-ci bk. -cı / -ci vb.
cibilliyet is. Ar. cibilliyyet esk. Yaradılış.
→ cins cibilliyet
cibilliyetsiz sf Soysuz, sütü bozuk.
cibilliyetsizlik, -ği is. Cibilliyetsiz olma durumu.
cibin is. esk. Sinek.
cibinlik, -ği is. Sivrisinekten ve başka böceklerden korunmak için yatağın üstüne ve yanlarına gerilen çadır biçiminde tül: "Cibinliğin çözülmüş ve kopmuş perdelerine alnının, ensesinin terlerini sildi." -Ö. Seyfettin.
cibre is. (ci'bre) Yun. Sıkılıp suyu alınan üzüm vb. meyvelerin posası.
cici sf. Sevimli, cana yakın, hoş, güzel, hoşa giden: "Ümit! Ah benim cici kardeşim." -A. ilhan, cicim! 1) bir sevgi sözü; 2) alay bir seslenme sözü: "Cicim, sen ne kadar dışarlıklı olmuşsun." -R. N. Güntekin.
→ cicianne, cici bici, cici mama
cicianne is. 1. Bazı çocukların, büyük annelerine veya o yaştaki kadın yakınlarına verdikleri ad. 2. Üvey ana, üvey anne.
cici bici is. Süslü giysi veya süs eşyası: "Bana baksana! Şu takıp takıştırdığım cici bicileri görsene." -Halikarnas Balıkçısı.
cicik, -ği is. hlk. İnsan veya hayvan memesi.
cicili bicili sf. Göze çarpan süslerle bezenmiş, süslü: Cicili bicili bir giysi.
cicim is. Ensiz olarak dokunmuş parçaların yan yana eklenmesiyle oluşan, perde veya örtü olarak kullanılan nakışlı İnce kilim: "Bir cicim de getirmiştik; cicimi serdik, oturduk."-S. M. Alus.
cici mama 'is. argo Kadınla düşüp kalkmaya başlayan toy bir erkek.
cicim ayı is. 1. Balayı, evliliğin ilk zamanlan. 2. Her tür işin başlangıcı, ilk zamanları.
cicoz is. 1. Cam veya toprak bilyelerle oynanan bir çocuk oyunu. 2. Bu oyundaki bilyelerin her biri. 3. ünl. argo "Yok" anlamında bir söz: Bende para cicoz!
cicozlama is. Cicozlamak durumu.
cicozlamak (nsz) argo Kaçmak, uzaklaşmak.
cicozluk, -ğu is. Cicoz olma durumu.
cidal, -li is. (cida.i) Ar. cidal esk. 1. Savaşma, cenk. 2. Ağız kavgası, çekişme.
cidalci is. Savaşçı.
cidar is. (cida:r) Ar. cidar esk. 1. Duvar. 2. bot. Zar.
cidden zf. (ci'dden) Ar. cidden Ciddi olarak, gerçekten: "Adı o zaman, cidden kötüye çıkmıştı." -A. İlhan.
ciddi sf. (ciddi:) Ar. ciddi 1. Şaka olmayan, gerçek: "Kısa zamanda yarı şaka, yarı ciddi tenkit edecek kadar yakınlaşmışlardı." -T. Buğra. 2. Ağırbaşlı: "Ben onu pek ciddi bir genç olarak tanırım." -H. R. Gürpınar. 3. Titizlik gösterilen, önem verilen: "Bu dönemde yazara konu üzerinde vukuf, ciddi incelemeler şart koşulur." -H. Taner. 4. Tehlikeli, endişe veren, ağır, vahim: "Hastalığımızın oldukça ciddi olduğuna işaret etmekten kendimizi alamadık." -B. Felek. 5. Eğlendirme amacı gütmeyen. 6. Gülmeyen: "O ciddi bir tavırla mühim bir şey anlatmaya hazırlanmış gibiydi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 7. Güvenilir, sağlam, önemli: "Ciddi bir gazetede genç bir muharririn şu sözleri beni hâlâ düşündürüyor." -O. S. Orhon. 8. zf. Önem vererek, gerçek olarak: Size bunu ciddi söylüyorum, yalan değil! 9. zf Güvenilir biçimde: "Ciddi görünerek göze girmeye çalışıyormuş." -R. H. Karay, ciddiye almak inanmak, gerçek sanmak, önem vermek: "İşi ciddiye almış olacak ki, hemen okul müdürüne çıkmış, izin istemiş." -E. Bener.
