böbrek, -ği is. anat. Kandaki zararlı maddeleri süzen, idrar salan, omurganın sağ ve sol yanında bulunan çift organlardan her biri.

böbrek taşı, böbrek üstü bezi, böbrek yağı, suni böbrek, yapay böbrek

böbreksi sf. Böbrek biçiminde olan.

böbrek taşı is. Böbreklerde oluşan taş.

böbrek üstü bezi is. anat. Böbreklerin üstünde bulunan, hormon niteliğinde salgısı olan bez.

böbrek yağı is. Kasaplık hayvanların böbreklerinin çevresinde oluşan yağ.

böbür is. Far. bebr 1. zool. Memelilerden, sıcak ülkelerde yaşayan, derisi benekli, yırtıcı hayvan (Hyrax syriensis). 2. mec. Böbürlenme, kibir: "Evet, ağzı ile değilse de, sakalı ile böyle der, kendine için için böyle bir üstünlük böbürü yaratırdı." -H. Taner.

böbürlenme is. Böbürlenmek işi: "Kara Mehmet, böbürlenmenin sırası geldiğim takdir etti." -Y. K. Karaosmanoğlu.

böbürlenmek (nsz, -le) Övünerek kabarmak, üstünlük taslamak, kurulmak: "Millete, vatana bir faydam dokunuyor diye böbürlenirdi." -S. F. Abasıyanık. (böbür böbür) böbürlenmek çok böbürlenmek.

böbürtü is. Böbürlenme.

böce is. hlk. Böcü.

böcek, -ği is. zool. 1. Eklem bacaklıların, altı bacaklı, çoğu kanatlı ve vücutları baş, göğüs, karın olarak eklemlerden oluşmuş hayvan sınıfı, haşere. 2. Istakoza benzer, uzunluğu 30-40 cm kadar olan, sarı renkli, kısa kıskaçh, yenilen bir deniz hayvanı. 3. hlk. Kelebek, kurt ve tırtılın dışında kalan küçük hayvancıklar: "Artık onan yalnızca bir böcek ısırığı olduğunu düşünüyordum." -O. Pamuk, böcek çıkarmak ipek böceği yetiştirmek, böcek gibi ufak tefek ve esmer (çocuk).

böcekbaşı, böcek bilimi, böcekhane, böcekkabuğu, böcekkapan, böceksavar, ağılı böcek, altın böcek, börtü böcek, çalgıcı böcek, kaplan böcek, makaslı böcek, sümüklü böcek, ağustos böceği, ateş böceği, bok böceği, cırcır böceği, gelin böceği, gergedan böceği, geyik böceği, gübre böceği, gül böceği, hamam böceği, hanım böceği, haziran böceği, ipek böceği, ipek böceği kelebeği, kırmız böceği, kız böceği, kuduz böceği, kunduz böceği, kürk böceği, mayıs böceği, orak böceği, osurgan böceği, patates böceği, pislik böceği, sigara böceği, su böceği, takla böceği, taş böceği, tespih böceği, uçuç böceği, uğur böceği, uyuz böceği, vızvız böceği, yaprak böceği, yıldız böceği

böcekbaşı is. tar. Osmanlı İmparatorluğunda zabıta görevlisi.

böcek bilimci is. Böcek bilimi uzmanı, entomolojisi.

böcek bilimi is. zool. Böceklerin yapısını, yaşayışını ve hastalık yapıcı niteliklerini inceleyen bilim dalı, entomoloji.

böcekçil is. zool. Böcek yiyen, böcekle beslenen hayvan veya bitki.

böcekçilik, -ği is. Böcek üretip satma işi.

ipek böcekçiliği

böcekçiller ç. is. zool. Omurgalı hayvanlardan memeliler sınıfına giren, böcek yiyen, karada yaşayan hayvanlar takımı.

böcekhane is. (böcekha:ne) T. böcek + Far. hâne esle. Böceklik.

böcekkabuğu is. 1. Mor ile yeşil arasında ve metal parlaklığında olan renk. 2. sf. Bu renkte olan: Böcekkabuğu deri.

böcekkapan is. bot. Örnek bitkisi drosera olan ve bazı organları böcek yakalamaya, sindirmeye elverişli olan bitkilerin ortak adı.

böceklenme is. Böceklenmek işi.

böceklenmek (nsz) İçinde veya üstünde böcek üremek: Ağaç böceklendi. Mercimek böceklenmiş.

böcekler ç. is. zool. Vücutları baş, göğüs ve karın olarak üç bölgeye ayrılan, duyargaları birer, kanatları ikişer, ayaklarıyla ağız parçaları üçer çift olan eklem bacaklılar sınıfı.

dalgıç böcekler, hortumlu böcekler, kaplan böcekler, ağustos böcekleri, ateş böcekleri, geyik böcekleri, kabuk böcekleri, kalkan böcekleri, kız böcekleri, kuduz böcekleri, mayıs böcekleri, takla böcekleri, tespih böcekleri, uğur böcekleri, uyuz böcekleri

böcekli sf. İçinde veya üstünde böcek bulunan, böceklenmiş: "Üstleri yosunlu, içleri böcekli bu durgun, kokak sular insandaki içmek isteğim kesiyor." -R. H. Karay.

