-cı / -ci, -cu / -cü; -çı / -çi, -çu / -çü İsimden isim türeten ek: balık-çı, kapı-cı, köfte-ci, kürk-çü, simit-çi, su-cu, (ürkü-cü, yoğurt-çu vb.

cıbıl sf. hlk. 1. Çıplak. 2. Yoksul, parasız, geçim darlığı çeken.

cıbıldak, -ğı sf. hlk. Çıplak.

cıcık, -ğı is. 1, Süs. 2. Derisi soyulmuş et. 3. İç organlar, cıcığı çıkmak (veya cıcığını çıkartmak) çok yorulmak, hırpalanmak.

ıcığı cıcığı

cıda is. Moğ. esk. Mızrak.

cıdağı is. hlk. 1. Atın iki omzunun arası. 2. Derin, işleyen yara, büyük çıban.

cıdak, -ğı is. hlk. Mızrak.

cıgara is. hlk. bk. sigara.

-cık / -cik, -cuk / -cük; -çık / -çik, -çuk / -çük 1. İsimden isim türeten ek: anne-cîk, baba-cık, yavru-cuk vb. 2, Önüne bir ünlü getirilerek sıfat ve zarf türeten ek: az-ı-cık, bir-i-cik, dar-a-cık vb. 3. -ca ekli zarflardan pekiştirme zarfları türeten ek: usulcacık, yavaşça-cık vb.

cık ünl. hlk. "Yok, olmaz" anlamında kullanılan bir söz.

-cıl / -cil, -cul / -cül; -çil / -çil, -çul / -çül îsimden isim türeten ek: adam-cıl, balık-çıl, ev-cil, insan-cıl, vb.

cılız sf. 1. Çok zayıf ve güçsüz, eneze, nahif: "Hanın sahibi cılız bir adamdı." -S. F. Abasıyanık. 2. Güçsüz, sönük (ışık). 3. Basit, değersiz, önemsiz: "Mimaride cılız eserler vücuda geliyordu." -B. Felek.

cılızlaşma is. Cılızlaşmak işi.

cılızlaşmak (nsz) 1. Zayıf ve güçsüz düşmek, zayıflamak. 2. Basitleşmek, değersizleşmek, önemsizleşmek. 3. mec. Gücünü, değerini yitirmek.

cılızlık, -ğı is. Cılız olma durumu: "İkimiz de bir çocuk cılızlığı içinde afacan ve ele avucasığmazdık."-S. F. Abasıyanık.

cılk sf. 1. Bozularak kokmuş (yumurta). 2. Cıvık: "Çok çamurlu, cılk yollarda çoğu kadın olan köylüler, toplanmış bizi seyrediyorlardı. " -H. E. Adıvar. 3. İrinlenmiş: "U-yuzlunun bilekleri cılk yara içindeydi." -S. F. Abasıyanık. 4. hlk. Sözünün eri olmayan. cılk çıkmak kusurlu, boş veya bozuk çıkmak. cılk etmek bozmak, çürütmek, cılkı çıkmak bozulmak, doğru ve uygun yolundan ayrılmak.

cılkava is. hlk. Kurdun veya tilkinin ense postundan yapılan kürk: "Sırtına da almış cılkava kürkü / Köroğlu söyledi üç beyit türkü." -Halk türküsü.

cılklaşma is. Cılklaşmak işi.

cılklaşmak (nsz) Cılk duruma gelmek.

cılklık, -ğı is. Cılk olma durumu.

cımbar is. hlk. 1. Çımbar. 2. Filiz, sürgün.

cımbarlama is. Cımbarlamak işi.

cımbarlamak (-i) hlk. Dokunmakta olan halının veya bezin kenarını cımbarla geriye almak.

cımbız is. Yun. I, Kıl vb. ince şeyleri tutmak veya çekmek İçin kullanılan küçük maşa: "Bir elinde cımbız, bir elinde ayna / Umurunda mı dünya?" -O. V. Kanık. 2. Özellikle dokumacılıkta kumaş yüzlerindeki düğüm, çöp vb. maddeleri temizlemekte kullanılan el aracı.

