-çu bk. -cı / -ci vb.
çubuk, -ğu is. 1. Körpe dal: "Asma çubukları taze de duman yapıyor, duman kaçtı gözüme." -C. Uçuk. 2. Değnek biçiminde ince, uzun ve sert olan şey: "Sıcak bir demir çubuktan niçin elini çekiyorsun?" -H. C. Yalçın. 3. Tütün içmek için kullanılan uzun ağızlık: "Sabahtan başlar, akşama kadar çubuk içer." -M. Ş. Esendal. 4. Kumaşta düz çizgi. 5. den. Ana direkler üzerine sürülen İkinci ve üçüncü direk parçası, çubuğunu tüttürmek üzüntüsüz, kaygısız yaşamak.
→ çubuk ağacı, çubuk demir, çubuk makarna, çubuk odası, çift çubuk, bağ çubuğu, balina çubuğu, mutluluk çubuğu, ökse çubuğu, yağ çubuğu
çubuk ağacı is. bot. Sütleğengillerden, içi delik olan, dalları çubuk gibi kullanılan bir ağaççık (Mabea).
çubukçu is. 1. Çubuk yapıp satan kimse. 2. esk. Saraylarda ve büyük konaklarda tütün çubuklarını hazırlayan kimse.
çubukçuluk, -ğu is. Çubukçu olma durumu.
çubuk demir is. İnşaatlarda kullanılan, üzerinde yiv bulunmayan demir.
çubuklama is. Çubuklamak işi.
çubuklamak (-i) Halı, kilim vb. örtülerin tozunu temizlemek veya şilte, pamuk gibi şeyleri kabartıp düzeltmek için üzerlerine değnekle vurmak.
çubuklu sf. 1. Çubuğu olan. 2. Uzunlamasına çizgili (kumaş): "Kırmızı çubuklu, soluk entarisinin bir eteğini beline sokmuş." -P. Safa.
çubukluk, -ğu is. esk. Çubukların saklandığı yer, çubuk odası: "Çubukların muhafaza edildiği yerlere çubukluk veya çubuk odası denirdi." -S. Ayverdi.
çubuk makarna is. İnce, uzun, çubuk biçiminde dökülmüş ve fırınlanmış makarna.
çubuk odası is. Çubukluk.
çubuksuz sf. Çubuğu olmayan.
çucu is. hlk. Semerci.
çuha is. Far. çuha Tüysüz, ince, sık dokunmuş yün kumaş: "Yüzü al çuha gibi kızarmıştı. " -R. N. Güntekin.
→ çuha çiçeği
çuhacılık, -ğı is. Çuha dokuma işi.
çuha çiçeği is. bot. İki çeneklilerden, çok yıllık, değişik renkli çiçekleri ve rozet yaprakları olan, dere kenarlarında da yetişen bir süs bitkisi, onbiraylık.
çuha çiçeğigiller ç. is. bot. İki çeneklilerden, örneği çuha çiçeği olan bir bitki familyası.
çuhadar is. Far. çûha-dâr tar. Bir dairenin dışarıdaki ayak işlerine bakan kimse.
→ kapı çuhadarı
çuhadarlık, -ğı is. Çuhadarın işi.
çuhalı sf. Çuhası olan: "Gözümün önünde loş türbelerin dinginliğine, gönül rahatlığına sinmiş yeşil çuhalı sandukalar duruyor." -R. N. Güntekin.
çuhasız sf. Çuhası olmayan.
çuhçuh is. 1. Çocuk dilinde tren. 2. Lokomotifin çalışırken çıkardığı ses: "Kocaman lokomotifler çuhçuhlarıyla istim boşaltarak gidip geliyorlardı." -S. F. Abasıyanık.
-çuk bk. -cık / -cik vb.
çuka is. zool. Akdeniz, Marmara ve Karadeniz'de yaşayan tekirlerin irisi.
