-er- bk. -ar- / -er-.
-er (I) bk. -ar/-er (I).
-er (II) bk. -ar/-er (II).
Er kim. Erbiyum elementinin simgesi.
er (I) is. 1. Erkek: "Noksansız bir çeyiz ve düğünle iyi bir ere verilen Zeynep'in hissesi ayrılmıştır." -T. Buğra. 2. işini iyi bilen, yetenekli kimse: "Sanat eri çalışır, bir eser kor ortaya, onun güzel olduğuna inanır, o güzelliği herkesin anlamasını, kavramasını ister." -N. Ataç. 3. sf. Kahraman, yiğit. 4. ask. Rütbesiz asker, nefer: "Düşman erleri arasında Fransızlar da vardır." -S. Birsel. 5. hlk. Koca. er lokması er kursağında kalmaz insan, gördüğü iyiliği karşılıksız bırakmaz. ere gitmek (veya varmak) hlk. kadın veya kız evlenmek, ere vermek kızı evlendirmek: "Ninesini, kardeşini beslemiş, hatta kız kardeşini ere vermişti." -H. E. Adıvar.
→ erbaş, er bezi, er dişi, er ekmeği, er kişi, er meydanı, er suyu, acemi er, komando er, tam er, avcı eri, emir eri, gönül eri, hizmet eri, iş eri, sanat eri, sözünün eri, yazın eri
er (II) zf. hlk. Erken: "Er sabah kalktım ki sular çağlıyor." -Halk türküsü.
→ er ekmeği, er geç
eradikasyon is. Fr. eradication Yok etme: Sıtma eradikasyonu çalışmaları.
erat ç. is. T. er + Ar. -ât çokluk eki ask. 1. Er, onbaşı ve çavuşlara verilen genel ad. 2. Erler.
erbain is. Ar. erba' in esk. Hicri takvimde 22 Aralıktan 31 Ocak gününe kadar süren kırk günlük kış dönemi.
erbap, -bı is. (erba:p) Ar. erbâb Bir işten anlayan, bir işi iyi yapan kimse: Her işi erbabından sormalı.
→ kalem erbabı
erbaş is. ask. İhtiyaçları devletçe karşılanan onbaşı ve çavuş rütbesindeki asker: "Silah altında bulunan er ve erbaşlarla, askerî öğrenciler oy kullanamazlar." -Anayasa.
erbaşlık, -ğı is. Erbaş kademesi.
er bezi is. anat. Erkeklik hormonunu oluşturan erkek cinsiyet bezi, husye, haya, testis.
erbin is. Fr. erbine kim. Erbiyum oksit (Er203) veya erbiyum hidroksit, Er(OH)2.
erbiyum is. (e'rbiyum) Lat. kim. Atom numarası 68, atom ağırlığı 167,2 olan, tabiatta çok az bulunan, uygulama alanı olmayan, bir element (simgesi Er).
erce (I) zf. Er gibi, ere yakışır biçimde: "Şu değişik hâllerin hepsinden erce, erkekçe istifade etmelidir." -A. Mithat.
erce (II) zf. Erken, erken olarak.
ercecik zf (e'rcecik) Erkenden: "Ilıca hamamından ercecik kalkın / Kılavuz seçin de Şahren 'i geçin." -Halk türküsü.
ercik, -ği is. bot. Çiçek tozu üreten ve on tanesi çeşitli şekillerde birleşerek erkek organı meydana getiren çiçek kısmı.
erdem is. 1. Ahlakın övdüğü İyilikçilik, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklerin genel adı, fazilet: "Spor, alçak gönüllülük gibi bir erdem astlar sporcuya." -N. Cumalı. 2. fel. İnsanın ruhsal olgunluğu.
erdemli sf. Erdemi olan, faziletli: "Şu beğenmediğiniz toplumdan daha soylu ve erdemlisini nasıl yaratabilirdik?" -A. İlhan.
erdemlilik, -ği is. Erdemli olma durumu, faziletlilik.
erdemsiz sf Erdemi olmayan, faziletsiz.
erdemsizlik, -ği is. Erdemsiz olma durumu, faziletsizlik.
erden sf Bakire.
erdenlik, -ği is. Kızlık.
erdirme is. Erdirmek işi.
erdirmek (-i, -e) Ermesini sağlamak, ermesine yol açmak: "Sen korkusuz, güçlü, hâkim oldukça ata / Atın seni erdirecek her saltanata. " -E. B. Koryürek.
er dişi sf. 1. biy. Hem erkek hem dişi gametleri bulunan (birey), erselik, hünsa. 2. bot. Çiçekliğinde hem erkek hem dişi çiçeği bulunan (bitki).
er dişilik, -ği is. Er dişi olma durumu, erseliklik.
erek, -ği is. Gerçekleştirmek için tasarlanan ve erişmek istenilen şey, amaç, gaye, maksat, hedef.