cımbızcı is. Dokumacılıkta cımbızlama işini yapan kimse.

cımbızcılık, -ğı is. Cımbızcı olma durumu.

cımbızlama is. Cımbızlamak işi.

cımbızlamak (-i) 1. Cımbızla yolmak: "Kaşlarımı da biraz cımbızladım." -Y. Z. Ortaç. 2. Dokumacılıkta kumaş yüzlerindeki düğüm, çöp vb. maddeleri cımbızla temizlemek.

cıncık, -ğı is. hlk. Bardak, kadeh, tabak vb. sırçadan veya porselenden yapılan şeyler, züccaciye,

cıncık boncuk

cıncık boncuk, -ğu is. Yalancı taşlardan yapılmış küpe, kolye vb. şeyler: "Cıncık boncuk tez satılır, inci mercan geç satılır." -Atasözü.

cıngıl is. hlk. 1. Küçük üzüm salkımı. 2. Boncuk, gümüş veya altın para ile yapılmış, başlığa veya giysiye takılan süs.

cırboğa is. 1. zool. Bir tür çöl sıçanı (Diptıs Caegyptius). 2. mec. Cılız, zayıf, çelimsiz çocuk.

cırcır is. hlk. 1. Pamuk kozalarının pamuğunu ve çekirdeğini birbirinden ayıran çıkrık. 2. Ağustos böceği. 3. Fermuar.

cırcır böceği, cırcır delgi, cırcır kolu

cır cır is. 1. Kaynana zırıltısı. 2. hlk. İshal. 3. sf Geveze. 4. zf Durup dinlenmeden ince ve usandırıcı ses çıkararak.

cırcır böceği is. zool. Düz kanatlılardan ocaklarda, fırınlarda, kırlarda yaşayan böcek, cırlak (Grillus domesticus, G. campestris).

cırcır delgi is. tek. Dönme hareketini yivli gövdesi üzerindeki parçanın ileri geri İtilmesinden alan ve küçük delikler açmak için kullanılan araç.

cırcır kolu is. Lokma vidaları sökmeye yarayan alet.

cırdaval is. hlk. Meşe dalından yapılan ucu demirli, uzun cirit değneği.

cırıldama is. Cırıldamak işi.

cırıldamak (nsz) "Cır cır" diye ses çıkarmak.

cırıltı is. "Cır cır" diye çıkan ses.

cırlak, -ğı sf. 1. Hoşa gitmeyen, keskin ve çiğ, tiz (ses): "Yanındaki cırlak ses artık boğuklaşmiştı." -R. H. Karay. 2. is. hlk. Cırcır böceği.

cırlak cırlak

cırlak cırlak zf. Çok tiz ve ince bir sesle.

cırlama is. Cırlamak işi.

cırlamak (nsz) hlk. İnce ve usandırıcı ses çıkarmak.

cırlatma is. Cırlatmak işi.

cırlatmak (-i) Cırlamasına yol açmak.

cırlayık, -ğı is. zool. 1. Örümcek kuşugillerden, ormanlık, çalılık yerlerde yaşayan, güzel öten bir kuş (Lanius). 2. hlk. Ağustos böceği.

cırmalama is. Cırmalamak işi.

cırmalamak (-i) hlk. Tırmalamak.

cırmık, -ğı is. hlk. Tırnak izi.

cırnak, -ğı is. hlk. Yırtıcı hayvan tırnağı.

cırnaklama is. Cırnaklamak işi.

cırnaklamak (-i) hlk. Tırmalamak.

cırnık, -ğı is. Set duvarlarında su akacak delik.

cırt is. Kâğıt, kumaş vb. yırtılırken çıkan ses.

cırtlak, -ğı sf. 1. Cırlak. 2. Olgunluktan ezilebilecek duruma gelmiş (meyve, sebze).

