-dı / -di / -du / -dü; -ti / -ti / -tu / -tü Belirli geçmiş zaman eki: al-dı, at-tı, düş-tii, geldi, gül-dü, iç-ti, koş-tu, vur-du vb. Bu ekle türemiş isimler de vardır: alındı, dedikodu, gecekondu, türedi, uydu vb.
dıbır dıbır zf. Hafif ve düzenli bir biçimde ses çıkararak, dıbır dıbır yürümek hafif ve düzenli biçimde ses çıkararak yürümek: "Görevlilerin edalı ve dıbır dıbır yürüyüşleri bir geçit töreni izlenimini verir." -S. Birsel.
dığan is. hlk. Yağ tavası.
dığdığı sf hlk. Konuşurken "r" leri "ğ" gibi söyleyen (kimse).
dığdık, -ğı is. hlk. Akrabalığın uzak olduğunu anlatan dığdığının dığdığı deyiminde geçen bir söz.
-dığında / -diğinde Zarf-fiil eki: gel-diğinde, kal-dığında, ol-duğunda, öl-düğünde vb.
-dik / -dik / -duk / -dük; -tık / -tik / -tuk / - tük Sıfat-fiil eki: duyul-ma-dık iş, görül-me-dik olay vb.
dılak, -ğı is. hlk. Bızır, klitoris.
dımbırdatma is. Dımbırdatma işi.
dımbırdatmak (-i) Saz, cura, tambur vb. çalgılar çalmak.
dımdızlak, -ğı sf. (dı'mdızlak) 1. Çırçıplak. 2. Tepesinde saçı dökülmüş (kimse): "Göbeği dükkânımızdaki şarap şişelerinden daha şişkin ve daha yuvarlak olan dımdızlak başlı Barba hiç istifini bozmadı." -O. C. Kaygılı. 3. mec. Elindeki her şeyini, imkânlarını yitirmiş, dımdızlak ortada kalmak elindeki her şeyi, imkânlarını yitirmek: "Zehra dımdızlak ortada kalacak." -A. İlhan.
dımışki is. Ar. dımışk + / bot. esk. Bir çeşit üzüm.
-dır / -dir / -dur / -dür; -tır / -tir / -tur / -tür Ek fiilin geniş zamanının teklik üçüncü kişi şekli: açık-tır, çocuk-tur, çürük-tür, dalgındır, güzel-dir, köpek-tir, süslü-dür, yorgundur vb.
-dır- / -dir- / -dur- / -dür-, -tır- / -tir- / -tur-/ -tür- Fiilden ettirgen fiil türeten ek: at-tır-, biç-tir-, çiz-dir-, öl-dür-, tut-tur-, tüt-tür-, vur-dur-, yaz-dır- vb.
dıramudana is. den. Bir rüzgâr türü: "Kışın sırtındaki paltoyu artık ne dıramudana ne de levanü rüzgârı uçurabiliyordu." -S. F. Abasıyanık.
dırdır is. Bezginlik verecek biçimde söylenen söz.
dırdırcı sf. Bezdirici söz etme alışkanlığı olan, geveze, yerli yersiz konuşan (kimse): "Bir kere dırdırcı bir tabiatı vardı. Bir şeyden memnun olmaz, vara yoğa söylenirdi." -R. N. Güntekin.
dırdırlanma is. Dırdırlanmak işi.
dırdırlanmak (nsz, -le) Dırdır etmek.
dırıltı is. 1. Bezdirici bir biçimde söylenme, dırdır: "Başın dinç gönlün rahat. Karı dırıltısı, çocuk gürültüsü yok." -N. Cumalı. 2. Çekişme, atışma: "Her gün ana oğul arasında dırıltı eksik değildi." -H. R. Gürpınar. dırıltı çıkarmak çekişmeye yol açmak: "Rica ederim bey, gelir gelmez ayağının tozuyla dırıltı çıkarma." -M. Yesari.
dırlanma is. Dırlanmak işi.
dırlanmak (nsz) Herkesi tedirgin edecek, bezdirecek biçimde söylenmek: "Kapısını vurmalı, o zaman uyanır açar, diye başlayarak bir hayli dırlandı." -A. Ş. Hisar.
dırlaşma is. Dırlaşmak işi.
dırlaşmak (nsz) Kavga etmek, ağız kavgası etmek, dilleşmek.