→ erek bilimi
erek bilimi is. fel. 1. Evreni ereklerle araçlar arasında bir ilişkiler dizgesi olarak gören öğreti, teleoloji. 2. Yalnızca insan hareketlerinin değil, tarih ve tabiat olaylarının ve bütünün olduğu gibi tek tek olayların da ereklerle belirlenmiş ve yönetilmiş olduğunu kabul eden öğreti, teleoloji.
erekçilik, -ği is. fel. Her şeyin bir erekle belirlendiği, bir ereğe yöneldiğini, her şeyin bir ereklik yasasına göre olup bittiğini benimseyen görüş, finalizm.
ereklilik, -ği is. fel. Bir erekle belirlenmiş olma veya bir ereğe yönelmiş olma durumu.
er ekmeği (I) is. Kocanın getirdiği ekmek.
er ekmeği (II) is. hlk. Sahur yemeği.
ereksel sf Erek niteliğinde olan.
→ ereksel neden
ereksel neden is. fel. Temelde bulunan erek veya varılmak istenen ereğe götüren sebep.
eren is. din b. 1. Benliğinden sıyrılmış, öz varlığından geçmiş, kendini Tanrı'ya adamış, ermiş, evliya, veli: "Bu adam vaktinin en büyük erenlerindendi." -Ö. Seyfettin. 2. Olağanüstü sezgileriyle birtakım gerçekleri gördüğüne inanılan kimse, erenlerin sağı solu olmaz ne zaman ne yapacağı belli olmayan kimseler için kullanılan bîr söz.
→ alperen
Erendiz öz. is. astr. Jüpiter.
erg (I) is. Fr. erg fiz. C. G. S. sisteminde, uygulama noktasını, kuvvet yönünde 1 cm hareket ettiren 1 dinlik kuvvetin yaptığı işe eşit olan iş birimi: Bir kilogrammetre 981 x 105 erge eşittir.
erg (II) is. Fr. erg coğ. Büyük Sahra'da kumullarla örtülü bölge.
erganun is. (erganu:n) Yun. müz. Org: "Muhatabımız Silezya erganun fabrikasının başakortçularından biri imiş." -R. E. Ünaydın.
er geç zf. Erken veya geç, her ne vakit olsa, sonunda, önünde sonunda: "Ortada şimdiden kırılmış dökülmüş şey yok. Er geç nasıl olsa aralarım bulurum." -R. N. Güntekin.
ergen sf 1. Döl verebilecek duruma gelmiş olan, erin, yeni yetme, akil baliğ, baliğ. 2. Henüz evlenmemiş, bekâr, ergen olmak evlenecek çağa girmek, ergene karı boşamak kolay bir işin İçinde olmayanlar o İşteki güçlükle küçümserler.
ergene is. esk Maden yeri.
ergenleşme is. Ergenleşmek işi veya durumu, buluğ.
ergenleşmek (nsz) 1. Döl verebilecek erişkin duruma gelmiş olmak, erinleşmek, akil baliğ olmak, buluğa ermek. 2. Rüştünü ispat etme yaşma gelmiş olmak, erinleşmek, akil baliğ olmak, buluğa ermek.
ergenlik, -ği is. 1. Cinsel organların fizyolojik gelişmesiyle başlayan, buluğa ermişlikle yetişkinlik arasındaki dönem, yeni yetmelik: "Amcası ona, çocukluk günlerinde de, ergenliğinde de istemeden vermiştir." -T. Buğra. 2. Çocukluk çağından yetişkinlik çağına geçen kimselerin yüzünde çıkan sivilceler.
→ ergenlik çağı
ergenlik çağı is. Ergenlik.
ergi is. esk. İyi bir şeye erişme durumu, mazhariyet.
ergilik, -ği is. Ergi durumu.
ergime is. Ergimek işi, zeveban.
