-ek(I) bk.-ak/-ek(I).
-ek(II) bk. -ak/-ek(II).
ek is. 1. Bir şeyin eksiğini tamamlamak için ona katılan parça: Yazının ekleri. 2. Bir gazete veya derginin günlük yayımından ayrı ve ücretsiz olarak verdiği parça, ilave: Gazetenin haftalık sanat ve edebiyat eki. 3. Sonradan katılan, dikilen, yapıştırılan parçanın belli olan yeri. 4. İki borunun birbirine birleştirildiği yer. 5. sf. Eklenmiş, katılmış: "Okul müdürüyken, okulun ek inşaatında hamallarla birlikte çalışmış." -H. Taner. 6. dbl. Kelime türetmek veya kelimenin görevini belirtmek için kullanılan şekil verici ses veya sesler, lahika, ek bent olmak şaşırıp ne diyeceğini bilememek, ekini belli etmemek eksik, bozuk, yanlış, kusurlu bir işi sağlam, doğru ve doğal imiş gibi gösterme becerisini kanıtlamak: "Ben doğrusu beğeniyorum, dedi, kadın yağ satıyor, yumurta satıyor, ekini belli etmiyor ya!" -M. Ş. Esendal.
→ ek bileziği, ek bütçe, ek ders, ek eylem, ek flit, ek görev, ek kart, ek kök, ek oylum, ek ödenek, ek poliçe, ek tahsisat, iç ek, işlek ek, ön ek, son ek, aidiyet eki, çoğul eki, çokluk eki, durum eki, edilgenlik eki, eşitlik eki, ilgi eki, iyelik eki, kişi eki, küçültme eki, nispet eki, olumlu bildirme eki, olumsuzluk eki, soru eki, şahıs eki, teklik eki, topluluk eki, türetme eki, yokluk eki, yön eki, yön gösterme eki, zaman eki, çatı ekleri, çekim ekleri, çoğul ekleri, yapım ekleri
ekâbir ç. is. Ar. ekâbir esk. 1. Büyükler, devlet büyükleri, ileri gelenler: "Kaymakam beyin hemen arkasında kalan ekâbiri umursamadan sıtma doktoru da kalkmıştı." -T. Buğra. 2. alay Kendini beğenmiş kimse.
ekalliyet is. Ar. akalliyyet esk. Azınlık.
ekarte is. Fr. ecarter "Saf dışı etmek, konu dışında tutmak" anlamlarındaki ekarte etmek birleşik fiilinde geçen bir söz.
ek bileziği is. tek. İki boruyu birbirine eklemekte kullanılan bağlantı parçası, manşon.
ek bütçe is. ekon. Yıllık bütçeye sonradan eklenen bütçe.
ek ders is. eğt. Haftalık zorunlu ders yükünün dışında kalan ders.
eke sf. hlk. 1. Büyük, yetişkin, yaşlı, kart. 2. is. mec. Yaşı küçük olduğu hâlde sözleri ve davranışları büyükmüş gibi olan çocuk.
ekecek, -ği is. hlk. Tohum.
ekenek, -ği is. Mezra: "... ekeneği, çayırları, alışverişi olan adamdır." -M. Ş. Esendal.
ek eylem is. dbl. Ek fiil.
ek fiil is. dbl. İsim, sıfat, zamir vb. İsim soyundan kelimelerin yüklem görevinde kullanılmasını sağlayan yardımcı fiil, ek eylem.
ek görev is. Bir kimsenin asıl işiyle birlikte yürüttüğü ikinci iş.
ekici is. 1. Herhangi bir tarım ürününü üreten, tarımla uğraşan çiftçi: "Ekicinin ürünü değer fiyatına satın alınacaktır." -N. Cumalı. 2. mec. Birini uydurma bir sebeple bırakıp giden, atlatan kimse.
ekicilik, -ği is. Ekici olma durumu.
ekili sf. Ekilmiş olan, mezru: Ekili tarla.
ekilme is. Ekilmek işi.
ekilmek (-e) Ekme işi yapılmak: Tarlaya mısır ekildi.
ekim is. 1. Ekme İşi: "... ekim biçim işlerini tamamıyla kadınlara bırakmışlardı." -Ö. Seyfettin. 2. Yılın otuz bir gün süren, onuncu ayı, teşrinievvel.
ekin is. 1. Tahılın tarlaya atıldığı andan harman oluncaya kadar aldığı durum: "Yağmur vaktinde ve yeterince yağmak; ekinlere kına, pancarlara kurt düşmemeli." -T. Buğra. 2. Kültür, hars.