dış is. 1. Herhangi bir cisim veya alanın sınırları içinde bulunmayan yer, hariç, iç karşıtı: "Hafta sonunda şehrin dışına çıkıyoruz. Şehrin artık dışındayız. Bostanlar, bağlar, sürülmüş tarlalar." -A. Haşim. 2, Bir konunun kapsamına girmeyen şey. 3. Görülen, içte bulunmayan yüzey: Bardağın dışı kirli. 4. Bir kimsenin görünüşü, durum ve davranışları. 5. Bireyin ötesinde bir varlığı olan: Dış dünya. 6. sf. Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha uzak olan: Dış kapı. Dış duvar. 7. sf. Yabancı ülkelerle ilgili: Dış siyaset. Dış ilişkiler. 8. sin. ve TV Açık havada geçen sahneleri içine alan çekim. 9. sp. Bazı top oyunlarında karşı takını oyuncularının vuruşuyla topun kalenin bulunduğu taraftan dışarı çıkması, aut. dışa vurmak belli etmek, dışı eli yakar, içi beni yakar görünüşe aldanmamak. dışı kalaylı, içi alaylı dışı süslü, güzel görünüşlü, ancak içi berbat, dışına çıkmak tanınan hak ve yetkileri aşmak, dışında ...-den başka, sayılmazsa: "Size hiç bu mektupların dışında 'Muhterem Yusuf Ziya Beyefendi' diyen oluyor mu?" -Y. Z. Ortaç. dışında bırakılmak hariç tutulmak: "U-yarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz." -Anayasa, dışında kalmak karışmamak, ilgilenmemek: "Hiçbir şeye karışmadan olayların dışında kalmak isteyenlerin çabaları boşunaydı." -N. Cumalı.
→ dış açı, dış âlem, dış alım, dış asalak, dış başkalaşım, dış bellek, dışbeslenen, dış beslenme, dış borç, dışbükey, dış çevre, dış çizgiler durumu, dış çokgen, dış deri, dış dünya, dış evlilik, dış gebelik, dış gezegen, dış gezi, dış güçler, dış hat, dış işleri, dış kapı, dış kavuz, dış kredi, dış kulak, dış kutsal, dış lastik, dış merkezli, dış odun, dış pazar, dış pazarlama, dış piyasa, dış plazma, dış politika, dış satım, dış ses, dış ters açı, dış ticaret, dış vurum, dış yarıçap, dış yüz, dış zar, dışa dönük, dışa vurum, ahlak dışı, akıl dışı, alfabe dışı, amaç dışı, bilim dışı, bilinç dışı, çağ dışı, çevrim dışı, ders dışı, din dışı, doğa dışı, evlilik dışı, gerçek dışı, gündem dışı, hudut dışı, içi dışı bir, irade dışı, istenç dışı, kanun dışı, kişilik dışı, kural dışı, liste dışı, mantık dışı, meyve dışı, olağan dışı, oran dışı, öd dışı, öz dışı, saf dışı, sınır dışı, sıra dışı, toplum dışı, töre dışı, us dışı, yasa dışı, yayın dışı, yurt dışı, içli dışlı
dış açı is. mat. İki doğruyu kesen bir doğrunun bu doğruların dışında kalacak biçimde yaptığı açı.
dışa dönük, -ğü sf. 1. Dışla ilişkisi olan. 2. psikol. Dışa dönüklük davranışları gösteren (kimse).
dışa dönüklük, -ğü is. Kişinin ilgisinin kendi duygu ve düşünceleri yerine, dıştaki nesnel ve toplumsal çevreye yönelmesi durumu.
dış âlem is. İnsanın kendi çevresi dışındaki dünya.
dış alım is. tic. İthalat.
dış alımcı is. İthalatçı.
dış alımcılık, -ğı is. İthalatçılık.
dışarı is. 1. Dış çevre, dış yer, hariç, içeri karşıtı: "Dışarıda yağmur yağıyor." -S. F. Abasıyanık. 2. Kişinin konutundan ayrı olan yer: "Dışarıda, çocuklar birdirbir oynamaya dalmışlardı."-A. İlhan. 3. Yurt dışı: "Dışarıyla iyi geçiniyorduk, Yunanlılarla az kalsın birleşecek kadar sıkı fıkı idik." -B. Felek. 4. zf. Dışa, dış çevreye: "Artık komutanlardan başka hiç kimse dışarı çıkmazdı. " -A. İlhan, dışarı atmak 1) kovmak: "Nevin ikisini de köpekler gibi kapıdan dışarıya atabilirdi." -S. F. Abasıyanık. 2) zararlı bir maddeyi terleme, idrar vb. yollarla vücuttan çıkarmak, dışarı çıkmak büyük abdest yapmak, dışarı vurmak belli etmek, açıklamak.