çukur is. 1. Çevresine göre aşağı çökmüş olan yer: "Eşek sendeleyip yandaki çukurun içine düştü, kalkamadı." -M. Ş. Esendal. 2. Çene ve yanaktaki gamze: "Ne hoş gülerdi, yanaklarının çukuru ne derli toplu açılırdı." -R. H. Karay. 3. mec. Mezar: "Ben, bir ayağı çukurda hasta bir ihtiyarım." -M. Yesari. çukur açmak toprağı kazarak çukur yapmak. çukura düşmek kötü ve uygunsuz bir duruma girmek: "Kendi ayağınız ve büyük aklınızla gidip düştüğünüz çukurdan bize ne?" -A. Gündüz, (birinin) çukurunu kazmak birinin felaketine yol açacak bir düzen kurmak.
→ çakır çukur, çene çukuru, dalga çukuru, dudak çukuru, ense çukuru, göğüs çukuru, lağım çukuru, okyanus çukuru
çukurlanma is. Çukurlanmak işi.
çukurlanmak (nsz) Çukur durumuna girmek veya çukurlu olmak.
çukurlaşma is. Çukurlaşmak işi.
çukurlaşmak (nsz) Çukur duruma gelmek.
çukurlaştırma is. Çukurlaştırmak işi.
çukurlaştırmak (-i) Çukur duruma getirmek: "... dudaklarını büzerek, dişleriyle dilini ısırarak, yanağını çukurlaştırarak mütemadiyen söylüyordu." -R. N. Güntekin.
çukurlatma is. Çukurlatmak işi.
çukurlatmak (-i) Çukur durumuna getirmek veya çukurlu yapmak.
çukurlu sf. Çukuru olan.
çukurluk, -ğu is. 1. Çukur olma durumu. 2. Çukur yer.
-çul bk. -cıl / -cil vb.
çul is. Ar. cül 1. Genellikle kıldan yapılmış kaba dokuma: "Geceleri Ali, bir çula bürünerek yatıyordu." -Ö. Seyfettin. 2. Kıldan veya yünden yapılmış hayvan örtüsü: Ata çul Örtmek. 3. tkz. Giyim, giysi, çulu düzmek (veya düzeltmek) 1) giyimi kuşamı yenilemek: "Muharrem, çulu epey düzmüş vaziyetteydi." -S. F. Abasıyanık. 2) maddi durumu iyileşmek: "Aranızdan ayrılalı bir ay var mı? Belki yok bile. Çulu derhâl düzelttim."-R. N. Güntekin.
→ çul çaput
çulcu is. 1. Çul İşleriyle uğraşan kimse. 2. Gerekli gereksiz giyecek alan kimse.
çul çaput is. 1. Dokunmuş eski eşya veya eski giysi: "Halk onları hiçbir zaman aç bırakmaz. Çul çaput kabilinden de olsa öteberi vererek sevabına giydirir." -R. N. Güntekin. 2. Her türlü dokunmuş kumaş.
çulha is. Far. cülâh El tezgâhında bez dokuyan kimse.
→ çulha kuşu
çulha kuşu is. zool. Bir iskete türü (Parus pendulinus).
çullama is. 1. Çullamak işi. 2. hlk. Tavşan ve kuzu eti ile kızartılmış hamur yemeği.
çullamak (-i) 1. Hayvana çul örtmek. 2. (-e) Fırtınalı denizde dalgalar güverteye su atmak.
çullandırma is. Çullandırmak işi veya durumu.
çullandırmak (-i) Çullanmasına sebep olmak: "Bir küçük dalgınlık, etrafındaki düşman mahluklardan birisini, hatta hepsim birden üstüne çullandırabilirdi." -H. E. Adıvar.
çullanış is. Çullanma işi veya biçimi.
çullanma is. Çullanmak işi.
çullanmak (-e) 1. Alta almak için birinin üzerine abanmak: "Hepsi, yeni gelenin üstüne çullanarak zavallıyı dövüyorlardı." -P. Safa. 2. mec. Birini bezdirecek, bıktıracak kadar üzerine gitmek: "Kız bu şakaya darılır gibi oldu; lakin Paşa bunu görünce daha ziyade çullandı." -R. N. Güntekin.
