efdal, -li sf. Ar. efzal 1. Erdemli. 2. Yeğ tutulan, tercih edilen.
efe is. 1. Yiğit, özellikle Batı Anadolu köy yiğidi, zeybek. 2. Ağabey. 3. Kabadayı. 4. tar. Kaptan.
efece sf. (efe'ce) 1. Efe gibi. 2. zf. Efe gibi, efeye yakışır biçimde.
efekt is. İng. effect sin. ve TV Radyo ve televizyon yayınlarında, tiyatro oyunlarında veya film seslendirmelerinde, hareketleri izlemesi gereken seslerin doğal kaynakların dışında, optik, mekanik, kimyasal yöntemlerle gerçekleştirilmesi.
efektif is. Fr. effectif ekon. 1. Bankacılıkta nakit para. 2. Banknot ve metal para. 3. Merkez Bankası tarafından alım satımı yapılan ve Türk lirası olarak kurları belirlenen yabancı ülke parası.
→ efektif alış, efektif döviz, efektif fiyat, efektifkur, efektif satış, efektif talep
efektif alış is. ekon. Bir yabancı para biriminin ulusal para birimi türünden belirlenen fiyatıyla alımı.
efektif döviz is. ekon. Yabancı ülkelerin nakit biçimindeki para birimi.
efektif fiyat is. ekon. Alıcının bir mal karşılığı olarak ödediği bedel.
efektif kur is. ekon. Efektif dövizin ulusal para birimi karşılığı.
efektif satış is. ekon. Bir yabancı para biriminin ulusal para birimi türünden belirlenen fiyatıyla satışı.
efektif talep, -bi is. ekon. Bir malı satın alma gücüne sahip olanın satın alma gücü ile desteklenen isteği.
efelek, -ği is. hlk Labada.
efeleniş is. Efelenme işi veya biçimi.
efelenme is. Efelenmek işi: "Dur hele yerinde bakalım sen, efelenmeyi bırak!" -N. Cumalı.
efelenmek (nsz) Diklenmek, kafa tutmak.
efeleşme is. Efeleşmek işi.
efeleşmek (nsz) Efe durumuna gelmek.
efelik, -ği is. 1. Efe olma durumu. 2. Kabadayılık. efelik etmek (veya yapmak) kabadayılık etmek.
efemine sf. Fr. effemine Kadınlara benzeyen veya kadınsı davranışlar içinde görünen, davranış ve kılık kıyafet bakımından kadına özenen (erkek).
efendi is. (efe'ndi) Yun. 1. Günümüzde bey unvanından farklı olarak özel adlardan sonra kullanılan ikinci derecede bir unvan: "Yeni ev, Rüstem Efendiye kiraya verildi." -Y. Z. Ortaç. 2. Buyruğu yürüyen, sözü geçen kimse: "Köylü memleketin efendisidir." -Atatürk. 3. Koca: "Bizim efendi artık geceleri de eve gelmiyor." -C. Uçuk. 4. ünl. Hizmetlilere seslenilirken kullanılan bir söz. 5. ünl. Erkekler için kullanılan bir seslenme sözü: "Efendi! Allanın emriyle kızını bana ver." -S. F. Abasıyanık. 6. mec. Görgülü, nazik, kibar. 7. esk. Eğitim görmüş kişiler İçin özel adlardan sonra kullanılan unvan. efendi gibi yaşamak sıkıntısız, varlık içinde yaşamak, efendiden bir adam terbiyeli, kibar ve ağırbaşlı kimse, efendim nerede, ben nerede? "Ben ne diyorum siz ne diyorsunuz" anlamında kullanılan bir söz. efendime söyleyeyim 1) söz söylerken gerekli kelimeyi bulamayan bir kimsenin kullandığı bir söz: "Efendime söyleyeyim, sütlü bir mısır kebabı derken bir sivrisinek bulutudur havalanmış çeltik batağından." -B. R. Eyuboğlu. 2) örnek olarak, mesela.
→ efendibaba, efendi efendi, başefendi, beyefendi, hanımefendi, reis efendi, sultan efendi; eyyam efendisi, İstanbul efendisi, kalem efendisi
efendibaba is. esk. Bazı ailelerde çocukların babalan, gelinlerin kayınpederleri için kullandıkları saygı sözü.
efendice sf. (efe'ndice) 1. Efendi gibi: "Her hâli ile insancıl, sevecen, efendice bir tavırdır." -H. Taner. 2. zf. Efendi gibi, efendiye yaraşır bir biçimde.
efendi efendi zf. 1. Uslu uslu: "Bu gece buraya klarnet çalmaya değil, efendi efendi oturup rakı içmeye, mehtabı seyretmeye gelmiş." -H. Taner. 2. ünl. (efe'ndi efe'ndi) Dikkat çekmek veya paylamak amacıyla kullanılan bir seslenme sözü.
efendilik, -ği is. (efe'ndilik) Efendi olma durumu, efendiye 'yakışır davranış: "Hiç olmazsa beş on gün ananın yanında kalırsan efendiliğini mi kaybedersin?" -Y. K. Karaosmanoğlu.
→ başefendilik, beyefendilik, hanımefendilik
efendim ünl. (efe'ndim) 1. Bir sesleniş karşısında "buradayım" anlamında kullanılan bir söz: Hasan! -Efendim! 2. Anlaşılmayan bir sözü tekrarlatmak için söylenen bir söz: Ne, ne, ne, ne dediniz efendim! 3. Karşı çıkma, paylama cümlesini pekiştirmek için söylenen bir söz: "Olur mu, efendim! Bu ne sorumsuzluktur, bu ne hafifliktir böyle?" -Z. Selimoğlu.