→ ekin biti, ekin iti, ekin kargası
ekin biti is. zool. Buğday biti.
ekinci is. hik. Ekin ekip biçmekle uğraşan kimse, çiftçi.
ekincilik, -ği is. Ekin ekip biçme işi, tarım.
ekin iti is. Başını dik tutup herkese yüksekten bakan kimse.
ekin kargası is. zool. Tüyleri parlak, kara ve erguvani parıltılı bir tür karga (Corvus frugilefus).
ekinlik, -ği is. Ekin ekilmiş yer.
ekinokok is. Fr. echinocoque Etoburların gelişmiş dönemlerinde bağırsaklarında yaşayan tenya türü.
ekinoks is. Fr. equinoxe astr. Gün tün eşitliği.
ekinti is. hlk. Ekilen şey.
ekip, -bi is. Fr. eauipe 1. Takım: "Aramızda ekipler kuracağız, maçlar yapacağız, oyunlar oynayacağız." -Ç. Altan. 2. İşçilerin oluşturduğu takım: "Bir kısmı da, hususi temizleme ekipleri marifetiyle imha edilir." -H. Taner.
ekipman is. Fr. eauipement Takım.
→ ekipman yatırımı
ekipman yatırımı is. Bir iş İçin gereken elemanları yetiştirmek, eğitmek için yapılan yatırım.
ek kart is. ekon. Banka müşterisinin kendi hesabından kart aracılığıyla harcama yetkisi verdiği ve kendisiyle birlikte müşterek ve müteselsil borçlu olan kişinin kullandığı kart.
ek kök is. bot. Sapın yanlarından çıkan ince kök.
-ekle- bk. -akla- / -ekle-.
eklektik, -ği sf. Fr. eclectiauefel. Seçmeci.
eklektizm is. Fr. eclectisme fel. Seçmecilik.
eklem is. anat. Vücut kemiklerinin uç uca veya kenar kenara gelip birleştiği yer, mafsal.
→ eklem bacaklılar, omuz eklemi
eklem bacaklılar ç. is. zool. Birbirine eklenmiş halkalardan oluşan, böcekler, örümcekler, kabuklular, çok ayaklılar vb. bölümlere ayrılan hayvan sınıfı.
ekleme is. 1. Eklemek işi. 2. sf. Eklenmiş.
→ ekleme dişi
ekleme dişi is. mim. Duvar dişi.
eklemek (-i) 1. Bir şeyi ekle tamamlamak, ulamak, ilave etmek: "Bahçeye doğru bir çıkma mutfak yaptırmış, bu koca balkonu eklemiştir." -T. Buğra. 2. (-i, -e) Bir şeyi ek olarak kullanmak: Bu kumaşı Örtüye eklemeli.
eklemeli sf. Bitişken.
eklemleme is. Eklemlemek işi.
eklemlemek (-i, -e; -le) Eklemle birleştirmek.
eklemlenme is. Eklemlenmek işi.
eklemlenmek (-e, -le) Eklemle birleşmek: Kafatasını oluşturan kemikler, oynamayacak biçimde birbirleriyle eklemlenmiştir.
eklemli sf. Eklemi olan.
eklemliler ç. is. zool. Eklem bacaklılar.
eklemsiz sf. Eklemi olmayan.
eklemsizler ç. is. zool. Kolsu ayaklılardan, kavkı çenetleri arasında eklem olmayan bir sınıf.
eklenme is. Eklenmek işi.
eklenmek (-e) 1. Ekleme işi yapılmak: "Yorgun vücuduna bir de bugünün ağırlığı eklenince hâlsizliği büsbütün artmıştı." -H. Taner. 2. (nsz) Ekle tamamlanmak.
eklenti is. Bir şeye eklenmiş olan, ek durumunda bulunan parça.
eklentiler ç. is. Herhangi bir yapıya göre ayrı bir işlevi bulunan bölümler veya yapılar, müştemilat.
ekler is. Fr. eclair İçi krema ile doldurulmuş bir pasta türü.
eklesil is. Üniversitelerde öğrencilerin ders seçme veya bırakma işlemi.
ekleşme is. Ekleşmek işi.
ekleşmek (nsz) dhl. Ek durumuna gelmek: Eski Türkçe turur kelimesi ekleşerek -dir şekline dönüşmüştür.
ekleştirme is. Ekleştirmek işi.
ekleştirmek (nsz) Tokat atmak.
ekletme is. Ekletmek işi.
ekletmek (-i, -e) Ekleme işini yaptırmak.
ekli sf. 1. Eklenmiş olan. 2. Eki olan.