ciddileşme is. Ciddileşmek işi.
ciddileşmek (nsz) Ciddi bir durum almak.
ciddilik, -ği is. 1. Ciddi davranış: "Şaşırtmak için bu acayip vurgulamaya aşırı bir ciddilikle devam ediyor." -H. Taner. 2. Ciddi durum. 3. Ağırbaşlılık.
ciddiyet is. Ar. ciddiyyet Ağırbaşlılık: "Öğretmeni buluyor, sesine sahte bir ciddiyet vererek soruyordu." -Ç. Altan.
ciddiyetsiz sf. Ciddiyeti olmayan, laubali.
ciddiyetsizlik, -ği is. Ciddiyetsiz olma durumu.
cif is. (sif) (cost, insurance freight'ın kısaltması) Bir malın sigorta ve navlun ücreti eklenmiş fiyatı.
cife is. (ci:fe) Ar. cife esk. 1. Leş. 2. sf. mec. İğrenç: "Sonunda öldü, bu cife dünyadan kurtuldu." -H. R. Gürpınar.
cigara is. bk. sigara.
ciğer is. Far. ciğer 1. Akciğerlerle karaciğerin ortak adı. 2. Hayvanlarda akciğer, yürek ve karaciğerin oluşturduğu takım. 3. mec. Yürek, iç. ciğer kebap olmak büyük bir acıya uğramak, yüreği yanmak, ciğeri beş para etmez değersiz, aşağılık (kimse), ciğeri parçalanmak yüreği parçalanmak, ciğeri sızlamak yüreği sızlamak, ciğeri yanmak çok acı ve sıkıntı çekmek, büyük bir acıya uğramak, yüreği yanmak, ciğerimin köşesi 1) çok sevdiğim: "Oturmuş kumar oynar / Ah ciğerimin köşesi." -Halk türküsü. 2) çok sevgili evladım, (birinin) ciğerine işlemek çok dokunmak, kötü söz, kötü davranış etkilemek. ciğerini delmek acıklı bir durum, kişiye dayanılmaz bir üzüntü vermek, (birinin) ciğerini okumak onun aklından geçenleri, gizli düşüncelerini bilmek: "Mademki ... her baktığı İnsanın ciğerini dahi okuyordu, nasıl olup da etrafım saran mideci dalkavukların ikiyüzlülüğünü anlayamıyordu?" -H. Taner, (birinin) ciğerini sökmek bir kimseyi çok büyük zararlara uğratmak, (birinin) ciğerini yakmak bir kimseye büyük bir acı çektirmek, (birinin) ciğerinin içini bilmek çok yakından tanımak, her türlü düşüncesini bilmek: "Ben böylelerinin ciğerinin içini bilirim, dedi. Bu kız hanım ölürse belki beni alır diye ümitlendi. " -R. N. Güntekin. ciğerleri bayram etmek 1) her zamankinden daha iyi cins sigara içmek; 2) temiz havaya çıkmak.
→ ciğer acısı, ciğerdeldi, ciğer kebapçısı, ciğer otu, ciğerpare, ciğer sarma, ciğer sotesi, ciğer yarası, akciğer, canciğer, karaciğer, arnavutciğeri
ciğer acısı is. Evlat acısı, ciğer yarası.
ciğerci is. 1. Kesilen hayvanların ciğer, baş, ayak, İşkembe vb. parçalarını satan kimse, sakatatçı. 2. Ciğer pişirip satan kimse.
ciğercilik, -ği is. Ciğerci olma durumu.
ciğerdeldi is. 1. Kumaş üzerine küçük delikler açılarak yapılan işleme. 2. Bu delikleri açmakta kullanılan ucu sivri küçük araç.
ciğer kebapçısı is. Ciğer kavurup satan kimse.
ciğerlik, -ği sf. Ciğer koymaya yarayan.
