es is. müz. Notada duraklama zamanı ve bunu gösteren işaretin adı: Dörtlük es. Sekizlik es. es geçmek tkz. üzerinde durmamak, boş vermek, önemsememek: "Ama katil Farslı olunca bunu es geçiyorlarmış." -H. Taner.
esame is. bk. esami.
esami ç. is. (esa:mi:) Ar. esâmi esk. Adlar, isimler, esamisi okunmamak kendisine değer verilmemek, adı anılmamak: "Sen babasının gönlünü ettikten sonra kızın esamisi mi okunur bre usta!" -O. Kemal.
esans is. Fr. essence kim. Bitkilerden türlü yollarla çıkarılan veya kimyasal yöntemlerle yapılan, kokulu ve uçucu sıvı: "İçlerinden biri, galiba esmerleri, bir esans sürmüştü." -H. Taner.
→ limon esansı
esaret is. (esaıret) Ar. esaret 1. Kölelik, tutsaklık, esirlik: "Esaretimin geri kalan müddetini bu ümitle geçirmeye başladım." -A. Mithat. 2. Boyunduruk. 3. mec. Hâkimiyet altında bulunma, esarette kalmak uzun süre esir olarak bulunmak.
esas is. (-sa.sı) Ar. esâs 1. Bir şeyin özünü oluşturan ana öge, temel. 2. Bir iş veya sözde doğru biçim: Bu işin esası böyle değil. 3. sf. Ana, temel olarak alınan, başlıca, asal, esasi: Esas düşünce. Esas görev, esasa bağlamak belirli bir kurala dayandırmak. esası olmamak gerçek olmamak, yalan olmak.
→ esas duruş, esas vaziyet
esas duruş is. ask. Dimdik, kımıldamaksızın durma, esas vaziyet.
esasen zf. (esaı'sen) Ar. esasen 1. Başından, temelinden, kökeninden. 2. Zaten: "Esasen bende kabahat ki, sizin gibi dönek insanlarla yola çıkmışım." -O. C. Kaygılı. 3. Nasıl olsa, gene: "Esasen, Mediha hanım gelmese şimdi de hastayı yalnız bırakamayacaktım. " -H. E. Adıvar.
esasi sf. (esa:si:) Ar. esasi esk. Asal.
esaslandırma is. Esaslandırmak işi veya durumu.
esaslandırmak (-i) Esaslı duruma getirmek, sağlamlaştırmak.
esaslanma is. Esaslanmak işi veya durumu: "Bizans'a karşı devamlı muharebeler, Bulgarlığın büyümesine ve esaslanmasına yardım etti." -F. R. Atay.
esaslanmak (nsz) 1. Temeli sağlamlaşmak, temelleşmek. 2. Kökleşmek.
esaslı sf. 1. Köklü, geniş ölçüde etkili, güzel, doğru: "... gövdesini kuş tüyü yastıkların içine daha esaslı bir tarzda yerleştirdi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. zf. Köklü, etkili, güzel bir biçimde, doğru olarak: Konuyu esaslı öğrendi mi?
esassız sf. 1. Sağlam bir temele dayanmayan, köksüz, asılsız: Esassız bir iş. 2. Doğru olmayan, yalan: "Bazen bir toplum, olduğu gibi esassız, çok abartılmış, yanlış rivayetlere kapılıp gidiyordu." -B. Felek.
esas vaziyet is. ask. Esas duruş, esas vaziyete geçmek hazır ol durumunu almak: "Kaldırımın Önünde esas vaziyete geçip kasketini çıkardı." -O. Kemal.
esatir ç. is. (esa:ti:r) Ar. esatir esk. Tarih öncesi tanrılarının efsaneli serüvenlerini anlatan ve bir topluluğun duygularını, anlayışını ve özlemlerini göstermesi bakımından değeri olan hikâyeler, mitoloji: "Kafamı rüya ve esatirden temizlemek, istiklallerin en güç elde edileni olan fikir istiklaline erişmek için değil mi?" -R. N. Güntekin.
esatiri sf. (esa:tiri:) Ar. esatiri esk. Esatirle ilgili, esatire ait: "Çamlıca tepesinden bakınca istanbul, esatiri ve baş döndürücü bir güzellikle karşımızda yatardı." -A. Ş. Hisar.
esbabımucibe is. (esba:bımu:cibe) Ar. esböb + mucibe esk. Gerekçe.
esbak sf. Ar. esbak esk. Eski, geçmiş, önceki: "Bir pazar, sabahtan, babası esbak Nallıhan kaymakamım da alıp Kalamış'a gidecek. " -H. Taner.