→ ergime ısısı, ergime noktası, ergime yasası
ergime ısısı is. fiz. Bir katının sıvı durumuna geçmesi için verilmesi gereken ısı.
ergimek (nsz) fiz. Sıcaklığı artırılmak yoluyla bir cisim katı durumdan sıvı duruma geçmek, zeveban etmek.
ergime noktası is. fiz. Bir katının katı durumdan sıvı duruma geçmeye başladığı ve ergime sona erene kadar koruduğu sıcaklık.
ergime yasası is. fiz. Ergime kurallarının değişmez oluşumu.
ergimiş maden is. min. Sıvı duruma gelmiş maden.
ergin sf. 1. Olmuş, yetişmiş, kemale ermiş: Ergin yemiş. Ergin ekin. 2. huk. Haklarını kendi kullanmak İçin yasanın gösterdiği yaşa gelmiş olan (kimse), reşit: "Oğlunun bilgin, ergin, akıllı, uslu olmasını istiyordu." -N. Araz.
erginleme is. Erginlemek işi.
erginlemek (-i, -e) Birini bir konu üzerinde aydınlatıp onu gerekli temel bilgi ve becerilerle donatarak ergin ve yetişmiş kılmak.
erginlenme is. Erginlenmek işi veya durumu.
erginlenmek (nsz) Ergin duruma gelmek.
erginleşme is. Erginleşmek işi.
erginleşmek (nsz) Ergin bir duruma gelmek, reşit olmak.
erginlik, -ği is. Ergin olma durumu, kemal, rüşt.
ergitme is. Ergitmek işi.
ergitmek (-i) fiz. Ergimesini sağlamak, ergimesine yol açmak.
ergonomi is. Fr. ergonomie İnsanın, makinenin ve çevrenin bir arada uyumlu ve verimli bir biçimde çalışmasını inceleyen bilim dalı, iş bilimi.
ergonomik, -ği sf. Ing. ergonomics Kullanımı kolay.
erguvan is. Far. erğavân bot. Baklagillerden, eflatunla kırmızı arası renkte çiçek açan, güzel bir süs ağacı, deliboynuz (Cercis siliguastrum): "Erguvan dallarından örülmüş çardağın içi loştu iyice." -N. Cumalı.
erguvangiller ç. is. bot. Almaşık yapraklı ağaç familyası.
erguvani is. (erguva:ni:) Far. erğavân + Ar. -i 1. Eflatunla kırmızı arası renk. 2. sf. Bu renkte olan.
ergürmek (-i, -e) hlk. Ulaştırmak, eriştirmek: "Âşık olan eder kanı / Ergürür muradıma beni / Gayet tenha buldum seni / Hemen vazgeçtin mi benden." -Halk türküsü.
-eri bk. -an / -eri.
erigen sf. Çabuk eriyip dağılan.
erik, -ği sf. bot. 1. Gülgillerden, beyaz çiçekli bir ağaç (Ğrunus domestica). 2. bot. Bu ağacm kabuğu ince, çeşitli renklerde, mayhoş veya tatlı, eti sulu, tek ve sert çekirdekli yemişi.
→ erik hoşafı, erik kompostosu, erik marmeladı, erik pestili, erik rakısı, erik reçeli, kuru erik, sarterik, bardacık eriği, bardak eriği, can eriği, çakal eriği, dağ eriği, gövem eriği, Malta eriği, mürdüm eriği, türbe eriği, yaban eriği
erika is. bot. Süpürge otu.
erik hoşafı is. Eriğin şekerli suda kaynatılması İle hazırlanan ve soğuk içilen hoşafı.
erik kompostosu is. Erik hoşafı.
eriklik, -ği is. Erik ağaçları çok olan yer, erik bahçesi.
erik marmeladı is. Şeker karıştırılarak pişirilmiş erik ezmesi,
erik pestili is. Eriğin kaynatılması ve yufka biçiminde kurutulması ile hazırlanan pestil: "Fıtnai Hanım, bahçede erik pestili kaynatıyormuş." -M. Ş. Esendal.
erik rakısı is. Erik suyunun damıtılmasıyla elde edilen bir tür rakı.
erik reçeli is. Eriğin şeker ile kaynatılması sonucu yapılan reçeli.
eriksi sf. Eriği andıran, eriğe benzeyen, erik gibi.
eril sf dbl. Bazı dillerde erkek cinsten sayılan (kelime), müzekker.
erillik, -ği is. Bazı dillerde, kelimelerin eril olması durumu,
erim (I) is. Bir şeyin erebileceği uzaklık, menzil: El erimi. Göz erimi.