→ dışarıdan evlenme, gözü dışarıda
dışarıdan evlenme is. sos. Dış evlilik.
dışarılı sf. Taşralı, dışarlıklı.
dışarılık, -ğı is. Dışarlık.
dışarlık, -ğı is. 1. Taşra: "Ben bu hâli uzun zaman dışarlıkta yaşamış birkaç kişide gördüm." -R. N. Güntekin. 2. Yaşadığı yerden başka bir yere giderken giyilen kıyafet.
dışarlıklı sf. Taşralı: "Cicim, sen ne kadar dışarlıklı olmuşsun." -R. N. Güntekin.
dış asalak, -ğı is. zool. Konakçının üzerinde yaşayan ve çoğunlukla kan emen asalak.
dışa vurum is. fel Ruhsal olayların belli işaret veya tasvirlerle yansıtılması, insan ruhunun algılanabilecek biçimde kendini dışa yansıtması, ifade, dış vurum.
dışa vurumcu is. Dışa vurumculuk akımına bağlı olan sanatçı, dış vurumcu, ekspresyonist.
dışa vurumculuk, -ğu is. fel. Olayların, varlıkların gerçekten olduğu gibi değil de sanatçının iç dünyasına göre anlatılması anlayışına dayanan sanat akımı, anlatımcılık, ekspresyonizm.
dış başkalaşım is. jeol. Magmanın sokulmasıyla, komşu kayaçların uğradığı başkalaşma, egzomorfizm.
dış bellek, -ğî is. bl. Bilgisayarın yalnızca giriş çıkış kanallarını kullanarak erişebildiği bellek.
dışbeslenen sf. biy. Besinini organik maddelerden sağlayan, heterotrof.
dış beslenme is. biy. Besinin organik maddelerden sağlama, heterotrofi.
dış borç, -cu is. ekon. Devletin veya çeşitli kuruluşların dış ülkelerden kredi yoluyla sağladığı borç.
dış borçlanma is. ekon. Devletin veya çeşitli kuruluşların yurt dışındaki kuruluşlardan borç alma işi.
dışbükey sf.fız. ve mat. Yüzeyi tümsek, çıkık ve şişkin olan, tümsekli, muhaddep, konveks: Dışbükey mercek. Dışbükey ayna.
dışbükeylik, -ği is. fiz. Dışa doğru çukur, şişkin veya kabarık olma durumu.
dış çevre is. psikol. Canlının dışında olan ve kendisinin de bilinçli veya bilinçsiz olarak tepkide bulunduğu uyaranların hepsi.
dış çizgiler durumu is. ask. Ayrı ayrı birliklerin çevreden merkeze ulaşan yollarla düşman üzerinde birleşmesi.
dış çokgen is. mat. Kenarları bir dairenin çember çizgisi üzerine gelen çokgen.
dış deri is. biy. Sinir sistemini ve duygu organlarını oluşturan, embriyonun dış yüzünü örten tabaka, ektoderm.
dış dünya is. 1. Ülke dışı. 2. fel. Bilinçten bağımsız olan, bilincin dışında var olanların hepsi.
dış evlilik, -ği is. sos. Evlenecek kimsenin eşini kendi boy veya soyunun dışından seçmesi kuralına dayalı evlilik biçimi, dışarıdan evlenme, egzogami.
dış gebelik, -ği is. tıp Döllenmiş bir yumurtanın döl yatağı dışında oluşması ve gelişmesi.
dış gezegen is. astr. Yörüngesi yer yörüngesinin dışında kalan gezegen.
dış gezi is. Ülke sınırları dışına yapılan gezi.
dış güçler ç. is. 1. Ekonomi ve politika açısından güçlü devletler. 2. coğ. Mekanik parçalanma, kimyasal ayrışma, yel, dalga, akarsu ve buzulların etkileri gibi kökenleri güneş enerjisine dayanan güçlerin veya etkenlerin bütünü.
dış hat, -ttı is. İş yerlerinde bulunan santrallerde iş yerinin dışarıyla bağlantısını sağlayan haberleşme ağı.
dış hatlar ç. is. 1. Yurt dışı ulaşımını sağlayan yol: Türk Hava Yollarının dış hatlarda çalışan görevlileri. 2. Hava yollarında dış ülkelere gidiş dönüşün yapıldığı terminal.
dışık, -ğı is. kim. Cüruf.
dışınlı sf. fel. Bir şeyin, bir düşüncenin aslında ve gerçeğinde olmayıp onun dışında kalan, öze bağlı olmayıp arızi olan, öz dışı, özünlü karşıtı.
dış işleri ç. is. Bir devletin başka devletlerle ilgili işleri, hariciye.
dış kapı is. Binayı sokaktan ayıran giriş kapısı.
→ dış kapının mandalı
dış kapının mandalı is. 1. Uzak akraba. 2. sf. mec. Önemsiz, değersiz.
dış kavuz is. bot. Buğdaygillerde başakçığm en altında, bazı türlerde çiçeğin bütün organlarım içerisine alacak bir biçimde gelişmiş olan kavuz.
dışkı is. biy. Sindirim sonunda anüs yoluyla dışarıya atılan besin artığı, kazurat.