→ canciğerlik
ciğer otları ç. is. bot. Yaprakları kara yosunlarından bir bitki sınıfı.
ciğer otu is. bot. Düğün çiçeğigillerden, çok yıllık otsu bir bitki (Hepatica).
ciğerpare is. (ciğerpa:re) Far. ciğer + pare Çok sevilen kimse: "Ciğerparesi, bir tanesi içeride alevler içinde can verirken Fasarya buna seyirci mi kalacak? " -H. Taner.
ciğer sarma is. İnce kıyılmış akciğer ve karaciğer, pirinç, yağ, çam fıstığı, kuş üzümü, yeşil soğan, yumurta ve baharat karışımıyla fırında pişirilen bir kebap türü.
ciğer sotesi is. Sote.
ciğer yarası is. Ciğer acısı.
cihan is. (-ha:m) Far. cihan 1. Evren, âlem: "Yunus gibi yüzü kara, cihana gelmiş var mıdır?" -Yunus Emre. 2. Dünya: "Yurtta sulh, cihanda sulh." -Atatürk, cihanı tutmak her tarafa yayılmak, dünyayı tutmak.
→ iki cihan
cihangir sf. Far. cihân-gır esk. Dünyanın büyük bir bölümünü eline geçiren: "Bu yeryüzünden nice cihangirler geçip gitmiştir." -Y. K. Karaosmanoğlu.
cihangirane zf. (cihangira:ne) Far. cihan + gîr-âne esk. Dünyayı ele geçirircesine: "Cihangirane bir devlet çıkardık bir aşiretten. " -N. Kemal.
cihangirlik, -ği is. Cihangir olma durumu: "Bu aşılmaz sınırların ötesinde cihangirlik arzularını kamçılayacak ülkeler yoktu." -C. Meriç.
cihannüma is. (cihannüma:) Far. cihân-numü esk. 1. Her yanı görmeye elverişli, camlı çatı katı veya taraça, kule. 2. Dünya haritası.
cihanşinas sf. Far. cihan-şinâs esk. Dünyayı tanımış, her şeyi yerli yerinde bilen (kimse): "Hemşirem, bilmem tanır mısınız, cihanşinas bir kadındır." -M. Ş. Esendal.
cihanşümul, -lü sf. (cihanşümu:l) Far. cihan + Ar. şumül esk. Evrensel, üniversal: "Cihanşümul ve insani sanat gururu herkese aittir."-7. R. Atay.
cihar is. (ciha:r) Far. çehâr Tavla oyununda dört sayısı.
→ ciharıdü, ciharıse, ciharıyek, dörtcihar, şeşcihar
ciharıdü is. (cihaırıdü) Far. çehâr + dü Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün ikili düşmesi.
ciharıse is. (ciha:rıse) Far. çehâr + se Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün üçlü düşmesi.
ciharıyek is. (cihaırıyek) Far. çehâr + yek Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün birli düşmesi.,
cihat, -di is. (ciha:t) Ar. cihâd Din uğruna yapılan savaş, cihat açmak savaş için çağrı yapmak.
cihaz is. Ar. cihaz 1. Aygıt, alet, takım. 2. Çeyiz.
→ çağrı cihazı, iklimleme cihazı, ozonlama cihazı, telaffuz cihazı, yansıtanım cihazı, yazıcı cihazı
cihazlanma is. Cihazlanmak durumu: "Geri bir ziraat diyarı olmaktan kurtulup teknik cihazlanmasını sağlayarak sanayileşme yolunda oldukça ilerlemiştir." -Y. K. Karaosmanoğlu.
cihazlanmak (nsz) Teknolojik gelişmelerin en son ürünleriyle donatılmak.
cihet is. Ar. cihet Yön, yan, taraf: "Pencereden gelen bu şehir seslerinin cihetini bile tayin edemiyordu." -P. Safa.
cihetiyle zf. (ciheti'yle) -den dolayı, -den ötürü, sebebiyle. -cik bk. -cık / -cik vb.
cikcik, -ği is. 1. Beyaz kum midyesi. 2. sf. mec. Acemi, bir işe yeni başlayan.
ciklet is. bk. sakız.
-cil bk. -cıl / -cil vb.
cila is. (cila:) Ar. cila' 1. Bir şeyi parlatmak için kullanılan kimyasal bileşik. 2. Parlaklık. 3. mec. Gereksiz süs, gösteriş, cila vermek aydınlatmak: "Çocukluk günlerin hatırası zihinlerine cila vermişti." -R. N. Güntekin.