cırtlama is. Cırtlamak işi.

cırtlamak (nsz) "Cırt" diye ses çıkarmak.

cıs ünl. Çocuklan ateşe ve tehlikeli şeylere karşı uyarırken söylenen bir söz.

cıva is. (cı'va) Far. cive kim. Atom numarası 80, atom ağırlığı 200,5, yoğunluğu 13,59 olan, donma noktası -38,8 °C olduğundan, normal sıcaklıkta sıvı olarak bulunan, gümüş renginde bir element (simgesi Hg). cıva gibi yerinde durmaz, ele avuca sığmaz, çok hareketli.

havacıva

cıvadra is. (cıva'dra) İt. givadera den. Geminin baş tarafından havaya doğru biraz kalkık olarak uzatılmış bulunan direk.

cıvalı sf. Cıvası olan: Cıvalı barometre.

cıvalı zar

cıvalı zar is. argo Bir yüzü ağır olacak biçimde yapılmış, hileli zar.

cıvata is. (cıva'ta) İt. chiavarda Birbirine bağlanmak istenen ağaç veya demir parçalarının üzerinde hazırlanmış olan deliklerden geçirilerek ucuna somun takılıp sıkıştırılan İri başlı vida.

cıvatalama is. Cıvatalamak işi.

cıvatalamak (-i) Cıvata ile tutturmak.

cıvık, -ğı sf. 1. Fazla suyla karıştığı için biçimini koruyamayacak kadar sulanmış: Cıvık kar. Cıvık hamur. Cıvık çamur. 2. mec. Soğuk ve can sıkıcı şakalar yapan (kimse).

cıvık mantarlar

cıvıklaşma is. Cıvıklaşmak durumu.

cıvıklaşmak (nsz) Cıvık duruma gelmek.

cıvıklaştırma is. Cıvıklaştırmak işi.

cıvıklaştırmak (-i) Cıvık duruma getirmek.

cıvıklık, -ğı is. Cıvık olma durumu.

cıvık mantarlar ç. is. bot. Bakterilerle ortak yaşayan, ilkel ve hayvanımsı yapılı, peltemsi mantarlar.

cıvıl cıvıl sf 1. Canlı, neşeli: "O oyunlar, o cıvıl cıvıl söyleyişler... Mezar derinliklerinden geliyordu onlar." -T. Buğra. 2. Hareketli, kalabalık: "Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa." -O. V. Kanık. 3. zf. Kuşlar cıvıltı ile ötüşerek. 4. zf. Canlı, hareketli olarak: "Cıvıl cıvıl söylediğin türkü." -C. S. Tarancı.

cıvıldama is. Cıvıldamak işi.

cıvıldamak (nsz) Cıvıl cıvıl ötmek: "Bir kuş durmadan cıvıldıyor." -S. F. Abasıyanık.

cıvıldaşma is. Cıvıldaşmak işi.

cıvıldaşmak (nsz) Hep birden cıvıldamak.

cıvıltı is. 1. Kuşların ötüşürken çıkardıkları ses: "Her tarafından kuşların hoş cıvıltıları taşardı." -H. C. Yalçın. 2. Sesteki canlılık, ateşlilik: "Sesin cıvıltısı gitmiş, yerine hüzün konmuştu." -T. Buğra.

cıvıltılı sf. Cıvıltısı olan: "Odamın karanlığı içinde onun cıvıltılı konuşmasını dinliyordum."-S. Ayverdi.

cıvıltısız sf. Cıvıltısı olmayan.

cıvıma is. Cıvımak işi: "Espriyi anlayamadığı için şimdi bu gülüşmeleri bir çeşit cıvıma sanmıştı." -H. Taner.

cıvımak (nsz) 1. Cıvık duruma gelmek. 2. mec. Bir iş çığırından çıkmak. 3. mec. Saygısızca davranışta bulunmak.

