co

Co kim. Kobalt elementinin simgesi.

coğrafi sf. (coğraıfv.) Ar, cuğrâjı Coğrafya ile ilgili: "Kasaba, coğrafi vaziyeti yüzünden lodosu, poyrazı pek az tutan bir limanda kurulmuştur."S. F. Abasıyanık.

coğrafi durum

coğrafi durum is. Bir yerin çevresi ile ilgisinin tespiti veya görünümü.

coğrafya is. (coğrafya) Ar. cuğrâfıya 1. Yeryüzünü fiziksel, ekonomik, beşerî, siyasal yönlerden inceleyen bilim. 2. Bir yeryüzü parçasını, bir bölgeyi, bir ülkeyi belirleyen, niteleyen, fiziksel, ekonomik, beşerî, siyasal gerçekliklerin tümü: "Süratli otomobiller artık şehrin coğrafyasını da, hüviyetini de değiştirdi." -A. Ş. Hisar.

beşerî coğrafya, doğal coğrafya, fiziki coğrafya, genel coğrafya, siyasi coğrafya, tarihî coğrafya, umumi coğrafya, bitki coğrafyası, dil coğrafyası, ekonomi coğrafyası, insan coğrafyası, nüfus coğrafyası, şehir coğrafyası, tarım coğrafyası, ticaret coğrafyası, ülke coğrafyası, ülkeler coğrafyası

coğrafyacı is. (coğrafyacı) 1. Coğrafya araştırmalan yapan kimse: Kâtip Çelebi ünlü Türk coğrafyacılarındandır. 2. Coğrafya öğretmeni.

coğrafyacılık, -ğı is. Coğrafyacı olma durumu veya coğrafyacının mesleği.

cokey is. İng.jockey bk. jokey.

conta is. (co'nta) İt. giunta Geçirmezliği sağlamak için sıkıştırılmış iki yüzey arasına yerleştirilen, genellikle kauçuk ve kurşundan yapılan ince parça.

flaş conta

contalama is. Contalamak işi.

contalamak (-i, -e) Conta koymak veya yerleştirmek.

cop is. Far. çüb veya çöb 1. Kalın, kısa değnek. 2. Polislerin kullandığı genellikle lastikten yapılan sopa.

coplama is. Coplamak işi.

coplamak (-i) Copla vurmak, copla dövmek.

coplanma is. Coplanmak işi.

coplanmak (nsz) Copla dövülmek.

coplatma is. Coplatmak işi.

coplatmak (-İ, -e) Coplama işini yaptırmak.

corum is. hlk. 1. Balık akını. 2. Uskumruların büyük balıklardan korkarak kıyıya sığınması durumu.

coşku is. 1. Genellikle büyük bir istekle ortaya çıkan geçici hayranlık veya heyecan durumu: "Coşku ile giriştiği işten, uykuda pişman olabilirdi." -H. Taner. 2. Sevinç gösterileriyle beliren güçlü heyecan: "Gençlerin coşkusu coşkuda kalıyor, yaratıcı bir tutarlığa bir türlü dönüşemiyordu." -Ç. Altan. 3.psikol. Salgı bezleri ve dinamik etkinliklerle kendine özgü ilişkileri bulunan iç veya dış uyaranların kamçıladığı güçlü duygu durumu. 4. fel. Bir düşünceyle, bir duyguyla dolarak yücelme, ruhun kendini aşıp yücelmesi, heyecan.

coşkulanma is. Coşkulanmak işi.

coşkulanmak (nsz) Coşkulu duruma gelmek.

coşkulu sf. Coşkusu olan.

coşkun sf. Coşmuş olan: "Hayır, sular ne kadar coşkun olsa ben giderim." -T. Fikret.

coşkunca sf. 1. Coşkun. 2. zf. Coşkun bir biçimde.

coşkunlaşma is. Coşkunlaşmak işi.

coşkunlaşmak (nsz) Coşkun bir duruma gelmek.

coşkunluk, -ğu is. Coşkun olma durumu veya coşkunca yapılan İş, cuşiş, cuşuhuruş: "Yahya Kemal'in tarihimizi kucaklayan sevgisi, en büyük coşkunluğa İstanbul şehrinde varır." -B. R. Eyuboğlu.

coşkusuz sf. Coşkusu olmayan.

coşkusuzluk, -ğu is. Coşkusuz olma durumu.

coşma is. Coşmak işi, galeyan: "Kadın bir izzetinefis coşmasına benzeyen öfke ile gözlerim açtı." -P. Safa.

coşmak, -ar (nsz) 1. Duygu ve düşünceleri güçlü bir tepki İle dışarı vurmak, galeyan etmek: "Askerler sevgili efendilerinin yüzünü görür görmez coşuyorlar." -Y. K. Beyatlı. 2. Doğa olaylarından herhangi biri birdenbire çoğalıp hızlanmak: "Coşan sele dur diyorsun sen, dadı." -T. Oflazoğlu. 3. Heyecanlanmak, içten İçe kaynamak, aşırı duygulanmak.

coşturma is. Coşturmak işi.

coşturmak (-i) Coşmasını sağlamak, coşmasına yol açmak: "Oralarda âşıklar, halkı coşturmak için kopuzlarım çalıyorlar." -O. S. Orhon.

coşturucu is. Coşturan kimse veya şey.

coşturuculuk, -ğu is. Coşturucu olma durumu.

coşturulma is. Coşturulmak işine konu olmak.

coşturulmak (nsz) Coşma işi yaptırılmak.

coşuntu is. Coşku, heyecanlı davranış.