→ cila topu, cila yağı, mum cilası, tabanca cilası
cilacı is. Cila yapan, eşyaya cila vuran kimse.
cilacılık, -ğı is. Eşyaya cila vurma işi.
cilalama is. Cilalamak işi.
cilalamak (-i) 1. Cila sürerek parlatmak, cila vurmak. 2. argo Övmek. 3. argo Tat katmak: "Aksama Canfendi'nin yaptığı bu lezzetli yemek, rakıyı ve eğlenceyi cilalamıştı." -R. H. Karay.
cilalanma is. Cilalanmak işi.
cilalanmak (nsz) Cilalama işine konu olmak.
cilalatma is. Cilalatmak işi.
cilalatmak (-i) Cilalama işini yaptırmak.
cilalı sf. Cilası olan, cila sürülmüş, cila ile parlatılmış, mücella: "Ev sahibi, cilalı basma resmi, tablo yerine astı." -F. R. Atay.
→ Cilalı Taş Devri
Cilalı Taş Devri Öz. is. tar. Tarihten önceki zamanların ayrıldığı üç devirden biri.
cilasız sf. Cila sürülmemiş veya cilası kalmamış olan.
cilasun is. Moğ. Yiğit, eli çabuk, becerikli kimse.
cila topu is. Cila eriyiğini yüzeye sürtmede kullanılan, dışı dokuma bezden, içi yıkanmış yün veya pamuktan hazırlanan topaç.
cila yağı is. Cila topunun, cilalanacak yüzeyde kolayca kaymasını sağlayan, asitsiz, renksiz ve reçinesiz ince yağ.
cilban is. hlk. Çok küçük taneli fasulye.
cilbent, -di is. Ar. cild + Far. bend esk. Klasör.
cildiye is. Ar. cildiyye tıp Hekimliğin deri hastalıkları ile ilgili dalı, dermatoloji: Cildiye koğuşu. Cildiye kitabı.
cildiyeci is. Deri hastalıkları uzmanı, dermatolog.
cildiyecilik, -ği is. Cildiyeci olma durumu.
cillop, -bu sf. Parlak, pırıl pırıl, cillop gibi parlak bir biçimde.
cilt, -di is. Ar. cild 1. Ten. 2. Formaları, yaprakları birbirine dikerek veya yapıştırarak kitap, defter," dergi vb.ne geçirilen deri, bez veya kâğıtla kaplı kapak: "Nakışlara, ciltlere, minyatürlere hayran kaldı." -Ö. Seyfettin. 3. Bir eserin ayrı ayrı basılan bölümlerinden her biri: "İstanbul Ansiklopedisi'nin ilk dokuz cildinde bunların altmış yedi tanesi yer alır." -S. Birsel.
→ ciltevi, cilt kapağı
ciltçi is. 1. Kitapları ciltleyen kimse, mücellit. 2. Ciltevi.
ciltçilik, -ği is. Ciltçinin işi, mücellitlik.
ciltevi is. Cilt işleri yapan dükkân, ciltçi.
cilt kapağı is. Forma veya fasikül olarak yayımlanan eserlerin bir örnek ciltlenip kullanılması için hazırlanan bez veya plastik kaplanmış kalın karton.
ciltleme is. Ciltlemek işi.
ciltlemek (-i) Kitaba cilt yapmak. .
ciltlenme is. Ciltlenmek işi.
ciltlenmek (nsz) Ciltleme İşi yapılmak.
ciltletme is. Ciltletmek işi.
ciltletmek (-i, -e) Ciltleme işini yaptırmak: "Satın aldığı, ciltlettiği kitaplarla kanmıyor, doymuyordu."-A. Ş. Hisar.
ciltli sf. Ciltlenmiş olan.
ciltlik, -ği is. 1. Cilt yapmaya yarayan malzeme. 2. sf. Ciltlerden oluşan: "Üç ciltlik bir şiir antolojisi neşredilmişti." -R. H. Karay.
ciltsiz sf. Ciltlenmemiş olan.