→ el erimi, göz erimi, kulak erimi, kurşun erimi
erim (II) is. İyi bîr şeye işaret olan durum, muştu, müjde, beşaret.
erime is. Erimek işi.
→ aşırı erime
erimek (nsz) 1. Katı cisim sıvı içine karışarak sıvı durumuna geçmek: Şeker suda erir. 2. Katı cisim ısı etkisiyle sıvı duruma gelmek: "Yüzündeki karlar eriyince beyaz, yuvarlak bir yüz meydana çıkmıştı." -S. F. Abasıyanık. 3. Dokumalar aşınıp incelerek dağılmak. 4. mec. Çok zayıflamak: "Günden güne eriyen Kerimeyi, o tek kardeşimi kurtarabilirim ümidiyle size koştum." -A. Gündüz. 5. mec. Utancından çok sıkılmak. 6. mec. Yok olmak, bitmek, tükenmek: "Güzel hayatımız da bir göz açıp kapayışta eridi." -R. H. Karay, eriyip bitmek üzüntü ve sıkıntıdan çok zayıflamak: "O zaman da ben kahır yüzünden eriyip bitmiş olacağım." -P. Safa.
→ erim erim
erim erim zf. "Zayıflamak, güçsüz bir duruma gelmek" anlamlarındaki erim erim erimek deyiminde geçen bir söz: Hastalıktan erim erim eridi.
erimez sf. Erime özelliğini yitirmiş olan ve bu Özelliği olmayan.
erimezlik, -ği is. Erimez olma durumu.
erin sf. Ergen.
erincek, -ği sf. hlk. Tembel, üşenen.
erinç, -ci is. Hiçbir eksiği, üzüntüsü ve acısı olmama durumu, dirlik, rahat, huzur: "Değiliz, erinç içinde değiliz biz, erinç içinde olmayı da aramıyoruz, dilemiyoruz." -N. Ataç.
erinçli sf. Erinci olan, huzurlu, rahat.
erinçsiz sf. Erinci olmayan, tasalı, huzursuz, rahatsız.
erinleşme is. Ergenleşme.
erînleşmek (nsz) Ergenleşmek.
erinlik, -ği is. Erin olma durumu, buluğ.
erinme is. Erinmek işi veya durumu.
erinmek (-e, nsz) Üşenmek: "Erinenin oğlu kızı olmazmış." -Atasözü.
erirlik, -ği is. fiz. Eriyebilme niteliği veya derecesi.
eristik, -ği is. Fr. eristiaue fel. Didişim.
eriş is. Erme işi ve durumu: "Bu makama eriş, ona, bir devlet reisinin tahtına veya koltuğuna kurulmuş gibi bir his verir." -Y. K. Karaosmanoğlu.
erişilebilirlik, -ği is. bl. Genel Ağ'da bir sayfanın ulaşılabilir olması.
erişilme is. Erişilmek işi.
erişilmek (-e) Erişme işi yapılmak, ulaşmak, yetişilmek: "Birimizin erişilmez uzaklarda gördüğünü öbürümüz yapyakm görüyor." -R. N. Güntekin.
erişim is. 1. Erişme işi. 2. Belli iki yer arasında gidip gelebilme, ulaşım, muvasala: İki köy arasında erişim kesildi.
erişkin sf. biy. Beden gelişimi tamamlanmış olan, kâhil.
erişkinlik, -ği is. Erişkin olma durumu, olgunluk, kâhillik.
erişme is. Erişmek işi.
erişmek (-e) 1. Varılması zamana, emeğe bağlı olan veya uzakta bulunan bir amaca varmak, ulaşmak: "Genç yaşında üne erişmiş, yönettiği oyunlar afişlerden inmemiş." -N. Cumalı. 2. Bir yere ulaşmak, varmak: "Boyu bir elli beş olduğu için, eli ancak on beşinci düğmeye erişebilmektedir." -H. Taner. 3. (nsz) Bitkiler veya bunların ürünleri olgunlaşmak: Yemişler bu yıl çabuk erişti. 4. (nsz) Zaman gelip çatmak: Vakit erişti. Bahar erişti.
erişte is. Far. rişte 1. İnce şeritler hâlinde kesilip kurutulmuş hamur. 2. hlk. Deniz yosunu. erişte kesmek kışlık yiyecek olarak özellikle ramazan ayında yenmek üzere makarna yapmak.
eriştelik, -ği sf. 1. Erişte yapmaya yarayan: Eriştelik un. 2. is. coğ. Kıyılarda deniz yosunlarının hareketi engelleyecek biçimde çok olduğu yer.