→ dışkısever
dışkılama is. tıp Dışkının ve dış salgıların dışan atılması işlemi.
dışkılık, -ğı is. anat. Bazı omurgalılarda, özellikle keseliler, sürüngenler ve kuşlarda, bağırsak İle sidik ve üreme kanallarının açıldığı yer.
dışkısever is. zool. Dışkılarda yaşayan hayvanlar.
dış kredi is. ekon. Ekonomik durumu iyi olan ülkelerden sağlanabilecek kredi.
dış kulak, -ğı is. anat. Kulağın, kulak kepçesi ve dış kulak yolundan oluşan bölümü.
dış kutsal sf. fel Kutsallıkla İlgisi bulunmayan, kutsallığa ne uygun ne de karşıt olan.
dışlama is. Dışlamak işi.
dışlamak (-i, -den) Bir kimse veya bir toplum, bir kimse, bir durum, bir düşünce vb.ni yok saymak, İlgilenmemek.
dışlanma is. Dışlanmak işi veya durumu.
dışlanmak (nsz) Dışanda tutulmak, bir yere veya topluluğa alınmamak.
dış lastik, -ği is. Bazı kara taşıtlarında iç lastiği koruyan kalın lastik.
dışlaştırma is. Dışlaştırmak işi.
dışlaştırmak (-i) Dışa vurmak.
dış merkezli sf. Dış merkezlikle ilgili olan.
dış merkezlik, -ği is. mat. Bir elips ve hiperbolde, odaklar arasındaki uzaklığın büyük eksen uzunluğu ile olan oranı.
dış odun is. Kabukla olgun ağaç bölümleri arasında bulunan, tam olgunlaşmadığı için marangozlukta kullanılması sakıncalı olan odun bölümü.
dış pazar is. ekon. Bir ülkenin mal satabildiği yabancı ülke.
dış pazarlama is. ekon. Başka ülkelere birtakım ürünleri satma, bu yolla ticaret yapma.
dış piyasa is. ekon. Başka ülkelerde oluşan ve var olan alışverişe dayalı ticaret imkânı.
dış plazma is. biy. Bir hücre içerisindeki sitoplazmanın farklılaşmış dış katı.
dış politika is. Bir devletin sınırlan Ötesindeki devletlere uyguladığı siyaset.
dışrak, -ğı sf. fel. Herkesin öğrenmesinde sakınca görülmeyen, gizli kapalı olmayan (her türlü bilgi, öğreti), içrek karşıtı.
dışsal sf. Dışla ilgili, dışa ilişkin, haricî.
dış satım is. ekon. İhracat.
dış satımcı is. İhracatçı.
dış satımcılık, -ğı is. İhracatçılık.
dış ses is. Sinema ve televizyonda görüntüsü olmayan kişiye ait söz.
dıştan sf. fel. Aslında olmayıp sonradan ve dışarının etkisiyle ortaya çıkan (düşünceler).
→ dıştan evlilik
dıştan evlilik, -ği is. sos. Dış evlilik.
dış ters açı is. mat. İki paralel doğruyu kesen üçüncü bir doğrunun iki yanında, paralellerin dışında altlı üstlü oluşan dört açıdan her biri.
dış ticaret is. ekon. Bir devletin yabancı devletlerle yaptığı alışveriş, ithalat ve ihracatın tamamı.
→ dış ticaret açığı
dış ticaret açığı is. ekon. Yabancı ülkelerden alınan malların satılandan daha fazla olması sonunda ortaya çıkan borç tutarı: "Dış ticaret açığı o devirde ne kadardı kim bilir?" -Ç. Altan.
dış vurum is. fel. Dışa vurum.
dış vurumcu is. fel. Dışa vurumcu.
dış vurumculuk, -ğu is. fel. Dışa vurumculuk.
dış yarıçap is. mat. Düzgün bir çokgenin köşelerinden geçen dairelerin yan çapı.
dış yüz is. Bir şeyin dışarıdan görünüşü.
dış zar is. bot. Aynı irilikte olmayan, kütin durumuna gelmiş çiçek tozu tanecikleri.
dızdık, -ğı is. Akrabalığın uzak olduğunu anlatan dızdığının dızdığı deyiminde kullanılır.
dızdızcı is. argo Dızdızcılık eden kimse: Dızdızcılar yakalandı.
dızdızcılık, -ğı is. argo Birkaç dolandırıcının, bir insanın ilgisini belli bir konu üzerinde toplayıp parasını çalmaları.
dızlak, -ğı sf. Dazlak. dızlama is. Dızlamak işi. dızlamak (-i) Dolandırmak, çarpmak, soymak.
dızman sf. hlk. İri yapılı, uzun boylu, şişman: Dızman bir adam.