-cü bk. -cı / -ci vb.
cübbe is. Ar. ctıbbe Hukukçuların, üniversite öğretim üyelerinin, din adamlannın, mezuniyet törenlerinde öğrencilerin elbise üstüne giydikleri uzun, yanları geniş, düğmesiz giysi: "Artık cübbenin altına kolalı gömlek giyiyor." -M. C. Kuntay. cübbe gibi çok geniş ve uzun (giysi).
cübbeci is. Cübbe yapan ve satan kimse.
cübbeli sf. Cübbe giymiş olan.
cüce sf. 1. Boyu, normalden çok daha kısa olan (kimse). 2. mec. Gelişmemiş (bitki): Cüce ağaçlar.
→ cüce aynası, yer cücesi
cüce aynası is. Nesneleri olduğundan küçük gösteren ayna: "Gövdemi çocuk başı kadar küçülten bir cüce aynası karşısındayız." -F. R. Atay.
cüceleşme is. Cüceleşmek durumu.
cüceleşmek (nsz) Cüce durumuna gelmek: "Dünyanın bütün umutları cüceleşmişti artık. " -T. Buğra.
cücelik, -ği is. Cüce olma durumu: "Boyunun cüceliği yetişmiyormuş gibi iki kat olarak bir de reverans yaptı." -R. N. Güntekin.
cücük, -ğü is. 1. Filiz, tomurcuk. 2. Soğan, marul vb. katmerli bitkilerin en iç bölümü. 3. Bir şeyin küçüğü veya onu andıran bir parçası. 4. hlk. Kümes hayvanlarının yavrusu, civciv. 5. hlk. Kuş yavrusu.
cücüklenme is. Cücüklenmek işi.
cücüklenmek (nsz) Filizlenmek: Soğanlar dolapta cücüklenmiş.
cüda sf. (cüda:) Far. cudâ esk. Yurt, baba ocağı gibi çok sevilen şeylerden ayrılmış olan, uzak kalmış olan. cüda etmek ayırmak: "Canı, cananı bütün varımı alsın da Hûda / Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda." -M. A. Ersoy.
cühela ç. is. (cühela:) Ar. cühela esk. Bilgisizler, cahiller.
-cük bk. -cık / -cik vb.
-cül bk. -cıl /-cil vb.
cülus is. (cülû.s) Ar. culüs esk. Hükümdarlık tahtına çıkma, tahta oturma.
cülusiye is. (culû:siye) Ar. culüsiyye esk. 1. Hükümdarların cülus törenlerinde dağıttığı bahşiş. 2. ed. Şairlerin tahta çıkan padişah İçin yazdığı şiir: "Tevfık Fikret, Abdülhamit için bir cülusiye yazmışmış." -N. Ataç.
cümbür cemaat zf. Ar. cumhur cemâ'at Toplu olarak, hepsi birden, cumhur cemaat.
cümbüş is. Far. cunbiş 1. Eğlence: "Bir ulu şölen kurulsun isterim, bir türlü cümbüş koşsun isterim." -T. Oflazoğlu. 2. Canlılık, coşku: "Yavaş yavaş fırçalardan, boyalardan, renklerin cümbüşlerinden başka her şey çevresinden siliniyordu." -C. Uçuk. 3. müz. Maden gövdeli, tambura benzer bir saz. cümbüş yapmak toplu olarak eğlenmek.
→ renk cümbüşü
cümbüşçü is. Cümbüş çalan kimse.
cümbüşlü sf. Eğlentili, hareketli: "Aydın vilayeti halkının bu en neşeli, en cümbüşlü bayramıydı."-Y'. K. Karaosmanoğlu.
cümle is. Ar. cümle dbl. 1. Bir yargı bildirmek için tek başına çekimli bir fiil veya çekimli bir fiille kullanılan kelimeler dizisi, tümce: "Ben bu cümleyi üç defa okudum, hiçbir şey anlayamadım." -B. R. Eyuboğlu. 2. esle. Dizge, sistem. 3. sf. Bütün, hep. 4. zm. esk. Herkes: "Cümleye uzun ömürler dilerim." -B. Felek.
