ec

ecdat, -di ç. is. (ecda:i) Ar. ecdâd Geçmişteki büyükler, atalar: "Ecdadının dilini neye beğenmiyorsun?"-H. R. Gürpınar.

ece is. 1. Güzel kadın: "Dün Sirkeci istasyonunu görmeliydiniz, ecemiz geldi." -F. R. Atay. 2. Kraliçe.

-ecek bk. -acak / -ecek.

ecel is. Ar. ecel Hayatın sonu, ölüm zamanı: "Vaktinize hazır olun /Ecel vardır gelir bir gün." -Yunus Emre. ecel aman verirse ömür yeterse, ölmezsem, ecel geldi cihana, baş ağrısı bahane "herkesin ölümü için bir sebep vardır" anlamında kullanılan bir söz. ecele çare bulunmaz ölüm dışında, çaresiz gibi görünen her güç işin bir çıkar yolu vardır. eceli gelen köpek cami duvarına siyer herkesin üzerine titrediği, kutsal saydığı şeyi kötüleyen, bozan kimse mutlaka kötü bir sonuçla karşılaşır, eceli gelmek ölümü veya yok olması kaçınılmaz duruma gelmek: "E-celi geldikten sonra, ha karada ha denizde." -S. F. Abasıyanık. eceline susamak ölmek istermiş gibi tehlikeli işlere girişmek, eceliyle ölmek olağan sayılan herhangi bir biçimde ölmek.

ecel beşiği, ecel şerbeti, ecel teri

ecel beşiği is. Çok tehlikeli taşıt veya geçit.

ecel şerbeti is. "Ölmek" anlamındaki ece) şerbeti içmek deyiminde geçen bir söz.

ecel teri is. "Çok korkmak, çok sıkılmak, bunalım geçirmek, ölüm duygusuna kapılmak" anlamlarındaki ecel teri (veya terleri) dökmek deyiminde geçen bir söz: "Tek kollu korsan, şimdi benim karşımda titriyor, ecel terleri döküyordu." -F. F. Tülbentçi.

-ecen Fiilden isim türeten ek: ev-ecen, sevecen vb.

ecinni is. Ar. ecinni Cin: "Ben dünyada ecinni filan yoktur demez miydim?" -Ö. Seyfettin. (bir yerde) ecinniler top oynuyor bomboş, kimse yok, ıssız ve sessiz.

ecir, -eri is. Ar. ecr esh. 1. Sevap: "Bu sabrın ecri büyüktür." -H. R. Gürpınar, 2. Ücret.

ecir sabır dilemek başsağlığı dilemek.

eciş bücüş sf. Hiçbir yeri düzgün olmayan, çirkin bir biçim almış bulunan, çarpık çurpuk, eğri büğrü.

ecnebi sf. (ecnebi:) Ar. ecnebi Başka devlet uyruğunda olan (kimse), yabancı: "Bu iki ecnebi hanım da nahiyeye varır varmaz yatağı ve aşı hazır bulsunlar." -Y. K. Karaosmanoğlu.

ecnebilik, -ği is. Yabancı olma durumu.

ecu is. bk. ekü.

ecza is. (ecza:) Ar. ecza' kim. Kimyasal yollarla elde edilen, ilaç yapmaya yarayan veya sanayide türlü işlerde kullanılan maddelerin genel adı: "Burada musluklar, mermer teşrih masaları, antiseptik eczalar yok!" -F. R. Atay.

ecza çantası, ecza dolabı, eczane, ecza kutusu

eczacı is. İlaç yapan veya hazır ilaçları satan diplomalı kimse: "Eczacının söylediğinden anlıyorum, avuç avuç ağrı kesici alıyor." -T. Buğra.

eczacı kalfası

eczacılık, -ğı is. 1. İlaçların hazırlanmasıyla uğraşan uygulamalı bilim. 2. Eczacının mesleği veya görevi.

ecza çantası is. Acil durumlarda kullanılmak üzere arabada veya evde bulundurulan ve pansuman İçin gerekli ilaç ile malzemenin konulduğu çanta.

ecza dolabı is. İçine sağlıkla ilgili ilaç ve alet konulan küçük dolap: "Ecza dolabından bir komprime alarak içti." -C. Uçuk.

eczahane is. bk. eczane.

ecza kutusu is. Evlerde, otomobillerde İlaçların konulduğu kutu: "Sanki bir ecza kutusu şu ısırgana benzeyen koyu yeşil ot." -S. F. Abasıyanık.

eczalı sf. 1. Kimyasal madde ile kaplanmış, karıştırılmış, işlem görmüş. 2. is. İçi kimyasal madde ile doldurulmuş mermi atan ateşli silah: "Güzel bir bıçak, bir de eczalı dedikleri tabanca satın almıştım." -Y. K. Beyatlı.

eczalı pamuk

eczalı pamuk, -ğu is. Steril duruma getirilmiş pamuk.

eczane is. (ecza:ne) Ar. ecza' + Far. hâne İlaçların yapıldığı ve satıldığı yer.

eczasız sf Eczası olmayan.

-eç bk. -aç / -eç.

eçhel sf. Ar. echel esk. Çok cahil, çok bilgisiz olan.