esbap, -bı ç. is. (esbaıp) Ar. esbâb esk. Sebepler, nedenler.
esef is. Ar. esef esk. 1. Üzüntü, kaygı, tasa: "ötekilerin yüzünde, onunki gibi esefle karışmamış, bambaşka bir öfke vardı." -T. Buğra. 2. Acınma, üzülme. 3. Yerinme, esef etmek üzülmek, acınmak.
esefle zf Üzülerek, acınarak: "Gencecik karısı varken ... diye esefle başını salladı." -N. Araz.
eseflenme is. Eseflenmek işi.
eseflenmek (nsz) Acınmak: "Yüzüne bakanlar içten içe, bugün gene bir hâli var diye esefleniyordu." -A. Gündüz.
esefli sf Üzüntülü, tasalı, kaygılı: "Cevat'ın yüreğinde esefli bir duygu başkaldırıyordu." -C. Uçuk.
eselemek beselemek (nsz) Kandırmak için her türlü yola başvurmak, allem etmek kallem etmek: Eşeledi beseledi, bizi kandırdı.
eseme is. hlk. Mantık.
esen sf. 1. Ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı, sıhhatli, salim. 2. zf. Ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı, sıhhatli, salim bir biçimde: Şen ve esen kalınız.
→ sağ esen
esenleme is. Esenlemek işi, selam.
esenlemek (-i) 1. Biriyle karşılaşıldığında, birinin yanına gidildiğinde veya yanından uzaklaşıldığında kendisine sözle veya işaretle bir nezaket gösterisi yapmak, selam vermek, selamlamak. 2. Birine esenlik dileyerek ayrılmak, veda etmek.
esenleşme is. Esenleşmek işi, selamlaşma.
esenleşmek (nsz, -le) 1. Birbirine selam vermek, selamlaşmak. 2. Vedalaşmak: "A dostlar esenleşelim / Tuz ekmek helalleşelim." -Yunus Emre.
esenlik, -ği is. Esen olma durumu, sağlık, afiyet, sıhhat, selamet, hastalık karşıtı: Tanrı esenlik versin.
esenlikli sf. Esenliği olan: "Birbirlerine sağlıklı, esenlikli bir kış dilediler." -T. Buğra.
eser is. Ar. eşer 1. Emek sonucu ortaya konan ürün, yapıt: "Boğaziçi doğrudan doğruya Türklerin eseridir." -Y. K. Beyatlı. 2. Yayın, kitap, yapıt: "Bütün Özlediğim eserlerle bir kütüphane yapabilsem artık yapılacak bir iş kalmayacak." -H. Z. Uşaklıgil. 3. İz, işaret, im: Buralarda sudan eser yok. 4. Soyut kavramlarda belirti: "Sarı sakalları uzamış, bu yanık yüzde, en küçük bir pişmanlık eseri yoktu." -H. Taner, eser kalmamak hiçbir belirti, iz olmamak: "İdare dizginlerini eline aldığından beri burada artık ne kan kavgalarından, ne dağ eşkıyalığından kabadayılığından eser kalmamıştı. " -Y. K. Karaosmanoğlu.
→ eser miktarda, esericedit kâğıdı, başeser, edebî eser, neveser, şaheser, tarihî eser, yazma eser, sanat eseri, saz eseri, eski eserler
esericedit, -di is. Ar. eşer + cedîd esk. Resmî yazışmalarda kullanılan, büyük boy yazı kâğıdı, esericedit kâğıdı.
→ esericedit kâğıdı
esericedit kâğıdı is. esk. Esericedit.
eserme is. Esermek İşi veya durumu.
esermek (-i) hlk. Bakmak, beslemek, yetiştirmek.
→ esermek besermek
esermek besermek (-i) Emek vererek ortaya çıkarmak.
eser miktarda zf. Belli belirsiz miktarda, çok az Ölçüde.
esham ç. is. (eshaım) Ar. esham tic. esk. 1. Paylar, hisseler. 2. Borç alınan bir paranın belirli zamanda ödeneceğini gösteren senetler: "Bunlar çok sağlam, hatta en sağlam devlet eshamından sayılır." -E. E. Talu.
