ed

eda (I) is. (eda:) Ar. eda' 1. Davranış, tavır: "Alaycı bir eda ile soruyorum." -R. H. Karay. 2. Naz, işve: "Giyimi kuşamı tepeden tırnağa Paris modası ya, nazı edası hiç aşağı kalmıyor ki!" -A. İlhan. 3. Anlatış biçimi, tarzı: "Sonra birdenbire sözlerinin konferans edasını değiştirerek bana sordu." -Ö. Seyfettin.

eda (II) is. (eda:) Ar. eda' 1. Verme, ödeme, yerine getirme. 2. din b. Namaz kılma, eda etmek 1) borcunu ödemek; 2) din b. namaz kılmak.

edalı sf 1. Herhangi bir biçim ve görünüşlü olan. 2. Tavırları hoş olan, nazlı, işveli: E-dalı bir kadın.

edat is. (-a:tı) Ar. edat dbl. Tek basma anlamı olmayan, sonuna geldiği sözle cümledeki diğer kelimeler arasında ilişki kuran kelime türü, ilgeç.

edat grubu, edat tümleci, rabıt edatı

edat grubu is. dbl. Edat tümleci.

edatlı sf Edat bulunduran.

edatlı tümleç

edatlı tümleç, -ci is. dbl. Edat tümleci: Çocuk gibi (ağlıyor). Dağ kadar (çamaşır birikmiş).

edat tümleci is. dbl. İsmin edatla oluşturduğu genellikle zarf tümleci görevinde kullanılan kelime grubu, edatlı tümleç.

ede is. hlk. Büyük erkek kardeş, ağabey.

edebî sf. (edebi:) Ar. edebi Edebiyatla İlgili, edebiyata ilişkin, yazınsal: "Gazete idaresinde biriken edebî mecmuaların yapraklarını karıştırıyorum." -A. Haşim.

edebî eser, edebî sanat

edebî eser is. ed. Değişik edebiyat türlerinde kaleme alınmış, sanat değeri taşıyan eserlerin her biri.

edebikelam is. (edebikelâ:m) Ar. edeb + kelâm ed. Örtmece.

edebî sanat is. ed. Edebiyatta anlatımı zenginleştirmek, renklendirmek ve daha çarpıcı bir duruma getirmek için temelde benzetme esasına dayalı söz ve manaya bağlı anlatım İnceliği ve özelliği.

edebiyat is. (edebiya:t) Ar. edebiyyât 1. Olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı, yazın: "Edebiyat hocasıyken talebeme bu nesir sanatından bir defa bahsetmiştim. " -F. R. Atay. 2. Bir bilim kolunun türlü konuları üzerine yazılmış yazı ve eserlerin hepsi, literatür: Hekimlik edebiyatı. 3. mec. İçten olmayan, gereksiz, boş sözler, edebiyat yapmak bir konu üzerinde gereksiz yere süslü sözler söylemek: "Biz edebiyat yapmıyoruz, gazetecilik ediyoruz, modern gazetecilik!" -M. Ş. Esendal.

edebiyat bilimi, edebiyatsever, edebiyat tarihi, karşılaştırmalı edebiyat, burjuva edebiyatı, divan edebiyatı, halk edebiyatı, zümre edebiyatı

edebiyat bilimi is. Edebiyatın içinde yer alan konuları sosyoloji, psikoloji vb. bilim dallarının yöntemlerini de kullanarak araştıran, inceleyen, irdeleyen ve tahlil eden bilim dalı, yazın bilimi.

edebiyatça sf. Edebiyata uygun, edebiyata benzer: "Burada verdiğim örnek, o edebiyatça edebiyatın şöyle bir aklıma geliveren Örneklerinden biri." -O. V. Kanık.

edebiyatçı is. 1. Edebiyatla uğraşan kimse, yazıncı, yazın eri. 2. Edebiyat dersi okutan öğretmen.

edebiyatçılık, -ğı is. Edebiyatla uğraşma işi, yazıncılık: "Mektep arkadaşım Baba Tevfik'e edebiyatçılık çömezliği eden..." -Y. K. Karaosmanoğlu.

edebiyatsever sf. Ar. edebiyyât + T. sever Edebiyata tutkun: "Kalemini de neşter kadar güzel kullandığım sanan, edebiyatsever bir doktordu." -H. Taner.