eriştirilme is. Eriştirilmek işi.
eriştirilmek (nsz) Eriştirme işi yapılmak.
eriştirme is. Eriştirmek işi.
eriştirmek (-i, -e) Erişmesini sağlamak.
eriten sf. kim. İçinde katı bir madde eriyebilen veya katı bir maddeyi eritebilen (sıvı).
eritici is. Jiz. Bir başka maddeyi eriten, çözündüren cisim.
eritilme is. Eritilmek işi.
eritilmek (nsz) Eritme işi yapılmak: "Çanakkale'de hemen hemen bir milyonluk düşman ordusu eritildi." -Ö. Seyfettin.
eritiş is. Eritme işi veya biçimi.
eritme is. 1. Eritmek işi. 2. fiz. Metallerde erimeyi sağlamak amacıyla dökümden önce yapılan ısıtma işlemi. 3. sf. Eritilerek elde edilen.
→ eritme peynir
eritmek (-i) 1. Erimesini sağlamak, erimesine yol açnmk: Fazla yağlarını eritmek için karısı ile yürüyüşe çıkan fabrikatör..." -H. Taner. 2. mec. Harcayıp tüketmek. 3. mec. Çok üzmek. 4. mec. Zayıflatmak. 5. mec. Yok etmek.
eritme peynir is. Sert peynirlerin eritilip bazen baharat katılmasıyla elde edilen bir tür peynir.
eritrosit is. Fr. erythrocyte anat. Alyuvar.
eriyik, -ği is. kim. İçindeki katı bir madde erimiş bulunan sıvı, mahluk
→ dispersiyon eriyik
eriyiş is. Erime işi veya biçimi.
erk is. 1. Bir işi yapabilme gücü, kudret, iktidar. 2. mec. Sözü geçerlik, istediğini yaptırabilme gücü, nüfuz. 3. sos. Bir bireyin, bir toplumun, başka birey, küme veya toplumları egemenliği, baskısı ve denetimi altına alma, hürriyetlerine karışma ve onları belli biçimlerde davranmaya zorlama yetkisi veya yeteneği, iktidar.
→ ana erki, ata erki, bey erki, din erki, dinci erki, el erki, soylu erki, takım erki, varsıl erki, yargı erki, zengin erki
erkân ç. is. (erkâın) Ar. erkân 1. Bir topluluğun ileri gelenleri, büyükler, üstler: "Yüksek sınıf mahalle erkânını da konaklarına uğrayıp meseleden haberdar eder." -R. H. Karay. 2. Yol, yöntem: "Onun arkasına bu yolda, bu erkânda gelmiş geçmiş ustalar, pirler vardı." -Ö. Seyfettin. 3. ask. General veya amiral aşamasındaki askerler.
→ erkânıharbiyeiumumiye, erkânıharp, erkân kürkü, erkân minderi, adap erkân, yol erkân, hükümet erkânı, çarıklı erkânıharp
erkânıharbiyeiumumiye is. (erkâ:'nıharbiyeiumu:miye) Ar. erkan + harbiyye + 'umûmiyye esk. Genelkurmay,
erkânıharp, -bi is. (erkaı'mharp) Ar. erkân + harb ask. esk. Kurmay.
erkânıharplik, -ği is. Erkânıharp olma durumu: "1900'de Sofya harbiyesinden erkânıharplikle çıkmış, birkaç sene sonra ihtiyata nakletmişti." -Ö. Seyfettin.
erkân kürkü is. tor. Padişahın vezirlerine giydirdiği kürk.
erkân minderi is. esk. Ev ve konaklarda seçkin konukların oturması İçin yapılmış yer minderi: "Odanın mukabil iki cihetinde geniş iki sedir, bunların ortasında büyücek bir erkân minderi." -H. R. Gürpınar.
erke is. 1. fiz. Enerji. 2.fel. (pozitif bilimlerde) İş başarma gücü, bir direnmeyi yenme gücü.
erkeç, -ci is. İğdiş edilmiş, üç yaşından büyük erkek keçi.