cilve is. Far. cilve 1. Hoşa gitmek için yapılan davranış, kıntma, naz: "Romantik devirlerde bu nevi cilvelere aşk mâni olurdu, şimdi de kültür." -P. Safa. 2. mec. Görünme, ortaya çıkma, tecelli: "Denizin çok cilvelerini tattık, diyordu." -R. N. Güntekin. cilve etmek (veya yapmak) nazlanmak, kırıtmak: "Değil mi ki cilveler yapıyorsun, kalkıp da bize erdemlilikten söz etme!" -A. İlhan.
cilvebaz sf. Far. cilve-bâz esk. Cilveli: "Hiç ister miyim ben eli nimetli efendiciğimi kaptırayım o cilvebazlara?" -O. C. Kaygılı.
cilvekâr sf. Far. cilve-kâr esk. Cilveli: "Herkesle şakalaşıyordu; daima neşeli, keyifli, cilvekâr bir kadındı." -E. E. Talu.
cilvelenme is. Cilvelenmek işi.
cilvelenmek (nsz) Cilve yapmak.
cilveleşme is. Cilveleşmek işi.
cilveleşmek (nsz, -le) 1. Karşılıklı cilve yapmak. 2. Birbirine çok yakın arkadaşmış gibi takılmak.
cilveli sf. Cilvesi olan, cilve yapan, cilvekâr, cilvebaz: Cilveli kadın.
cilvesiz sf. Cilvesi olmayan.
cim is. esk. Arap alfabesinin beşinci harfinin adı. cim karnında bir nokta 1) hiçbir bilgisi olmayan, cahil; 2) acemi, toy.
cima is. (cima:) Ar. cimâ' esk. İnsanlarda çiftleşme, cinsel İlişki.
cimbakuka sf. (cimbaku'ka) Çelimsiz ve biçimsiz (kimse).
cimcime is. 1. Küçük ve tatlı bir tür karpuz. 2. sf. mec. Küçük ve sevimli (çocuk, kadın).
cimdallı is. Bir tür oyun: "Biraz ötede cimdaîlı oynayan mahalle gençlerine doğru yürüdüler."-S. F. Abasıyanık.
cimnastik, -ği is, bk. jimnastik.
cimri sf. Elindeki parayı harcamaya kıyamayan, bitli, eli sıkı, ekti, hasis, kısmık, kibritçi, mıhsıçtı, nekes, pinti, sıkı, varyemez.
cimrice zf (cimri'ce) Cimri gibi, cimriye yakın bir biçimde: "Sevgi stokunu cimrice yalnız kendine harcayan Narkissos, bakın bizi ne çağrışımlara getirdi." -R. Taner.
cimrileşme is. Cimrileşmek işi.
cimrileşmek (nsz) Cimri gibi davranmaya başlamak: "Yolculuk arkadaşlarınıza bir bakın: Cimri daha cimrileşecek, açgözlü daha arsızlaşacaktır." -H. Taner.
cimrilik, -ği is. Cimri olma durumu, eli sıkılık, hisset, imsak, mıhsıçtılık, nekeslik, pintilik, sıkılık: "Cimrilik tutkusuyla, oturmak için ucuzca, kötü bir ev arasanız bulamazsınız. " -Ç. Altan. cimrilik etmek 1) cimrice davranmak, pintileşmek; 2) daha az vermek, esirgemek: "Ulu dağlar bu tarafa küçük ırmaklarla bütün suyunu döker, doğuya doğru cimrilik etmiştir." -R. H. Karay.
cin (I) is. Ar. cinn 1. din b. Masallara ve bazı inançlara göre, göze görünmeyen, türlü biçimlere girebilen, iyilik de kötülük de yapabilen yaratık. 2. mec. Akıllı, zeki, uyanık kimse, cin cin bakmak 1) kurnazca bakmak; 2) uykusuz gözlerle bakmak, cin çarpmak bir inanışa göre, cinlerin öfkesiyle inme inmek, cin çarpmışa dönmek neye uğradığını bilemeyecek kadar kötü bir duruma düşmek, cin gibi anlayışlı ve zeki: "Bir kedi kadar çevik, açıkgöz olan İzmirli Nusret, lisenin onuna kadar okumuş, cin gibi bir delikanlıydı." -O. Kemal, cin ifrit olmak (veya kesilmek) son derece kızmak, öfkelenmek: "O mirasın ağırlığı altında ezilip susacaklarına, bir de ülkemizde insan haklarının avukatı kesilmiyorlar mı, cin ifrit oluyorum." -A. İlhan, (birini) cin tutmak bir inanışa göre cinlerin etkisiyle delirmek. cini tutmak çok sinirlenmek, (bir yerde) cinler cirit (veya top) oynamak o yer ıssız olmak: "Şimdi koca çiftliğin yirmi odasında cinler top oynuyor." -S. F. Abasıyanık. cinleri ayağa kalkmak sinirlenmek, cinleri başına toplanmak (veya üşüşmek) öfkelenmek.