edebiyatseverlik, -ği is. Edebiyatsever olma durumu.

edebiyat tarihi is. Bütün edebî hareketleri ve dönemleri, yazarları, şairleri, dil ve üslup özelliklerini açıklayan bilim dalı veya kitap, yazın tarihi: "Edebiyat tarihinde ise onun adına hiçbir türlü rastlayamazsınız." -S. Birsel.

edep, -bi is. Ar. edeb 1. Toplum töresine uygun davranma: "Olur şey mi bu, haydi edebinle çıkgit, çekil karşımdan!" -A.. Ş. Hisar. 2. İyi ahlak, İncelik, terbiye, edep etmek utanmak, sıkılmak, edep yahu açık saçık söz söyleyenlere karşı "utan, edebini takın" anlamlarında kullanılan söz. edebini takınmak edepli davranmaya başlamak, edeptir söylemesi hlk. affedersiniz, söylemesi ayıptır ama: Edeptir söylemesi, donuna kaçırmış.

edep yeri, edebikelam

edepleniş is. Edeplenme işi veya biçimi.

edeplenme is. Edeplenmek işi veya durumu.

edeplenmek (nsz) Uslanmak, ince ve terbiyeli olmak.

edepli sf. 1. Uslu, ince, iyi ahlaklı, terbiyeli, müeddep. 2. zf. Ahlaka uygun bir biçimde: "istanbul'daki patronun edepli bulmadığı yazı buydu." -Ç. Altan.

edepli edepli

edepli edepli zf Uslu olarak, uslu uslu: Burada edepli edepli otur.

edepsiz sf 1. Utanılacak işleri hiç sıkılmadan yapan, utanmaz, sıkılmaz, terbiyesiz (kimse). 2. Sakınılacak kötü (kimse), şirret: "Sen şimdi yukarı çıkar, bu edepsizi defedersin." -R. N. Güntekin.

edepsiz edepsiz

edepsizce zf. (edepsi'zce) Terbiyesizce, utanmadan, edepsizcesine: "Kanepenin üzerine oturup da bağırarak söylediğin edepsizce lakırtıları unuttun mu?" -H. R. Gürpınar.

edepsizcesine zf (edepsi'zcesine) Edepsizce: "Öyle, delicesine, edepsizcesine borç harç yer, yaşardı." -R. H. Karay.

edepsizleşme is. Edepsizleşmek işi.

edepsizleşmek (nsz) Terbiyesizleşmek.

edepsizlik, -ği is. Utanmazlık, sıkılmazlık, terbiyesizlik, şirretlik: "Asıl garibi benim bin türlü edepsizlikler yapacağım zannettiğim sütnine de susuyor, önüne bakıyor." -R. H. Karay.

edep yeri is. İnsanlarda üreme organlarının bulunduğu yer, ut yeri.

eder is. Fiyat, paha, değer: Bu kitabın ederi ne kadar?

edevat ç. is. (edevaıt) Ar. edevat esk. Bir iş için gerekli olan malzemelerin, parçaların tümü: "Taş binanın bir odasını mantarlardan, çivilerden ve balıkçı edevatından bir döşeme bürümüştü."-S. F. Abasıyanık.

alet edevat

edi is. hlk. 1. İş yapma. 2. Yapılan iş.

Edi öz. is. hlk. Birbiriyle iyi anlaşan iki yaşlının baş başa kalışını anlatan Edi ile Büdü, Şakire Dudu deyiminde geçen bir söz.

edibane sf (edi:ba:ne) Ar. edib + Far. -üne esk. 1. Terbiyeli, nazik. 2. zf Edebiyatçıya yakışır biçimde.

edik, -ği is. hlk. 1. Yumuşak ve renkli sahtiyandan yapılmış yarım konçlu lapçın. 2. Kısa çizme.

edilgen sf. 1. Yapılan işten etkilenen, pasif, etken karşıtı. 2. is. dbl. Edilgen fiil.

edilgen çatı, edilgen fiil

edilgen çatı is. dbl. Türkçede çoğu kez -(i)I-bazen de -(i)n- çatı ekleriyle kurulan, sözde özne ile kullanılan fiil çatısı.