→ erkeçsakalı
erkeçsakalı is. bot. Keçisakalı.
erkeğimsi sf. Erkeksi.
erkek, -ği is. 1. İnsan, hayvan ve bitkilerin dişiyi dölleyecek cinsten olanı. 2. biy. Sperma oluşturan organizma. 3. Yetişkin adam, bay, kadın karşıtı: "Erkekler gelince buraya, kanlar işte böyle kaçar." -O. C. Kaygılı. 4. Koca: Kadın erkeğini uğurladı. 5. sf. mec. Sözüne güvenilir, mert. 6. sf. Girintili ve çıkıntılı olmak üzere bir çift oluşturan nesnelerden çıkıntılı olanı. 7. sf. Sert, kolay bükülmez: Erkek demir, erkek bakır. erkek fatma (veya ayşe) erkek gibi davranışları olan kadın, erkek gibi erkeğe yakışır biçimde, erkeğe benzer: Ayşe hanım erkek gibi sesiyle bağırdı, erkek olmak 1) kadınken cinsiyet değiştirmek; 2) erkeğe yaraşır davranışlarda bulunur duruma gelmek: "insan erkek olur da, bu yaşta alnının teriyle ekmeğini kazanacağı bir iş tutmaz mı?" -N. Cumalı.
→ erkek anahtar, erkek bakır, erkek demir, erkek erkeğe, erkekevi, erkek fiş, erkek işi, erkek organ, erkek terzisi, erkekler hamamı
erkek anahtar is. Elektrikte veya makine alanında dişi yuvaya giren anahtar.
erkek bakır is. Sert bakır.
erkekçe zf (erke'kçe) Erkek gibi, erkeğe yakışır biçimde, yiğitçe, mertçe: "Ölürken başucundaydı; sağ kalırsa gidip babasını göreceğine, vuruşurken erkekçe şehh olduğunu anlatacağına söz vermişti." -A. İlhan.
erkekçil sf. Erkeğe düşkün.
erkek demir is. Sert demir.
erkek erkeğe zf. Yalnız erkekler arasında: Sizinle erkek erkeğe konuşalım.
erkekevi is. Oğlanevi.
erkek fiş is. Prize sokulan bacaklı elektrik fişi.
erkek işi is. Yalnızca erkeğin yapabileceği daha çok güç, kuvvet isteyen zahmetli iş.
erkeklenme is. Erkeklenmek işi.
erkeklenmek (nsz) Kabadayılık gösterisinde bulunmak.
erkekler hamamı is. İçinde sadece erkeklerin yıkandığı veya erkeklere ayrılmış hamam.
erkekleşme is. Erkekleşmek işi: "Asri kadınla beş on dakika, biraz yakından konuşmak, erkekleşme merakımın kendisine pahalıya oturduğunu anlamaya kâfidir." -A. Haşim.
erkekleşmek (nsz) 1. Çocukluk çağından çıkıp erkeklik çağma girmek. 2. Kız, kadın erkek gibi sert davranışlar kazanmak: "Erkekleşen kadınla kadınlaşan erkeğin manzarası dünyanın en leş manzarasıdır." -A. Gündüz.
erkekli sf Erkeği olan.
→ erkekli dişili, erkekli kadınlı, kadınlı erkekli, kızlı erkekli
erkekli dişili sf. İki cinsi bir arada bulunan.
erkeklik, -ği is. 1. Erkek olma durumu. 2. Erkekçe davranış, yiğitlik, mertlik: "Ondan usanmak, onunla didişmemek erkekliğin şanından mıydı?" -S. F. Abasıyanık. 3. Bir erkeğin fizyolojik görevini yerine getirme gücü: "Yaşlı imiş ... çoktan erkekliği kesilmiş." -K. Tahir. erkeklik öldü mü? haksızlığa karşı koymak, mertlik göstermek gerekiyor. erkeklik sende kalsın! karşısındakinin yakışıksız davranışına uyup da tatsızlık çıkarma, efendice davran! erkeklik taslamak kendini erkek gibi göstermek, erkekçe davranışta bulunmak, kabadayıca davranmak: "Şuna bak, hem karıdan dayak yer hem de erkeklik taslar." -Z. Selimoğlu.
→ erkeklik organı
erkekli kadınlı sf. Kadın erkek hep bir arada: Erkekli kadınlı düğün.
erkeklik organı is. Erkeğin çiftleşme organı, kamış, sik, zeker, penis, fallus.
erkek organ is. bot. Bitkilerde taç yaprakların çevrelediği, döllenmeyi sağlayan tek veya birçoğu bir arada bulunan organ.
erkeksi sf Erkeği andıran, erkeğe benzeyen, erkek gibi, erkeğimsi: "Birinci olmak hevesi yaradılışının verdiği üstünlüklerden, tuttuğunu bırakmayan erkeksi iradesinden geliyordu. " -H. Taner.
erkeksilik, -ği is. Erkekliği andıran.
erkeksiz sf. 1. Erkeği bulunmayan: Erkeksiz ev. 2. zf. Erkek olmaksızın.
erkeksizlik, -ği is. Erkeksiz olma durumu.
erkek terzisi is. Erkek elbisesi diken terzi.
erken zf. 1. Vaktinden önce, alışılan zamandan önce, er, geç karşıtı: Sakın geç kalma, erken gel." -A. Rasim. 2. Sabahın ilk saatleri.