→ ekli püklü
ekliptik, -ği is. Fr. ecliptigue astr. Tutulum.
→ ekliptik düzlem
ekliptik düzlem is. bl. Bir yıl boyunca güneşin gök küresi üzerinde çizdiği çemberin yüzeyi.
ekli püklü sf. Ekli, yamalı ve düzensiz: "Tek kanatlı, tahta parçalarıyla ekli püklü, üstlerinden çatlak, topuzları kopmuş kapılar." -P. Safa.
ekme is. Ekmek işi.
ekmek, -ği (I) is. 1. Tahıl unundan yapılmış hamurun fırında, sacda veya tandırda pişirilmesiyle yapılan yiyecek: "Odayı, tatlı, sıcak bir kızarmış ekmek kokusu bürümüş." -Y. Z. Ortaç. 2. mec. İnsanı geçindirecek iş, kazanç: "Biz iyi kötü tiyatroya bağlamışız ekmeğimizi." -N. Cumalı. 3. hlk. Yemek, aş: "Ekmeği bizde yiyelim mi? Allah ne verdiyse. " -T. Buğra, ekmek aslanın ağzında geçim sağlayacak bir iş bulmak ve para kazanmak kolay değildir, ekmek çarpsın! karşısındakini İnandırmak için edilen yemin. ekmek elden su gölden kendisi çalışmayıp başkasının kazancıyla geçinme durumu: "Ekmek elden su gölden hazır parayla yaşayan tuzu kurular sözümüzün dışında. " -H. Taner, ekmek öpmek yeminin etkisini artırmak için ekmeği öpüp başa götürmek: "Şevki ekmek öpüp çocukları üzerine yemin ettikçe onun içine baygınlıklar çöküyordu." -M. Ş. Esendal. ekmeğinden etmek işinden çıkarmak, işinden atmak. ekmeğinden olmak geçimini sağlayan işinden zorunlu olarak ayrılmak, ekmeğine göz koymak (veya dikmek) birinin geçimini sağlayan işi elinden almaya çalışmak. (birinin) ekmeğine yağ sürmek istemediği hâlde birinin işine yarayacak biçimde davranmak: "Büyük bir döviz kaynağımız olacak turizmimizi baltalamak kimin ekmeğine yağ sürer?" -H. Taner, ekmeğini çıkarmak çalıştığı işten geçimini karşılayacak kadar kazanç sağlamak: "Ne zararı var, dedim, ekmeğini çıkarıyor ya." -S. F. Abasıyanık. ekmeğini kana doğramak büyük bir sıkıntı ve üzüntüye katlanmak, ekmeğini kazanmak geçimini sağlamak, ekmeğini taştan çıkarmak geçimini sağlamakta çok becerikli olmak: "Bu cins çocukların da ekmeğini taştan çıkarmak için ölürcesine çalıştıklarını görüyorum." -S. F. Abasıyanık. ekmeğini yemek 1) birisinin işinde çalışarak kendi geçimini sağlamak; 2) geçim yönünden birisinin yardımından yararlanmak: Oğlunun ekmeğini yiyemeden öldü. ekmeğiyle oynamak birinin geçim kaynağını tehlikeye düşürmek.
→ ekmek ağacı, ekmek ayvası, ekmek dolması, ekmek düşmanı, ekmek kadayıfı, ekmek kapısı, ekmek kavgası, ekmek kaygısı, ekmek kırıntısı, ekmek küfü, ekmek mayası, ekmek parası, ekmek tahtası, ekmek tatlısı, ekmek ufağı, etli ekmek, kuru ekmek, tahinli ekmek, tam ekmek, taş ekmek, tuz ekmek düşmanı, tuz ekmek hakkı, vişneli ekmek, zengin ekmek, çarşı ekmeği, çavdar ekmeği, dürüm ekmeği, er ekmeği, ev ekmeği, glüten ekmeği, halk ekmeği, köy ekmeği, kuşekmeği, mısır ekmeği, sac ekmeği, tandır ekmeği, tava ekmeği, tost ekmeği, Trabzon ekmeği, yufka ekmeği
ekmek, -er (II) (-i) 1. Bir bitkiyi üretmek için toprağa tohum atmak veya gömmek: "Çıplak bir alan, çevre okulları öğrencilerinin eliyle ektiği bin çam fidanı ile şenleniverdi." -H. Taner. 2. Toprağı ekip biçmek için kullanmak: "Ancak senede otuz dönüm ekebiliyor." -M. Ş. Esendal. 3. (-e) Serpmek: Yemeğe biber ekmek. 4. mec. Bir şeyin başlamasına yol açacak sebepleri hazırlamak: Fesat tohumları ekenler... 5. argo Birini uydurma bir sebeple bırakıp gitmek, savuşmak, atlatmak: "Lale ile Günnur kendilerini ektiğim için müthiş içerlemişler." -H. Taner. 6. argo Parayı boşuna harcamak, ziyan etmek. 7. argo Yarışta geçmek, ekip biçmek tarım yapmak, ekmeden biçilmez emek vermeden beklenen bir sonuca erişilmez. ekmediği yerden biter umulmayan ve istenilmeyen yerde karşılaşılan kimseler için kullanılan bir söz.