→ evet efendimci
efildeme is. Efildemek işi.
efildemek (nsz) Rüzgâr yavaş bir biçimde ve serin olarak esmek.
efil efil zf. Hafif, kesintili ve yavaş bir biçimde (rüzgâr esmek, kar yağmak, saç dalgalanmak). efil efil esmek yazın rüzgâr yavaş yavaş, serin serin esmek, efil efil etmek rüzgârda dalgalanmak: "Efil efil eder yârin yüzünde / Zülüf müdür, perçem midir, tel midir? " -Karacaoğlan.
efileme is. Efilemek işi.
efilemek (nsz) Efil efil esmek.
efkâr ç. is. (efkâır) Ar. efkâr esk. 1. Düşünceler, fikirler. 2. Kamuoyu, efkârıumumiye: "Halk efkârının karşı koyuşuna rağmen müdür, yazara üçüncü bir şans tanıdı." -H. Taner. 3. tkz. Tasa, kaygı, efkâr basmak tasalanmak, kaygılanmak, efkâr dağıtmak sıkıntıyı gidermek, üzüntüden uzaklaşmak. efkâr etmek efkârlanmak: "Efkâr ettiğimiz memleketin hâlidir. Sanmam hemşerim sanmam bundan acısı olsun." -C. S. Tarancı. efkârı dağılmak sıkıntı ve üzüntüden kurtulmak, rahatlamak, huzur bulmak: "Ona ne zaman rastlarsanız, konuşsanız içiniz açılır, efkârınız dağılır." -H. Taner.
→ umumi efkâr, amme efkârı
efkârıumumiye is. (efka:'rıumu:miye) Ar. efkâr + 'umümiyye esk. Kamuoyu.
efkârlanış is. Efkarlanma işi veya biçimi.
efkarlanma is. Efkârlanmak işi.
efkârlanmak (nsz) tkz. Tasalanmak, kaygılanmak, üzülmek: "Mektup alır efkârlanırım /Rakı içer efkârlanırım." -O. V. Kanık.
efkârlı sf. Tasalanmış, tasalı, kaygılı: "Sigarasını efkârlı olduğu zamanlar yaptığı gibi sık nefeslerle çabuk çabuk içiyordu." -H. Taner.
eflak, -ki ç. is. (eflâ:k) Ar. eflâk esk. Gökler. eflake ser çekmek çok yüksek olmak.
eflatun is. (eflâıtun) Ar. eflâtun 1. Açık mor renk. 2. sf. Bu renkte olan.
eflatuni is. (eflâ:tu:ni:) Ar. eflatuni 1. Eflatun rengi. 2. sf. Bu renkte olan. 3. sf. Platonik: "Kadını gayet ihtiyar bir adama nikâh ederler ve bu mecburi izdivaç tabiatıyla gayet eflatuni kalır." -Ö. Seyfettin.
efiatunumsu sf. Rengi eflatunu andıran, eflatuna benzeyen.
efor is. Fr. effort Zihince ve bedence ortaya konan çaba, emek.
efrat, -di ç. is. (efra:t) Ar. efrâd esk. 1. Bireyler, fertler. 2. ask. Erler, erat. efradını cami, ağyarını mâni ne eksik ne fazla, eksiği artığı olmayan.
→ kura efradı
efriz is. Fr. frise mim. Friz.
efsane is.- (efsa:ne) Far. efsâne 1. ed. Eski çağlardan beri söylenegelen, olağanüstü varlıkları, olayları konu edinen hayalî hikâye, söylence. 2. mec. Gerçeğe dayanmayan, asılsız söz, hikâye vb: "Hamdi'nin hayatına dair uydurulmuş efsanelerden birisi de, onun müthiş bir aşk yüzünden bu hâle geldiğidir. " -Y. K. Karaosmanoğlu.
efsaneleşme is. Efsaneleşmek işi.
efsaneleşmek (nsz) Efsane durumuna gelmek: "Zaptiye ve hafiye vakalarına dair havadisler bize, âdeta, efsaneleşmiş olarak aksetmez miydi? " -Y. K. Karaosmanoğlu.
efsaneleştirilme is. Efsaneleştirilmek işi.
efsaneleştirilmek (nsz) Efsane niteliği kazandırılmak.
efsaneleştirme is. Efsaneleştirmek işi.
efsaneleştirmek (-i) Efsane durumuna getirmek: "Biz şarklılar neden ille her şeyi büyütüp efsaneleştiririz? " -H. Taner.
efsaneli sf Efsanesi olan: "Tel, insan azmanı bir şeyhe ait iri, siyah, bin bir taneli, efsaneli bir tespihe benziyor." -R. H. Karay.
efsanesiz sf. Efsanesi olmayan.
efsanevi sf. (efsa:nevi:) Far. efsânevi Efsanelerde geçen, kendisi İçin efsaneler düzülen veya efsaneyi andınr nitelikte olan (kimse, hayvan, yer), menkıbevi: "O günün benim için en büyük nimeti o efsanevi başı yakından görmem olmuştur." -A. Haşim.
efsun is. (efsuın) Far. efsun esk. Büyü, sihir: "Şayeste'nin reise büyü yaptığına ve adamı başka kadınlara karşı efsunla bağladığına kanaat getirmişti." -H. Taner.
efsunkâr sf. (efsu:nkâ:r) Far. efsün-kâr esk. Büyülü, sihirli.
efsunlama is. Efsunlamak işi.
efsunlamak (-i) Büyülemek, büyü yapmak: "Tespihiyle galiba bir mahalle halkını efsunlayıp duruyor." -H. R. Gürpınar.
efsus ünl. (efsuıs) Ar. efsüs esk. Yazık, eyvah.
eften püften sf. Baştan savma yapılmış, dayanıksız, derme çatma, çürük, değersiz: Eften püften bir iskele.