→ erken bahar, erken bunama
erken bahar is. İlkbahar: "Niyetimiz erken baharın ılıklık ve tazeliği içinde yemek yemek, uzanıp yatmaktı." -B. Felek.
erken bunama is. tıp Birbirinden ayrı görüntüleri bulunan şizofreni türündeki hastalıklar.
erkence zf. (erke'nce) Oldukça erken: "Başkanı, şehri güzelleştirmek için istimlaklerini yapmaya başlamakta erkence davranmaya teşvik etmeye başladı." -M. Ş. Esendal.
erkenci sf. 1. Erken davranan (kimse): "Birazdan erkenciler birer ikişer sökün ederler. " -E. E. Talu. 2. Erken olgunlaşan veya yetişen (meyve, sebze). 3. Sabahın ilk saatlerinde harekete geçen.
erkencilik, -ği is. Erkenci olma durumu.
erkenden zf. (e'rkenden) Erken olarak, çok erken: "Kısmet olursa erkenden yola düzüleceğiz. " -Ö. Seyfettin.
erkete is. (erke'te) Yun. argo Dikiz.
erketeci is. Dikizci, gözcü.
erketecilik, -ği is. Erketecinin yaptığı iş, dikizcilik. erketecilik etmek (veya yapmak) gözcülük, dikizcilik görevini üzerine almak: "Hırsızlara erketecilik ettiğini anladı." -Ö. Seyfettin.
erketelik, -ği is. Dikizcilik, gözcülük, erketelik yapmak gözcülük etmek: "Bir kadınla erkeğin buluşmasında erketelik yapmak, pek de onurlu bir İş değildi ne de olsa." -E. Bener.
erkin sf. Hiçbir şarta bağlı olmayan, istediği gibi davranabilen, serbest.
erkinci sf. Liberal.
erkincilik, -ği is. 1. ekon. Bireyin özgürlüğünü ve ekonomik güçler arasında hür yarışmayı savunan, bireyler, sınıflar ve uluslararasmdaki ekonomik ilişkilere devletin karışmamasını isteyen öğreti, liberalizm, devletçilik, toplumculuk karşıtı. 2. fel. Herkese vicdan, inanç, düşünce özgürlüğü tanınmasının gerekli olduğunu savunan, hür düşünüşe bağlı dünya görüşü, liberalizm.
erkinlik, -ği is. Erkin olma durumu, serbestlik, serbest.
er kişi is. Erkek.
erkli sf. Erki olan, nüfuzlu, muktedir, kadir.
erklilik, -ği is. Erkli olma durumu.
→ tek erklik, yad erklik
erksiz sf. Erki olmayan.
erksizlik, -ği is. sos. Başsızlık.
erlik, -ği is. 1. Erkeklik, yiğitlik. 2. ask. Er olma durumu.
erme is. Ermek işi.
ermek, -er (-e) 1. Erişmek, kavuşmak: "Nereden geldiğim anlamadığı bir ataklığa ermişti." -N. Cumalı. 2. Yetişip dokunmak: Eli tavana ermek. 3. (nsz) Bitkiler veya bunların ürünleri olgunlaşmak: Ekinler ermeden biçilmez. 4. (nsz) din b. Kendini Tanrı yoluna vermiş kimse insanüstü kutsal bir aşamaya erişmek, erdiğine erer, ermediğine taş atar sataşkan, edepsiz kimseler için kullanılan bir söz.
→ aşermek
Ermeni öz. is. 1. Ermenistan'da yaşayan halk veya bu halktan olan kimse. 2. sf. Bu soyla ilgili, bu soya özgü olan. Ermeni gelini gibi kırıtmak ağır veya yavaş hareket etmek.
