimindedir. " -T. Buğra.
eşkıya ç. is. (eşkıya;) Ar. eşkıya Dağda, kırda yol kesen hırsızlar, haydutlar: "Nice kendi hâlinde insanları, dağ başlarında eşkıya tenkil eder gibi öldürttü." -Y. K. Karaosmanoğlu. eşkıya gibi yüzü, bakışları ve kılığı korkunç olan.
eşkıyalık, -ğı is. Eşkıya olma durumu veya eşkıyaca davranış: Bu adam bir aralık eşkıyalık yapmış çok nemrut bir herif." -P. Safa. eşkıyalık etmek eşkıyaya yaraşır biçimde davranmak.
eşkin (I) is. 1. Atın bir tür hızlı yürüyüşü: "At, eşkinle beş on dakikada gittiği yolu, dörtnala, bir iki dakikada geldi." -M. Ş. Esendal. 2. sf. Böyle yürüyen (at): Eşkin bir at. 3. zf Böyle bir yürüyüşle: Eşkin gitmek.
eşkin (II) is. hlk. Sürgün, filiz.
eşkinci is. ask. Savaşa giden eyalet askeri.
eşkinli sf. Hızlı ve düzenli giden (at).
eşkinsiz sf. Hızlı ve düzenli gitmeyen (at).
eş koşma is. din b. Tanrı'nın birden çok olduğuna inanma, Tanrı'ya ortak koşma, şirk.
eşlek, -ği is. coğ. Ekvator.
→ gök eşleği
eşleksel sf. Ekvatoral.
eşlem is. Kopya.
eşleme is. 1. Eşlemek işi, bağlaşım. 2. sin. ve TV Görüntü ve ses kuşakları arasındaki bağ, senkronizasyon.
→ bire bir eşleme, dudak eşlemesi
eşlemek (-i) 1. Benzer iki şeyi bir araya getirmek. 2. sin. ve TV Ses ile görüntü arasında gerekli bağı sağlamak.
eşlemeli sf. sin. ve TV Eşlemesi yapılmış (film).
eşlemesiz sf. sin. ve TV 1. Görüntü ve ses kuşakları veya ses kuşaklan arasında eşleme bulunmayan (film). 2. Eşlemesi bozulmuş olan (film).
eşlenik, -ği sf. mat. Herhangi bir biçimde birbiriyle oranlı bulunan (nokta, çizgi, sayı). eşlenme is. Eşlenmek işi.
eşlenmek (nsz) Eşleme işine konu olmak.
eşleşme is. Eşleşmek işi.
eşleşmek (nsz, -le) 1. Birbiriyle eş olmak, eş tutmak. 2. Çiftleşmek.
eşleştirme is. Eşleştirmek işi.
eşleştirmek (-i) Eşleşmesini sağlamak.
eşli sf. 1. Eşi olan. 2. zf. Eşi ile birlikte.
→ çok eşli, tek eşli
eşlik, -ği is. 1. Eş olma durumu. 2. müz. Belirli bir modeli İle armoni oluşturan ve bir veya birkaç partiye bölüştürülen sesler bütünü. eşlik etmek 1) bir solist, bir çalgı veya orkestra ile birlikte müzik İcra etmek, refakat etmek; 2) beraberinde gitmek, arkadaşlık etmek, refakat etmek; 3) beraberinde bulunmak: "Ona eşlik eden iyimserlik havası, yaşam sevinci bir an olsun bulutlanmasın istiyorduk." -H. Taner.
eşme is. 1. Eşmek işi. 2. hlk. Kaynak, pınar.
eşmek, -er (I) (-i) 1. Toprağı veya toprak gibi yumuşak bir şeyi biraz kazmak: "Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın. / Ü-Şüyorsan eşiver mangalı, eş, eş de ısın." -M. A. Ersoy. 2. mec. Araştırmak, incelemek.
eşmek (II) (nsz) At hızlı gitmek.
eş merkezli sf Merkezleri aynı olan (iki veya daha çok şekil): Eş merkezli İki çember.
eşofman is. Fr. echauffement Spor çalışmalarında giyilen, pamuklu veya sentetik kumaştan, iki parçalı giysi.
eş ölçüm is, geom. İzometri.
eşraf ç. is. (-ra.fi) Ar. eşraf Bir yerin zenginleri, sözü geçenler, ileri gelenler: "Öte taraftan da ileri fikirlerim kasaba eşrafını kuşkulandırmaya başlamıştı." -R. N. Güntekin.