→ cümle âlem, cümle bilgisi, cümle kapısı, ara cümle, bağımlı sıralı cümle, bağımsız sıralı cümle, basit cümle, birleşik cümle, devrik cümle, girişik cümle, iç cümle, kara cümle, kurallı cümle, mudil cümle, olumlu cümle, olumsuz cümle, sıralı cümle, şartlı birleşik cümle, temel cümle, yalın cümle, yan cümle, bu cümleden, açıklama cümlesi, ad cümlesi, aktarma cümlesi, bildirme cümlesi, emir cümlesi, fiil cümlesi, isim cümlesi, soru cümlesi
cümle âlem zm. Herkes.
cümle bilgisi is. dbl. Bir cümleyi oluşturan kelime ve kelime grupları arasındaki ilişkiyi inceleyen ve sınıflamalar yapan, dil bilgisinin ana bölümlerinden biri, tümce bilgisi, söz dizimi.
cümlecik, -ği is. 1. Önerme. 2. Küçük cümle: "Sorumlulardan dişe dokunur üç beş cümlecik bile almış değiliz." -T. Buğra.
cümle kapısı.is. Yapılarda ana kapı: "Kapıcımız cümle kapısının eşiğinde bir nöbetçi asker gibi selam vaziyeti almıştır." -Y. K. Karaosmanoğlu.
cümlesi zm. Hepsi: "Cümlesi masanın başında koltuklara yerleştiler." -E. E. Talu.
cümleten zf (cü'mleten) Ar. cumleten esk. Hep birden.
cümudiye is. (cümu:diye) Ar. cumüdiyye esk. Buzul.
cünha is. Ar. cünha esk. Kabahatten ağır ve cinayetten hafif olan suç.
cünun is. (cünu:n) Ar. cunün esk. Delilik.
cünüp, -bü sf Ar. cunub din b. Dinin buyurduğu biçimde henüz yıkanmadığı için temiz sayılmayan (kimse), cenabet.
cünüplük, -ğü is. Cünüp olma durumu.
cüppe is. bk. cübbe.
cüret is. Ar. cur'et 1. Yüreklilik, ataklık, cesaret: "Geceleri evinin bahçesinde buluşacak kadar cüreti arttırmışlar." -R. N. Güntekin. 2. Düşüncesizce, saygıyı aşan davranış, cesaret. cüret etmek 1) ataklık etmek, yüreklilikle davranmak; 2) saygı sınırlarını aşarak davranmak.
cüretkâr sf. (cüretkâ:r) Ar. cur'et + Far. -kâr 1. Yürekli: "Dün geceki oyunu orijinaldi; sürekli, cesurca, cüretkâr bir şeydi." -R. H. Karay. 2. Saygısız.
cüretkârlık, -ğı is. Cüretkâr olma durumu.
cüretlenme is. Cüretlenmek durumu.
cüretlenmek (-e) Cüretli davranmak.
cüretli sf. Cüreti olan.
cüretsiz sf. Cüreti olmayan: "Etrafınızda mahcup, cüretsiz, beceriksiz dolaşır."-H. C. Yalçın.
cürmümeşhut, -du is. Ar. curm + meşhüd huk. Suçüstü: "Cürmümeşhutlardan kaça kurtula bir gün yakayı ele verdi." -S. F. Abasıyanık.
cüruf is. (cüru:f) Ar. curüfkim. 1. Erime durumundaki madenlerin yüzeyinde toplanan madde, demir boku, dışık: "Fabrikalar da bütün asitlerini, cüruflarını, pisliklerini denize döküyorlar." -H. Taner. 2. Kaloriferlerden çıkan yanmış kömür artığı.
cürüm, -rmü is. Ar. curm huk. 1. Suç. 2. Yanlışlık, kusur veya hata: "Onun çalışmasını bozan, hassasiyetini körleten her şey cürümdür." -H. Taner.
→ cürmümeşhut, meşhut cürümler, meşhut cürümler mahkemesi
cüsse is. Ar. cuşşe İnsan gövdesi.
cüsseli sf İri yapılı, iri gövdeli, iri yarı (kimse).
cüssesiz sf İnce yapılı, ufak tefek, güçsüz (kimse).
cüz is. Ar. cuz' 1. Bir bütünü oluşturan bölümlerden her biri. 2. Fasikül. 3. din b. Kur'an'ın bölünmüş olduğu otuz parçadan her biri: "İlk defa olarak gördüğüm bir amme cüzünden bir şeyler okudu." -S. F. Abasıyanık.
cüzam is. bk. cüzzam.
cüzdan is. Ar. cuz'+ Far. -dan 1. Para, kâğıt vb. koymaya yarayan küçük çanta. 2. Bir kimsenin kimliğini bildirmek için resmî bir yerden kendisine verilen, cep defteri biçimindeki belge: Nüfus cüzdanı. Evlenme cüzdanı.
→ banka cüzdanı, hesap cüzdanı, hüviyet cüzdanı, liman cüzdanı, nüfus cüzdanı, para cüzdanı
cüzi sf. (cüzi:) Ar. cuz 'i 1. Az, azıcık, pek az. 2. fel. Tikel.
cüzzam is. (cüzza:m) Ar. cuzâm tıp Hansen basilinin sebep olduğu, bulaşıcı bir deri hastalığı, lepra.
cüzzamlı sf Cüzzam hastalığına tutulmuş olan: "İnsanlara sürünmemek için bir cüzzamh hâletiruhiyesiyle çekingendi." -S. F. Abasıyanık.