ekmek ağacı is. bot. Dutgillerden, sıcak ülkelerde yetişen, meyvesi beyaz etli ve biraz unlu, besleyici bir bitki (Artocarpus incisa).
ekmek ayvası is. bot. Gevrek ve sulu bir tür ayva.
ekmekçi is. 1. Ekmek yapan veya satan kimse. 2. Ekmek satılan dükkân.
ekmekçilik, -ği is. Ekmek yapma veya satma işi.
ekmek dolması is. Soğan, maydanoz ve baharat karışımının içi boşaltılmış somun ekmeğe doldurulup pişirilmesi yoluyla hazırlanan bir yemek türü.
ekmek düşmanı is. Bir ailede geçimin sağlanmasına katılmayan tüketici durumdaki kişiler.
ekmek kadayıfı is. Yuvarlak küçük pide biçiminde yapılıp kurutulduktan sonra yumurtaya bulanıp yağda kızartılan bir tür kadayıfa, ateş üzerinde koyu şeker şerbeti içirilerek hazırlanan tatlı.
ekmek kapısı is. Geçim sağlayan iş yeri: "Banka tıkır tıkır işlemekte, üstelik kasabanın yeni yetmelerine ekmek kapısı olmaktadır." -T. Buğra.
ekmek kavgası is. Geçim sağlamak için çalışıp uğraşma.
ekmek kaygısı is. Geçim sağlama çabası.
ekmek kırıntısı is. Ekmek kesilirken veya bölünürken sonra dökülen parçacıklar.
ekmek küfü is. bot. Ekmek, peynir vb. besinler üzerinde doğal olarak gelişen asklı mantar (Penicillium crustaceum).
ekmeklik, -ği is. 1. İçine ekmek konulan kap. 2. argo Oyunda her zaman yenilerek kendisinden para kazanılan kimse. 3. sf. Ekmek yapmaya yarayan veya ayrılan: Ekmeklik un.
ekmek mayası is. Ekmek yapımında hamurun mayalanmasını sağlayan madde.
ekmek parası is. Geçimi sağlayan para veya kazanç: "Ekmek parası için sabahtan akşama kadar yazmak zorunda." -H. Taner.
ekmeksi sf. Ekmeği andıran, ekmeğe benzeyen, ekmek gibi.
ekmeksiz sf. 1. Ekmeği olmayan. 2. Yiyeceği olmayan. 3. zf. Ekmek olmadan.
ekmek tahtası is. Ekmeklik hamurun fırına sürülmek üzere hazırlandığı ve üzerine konulduğu uzun tahta.
ekmek tatlısı is. Ekmekten yapılan bir tür tatlı.
ekmek ufağı is. Ekmek kırıntısı.
eko is. Fr. eco Yankı.
ekol, -lü is. Fr. ecole Bir bilim ve sanat kolunda ayrı nitelik ve özellikleri bulunan yöntem veya akım, okul: "Bizim ekolü biraz tetkik etmiş olsaydınız, daha rahat anlaşırdık." -P. Safa.
ekolali is. (ekolâli) Fr. echolalie psikol. Yankıca.
ekolog, -ğu is. Fr. ecologie Ekolojiyle uğraşan kimse, ekoloji uzmanı.
ekoloji is. Fr. ecologie Canlıların hem kendi aralarındaki hem de çevreleriyle olan ilişkilerini tek tek veya birlikte inceleyen bilim dalı: "İnsan ... hele ekoloji gibi bir akımın savunusunu yapacaksa bunu kentlerden değil, kırlardan yapmalı." -H. Taner.
→ ekoloji uzmanı
ekolojik, -ği sf. Fr. ecologiaue Ekolojiyle ilgili olan.