→ cin çalığı, cin fikirli, cingöz, cinsaçı, cinyolu
cin (II) is. İng. gin Buğday, arpa, yulaf vb.nden elde edilen ve ardıçla kokulandırılan bir tür alkollü içki, ardıç rakısı.
→ cin darısı, cin mısırı
cin (III) is. İng. jean esk. Pamuklu, kalın kumaştan giysi veya pantolon.
cinai sf. (cina:i:) Ar. cinâ 'i esk. 1. Konusu cinayet olan: "Okuduğunuz ne kadar cinai roman varsa, bu karanlık ve tenha sokaklarda âdeta hayat bulur." -R. H. Karay. 2. Cinayetle ilgili.
cinas is. (cina:s) Ar. cinas ed. 1. Çok anlamlı bir kelimeye, her defasında başka bir anlam yükleyerek birbirine yakın birkaç yerde kullanma: "En çok beğendiği manzumeler hep cinas, telmih, nükte gibi söz sanatları ve oyunlarıyla dolu olanlardı." -A. Ş. Hisar. 2. Çok anlamı olan bir kelimenin iyi anlamım kullanır görünerek kötüsünü öne çıkarma.
cinaslı sf. ed. Cinası olan, cinas sanatı bulunan: "Benim öyle cinaslı, bilmem neli lakırtılarla başım hoş değildir." -R. N. Güntekin.
cinayet is. (cina.yet) Ar. cinayet 1. Adam öldürme: "Cinayetlerin ve intiharların sebebi kudret ve imkân arasındaki dengesizliktir. " -R. H. Karay. 2. mec. Adam öldürme derecesinde ağır suç. cinayet işlemek adam öldürmek: "İşgal kuvvetleri şu veya bu şekilde cinayetler işlemişlerdir." -P. Safa.
→ namus cinayeti, töre cinayeti
cinci sf Cin çağırma, onlarla konuşma vb. iddialarla geçimini sağlayan (kimse): Cinci hoca.
cincilik, -ği is. Cinci olma durumu.
cin çalığı is. Dış görünüşü çirkin olan kimse: "Benim gibi bir cin çalığı doğurmak rezaleti ağırına gitmiş." -H. E. Adıvar.
cin darısı is. Cin mısırı.
cin fikirli sf. Çok anlayışlı, çok kurnaz, zeki.
cin fikirlilik, -ği is. Cin fikirli olma durumu.
cingil is. bk. cıngıl.
cingöz sf. Açıkgöz.
cingözlük, -ğü is. Cingöz olma durumu.
cinlenme is. Cinlenmek durumu.
cinlenmek (nsz) Öfkelenmek.
cinleşme is. Cinleşmek durumu.
cinleşmek (nsz) Cin gibi davranmak.
cinli sf. 1. İçinde cinlerin olduğuna inanılan: "Annem bu apartmana cinli, perili diye ayak basmaz." -H. E. Adıvar. 2. mec. öfkeli, sinirli (kimse).
→ osuruğu cinli
cin mısırı is. Bir tür ufak taneli mısır, cin darısı.
cinnet is. Ar. cinnet Delilik, cinnet geçirmek delirmek, aklını kaçırmak, cinnet getirmek bir an için delilik belirtisi göstermek: "Ayol, duydunuz mu? Fahim Bey cinnet getirmiş." -A. Ş. Hisar.
cins is. Ar. cins 1. Tür, çeşit: Portakal, turunç cinsinden bir meyvedir. 2. Aralarında ortak özellikler bulunan varlıklar topluluğu: "Bizim operetlerimiz cinsinden bir sürü halk tiyatroları var." -H. Taner. 3. Soy, kök, asıl: "Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur." -M. E. Yurdakul. 4. sf. argo Garip, tuhaf. 5. Pek çok ortak özellikleri bulunan türler topluluğu. 6. sf. Diğerlerine göre üstün nitelikleri olan: "Derler ki, cins kediler bu çirkinliği gizlemek için tenha yerlerde ölmeye giderlermiş," -P. Safa.