-esi bk. -ası / -esi.
esik, -ği is. hlk. Çukur yer.
esim is. hlk. Yelin esişi.
esin is. 1. Etkilenme, çağrışım veya içe doğmayla akla gelen yaratıcı duygu, düşünce, ilham: "Mitoloji, sanat ve edebiyat eserlerine esin kaynağı olan bir alam yakınımıza getirir." -H. Taner. 2. hlk. Sabah yeli.
esindirme is. Esindirmek işi.
esindirmek (-i, -e) Birinde esin uyandırmak, İlham etmek.
esinleme is. Esinlemek işi veya durumu.
esinlemek (-e) Birine esin duymasını sağlamak, ilham vermek.
esinlenme is. Esinlenmek işi.
esinlenmek (-den) Bir şeyden ilham almak, içine doğmak, mülhem olmak: "Bir şiiri buğuseptilden esinlenerek Duyguseptil adını taşır." -N. Cumalı.
esinti is. Belli belirsiz hissedilen hafif yel, nefha: "Güneş gene alevlendi, kavak yapraklarına türkü söyleten serin esinti dindi." -T. Buğra.
esintili sf. Esintisi olan.
esintisiz sf. Esintisi olmayan.
esir (I) is. Ar. esir 1. Tutsak. 2. Köle. 3. mec. Bir düşünceye veya bir kimseye körü körüne bağlı olan kimse: Onun güzelliğinin esiri oldular, esir almak 1) tutsak etmek; 2) alıkoymak, meşgul etmek, esir düşmek tutsak olmak: "Beyhude ölmektense esir düşüp yaşamayı tercih ettikleri için teslim oldular." -Y. K. Beyatlı. esir etmek 1) tutsak durumuna getirmek; 2) alıkoymak, meşgul etmek. esir olmak tutsak olmak: "Düşman başkumandanı... esir oldu." -A. Gündüz, esir yatmak savaşta düşman eline düşüp uzun süre tutsak kalmak, esarette kalmak.
→ esir almaca, esir kampı
esir (II) is. Ar. eşirfız. 1. Atomlar arasındaki boşluğu ve bütün evreni doldurduğu varsayılan, ağırlığı olmayan, ısı ve ışığı ileten töz (cevher). 2. Hava.
esir almaca is. Karşı takım oyuncularını tutsak ederek kazanılan bir çocuk oyunu: "Erkek çocuklar gibi ata binmesini, birdirdir, esir almaca oynamasını çok seviyordu." -Ö. Seyfettin.
esirci is. esk. Köle ve cariye alışverişi yapan kimse.
esircilik, -ğî is. Köle ve cariye alışverişi yapma.
esire is. Ar. esire esk. 1. Dişi tutsak. 2. Cariye, dişi köle.
esirgeme is. Esirgemek işi, koruma, himaye, vikaye.
esirgemek (-i, -den) 1. Korumak, himaye etmek, vikaye etmek: "Senin genç, temiz ve fedakâr ruhunu bu felaketten esirgemek isterim. " -H. C. Yalçın. 2. Bir şeyi yapmaktan veya vermekten kaçınmak: "Hemşiremden esirgediğiniz şeyi ben kabul edecek kadar alçalmadım." -A. Gündüz, esirgememek feda etmekten çekinmek, diriğ etmek: İnsan yurdu için canını esirgemez.
esirgemezlik, -ği is. Özveride bulunma.
esirgenme is. Esirgenmek işi.
esirgenmek (nsz) Esirgeme işi yapılmak.
esirgeyici sf. Koruyan, koruyucu.
esirgeyicilik, -ği is. Esirgeyici olma durumu.
esirgeyiş is. Esirgeme işi veya biçimi.
esir kampı is. ask. Savaşta tutsak olanların toplu olarak gözetim altında bulunduruldukları yer.
esirlik, -ği is. Esir olma durumu veya süresi, tutsaklık, kölelik: "Ayaklanmadaki zincirler, esirliğin ağır ve cefalı şarkılarım söyleyecektir. " -R. E. Ünaydın.
esirme is. Esirmek işi.
esirmek (nsz) hlk. 1. Sarhoş olmak. 2. Aklını yitirmek, delirmek. 3. Çok kızmak, sertleşmek.
eskalop, -bu is. Fr. escalope İnce dövülmüş, yağsız, sinirsiz tavuk veya dana eti.
eskatologya is. (eskatolo'gya) Yun. fel. İnsanın ve dünyanın sonunu, öbür dünyayı anlatmaya çalışan tanrı bilimi kolu.
