eb

ebabil is. (eba:bil) Ar. ebabil zool. Çobanaldatan.

ebat, -di ç. is. (-a:dı) Ar. eb'âd Boyut, ebadında boyutunda, çapında, ölçüsünde, büyüklüğünde.

ebcet, -di is. Ar. ebced Arap alfabesinin her harfi bir rakamı karşılayan ve anlamsız sekiz kelimeden oluşan değişik bir düzeni.

ebcet hesabı

ebcet hesabı is. ed. 1. Ebcet düzeninden yararlanarak bir kelimeyi rakama çevirme. 2. Kelimelerle ve genellikle eski şairlerin yaptığı gibi dizelerle önemli bir olayın tarihini gösterme yöntemi.

ebe is. 1. Doğum işini yaptıran kadın: "Ebe demek yarım doktor demektir." -R. N. Güntekin. 2. hlk. Büyük anne, nine. 3. Genellikle çocuk oyunlannda baş olan, diğer çocuklara veya gruba karşı cezasını çekmek ve bundan kurtulmak için tek başına bütün sorumluluğu üzerine alan çocuk, ebe olmak oyun içinde ebelik yapmak: "Birçok oyunların tersine herkes ebe olmak istiyor, sahte yanlışlıklar yapıyordu." -P. Safa.

ebebulguru, ebegümeci, ebekuşağı, ebemkuşağı, körebe, dil ebesi, kumar ebesi, laf ebesi, lakırtı ebesi, oyun ebesi, söz ebesi

ebebulguru is. hlk. Bulgur iriliğinde yağan kar.

ebedî sf. (ebedi:) Ar. ebedi Sonsuz, ölümsüz, bengi: "Geçtik hepimiz dörtnala cennet kapısından / Gördük ebedî; cetleri bir anda yakından!" -Y. K. Beyatlı.

ebedî uyku

ebedîleşme is. (ebedileşme) Ebedîleşmek işi.

ebedîleşmek (nsz) (ebedileşmek) Ebedî duruma gelmek, sonsuzlaşmak, ölümsüzleşmek.

ebedîleştirme is. (ebedileştirme) Ebedîleştirmek işi.

ebedîleştirmek (-i) (ebedileştirmek) Ebedî duruma getirmek, sonsuzlaştırmak, ölümsüzleştirmek.

ebedîlik, -ği is. (ebedklik) Ebedî olma durumu, sonsuzluk: "Hayatta ne ebedîlik vardır ne süreklilik." -A. Gündüz.

ebedî uyku is. Ölüm. ebedî uykuya dalmak ölmek: "Bu mezarda iki harp ve aile kahramanı ebedî uykusuna dalmıştı." -A. Gündüz.

ebediyen zf. Ar. ebediyyen 1. Sonsuz olarak, sonsuzluğa kadar: Ebediyen sustuğuna ihtimal veremedim." -P. Safa. 2. Hiçbir zaman: "Ebediyen gelmeyecek birisi, değil mi?"-Yi. Tahir.

ebediyet is. Ar. ebediyyet esk. Sonsuzluk: "Bu iyiliğini ebediyete kadar unutmayacaktı." -C. Uçuk.

ebegümeci is. bot. Ebegümecigillerden, çiçekleri ilaç, yaprakları sebze olarak kullanılan, kendiliğinden yetişen çok yıllık ve mor çiçekli bir bitki (Malva siylvestris).

ağaç ebegümeci, Yahudi ebegümeci

ebegümecigiller ç. is. bot. Ayrı taç yapraklı iki çeneklilerden, örnek bitkisi ebegümeci olan bir bitki familyası.

ebekuşağı is. meteor. Gökkuşağı: "Şimdi çağlayanlar üstüne mayıs güneşi ebekuşağından köprüler atmış." -R. H. Karay.

ebeleme is. 1. Ebelemek işi. 2. Mayalı hamuru bezelere ayırarak yufka durumuna getirip sac üzerinde pişirdikten sonra alt ve üst kısımlarının yağlanmasıyla yapılan ekmek.

ebelemek (-i) Oyunda ebe yapmak.

ebeleyiş is. Ebeleme işi veya biçimi.

ebeli sf. Ebesi olan.

ebelik, -ği is. 1. Ebe olma durumu veya ebenin yaptığı iş. 2. Çocuk oyunlarında ebe olma durumu: "Ebe sendin, yaklaş da gözlerini bağlayayım, ebelikten kolay kolay yakayı sıyıramazsın." -P. Safa.

dil ebeliği, laf ebeliği, söz ebeliği

ebemkuşağı is. meteor. Gökkuşağı.

ebesiz sf. 1. Ebesi olmayan. 2. zf. Ebe bulunmaksızın, ebe olmaksızın: "Ebesiz doğurdum, dedi, ebe hekim demektir. Ben hasta mıyım?" -Ö. Seyfettin.

ebet, -di is. Ar. ebed esk. Sonu olmayan gelecek zaman, sonsuzluk: "İşte bu, ezelden bilinmemiş, ebede kadar bilinmeyecektir." -H. R. Gürpınar.

ezel ebet

ebeveyn is. Ar. ebeveyn esk. Anne ve baba: "Ebeveynim çok bedbaht insanlardı." -S. F. Abasıyanık.

ebleh sf. Ar. ebleh esk. Akılsız, budala, alık.

eblehleşme is. Eblehleşmek işi veya durumu.

eblehleşmek (nsz) Ebleh durumuna gelmek: "Hani bazı kadınlar vardır, hödük koca ile düşe kalka eblehleşir, içleri kararır." -H. Taner.

eblehlik, -ği is. Ebleh olma durumu, eblehleşme.

ebonit is. Fr. ebonite kim. Yüz kısım kauçuğun otuz iki kısım kükürtle işlenmesinden elde edilen plastik madde.

ebru is. (ebru:) Far. ebri Kâğıt süslemeciliğinde kitre, kola vb. yapıştırıcılarla yoğunlaştırılmış su üzerine, neft yağı ile sulandırılmış yağlı boya damlatılarak yapılan ve kâğıda geçirilen süs.

ebrucu is. Renkleri karıştırarak süs kâğıtları üzerine ebru yapan sanatçı.

ebruculuk, -ğu is. Ebru yapma sanatı veya ebru satma işi ile uğraşma.

ebrulama is. Ebrulamak işi.

ebrulamak (-i, -e) Ebru yaparak boyamak,

ebruli sf. (ebru'.li) Üzerinde değişik renkler bulunan: Ebruli kumaş.

ebrulu sf. Üzerine ebru yapılmış (kâğıt, kumaş).

Ebucehil karpuzu is. (ebu:cehil karpuzu) bot. Kabakgillerden, elma büyüklüğündeki meyvesi çok acı ve iç sürdürücü, ishal yapıcı bir bitki, acı hıyar, acı elma, acı karpuz, it hıyarı (Citrullus colocynthis).

Ebussuut öz. is. "Çok kapalı giyinen kız veya kadın" anlamındaki Ebussuut Efendinin gelini gibi ve "eskiye çok bağlı, tutucu" anlamındaki Ebussuut Efendinin torunu deyimlerinde geçen bir söz.

ebülyoskop, -bu is. Fr. ebullioscope Cisimlerin kaynama sıcaklığını tespit etmeye yarayan cihaz.