→ ekolojik ortam
ekolojik ortam is. Canlılar arasındaki bağlantıların, ilişkilerin kurulduğu yer, çevre.
ekolojist is. Fr. ecologiste Ekolojizmi savunan kimse: "Altı yıldır ekolojist akımın her faaliyeti ile ilgileniyorum." -H. Taner.
ekoloji uzmanı is. Ekolog.
ekolojizm is. Fr. ecologisme Olgulara bütünsel olarak ve doğa merkezli bakış açısıyla yaklaşan bir düşünce akımı.
ekonometri is. Fr. econometrie ekon. Ekonomik olayların açıklanmasında çok sayıda değişkeni göz önüne alarak ve karşılıklı bağıntılar kurarak teorik çalışmaların deneylerle doğrulanmasını sağlayan matematiksel yöntem.
ekonomi is. Fr. economie 1. İnsanların yaşayabilmek için üretme, ürettiklerini bölüşme biçimlerinin ve bu faaliyetlerden doğan ilişkilerin bütünü, iktisat. 2. Bu ilişkileri inceleyen bilim dalı, iktisat. 3. Tutum, ekonomi yapmak tutumlu davranmak.
→ ekonomi coğrafyası, ekonomi politik, bütüncü ekonomi, karma ekonomi, makro ekonomi, millî ekonomi, planlı ekonomi, ulusal ekonomi, ev ekonomisi, piyasa ekonomisi
ekonomi coğrafyası is. Ekonomik olayların yeryüzünde, bir ülkede veya bir bölgede dağılışını inceleyen coğrafya kolu.
ekonomik, -ği sf. Fr. economiaue 1. Ekonomi ile ilgili olan, iktisadi: "Bugüne kadar ekonomik bakımdan ne sıkıntılar çektiğimizi bir biz biliriz." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Az masraflı, kazançlı, hesaplı, iktisadi. 3. mec. Kolay kullanılabilen: Matematik dili ayrıca en ekonomik dildir." -H. Taner, ekonomik davranmak tutumlu davranmak.
→ ekonomik ambargo
ekonomik'ambargo is. Cezalandırmak amacıyla bir ülkeye ekonomik alanda yaptırım uygulama.
ekonomi politik, -ği is. İnsan toplumlarında maddi refahın dağıtımını ve insanlar arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişimini konu alan bilim dalı.
ekonomist is. Fr. economiste Ekonomi uzmanı, iktisatçı.
ekonomizm is. Fr. economisme Her şeyin ekonomik sebeplerle belirlendiği ve işçi sınıfı mücadelesinin yalnızca ekonomik bir mücadele olduğunu ileri süren düşünce akımı.
ekopraksi is. Fr. echopraxie psikol. Yansıca.
ekose sf. Fr. ecossais Çeşitli renk ve büyüklükteki karelerden oluşan (desen veya kumaş): "Kendi tüyleri ile hiç asorti olmayan ekose bir yelek giymiş." -H. Taner.
ek oylum is. mim. Camilerde yarım kubbelerin İki veya üç yanında küçük yarım kubbelerle yapılan oylum eklemleri.
ek ödenek, -ği is. ekon. 1. Aylık ücretlere ek olarak verilen prim veya ikramiye. 2. Bütçede herhangi bir yatırım için ayrılan paraya yapılan ek, ek tahsisat.
ek poliçe is. tic. Sigorta bedelinin yükseltilmesi durumunda önceden hazırlanmış bir poliçeye ek olarak düzenlenen belge, zeyilname.
ekran is. Fr. ecran 1. Üzerine bir cismin ışık yoluyla görüntüsü düşürülen, saydam olmayan düz yüzey, görüntülük. 2. Beyaz perde, görüntülük. 3. Televizyon camı, görüntülük.
→ ekran koruyucu, sayfa ekran
ekran koruyucu is. Bilgisayarda monitörün uzun süre kullanılmadan açık kalması durumunda devreye giren ve monitörün ömrünün azalmasını engelleyen yazılım.
eksantrik, -ği sf. Fr. excentrique 1. Dış merkezli, merkez dışı olan. 2. mec. Ayrıksı: "Romantik olmaktan ziyade eltsantrik hâlleri beni harap etmeye başladı." -A. Gündüz.
→ eksantrik mili
eksantrik mili is. tek. Makine parçalarının çalışmasını yöneten bir tür yuvarlak mil.
ekselans is. (ekselans) Fr. excellence 1. Bakanlık ve elçilikten başlayarak cumhurbaşkanlığına kadar yükselen, yüksek makam sahibi yabancılara verilen şeref unvanı. 2. Bu unvanı taşıyan kimse.
eksen is. 1. Bir cismi iki eşit parçaya bölen çizgi, mihver: "Politikacıların kendilerini evrenin ekseni saymamaları gereğini anlamaları için..." -H. Taner. 2. mat. Üzerinde bir pozitif yön varsayılan sonsuz doğru. 3. Araba dingili.