cıvıtılma is. Cıvıtılmak işi.

cıvıtılmak (nsz) Cıvık duruma getirilmek.

cıvıtma is. Cıvıtmak işi.

cıvıtmak (-i, nsz) 1. Cıvık duruma getirmek. 2. mec. Bir işi yakışık almayacak bir duruma getirmek: "Ali Rıza içince cıvıtırdı." -S. F. Abasıyanık. 3. mec. Ciddiyetten uzaklaşmak.

cıvma is. Cıvmak işi.

cıvmak, -ar (-den) hlk. Sekmek, değip geçmek, vurup sapmak: "Kurşun taşa değmiş, sonra taştan cıvmış, Dursun hocaya değmiş." -M. Ş. Esendal.

cıyak cıyak zf. "İnce, acı ve yüksek sesle durmadan bağırmak" anlamındaki cıyak cıyak bağırmak deyiminde geçer.

cıyaklama is. Cıyaklamak işi.

cıyaklamak (nsz) İnce, acı ve yüksek sesle bağırmak.

cıyaklatma is. Cıyaklatmak işi.

cıyaklatmak (-i) Cıyaklamasına sebep olmak.

cıyırdama is. Cıyırdamak işi.

cıyırdamak (nsz) Yırtılırken cıyırtı çıkarmak.

cıyırdatma is. Cıyırdatmak işi.

cıyırdatmak (-i) Cıyırdamasına sebep olmak.

cıyırtı is. Bez, kâğıt vb.nin yırtılırken çıkardığı ses.

cız is. 1. Çocuk dilinde ateş. 2. Kızgın yağın içine bir şey atıldığında çıkan ses. cız etmek 1) "cız" diye ses çıkarmak; 2) acı duymak.

cız sineği

cızbız sf. Izgarada pişirilmiş (et): Cızbız köfte.

cızgara is. esk. Toplu olarak Türk müziği icra edilirken kullanılan bir yaylı saz türü: "Saz takımında cızgara denilen ensiz, dikdörtgen bir kemanla santur da yer alır." -S. Birsel.

cızık, -ğı is. hlk. 1. Çizgi. 2. İz.

cızıktırma is. Cızıktırmak işi.

cızıktırmak (-i) hlk. Yazmak, karalamak.

cızıldama is. Cızıldamak işi.

cızıldamak (nsz) Cızırdamak.

cızıltı is. Cızırtı.

cızıltılı sf Cızırtılı.

cızır cızır zf. Cızır sesi çıkararak (pişmek, kızarmak vb.).

cızırdama is. Cızırdamak işi: "İncelip cızırdamaya başlayan sesiyle onlara hitap etti." -R. N. Güntekin.

cızırdamak (nsz) 1. "Cızır" diye ses çıkarmak. 2. Boğazmdaki gıcıktan dolayı kesik ve ince ses çıkarmak.

cızırdatma is. Cızırdatmak işi: "İşlerini takibe gelenler, onların böyle kolaylıkla kalem cızırdatmalarına ... hayretle bakarlar." -R. H. Karay.

cızırdatmak (-i) 1. Cızırdamasına yol açmak. 2. Kâğıt Üzerinde ustaca kalem oynatmak veya beceriyle yazı yazmak.

cızırtı is. Cızırdama sesi, cızıltı: "Döşeme, suyun cızırtılarla soğuttuğu ağır bir taş gibi buğu içindeydi." -Y. N. Nayır.

cızırtılı sf Cızırdayan, cızırtısı olan, cızırtılı.

cızırtısız sf. Cızırdamayan, cızırtısı olmayan.

cızlam is. argo Kaçma, savuşma, cızlamı çekmek (veya cızlam etmek) kaçmak, savuşup gitmek.

cızlama is. Cızlamak durumu.

cızlamak (nsz) 1. "Cız" diye ses çıkarmak. 2. mec. Cız etmek.

cız sineği is. hlk. Bir tür büvelek.