eski sf. 1. Çoktan beri var olan, üzerinden çok zaman geçmiş bulunan, yeni karşıtı: "Ey benim eski duygularım, eski düşüncelerim. Neden böyle uzaksınız benden?" -N. Ataç. 2. Önceki, sabık: "Anlatışına bakılırsa, eski kâtibe, şimdi fevkalade şık giyiniyormuş." -H. Taner. 3. Geçerli olmayan: "Bugün mekteplerimiz artık o eski mektepler değildir. " -R. N. Güntekin. 4. Herhangi bir meslekte uzun süreden beri çalışmış olan. 5. Geçmiş çağlardaki: "Kendimi eski zamanların eski bir gecesinde gayet geç bir saatte sokakta dolaşıyorum sanıyordum." -R. N. Güntekin. 6. Mesleğinde uzmanlaşmış, deneyimi olan: Eski öğretmen. 7. is. Çok kullanmaktan yıpranmış, harap olmuş şey: "Ben babamın eskilerinden uydurma şeylerle giyiniyordum." -H. Z. Uşaklıgil. 8. is. alay Herhangi bir görevden düştüğü veya durumunu yitirdiği için bir kimsenin eski saygınlığının kalmadığı durumlarda kullanılan bir söz: Mebus eskisi. Müdür eskisi. eski ağza yeni taam turfanda bir şey yenilirken söylenen söz. eski çamlar bardak oldu devir değişti, eski tutumların değeri kalmadı, eski defterleri kapamak (veya yoklamak veya karıştırmak) bir yarar umarak veya başka bir amaçla eski olayları yeniden ele almak: "O, eski defterleri çoktan kapatmış, Osmanlıya kucağını açmıştı." -T. Buğra, eski hamam eski tas hiçbir şeyi değişmemiş, eski durumunda kalmış: "Bereket versin, işi kuru gürültüden ileri gitmediği, her şeyin eski hamam eski tas kaldığı çabuk anlaşıldı." -K. Tahir. eski hayratı da berbat etmek bir işi daha iyi bir duruma sokmaya çalışırken büsbütün bozmak, eski köye yeni âdet getirmek yadırganan bir yenilik yapmaya kalkışmak, eskiler 1) eski çağ insanları, eski kuşaklar, bizden önce yaşayanlar: "Eskiler arasında beni en çok Fuzuli duygulandır irdi." -S. Birsel. 2) eski eşya. eskisi kadar (veya gibi) eskiden olduğu gibi, eskiden olduğu ölçüde: "Doğal güzellikler artık eskisi gibi turist çekmiyor." -N. Cumalı. eskisi olmayanın acarı olmaz yeni bir şey edinildiğinde eskisini hemen elden çıkarmamalıdır.
→ Eski Çağ, Eski Dünya, eski eserler, eski göz ağrısı, eski harfler, eski kafalı, eski kurt, eski püskü, eski toprak, eski tüfek, eski yazı, başeski
eskice sf. Biraz eski, çok yeni olmayan: "Biraz eskicelerinden seçilmiş olmakla beraber bana yakıştığını küçük kızı bile itiraf etti." -M. Ş. Esendal.
eskici is. 1. Her türlü eski eşya alım satımıyla uğraşan kimse. 2. Eskimiş ayakkabıları onaran kimse.
eskicilik, -ği is. Eskicinin işi.
Eski Çağ Öz. is. tor. Eski zamanlarda başlayıp yazının bulunuşuna kadar geçen süre.
eskiden zf. Geçmiş zamanlarda, geçmiş çağlarda, geçmişte, mukaddema: "Maşallah... Seni eskiden tamyora benziyor." -M. Yesari.
Eski Dünya öz. is. Avrupa, Asya ve Afrika'ya topluca verilen ad.
eski eserler ç. is. Eski toplulukların bilim, edebiyat, din ve güzel sanatına ilişkin her türlü ürünü veya kalıntısı, asanatika.
eski göz ağrısı is. Eski sevgili, ilk göz ağnsı: "Niye buraya bu kadar kılıksız, üstelik de bir karış sakallı geldim. Bak eski göz ağrılarına rastlayacakmışız." -H. Taner.
eski harfler ç. is. Kökeni Arap alfabesine dayanan, 1928 yılma kadar kullanılmış işaretler bütünü.
eski kafalı sf. Günün düşünce ve yaşayışına ayak uyduramayan (kimse): "Bu eski kafanın nasihatlerinden yıldığı için pek naçar kaldığı anlarda bu kapıyı çalar." -H. R. Gürpınar.
eski kafalılık, -ğı is. Eski kafalı olma durumu.
eski kurt, -du sf. 1. Mesleğinde uzmanlaşmış olan (kimse). 2. Bir işin hileli yanlarını bilen ve kolay aldatılmayan (kimse).
eskileşme is. Eskileşmek işi.
eskileşmek (nsz) Eskimek.
eskilik, -ğı is. Eski olma durumu, antikite: "Gömleğinin eskilikten akmış bileklerini içeri doğru kıvırdığına dikkat etmiştim." -R. N. Güntekin.
eskime is. Eskimek işi.
eskimek (nsz) 1. Eski duruma gelmek: "Artık eskidiğimiz için evde de pek telaş etmezler." -R. N. Güntekin. 2. Yıpranmak: "Yerde değerli ama artık eskimiş bir hah." -T. Buğra. 3. Yaşlanmak.