Ermenice öz. is. (ermeni'ce) 1. Hint-Avrupa dil ailesinden, Ermenilerin kullandığı dil, Ermeni dili. 2. sf Bu dille yazılmış olan.
er meydanı is. Güreş meydanı.
ermin is. Fr. hermine zool. Kakım.
ermiş is. din b. Dinî inançlara göre kendisinde olağanüstü manevi güç bulunan kişi, evliya, veli: "Anadolu ermişlerinin hikâyesini de kendine özgü üslubuyla anlatmıştır." -N. Araz.
ermişlik, -ği is. Ermiş olma durumu, evliyalık, velilik.
eroin is. Fr. heroıne Morfinden kimyasal yolla elde edilen uyuşturucu bir madde, eroin kullanmak eroini sıvı veya toz hâlinde vücuda zerk yoluyla almak, sürekli kullanmak: "Cavidan'ın kardeşi serseri suratlı, eroin kullanan bir çocuktu." -H. Taner.
eroinci is. 1. Eroin yapıp satan kimse. 2. Eroin kullanan kimse, eroinman.
eroincilik, -ği is. Eroinci olma durumu.
eroinman is. Fr. heroi'nomane Eroinci.
eroinmanlık, -ğı is. Eroinman olma durumu.
eros is. (e'ros) Fr. eros psikol. Ruhsal çözümleme açısından cinsel eğilimler ve bundan doğan isteklerin tümü.
Eros öz. is. Yun. Yunan mitolojisinde aşk tanrısının adı.
erosal sf. Erosçu, erotik.
erosçu is. Roman, hikâye, heykel, resim vb. sanat eserlerinde aşk konusuna ve cinsel ilişkilere geniş yer veren sanatçı.
erosçuluk, -ğu is. Cinsel duygu ve isteklerine çok düşkün olma durumu, erotizm.
erotik, -ği sf. Fr. erotiaue 1. Aşkla İlgili olan, aşkı anlatan, kösnül, erosal, şehevi, şehvani: Erotik şiir. 2. Cinsel aşkla, cinsiyetle ilişkisi olan, kösnül, erosal.
erotizm is. Fr. erotisme 1. Erosçuluk. 2. Kösnüllük, şehvaniyet.
erozyon is. Fr. erosion jeol. Yer kabuğunu oluşturan kayaçların, başta akarsular olmak üzere türlü dış etmenlerle yıpratılıp yerinden koparılarak eritilmeleri veya bir yerden başka bir yere taşınması olayı, aşınma, aşınım, itikâl: "Devlet toprağın ... erozyonla kaybedilmesini önlemek... amacıyla gerekli tedbirleri alır." -Anayasa, erozyona uğramak aşınma veya aşınma işine konu olmak.
erselik, -ği sf. biy. Er dişi.
erseliklik, -ği is. Er dişilik.
erseme is. Ersemek işi veya durumu.
ersemek (nsz) hlk. Erkek istemek.
ersiz sf. Kocasız.
ersizlik, -ği is. Kocasızlık.
er suyu is. fizy. Meni.
erte is. Bir günün veya olayın arkasından gelen zaman: Bayram ertesi. Savaş ertesi.
erteleme is. Ertelemek işi, tehir, tecil, talik: "Bu çeşit projeleri hep çekmelerin en altına sürüp erteleme yolunu tutuyorlardı." -H. Taner.
ertelemek (-i) Sonraya bırakmak, tehir etmek, tecil etmek, talik ermek.
erteleniş is. Ertelenme işi veya biçimi.
ertelenme is. Ertelenmek işi.
ertelenmek (nsz) Daha sonraki bir zamana bırakılmak: Gezi ertelendi.
erteleyiş is. Ertelenme işi veya biçimi.
ertesi sf. Bir günün, bir haftanın, bir ayın, bir yılın ardından gelen (gün, hafta, ay, mevsim, yıl): "Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk, /Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk." -F. N. Çamlıbel.
erupsîyon is. Fr. eruption coğ. Yanardağın püskürmesi.
ervah ç. is. (erva:h) Ar. ervah esk. Ruhlar: "Tozlar altında kalan divanı / Artık ervah okuyup ezberler." -A. N. Asya. ervahına yuf olsun "yazıklar olsun, Allah kahretsin" anlamında sövme veya kınama sözü.
→ ham ervah
erzak ç. is. Ar. erzak Uzun süre saklanabilen yiyeceklerin genel adı: "Çarşıdan erzakını bile kendi pazarlık eder, kendi alır, kendi evine getirir." -Ö. Seyfettin.
erzel sf. Ar. erzel 1. Pek rezil. 2. Alçak, soysuz.