→ eksen oyuncu, eksen ülke, dönme ekseni, gök ekseni, eş eksenli
eksen oyuncu is. sp. Oyun kurucu.
eksen ülke is. Bir topluluğu, bir paktı kurucu veya yönlendirici ülke.
ekser is. hlk. Büyük çivi, enser.
ekseri zf. (e'kseri) Ar. ekseri esk. Genellikle: "Ekseri kocaya varmamış kızlarda olduğu gibi Gülsen'de de tatsız bir bedbahtlık vardır." -R. N. Güntekin.
ekseriya zf. (e'kseriya:) Ar. ekşeriyyü Genellikle: "Birçok seviyelere göre güzellik olan şeyler ekseriya çirkinliktir." -Y. K. Beyatlı.
ekseriyet is. Ar. ekşeriyyet Çoğunluk, çokluk.
→ kahir ekseriyet
ekseriyetle zf 1. Genellikle: "Şenlik pansiyonerleri de ekseriyetle'iratları düzgün kimseler değildir." -H. R. Gürpınar. 2. Çoğunlukla.
eksi is. mat. 1. Çıkarma işleminde - işaretinin adı, nakıs. 2. sf.fiz. Sıfırdan küçük, önünde eksi işareti bulunan (sayı), negatif, nakıs, artı karşıtı.
→ eksi sayı, eksi uç
eksibe is. Ar. eksibe esk. Kum yığını, kumul.
eksibisyonizm is. Fr. exhibitionnisme psikol. Göstermecilik.
eksik, -ği sf 1. Bir bölümü olmayan, noksan, natamam: Bu kitap elcsik, baş tarafı yok. 2. Mükemmel olmayan, kusurlu, muallel, sakat. 3. Az: "Arada can sıkıntısından doğma kavgalar da hiç eksik değil..." -R. N. Güntekin. 4. is. İhtiyaç duyulan şey: "Aklı sıra bu eksiğini biraz olsun doldurmaya çalışıyor. " -H. Taner, eksik çıkmak tartı veya ölçünün tam olmadığı görülmek, eksik doğmak vaktinden önce veya organları gelişmeden doğmak, eksik etmemek 1) her zaman bulundurmak: "Sağ gözünden, güneş vurdukça sağa sola yansıyan tek gözlüğünü eksik etmezdi." -A. İlhan. 2) her zaman söylemek: Bu sözü ağzından eksik etmez. eksik gelmek yetişmemek, yetmemek, eksik olma "var ol, sağ ol" anlamında hoşnutluk anlatan bir söz. eksik olmamak her vakit ve her fırsatta bulunmak: "Köyde Nevin'i sevenler de eksik değildi." -S. F. Abasıyanık. "Bir ufak sac mangal, kış yaz önünden eksik olmaz." -M. Ş. Esendal. eksik olmasın "sağ olsun, var olsun" anlamında birine karşı hoşnutluk bildiren söz: "Bir sürü dedikodudan çekindim, eksik olmasın muhtar pek açgözlü değilmiş." -A. Gündüz, eksik olsun 1) "gereği yok" anlamında kullanılan bir söz: Böyle yardım eksik olsun. 2) "ölsün!" anlamında kullanılan bir ilenme sözü.
→ eksik artık, eksik etek, eksik gedik, yuları eksik
eksik artık zf. Biraz eksik veya fazla olarak.
eksik etek, -ği is. hlk. Kadın.
eksik gedik, -ği is. Ufak tefek gereksinimler: "Bu inkılabın hiçbir noktasında eksik gedik bırakmayacağız." -A. Gündüz, eksik gedik kapamak ufak tefek gereksinimleri karşılamak.
eksiklenme is. Eksiklenmek işi veya durumu: "Hakkı'nın eksiklenmesini alçak gönüllülüğüne, sessizliğini kibarlığına verdiler." -A. ilhan.
eksiklenmek (nsz) Eksiklik duymak.
eksikli sf. 1. Kendisine bir şey gerekli olan, muhtaç. 2. is. hlk. Kadın.
eksiklik, -ği is. Eksik olma durumu, eksik olan miktar, noksan, nakısa, fıkdan.