çulluk, -ğu is. zool. Çullukgillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika'da yaşayan, 32 cm uzunluğunda, tüyleri kahverengi ve kül rengi, göçebe, eti için avlanan, uzun gagalı, göçmen bir kuş, bekas (Scolopax rusticola).
→ çapaçulluk, batak çulluğu, deniz çulluğu, kervan çulluğu, su çulluğu
çullukgiller ç. is. zool. Yağmur kuşlarının örnek hayvanı çulluk ve batak çulluğu olan alt familyası.
Çulpan öz. is. astr. Çoban Yıldızı.
çulsuz sf. 1. Çulu olmayan. 2. mec. Varlıksız, parasız: "Çok zengin adam diyorlar, onun için. Senin gibi bir çulsuza borçlu kalmak ister mi?" -S. F. Abasıyanık.
çulsuzluk, -ğu is. Çulsuz olma durumu.
çultar is. Eyerin veya palanın üzerine örtülen kilim, halı vb. örtü.
çultarı is. bk. çultar.
çultutmaz sf. Giysi ve mal değeri bilmeyen, derbeder, serseri, avare (kimse).
çupra is. Kayalıklarda yaşayan, iri bıyıklı bir tatlı su balığı, çupra balığı(Cobitis).
→ çupra balığı
çupra balığı is. zool. Çupra.
çurçur is. 1. zool. Lapina familyasından, eti pek sevilmeyen, küçük bir deniz balığı (Crenilabrus). 2. sf mec. Önemsiz, değersiz: "Selçuk'u bu çurçur işlerden daha ciddilerine, piyes yazımına ben ittim." -H. Taner.
çurlatma is. Çurlatmak işi veya durumu.
çurlatmak (-i) hlk. Hızlandırmak: "Karada güneş ve bal sızan çiçeklerin öz suyu, insanın nabzını âdeta çurlatarak çarptırıyorlardı. " -Halikarnas Balıkçısı.
çuşka is. (çu'şka) Bulg. Acı biber, kırmızıbiber.
çuval is. Far. cuvâl 1. Pamuk, kenevir veya sentetik iplikten dokunmuş büyük torba. 2. sf. Bu torbanın alabileceği miktarda olan: "Yanımızda, ne olur ne olmaz diye alınmış yarım çuval peksimet vardı." -H. E. Adıvar. çuval gibi 1) kaba ve seyrek (kumaş); 2) bol ve ütüsüz (giysi).
çuvalcı is. 1. Çuval yapan veya satan kimse. 2. Tarım işlerinde ürünü çuvallara dolduran kimse.
çuvalcılık, -ğı is. 1. Çuval yapıp satma işi. 2. Ürünü çuvala doldurma işi.
çuvaldız is. Far. cuvâl-düz Çuval vb. dokumalar dikmekte kullanılan, ucu yassı ve eğri, büyük iğne: "Ağızlarını çuvaldıza geçirilmiş yerli kınnapla diktiniz mi, bırakınız yuvarlansın." -R. H. Karay.
çuvallama is. Çuvallamak İşi veya durumu.
çuvallamak (nsz) 1. Çuvala doldurmak. 2. argo Başaramamak.
çuvallanma is. Çuvallanmak işi veya durumu.
çuvallanmak (mz) Çuvallama işine konu olmak.
çuvallatma is. Çuvallatmak işi veya durumu.
çuvallatmak (nsz) Çuvallamasını sağlamak.
çuvallı sf. Çuvallanmış veya çuvalı olan.
çuvalsız sf. Çuvallanmamış veya çuvalı olmayan.
Çuvaş öz. is. 1. İdil ırmağı kıyısındaki Çuvaşistan Federe Cumhuriyeti'nde oturan, Türk soyundan bir halk veya bu halkın soyundan olan kimse. 2. sf. Çuvaşlara özgü olan.
Çuvaşça öz. is. (Çuva'şça) 1. Çuvaş Türkçesi. 2. sf. Bu Türkçeyle yazılmış olan.