Eskimo öz. is. (eski'mo) 1. Kuzey Kutbu'nda yaşayan toplulukların adı. 2. Bu topluluktan olan kimse. 3. sf. Bu topluluğa özgü, bu toplulukla ilgili olan.
Eskimoca öz. is. (eski'moca) 1. Eskimo dili. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.
eskimsi sf. Eskiyi andıran, eskiye benzeyen, eski gibi.
eski püskü sf. Çok eski, İyice eski: "Eski püskü paketin içinde ne olduğunu anladınız, değil mi?"-O. C. Kaygılı.
Eskişehir taşı is. min. Lüle taşı.
eskitilme is. Eskitilmek işi.
eskitilmek (nsz) Eskitme işi yapılmak, eski duruma getirilmek.
eskitme is. Eskitmek işi.
eskitmek (-i) 1. Çok kullanarak eskimiş duruma getirmek, yıpratmak: Çocuk pantolonunu eskitti. 2. Yaşlandırmak: "Alkol, tütün ve aşk eskitti beni." -A. İlhan. 3. mec. Etkisini sürdürememek, yıpratmak: Yunus Emre'yi yüzyıllar eskitemedi.
eski toprak, -ğı is. Yaşlandığı hâlde dinç olan kimse: "... ne de olsa eski toprak, atlatır bu vartayı da." -A. İlhan.
eski tüfek, -ği is. Herhangi bir işte eski ve deneyimli olan kimse.
eski yan is. Türklerin İslamiyet! kabulünden sonra kullanmaya başladığı ve 1928 yılında Latin alfabesine dayalı yeni Türk harflerinin kabulüne kadar geçen dönemde benimsenmiş olan Arap alfabeli yazı sistemi.
eskiz is. Fr. esguisse Taslak: "Fuayede eski afişler, eski oyunlarından dekor eskizleri var." -H. Taner.
eskort is. Fr. escorte Koruma, muhafız takımı.
eskrim is. Fr. eserime sp. Dûrtücü kılıç, kesici kılıç ve delici kılıç adı verilen silahlarla yapılan spor, kılıç oyunu.
eskrimci is. Eskrim yapan kimse, kılıç oyuncusu.
eskrimcilik, -ği is. Eskrimci olma durumu.
eskülabî sf. (eskülâ:bi:) Far. ez + Ar. kullâbi esk Üstü kapalı: "Babama yazdığın mektupta esküîabi bir cümle ile geçiştirmişsin. Demek iş yok " -S. Eyuboğlu.
eslaf ç. (eslâ:j) Ar. eslaf esk. Bizden öncekiler, geçmişler, öncel, ahlaf karşıtı.
eslek, -ği sf. hlk. Başkasının buyruk ve dileklerini yerine getiren, söz tutan, yumuşak başlı, itaatli, muti.
esleme is. Eslemek işi veya durumu.
eslemek (-i) hlk. Önem vermek, aldırış etmek.
esma ç. is. (esma:) Ar. esma' esk. Adlar, isimler. esmayı üstüne sıçratmak davranışlarıyla belayı üstüne çekmek.
→ esmaythüsna, esmayışerife
esmayıhüsna is. (esma.yıhüsna:) Ar. esma + lıüsnâ din b. Allah'ın adlan.
esmayışerife is. (esma:yışeri:fe) Ar. esma + şerife din b. Esmayıhüsna.
esme is. Esmek işi.
esmek, -er (nsz) 1. Hava bir yönden bir yöne akmak, rüzgâr olmak: "İki üç günden beri sert bir kış rüzgârı esiyor." -A. Haşim. 2. (-e) mec. Yapılması önce düşünülmüş olmayan veya beklenmeyen bir şeyi yapmaya birdenbire karar vermek: Bu yolculuk size nereden esti?
esmer is. Ar. esmer 1. Siyaha çalan buğday rengi. 2. Kurşuni renk: "Sazlı köyü ayaklandığı zaman gökyüzü daha esmerdi." -T. Buğra. 3. sf Bu renkte olan. 4. sf. Teni ve saçları karaya çalan, koyu buğday rengi olan (kimse), yağız: "Üzülüyor, ama üzüntüsü, kızının esmer güzeli olmasına..." -S. F. Abasıyanık.