→ cins cibilliyet, cins cins, cinsilatif, cins isim, alt cins, kul cinsi, ayrı cinsten
cinsaçı is. Küsküt.
cins cibilliyet is. 1. Nitelik. 2. Asıl, soy sop.
cins cins sf 1. Çeşitli, çeşit çeşit: "Önümde billur kâselerde çiçek gibi elvan elvan, cins cins şekerler..." -R. H, Karay. 2. zf. Türlerine göre.
cinsel sf Cinsiyetle ilgili, cinsî, eşeysel, seksüel.
→ cinsel taciz, es cinsel
cinsellik, -ği is, biy. Cinsel özelliklerin bütünü.
→ çift cinsellik, eş cinsellik
cinsel taciz is. 1. Ahlaksızca, ulu orta veya gizlice söz ve davranışlarla karşı cinse eziyet etme, tedirginlik ve sıkıntı verme. 2. Çalışma hayatında ekonomik güç, üst makam veya başka etkili bir göreve sahip çılanların, genellikle karşı cinsi ahlak dışı birtakım tutum ve davranışlarla cinsel yönden sıkıntıya sokup rahatsız etmesi.
cinsî sf. (cinsi;) Ar. cinsi esk. Cinsel.
cinsilatif is. Ar. cins + latif esk. 1. Kadın. 2. Güzel, alımlı, hoşa giden kadın.
cins isim, -smi is. dbl. Bir türden olan varlıkların adı: Kedi, nehir, düşünce, annelik gibi.
cinsiyet is. Ar. cinsiyyet Bireye, üreme İşinde ayrı bir rol veren ve erkekle dişiyi ayırt ettiren yaradılış özelliği, eşey, cinslik, seks: "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir." -Anayasa.
→ çift cinsiyet
cinslik, -ği is. 1. Cinsiyet. 2. argo Gariplik, tuhaflık.
→ cinslik bilimi, iki cinslikli
cinslik bilimi is. Cinsiyetle ilgili sorunları inceleyen bilim, seksoloji.
cinsliksiz sf Cinsliği olmayan, erkek veya dişi olmayan, eşeysiz.
cinyolu is. hlk. Tarlaların arasında görülen verimsiz topraklar.
cip is. İng. jeep Her türlü arazide kullanılabilen motorlu taşıt.
cips is. İng. chips İnce, yuvarlak kesilerek kızartılmış patates.
ciranta is. (cira'nta) İt. giranta tic. Bir senedi ciro eden kimse.
cirim, -rmi is. Ar. cirm esk. 1. Hacim: Ateş olsa cirmi kadar yer yakar. 2. Miktar, tutar, bölüm: "Şunun şurasında alacağımız bir lira. Adam başına ne düşer ki? Hiç vermese ne olur yani? Aramızda cirmini paylaşırız gider."-B. R. Eyuboğlu.
cirit, -di is. Ar. cerıdsp. 1. At koşturup birbirine değnek atarak takım hâlinde oynanan oyun, cirit oyunu. 2. Bu oyunda atılan değnek. (bir yerde) cirit atmak bir yerde çokça bulunmak, sık dolaşmak ve serbestçe davranmak: Fareler evde cirit atıyor, cirit oynamak 1) cirit oyununu oynamak: "Bu dallardan kendimize atlar yapar, cirit oynar, yarışa çıkardık." -Ö. Seyfettin. 2) istediği biçimde, keyfince davranmak.
→ cirit atma, cirit oyunu, cirit ucu
cirit atma is. sp. Atletizmin ciridi fırlatmaya dayanan dalı.
ciritçi is. Cirit oynayan kimse.
cirit oyunu is. sp. Cirit.
cirit ucu is. sp. Cirit sopasının ucundaki demir, temren.
cirlop, -bu is. bk. cillop.
ciro is. (ci'ro) İt. giro tic. 1. Bir ticaret senedinin, alacaklı tarafından başkasına çevrilmesi ve senedin arkasına gereken yazının yazılıp imza edilmesi. 2. Bir ortaklığın bir yıl boyunca alış ve satış tutarlarının genel toplamı, ciro etmek bir ticaret senedinin veya çekin arkasına gereken yazıyı yazmak: "Ettiğim masrafın yüzde elli kârını bulsam, Madam Elizabeth'in pansiyonuna ciro edeceğim. " -A. Gündüz.