eksiksiz sf. 1. Eksiği olmayan, tam, tamam: Eksiksiz bir çalışma. 2. zf. Tam olarak: "Verdiği emirler, on, on beş dakika içinde bütün Ege bölgesinde duyuluyor, eksiksiz uygulanıyordu." -N. Cumalı. 3. mec. İyi, namuslu, temiz.
eksiksizlik, -ği is. Eksiksiz olma durumu.
eksilen is. mat. Çıkarma işlemindeki ilk sayı.
eksiliş is. Eksilme işi.
eksilme is. Eksilmek işi, tenakus.
eksilmek (nsz) 1. Azalmak, az duruma gelmek: "Doktorun eksilmeyen güleçliğini, cana yakınlığını maske sanıyor." -T. Buğra. 2. (-den) Bulunmamak, var olmamak, rastlanmamak: Bu dağdan kar eksilmez.
eksiltilme is. Eksiltilme işi.
eksiltilmek (nsz) Eksiltilme işine veya durumuna konu olmak.
eksiltme is. 1. Eksiltmek işi. 2. Bir işin kimin tarafından daha ucuz yapılacağının anlaşılması için istekliler arasında açılan fiyat kırma işi, ihale: "O gün eksiltmeye kendi yerine onu yollamıştı." -H. Taner, eksiltmeye çıkarmak bir işi, istekliler arasında en ucuz fiyat verene bırakmak için ihaleye çıkarmak.
→ açık eksiltme
eksiltmek (-i) Eksik duruma getirmek, sayısını azaltmak.
eksin is. kim. Anyon.
eksi sayı is. mat. Sıfırdan küçük sayı, negatif sayı.
eksi uç, -cu is. fiz. 1. Elektrikli ayrıştırmada sıvıya batırılıp akımın geçmesini sağlayan metal uçlardan eksi yüklü olanı, katot. 2. Elektrikle yapılan temizleme, parlatma vb. işlemlerde yer alan eksi yüklü elektrot.
eksiz sf. Eki olmayan.
ekskavatör is. Fr. excavateur Kazı makinesi, kazaratar, kazmaç.
eksper is. Fr. expert Bilirkişi: Tütün eksperi.
→ başeksper
eksperimantalizm is. Fr. experimentalisme fel. Deneyselcilik.
eksperlik, -ği is. Bilirkişinin görevi, uzmanlık: "Yusuf Ziya'nın yeni mizahçıları keşfeden eksperliği ve patronluğu sayesinde mizah yazarlığı bir meslek hâlini almaya başladı." -H.Taner.
ekspertiz is. Fr. expertise Eksperlerce yapılan inceleme, keşif, muayene: Tütünün ekspertizi yapıldı.
→ ekspertiz raporu
ekspertiz raporu is. Eksperler tarafından yapılan İnceleme sonunda hazırlanan rapor.
ekspoze is. Fr. expose Bir yere sunulan bildiri özeti.
ekspozisyon is. Fr. exposition Sergi.
ekspres is. Fr. express 1. Yalnız belirli duraklarda duran, büyük iskelelere uğrayan tren, otobüs veya gemi: "Paris'e ekspres sabah altı buçukta hareket ediyordu." -S. F. Abasıyanık. 2. sf. özel ulak (posta): Ekspres mektup. 3. sf. İvedilikle, çabuk yapılan: Ekspres temizleme.
→ ekspres yol
ekspres yol is. Taşıtların hızlarını kesmeden gidebileceği genişlikte, gidiş ve geliş yönleri bölünmüş yol.
ekspresyonist is. Fr. expressionniste fel. Dışa vurumcu.
ekspresyonizm is. Fr. expressionisme fel. Dışa vurumculuk.
ekstern öğrenci is. Devam zorunluluğu olmayan yükseköğretim kurumlarında okuyan öğrenci.
ekstra sf. Fr. extra 1. En iyi, üstün nitelikli (tür): Ekstra un. 2. zf Fazladan, alışılan ve gerekenden başka, ek olarak: Ekstra yatak ücreti almadılar.
ekstrafor is. Fr. extra-fort Giysilerin etek, kol, yaka parçalarına, perdelerin ucuna geçirilen seyrek dokunmuş keten şerit.
ekstrasistol, -lü is. Fr. extrasystole tıp Kalp ve damarlarda normal iki kasılma arasında oluşan fazladan kasılma.
ekstre is. Fr. extrait 1. tic. Hesap özeti veya dökümü. 2. Öz, hülasa.
ekstrem sf. Fr. extreme Aşırı, müfrit.
ekşi sf. 1. Sirke veya limon tadında olan. 2. is. Bu tadı veren şey: Bu yemeğin ekşisi fazla kaçmış. 3. mec. Uygunsuz, yakışıksız: "Bu ekşi sözler, bu dik bakışlar, tabii hiç hoşlarına gitmedi." -H. Taner.