→ esmer amber, esmer buğday, esmer küf, esmer küfler, esmer su yosunları, esmer şeker, esmer un, barut esmeri
esmer amber is. Amber balığının bağırsaklarından çıkarılan amber.
esmer buğday is. bot. Koyu renkli bir cins buğday.
esmerce sf (esme'rce) Esmere yakm, biraz esmer olan.
esmerimsi sf. Esmere çalan.
esmer küf is. bot. Esmer küfler familyasının asalak hayata uyabilen örnek türü, özellikle anlarda öldürücü gelişmeler doğuran ilkel mantar (Mucor mucedo).
esmer küfler ç. is. bot. Asalak yaşayışa uymuş türleri de bulunan yosunumsu mantarlar familyası.
esmerleşme is. Esmerleşmek işi: "Güneş hayli alçalmış, sular esmerleşmeye başlamıştı. " -H. Taner.
esmerleşmek (nsz) 1. Esmer duruma gelmek. 2. Siyaha yakın bir koyu renk almak.
esmerleştirme is. Esmerleştirmek işi.
esmerleştirmek (-i) Esmer duruma getirmek: "Kül rengi, morumsu bulut ... kısa sürede ovanın üstünü de kapladı, ortalığı esmerleştirdi." -T. Buğra.
esmerlik, -ği is. Esmer olma durumu: "Su hep akıyor, toprak her an biraz daha koyulaşarak esmerliğini buluyordu." -T. Buğra.
esmer su yosunları ç. is. bot. Şeritleri bölmeli, renkleri esmer su yosunları.
esmer şeker is. Kristal şeker yapımı sırasında kristallerin santrifüj ile ayrılmasından sonra kalan şurubun kristallendirilmesi sonucu elde edilen, genellikle kraker ve bisküvilerde kullanılan, çok ince kristalli, koyu renkli, kokulu bir şeker.
esmer un is. Esmer buğdaydan elde edilen un.
esna is. (esna:) Ar. eşnâ' Bir işin yapıldığı an, sıra: "Ben de o esnada onun söyleyemediği tarafları zihnimden tamamlıyordum." -R. N. Güntekin.
esnaf is. Ar. eşnâf 1. Küçük sermaye ve zanaat sahibi: "Kendileri balıkçı olmayıp da balık satan esnafı da severim." -S. F. Abasıyanık. 2. mec. Başlıca düşüncesi, mesleğinin bütün inceliklerinden yararlanıp bunları karşısındakinin zararına kullanarak ve meslekte kötü örnek oluşturarak çok para kazanmak olan kimse. 3. argo Kötü yola sapmış olan kadın: Esnaftan bir kadın.
→ esnaf ağzı, esnaf loncası, çiçekçi esnafı
esnaf ağzı is. Satıcıların müşteri çekmek için çarşı ve pazarda kullandıkları dil.
esnaflık, -ğı is. 1. Esnaf olma durumu. 2. Esnafın yaptığı iş.
esnaf loncası is. tar. Herhangi bir meslek dalında esnafların kurduğu dernek.
esnasında zf (esnaısında) Sırasında, olduğu anda.
esnek, -ği sf. 1. Bir dış gücün etkisi altında uzama, kısalma, eğrilme vb. biçim değişikliklerine uğradıktan sonra, etkinin kalkmasıyla eski biçimini alabilme özelliğinde olan, elastiki: Çelik ve kauçuk çok esnek cisimlerdir. 2. mec. Değişik yorumlara elverişli. 3. mec. Görüş ve tutumlarında katı olmayan.
esnekleşme is. Esnekleşmek işi veya durumu.
esnekleşmek (nsz) Esnek bir durum almak.
esnekleştirme is. Esnekleştirmek işi.
esnekleştirmek (-i) Esnek duruma getirmek.
esneklik, -ği is. Esnek olma durumu, elastikiyet.
esneme is. Esnemek işi: "Mahmur, esnemelerle dolu bir sesle, tanıdık adlan sıraladı." -A. İlhan.
esnemek (nsz) 1. Uykulu, sıkıntılı veya yorgunluk duyulan bir anda ağzı genişçe açarak soluk alıp vermek: "Birden çenelerim gerildi. Uzun uzun esnedim." -A. Haşim. 2. Bir cisim bir etki ile biçim değiştirmek: "Kapılar esnemiş, eğrilmiş; topuzları kaybolmuş. " -R. H. Karay. 3. Bollaşıp genişlemek.