→ nakibüleşraf
eşraflık, -ğı is. Eşraf olma durumu: "Ağalığım ve eşraflığını hiç unutmamıştı." -F. R. Atay.
eşref sf. Ar. eşref esk. Çok onurlu, çok şerefli.
→ eşref saati
eşref saati is. 1. Bir işin olumlu yola girmesi için en uygun zaman. 2. İş görecek kimsenin ters davranmayarak, güçlük çıkarmayarak uysallık gösterdiği zaman.
eş sesli sf dbl. Sesteş: Sayı adı "yüz" ile "çehre" anlamındaki "yüz" eş sesli iki kelimedir.
eş seslilik, -ği is. Sesteşlik.
eş sıcak, -ğı sf. coğ. Sıcaklığı eşit olan (yeryüzü noktası), izoterm.
→ eş sıcak eğrisi
eş sıcak eğrisi is. coğ. Sıcaklığın yeryüzünde veya bir bölgedeki dağılışını göstermek amacıyla düzenlenen haritalarda, eşit sıcaklıktaki yerleri birleştiren iç içe eğrilerden her biri, izoterm eğrisi.
eşsiz sf. 1. Eşi benzeri olmayan veya eşi benzeri görülmemiş olan: "Güzelliğine hayran olduğum bu eşsiz şehre karşı, onun bir insanı olmak borcumu bir derece yerine getirip sevinmiştim." -H. Taner. 2. Eş bulamamış, eşinden ayrılmış veya yanında eşi olmayan.
eşsizlik, -ği is. Eşsiz olma durumu: "Öldükten sonra övülür, göklere çıkartılır, eşsizliği, benzerliği belirtilir." -H. Taner.
eştirme is. Eştirmek işi.
eştirmek (I) (-i, -e) Eşmesini sağlamak.
eştirmek (II) (-i) hlk. Atı hızlı sürmek, koşturmak: "Kimine at vermiş eştirir gezer / Kimine aşk vermiş coşturur gezer." -Âşık Veysel.
eşya ç. is. (eşya:) Ar. eşya; şey' Türlü amaçlarla kullanılan, insan yapısı, taşınabilir cansız nesnelerin bütünü: "Güçlük, ev bulmak ve eşyayı taşımak derdiyle başlar." -B. Felek.
→ beyaz eşya, ev eşyası, sandık eşyası
eşyalı sf. Eşyası olan: "Adaya taşınmayı kurdular, eşyalı bir ev aradılar." -R. H. Karay.
eş yapı is. Bol yağmur yağan orman bölgelerinde büyüyen ağaçların gövdelerindeki bölümler arasında belirli yapısal özellik farklarının bulunmaması durumu.
eş yapım is. İki tarafın ortak olarak oluşturduğu yapım: Türk-Alman eş yapımı bir film üzerinde çalışmalara başlandı. eş yükselti is. coğ. Yükseklikleri birbirine eşit olan yerler, izohips.
→ eş yükselti eğrisi
eş yükselti eğrisi is. coğ. Eş yükselti noktaları arasında çizilen çizgilerin oluşturduğu eğri, izohips eğrisi.
eş zaman sf. Aynı zaman içinde hareket eden, senkron, asenkron karşıtı.
eş zamanlı sf. 1. Başlamalarıyla bitmeleri arasında geçen zaman eşit olan (olaylar), senkronik: Bir saat sarkacının hareketleri eş zamanlıdır. 2. Aynızamanda oluşan.
→ eş zamanlı dil bilimi
eş zamanlı dil bilimi is. db. Bir dilin zaman içindeki değişme ve gelişmesi sırasında, belirli bir dönemde ortaya çıkan olgularını inceleyen dil bilimi.
eş zamanlılık, -ğı is. dbl. Belli bir evrede görülen dil bilimi olgularının, olaylarının özelliği, senkroni.