→ ekşi elma, ekşi kiraz, ekşikulak, ekşi surat, ekşiyonca, ekşi yüz
ekşi elma is. bot. Sert, sulu ve şeker oranı düşük bir tür elma: "En sevdiği ve şifalı saydığı meyve de ekşi elma idi." -H. Taner.
ekşi kiraz is. bot. Vişne.
ekşikulak, -ğı is. bot. Kuzukulağı.
ekşili sf. İçinde ekşisi bulunan.
→ ekşili çorba
ekşili çorba is. Nohut, dövme, kırmızı mercimek, patlıcan, sumak ekşisi, sarımsak, yağ ve baharat kullanılarak hazırlanan bir çorba türü.
ekşilik, -ği is. Ekşi olma durumu veya ekşi tat.
ekşi maya is. Bir önceki ekşi veya mayalı hamurdan alınıp bir süre fermente edildikten sonra yeni yapılmış bir hamuru mayalamak amacıyla kullanılan maya.
ekşime is. Ekşimek işi.
ekşimek (nsz) 1. Ekşi duruma gelmek: Yoğurt ekşidi. 2. Mayalanmak: Hamur ekşidi. 3. argo Utanmak, mahcup olmak. 4. argo Sırnaşmak, ısrar etmek. 5. hlk. Kaşlarını çatıp yüzüne küskün veya dargın bir anlam vermek, somurtmak: "Çardak'tan Rabiye'nin çıktığını görünce Bekir'in yüzü ekşidi." -N. Cumalı.
ekşimik, -ği is. hlk. Yağı alınmış sütten yapılan peynir, kesmik, çökelek.
ekşimsi sf. 1. Tadı ekşiyi andıran, ekşimtırak. 2. mec. Buruk: "Gerçi hiç renk vermiyor, fakat içinde tiksintiyle karışık ekşimsi bir duygu..."-A. İlhan.
ekşimtırak, -ği sf. Ekşimsi.
ekşi surat is. Küskünlük veya hoşnutsuzluk anlatan yüz, ekşi yüz.
ekşitilme is. Ekşitilmek işi.
ekşitilmek (nsz) Ekşitme işi yapılmak.
ekşitme is. Ekşitmek işi.
ekşitmek (-i) Ekşimesine yol açmak.
ekşi yonca is. bot. Ekşi yoncagillerden, çok yıllık otsu bitki (Oxalis acetosella).
ekşi yoncagiller ç. is. bot. İki çeneklilerden yapraklarında kuzukulağı asidi bulunan bir bitki familyası.
ekşi yüz is. Ekşi surat.
ek tahsisat is. Ek ödenek.
ekti sf 1. Her yiyeceği canı çeken. 2. Asalak. 3. Cimri. 4. is. Anası ve babası olmayan veya atılmış, bırakılmış çocuk. 5. is. hlk. Anası ölüp başka bir koyuna alıştırılan veya elle beslenen kuzu: "Ayol ihtiyarsan ne diye kızın arkasından ekti kuzu gibi dolaşıyorsun?" -M. Ş. Esendal. 6; hlk. Arsız, yüzsüz, görgüsüz.
→ ektipüktü
ektilik, -ği is. Ekti olma durumu.
ekti püktü ç. is. Bir eve dadanan asalak kimse.
ektirme is. Ektirmek işi.
ektirmek (-i, -e) Ekme işini yaptırmak: "Üstüne bol zencefil ektirdiğim salep fincanını iki elimle kavradım." -S. F. Abasıyanık.
ektoderm is. Fr. ectoderme anat. Dış deri.
ekü is. Fr. ecu esk. Avro.
ekvator is. Fr. eauateur Fındık, ceviz vb. meyvelerin ölçümünde kullanılan bir birim.
Ekvator öz. is. Fr. eauateur coğ. Yer yuvarlağının eksenine dik olarak geçtiği ve yer yuvarını iki eşit parçaya böldüğü varsayılan en büyük çember, eşlek, istiva hattı: Ekvator'un çevresi kırk milyon metredir.
ekvatoral, -Ii is. Fr. eauatorial astr. Yıldızların açılım ve yükselimini ölçmekte kullanılan dürbün.
Ekvatoral, -li öz. sf. Fr. eguatorial coğ. Ekvator'la İlgili, eşleksel.
ekzotermik, -ği sf. Fr. exothermique kim. Isıveren.