→ esneye esneye
esnetme is. 1. Esnetmek işi. 2. sp. Türlü sebeplerle kısalan kasları açmak ve uzatmak için bağlı bulundukları eklemlerde yapılan esnek, yaylı ve zorlu germe hareketi.
esnetmek (-i) Esnemesine sebep olmak.
esneye esneye zf. Sürekli esneyerek: "Yanımızda bulunduğu zaman esneye esneye çene kemiklerimiz kopuyor." -R. N. Güntekin.
esneye gerine zf. Esneyip gerinerek: "Minderin üzerine uzanıp esneye gerine vakit geçirmekten çok zevk alırım." -R. H. Karay.
esneyiş is. Esneme işi veya biçimi: "Bütün mesut esneyişlerin hayalimden geçişini seyrederek tekrar tekrar esnedim." -A. Haşim.
espas is. Fr. espace 1. Basımcılıkta bir kelimenin harflerini ayırmak için kullanılan harflerden daha kısa ve küçük metal çubuk. 2. Aralık.
espaslı sf. 1. Basımcılıkta espası olan. 2. Aralıklı.
Esperanto öz. is. (esperanto) İsp. Polonyalı doktor L. Zamenhof tarafından bütün milletlerce kullanılmak için 1887'de hazırlanmış, dil bilgisi on altı kurala dayanan, kolay bir yapma dil.
Esperantocu is. Esperanto yanlısı.
esperi is. zool. Ava alıştırılamayan bir tür doğan.
espiyon is. Fr. espion Birinin kusur veya suçlarını gizlice bildirmesi için o kimsenin üstleri tarafından tutulmuş olan ve bundan çıkar sağlayan kişi.
espressivo is. (espressi'vo) ît. muz. Duygulu, içten.
espresso is. İt. espresso Kaynatılarak koyu kıvamlı duruma getirilen sert İtalyan kahvesi.
espri is. Fr. esprit 1. İnce anlamlı, düşündürücü ve sakalı söz, nükte: "inceliği bu özelliğine de sindiği için esprileri hiçbir zaman harcayıcı olmazdı." -H. Taner. 2. ed. Yazıda, resimde, sözde ve davranışta ince, derin anlam, nükte: Romanın esprisi, espri patlatmak konuşma sırasında, beklenilmedik anda, ortama uygun hoş, nükteli veya ilginç söz söylemek, espri yapmak nükteli, sakalı söz söylemek: "Anlattığı fıkralarla yaptığı esprilere kendi asla gülmezdi." -Ç. Altan.
esprili sf. 1. Esprisi olan: "Kısa ve esprili sunuşlarını bizzat kendi yapardı." -H. Taner. 2. Espri yapma niteliğini taşıyan (kimse): "Esprili bir zat, insan üç kere ölür demiş: Bir kere memur olunca, bir kere evlenince, bir kere de eceli ile!" -H. Taner.
esprisiz sf. 1. Esprisi olmayan. 2. Espri yapamayan.
espritüel sf. Fr. esprituel Yerinde ve zamanında, güzel ve hoş karşılanan, ince anlamlı, düşündürücü söz söyleyen, nükte yapan (kimse).
esrar (I) ç. is. (-ra:rı) Ar. esrar Gizler, sırlar: "Yüzüme, tekrar o eski, esrar dolu gözlerle bakıyor." -Y. Z. Ortaç, esrara dalmak sırlara gömülmek: "Sular büsbütün kararınca Boğaz'ın hayatı da büsbütün esrara dalar." -A. Ş. Hisar.
→ esrar kumkuması, esrar perdesi, esrar tekkesi
esrar (II) is. Hint kenevirinden çıkarılan ve kullanılacak miktara göre uyarıcı, sarhoş edici veya uyuşturucu etkileri olan bir madde. esrar çekmek esrar içmek.
→ esrar otu
esrarcı is. Esrar yapan, satan veya esrar çeken kimse.
esrarcılık, -ğı is. Esrarcının İşi.
esrarengiz sf. (esra:rengiz) Ar. esrar + Far. -engiz Gizlerle, sırlarla örtülü, esrarlı: "Evime kaçmaklığım lazım gelirken, Zekeriya sofrasının esrarengizliğini öğrenmek cazibesine kapıldım." -A. Gündüz.
esrarengizlik, -ği is. Esrarlı olma durumu: "Zekeriya sofrasının esrarengizliğini öğrenmek cazibesine kapıldım." -A. Gündüz.
esrarkeş is. T. esrar + Far. -keş Esrar (II) kullanmayı alışkanlık durumuna getiren kimse: Dalga geçen esrarkeşin gözü ne görürse, kırk derece ateşle yanan adamın dışa fırlayan gözü de onu görür." -A. Haşim.