edilgen fiil is. dbl. Türkçede çoğu kez -(i)I-, bazen de -(i)n- edilgen çatı ekleriyle kurulan, gerçek öznesi belli olmayan, sözde özne ile kullanılan fiil, meçhul: yaz-ıl-mak, o-ku-n-mak, tam-n-mak vb.

edilgenleşme is. Edilgenleşmek durumu.

edilgenleşmek (-i) dbl. Edilgen duruma gelmek.

edilgenleştirme is. Edilgenleştirmek işi.

edügenleştirmek (-i) dbl. Edilgen duruma getirmek.

edilgenlik, -ği is. Edilgen olma durumu.

edilgenlik eki

edilgenlik eki is. dbl. Fiillerin gerçek öznesini gizleyen yapım eki.

edilgi is. fel. Dışarıdan gelip bir şeyde belli bir değişiklik yapan iş veya bu işin sonucu, infial.

edilgin sf. 1. Hareketi ve etkisi olmayan, pasif: "Hiç kavgaya dönüşmemiş, edilgin bir dargınlıktı bu."-A. İlhan. 2. fel. Etkileri alıcı durumunda olan, münfail, pasif, etkin karşıtı. 3. psikol. Olayların gidişini etkilemek ve denetlemek için kişinin hiçbir çaba göstermemesi durumu.

edilginlik, -ği is. Edilgin olma durumu.

edilme is. Edilmek işi veya durumu.

edilmek (yar) Etme işine konu olmak, yapılmak: Birine yardım edildi. Birinden rica edildi. Onunla münakaşa edildi.

edim is. 1. Yapılmış, gerçekleşmiş iş, amel, fiil. 2. fel. İnsan davranışı. 3. huk. Alacaklının isteyebileceği ve borçlunun yapmak zorunda olduğu davranış, ivaz. 4. psikol. Belirli bir durumla karşılaştığı zaman kişinin yapabildiği davranış.

edim bilimi

edim bilimi is. Dil hareketleriyle onu algılayan insan arasındaki ilişkiyi inceleyen dil bilimi dalı.

edimli sf. Edimi olan.

edimsel sf fel. Edim niteliğinde olan, gerçek olarak var olan, fiilî, aktüel, gizli ve tasarımlı karşıtı: Bir mermer kütlesinde bir heykel ancak tasardı olarak vardır, o mermer işlendikçe heykel edimsel bir varlık kazanır.

edimselcilik, -ği is. fel. Aktüalizm.

edimsiz sf. Edimi olmayan.

edinç, -ci is. Edinilen şey veya şeyler, müktesebat.

edinilme is. Edinilmek işi.

edinilmek (nsz) Edinme işi yapılmak: "Atatürk'ün bilim adamlarına ve edinilmiş saygınlıklara titizce tanıdığı ayrıcalık ve üstünlük ne kadar gerilerde kalmış değil mi?" -H. Taner.

edinim is. Kazanma, iktisap.

edinme is. Edinmek işi, kazanma, iktisap: "Kimsesiz bir çocuk bulup evlat edinmeyi düşünmeye başlamıştım." -R. N. Güntekin.

edinmek (nsz) Kendini bir şeye sahip kılmak, kendine sağlamak, iktisap etmek: "Çiftlikler edinmek dirayetini göstermişti." -R. H. Karay.

edinti is. Edinilen, kazanılan şey.

edip, -bi is. (-di:bi) Ar. edib esk. Edebiyatla uğraşan, edebî eser veren kimse, yazar: "Pek az hoşlandıklarım muhabirler, ediplerdir." -F. R. Atay.

Edirnekâri is. Tahta üzerine boya ve altın yaldız ile yapılan nakış.

edisyon is. Fr. edition Basım.

editör is. Fr. editeur 1. Yayımcı. 2. Yazıları yeniden düzenleyerek yayıma hazırlayan kimse.

editörlük, -ğü is. Yayımcılık.

edna sf (edna:) Ar. ednâ esk. Çok aşağı, en alt düzeyde: "İlmin âlâsı da olur, ednası da!"-H.R. Gürpınar.

edvar ç. is. Ar. edvar esk. 1. Çağlar, devirler: "Hercümerç ettiğin edvara da yetmez o kitap / Seni ancak ebediyetler eder istiap." -M. A. Ersoy. 2. müz. Alaturka müzik kurallarını inceleyen eser.

edvar musikisi

edvar musikisi is. müz. Alaturka klasik müzik.