→ açık ciro, kambiyo cirosu
cisim, -smi is. Ar. cism 1. Katı maddenin biçim almış durumu. 2. Gövde, beden, vücut: "Yataktaki örtülü cisim dertop olmuş şeklini, hareketsizliğini muhafaza ediyor." -R. H. Karay.
→ basit cisim, billur cisim, kemiksi cisim, gök cismi
cisimcik, -ği is. 1. Küçük cisim. 2. fiz. Atom taneciği.
cisimlenme is. Cisimlenmek işi, tecessüm.
cisimlenmek (nsz) Cismi olmayan bir şey cisim durumuna gelmek, tecessüm etmek.
cisimleşme is. Cisimleşmek durumu.
cisimleşmek (nsz) Cisim durumuna gelmek, tecessüm etmek.
cismani sf. (cisma:ni:) Ar. cismani esk. 1. Cisimle, bedenle İlgili: Cismani ceza. 2. Dinî bir inanışla ilgili düşüncelere bağlı olmayarak yalnız maddi temellere dayanan, ruhani karşıtı.
cismanilik, -ği is. (cisma:ni:lik) fel. Maddilik.
cismen zf. Ar. cismen esk. Cisim olarak, vücutça, bedence.
civan is, Far. cevân 1. Yakışıklı genç erkek veya genç kadın: "Henüz on yedi yaşında pembe, beyaz, saf, masum bir civandı." -Ö. Seyfettin. 2, sf. Genç ve yakışıklı: "Handan gibi civan bir kız verir de içilmez mi?" -M. Ş. Esendal. civanım! Sevgi bildiren bir seslenme sözü.
→ civankaşı, civanmert, civanperçemi
civankaşı is. hlk. Bir tür nakış ve işleme.
civanmert, -di sf. Far. cevân-merd esk. Mert yaradılışlı, yüce gönüllü, yiğit: "Allah razı olsun, çok civanmert çocuksun." -R. N. Güntekin.
civanmertlik, -ği is. Civanmert olma durumu.
civanperçemi is. bot. Birleşikgillerden, birçok türleri olan bir kır bitkisi, kandil çiçeği (Achillea millefolium).
civar is. (civaır) Ar, civar Yöre, yakın yer, havali, dolay: "Büsbütün aşka geldi, O civar halkınca pek sevilen bir başka şarkıya geçti. " -H. Taner.
civciv is. Kümes hayvanlannm yumurtadan yeni çıkmış yavrusu.
civcivli sf. 1. Civcivi olan. 2. Gürültülü patırtılı, telaşlı: "Mahallem sakindir ama civcivli de bir mahalledir." -S. F. Abasıyanık.
civcivlik, -ği is. Sekiz on haftalık oluncaya kadar civcivlerin bakımına ayrılan kümes.
civelek, -ği sf. 1. Canlı, neşeli ve sokulgan: "Gönül alıcı, civelek ve sevdacı bir kızdır." -B. Felek. 2. is. tar. Yeniçeri Ocağına yeni girmiş delikanlı.
civeleklik, -ği is. Civelek olma durumu: "Emine'nin yüzüne öyle bir şenlik, çakırımsı şehla gözlerine öyle bir civeleklik geldi ki..."-O.C. Kaygılı.
ciyak ciyak zf. İnce ve yüksek sesle bağırarak.
ciyaklama is. Cıyaklama.
ciyaklamak (nsz) Cıyaklamak.
cizvit is. Fr. jesuite İsa Derneği denilen bir Hristiyan derneğinin üyesi.
cizye is. Ar. cizye tar. İslam ülkelerinde Müslüman olmayanlardan alınan bir çeşit vergi.
Cl kim. Kior elementinin simgesi.
clip kart is. İng. dip kart bk. varlık kartı.
Cm kim. Küriyum elementinin simgesi.