esrarkeşlik, -ği is. Esrarkeş olma durumu.
esrar kumkuması is. Kim olduğu ve neler yaptığı bilinmeyen kimse.
esrarlı (I) sf. Gizli yönleri bulunan, ne olduğu anlaşılamayan, akıl erdirilemeyen, esrarengiz: "Aldırmadı, aynı esrarlı ve bir parça alaycı inatla devam etti." -R. N. Güntekin.
esrarlı (II) is. İçinde esrar bulunan: Esrarlı sigara.
esrar otu is. bot. Hint keneviri.
esrar perdesi is. Bir şeyin anlaşılmasını güçleştiren engel.
esrar tekkesi is. Toplu ve gizli olarak esrar içilen yer.
esre is. Arap harfli metinlerde bir ünsüzün ı, i seslerinden biriyle okunacağını gösteren işaret, kesre.
esrik, -ği sf. esk. Sarhoş.
esriklik, -ği is. Sarhoş olma durumu.
esrime is. Sarhoş olma işi.
esrimek (nsz) esk. 1. Herhangi bir sebeple kendinden geçmek, gaşyolmak. 2. Coşup kendinden geçmek, vecde gelmek: "Esridi Yunus'un canı / Bana seni gerek seni." - Yunus Emre. 3. Mest olmak, sarhoş olmak.
esritme is. Esritmek işi.
esritmek (-i) esk. Sarhoş olmasına yol açmak, sarhoş etmek.
essah sf. Ar. eşahh hlk. Doğru, gerçek.
estağfurullah ünl. (esla'ğfuru.ilah) Ar. estağfirullah Teşekkür edilen veya övülen bir kimsenin söylediği bir incelik ve alçak gönüllülük sözü.
estamp is. Fr. estampe Metal, tahta vb. üzerine kazıldıktan sonra basılan resim.
estampaj is. Fr. estampage Metal, tahta vb. üzerine resim basma, çoğaltma yöntemi.
estek köstek zf. Falan filan: "Haberler iyi değil, rivayetler gönlümü bulandırıyor, sürgünmüş, göz hapsiymiş, estek köstek." -A. ilhan, estek köstek etmek oyalamak, yersiz bahaneler bulmak, işten kaçınmak.
ester is. Alm. Ester kim. Oksijenli asitler ile alkollerin aralarından bir su molekülü ayrılması sonucunda verdikleri madde.
esterleşme is. kim. Oksijenli asitlerle alkollerin birleşerek ester oluşturması.
estet is. Fr. esihete Güzeli en üstün, en yüce değer sayan kişi.
estetik, -ği is. Fr. esiheiiaue 1. Sanatsal yaratının genel yasalarıyla sanatta ve hayatta güzelliğin kuramsal bilimi, güzel duyu, bedii, bediiyat: "Boğaziçi'nin, Sarayburnu yarımadasını, tarihî üslup ve estetiklerini korumak için çok iyi hazırlanmış projeler var." -H. Taner. 2. sf. Güzellik duygusu İle ilgili olan. 3. sf. Güzellik duygusuna uygun olan: Estetik duygu. Estetik bir yapı. A.fel. Güzelliği ve güzelliğin insan belleğindeki ve duygularındaki etkilerini konu olarak ele alan felsefe kolu, güzel duyu. 5. sf. tıp Kusurlu bir organı düzeltmek veya güzelleştirmek amacıyla uygulanan (yöntemler): Estetik cerrahi.
→ yad estetik
estetikçi is. Estetikle uğraşan kimse.
estetikçilik, -ği is. fel. Gerçeklik ve yarar kaygılarından sıyrılarak bir sanat veya felsefe konusunu salt güzelliği için sevme kuramı, güzel duyuculuk, estetizm.
estetizm is. Fr. esthetismefel. Estetikçilik.
estirilme is. Estirilmek işi.
estirilmek (nsz) Estirme işi yapılmak.
estirme is. Estirmek işi.
estirmek (-i) Esmesini sağlamak.
estomp is. Fr. estompe Kara kalem resimde çizgiyi veya pastel boyasını yaymak için kullanılan, kendi üzerine sarılmış kâğıt veya deri.
esvap, -bı is. (-va:bı) Ar. eşvâb esk. Giysi: "Bütün esvabı bir mintan ve eski bir pantolondan ibaretti." -Y. K. Beyatlı.
esvaplık, -ğı sf. Esvap yapmaya elverişli (kumaş).