böceklik, -ği is. İpek böceği yetiştirilen yer, böcekhane.

böceksavar is. Evdeki zararlı böcekleri savıp öldürmekte kullanılan ve ilaç püskürten sprey.

böceksiz sf. İçinde böcek bulunmayan.

böcelenme is. Böcelenmek işi veya durumu.

böcelenmek (nsz) hlk. Tahıl böceklenmek.

böcü is. hlk. 1. Kurt. 2. Böcek. 3. Çocukları korkutmak için söylenen ve hayalet, hortlak vb. hayalî varlık: "Ferace ile böcü gibi çıkacak değilim ya." -H. R. Gürpınar.

böcül böcül zf. Gözlerini iki yana oynatarak (bakmak): "Bir köpek... gözünü açtı. Böcül böcül baktı." -S. F. Abasıyanık.

böğ is. zool. Eklem bacaklılardan, soluk sarı renkli, zehirli bir örümcek türü.

böğrülce is. Börülce.

böğür, -ğrü is. 1. İnsan ve hayvan vücudunun kaburga ile kalça arasındaki bölümü, boş böğür: "Ali'nin sağ böğründe bir derin yara, sağ kolunda iki kurşun yarası bulundu." -M. Ş. Esendal. 2. Yan taraf. 3. Akran.

eliböğründe, eli böğründe

böğürme ıs. Böğürmek işi.

böğürmek (nsz) 1. Öküz, manda, deve bağırmak. 2. İnsan, anlaşılmaz bir biçimde yüksek sesle bağırmak: "Böğürerek ağlayan babam, halam, hizmetçiler, hepsi dışarı çıktılar." -Ö.Seyfettin.

böğürtlen is. bot. 1. Gülgillerden, bahçe çitlerinde, yol kenarlarında kendiliğinden yetişen dikenli ve çok yıllık bir çalı, diken dutu, İt üzümü (Rubıts caesus). 2. Bu bitkinin önce kırmızı, olgunlaştığında kararan mayhoş yemişi.

böğürtlenlik, -ği is. Böğürtlen çalılarının çok olduğu yer.

böğürtme is. Böğürtmek işi.

böğürtmek (-i) Böğürme işini yaptırmak.

böğürtü is. Böğürme sesi.

böğürüş is. Böğürme İşi veya biçimi.

böke is. 1. Kahraman, güçlü kimse. 2. Ulusal veya uluslararası bir yarışmada İlk dereceyi alan, birinci olan kimse, şampiyon.

bökelik, -ği is. Böke olma durumu, şampiyonluk, şampiyona.

böldürme is. Böldürmek işi.

böldürmek (-i) Bölme işi yaptırılmak.

böle is. hlk. 1. Kuzen. 2. Kuzin.

bölen is. mat. Bir bölme işleminde bölünen sayının kaç eşit parçaya ayrıldığım gösteren sayı.

ortak bölen, ortak tam bölen, tam bölen

bölge is. 1. Sınırları idari, ekonomik birliğe, toprak, İklim ve bitki özelliklerinin benzerliğine veya üzerinde yaşayan insanların aynı soydan gelmiş olmalarına göre belirlenen toprak parçası, mıntıka: "Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün Milleti temsil ederler." -Anayasa. 2. anat. Vücut yüzeyinde sınırlan belli herhangi bir bölüm, nahiye: Bel bölgesi. Koltuk altı bölgesi.

açık bölge, açısal bölge, art bölge, çembersel bölge, dikdörtgensel bölge, iç bölge, kapalı bölge, karesel bölge, kemiksi bölge, kırsal bölge, mali belge, pilot bölge, serbest bölge, tampon bölge, tarafsız bölge, tropikal bölge, üçgensel bölge, yasak bölge, yatılı bölge okulu, boğumlanma bölgesi, deprem bölgesi, sanayi bölgesi, seçim bölgesi, yanardağ bölgesi

bölgeci is. Belli bir bölgenin çıkarları için çalışan kimse.

bölgecilik, -ği is. Belli bir bölgenin çıkarları için çalışma durumu.

bölgeleme is. Bölgelemek işi.

bölgelemek (-i) Bölgelere ayırmak.

bölgesel sf. Bölge ile ilgili veya bir bölgeye özgü olan.

bölgesellik, -ği is. Bölgesel olma durumu.

bölme is. 1. Bölmek işi, ayırma, parçalama, taksim. 2. Salon, oda, sofa vb. büyük bir yerden ayrılmış daha küçük yer: "Gözlerimi tabağıma eğmiş bir vaziyetteyim ama, telefon bölmesini âdeta bakmadan görüyorum." -R. H. Karay. 3. Büyük bir yeri, alanı küçük oda veya kısımlara ayıran ince duvar veya tahta perde: "Vagonun birine binip bölmelerden birine yerleşti." -M. Ş. Esendal. 4. hlk. Kalın ağaç gövdesinden odun veya tekne yapmak için ayrılan tomruk. 5. den. Gemilerin içinde, su baskını, yangın vb. durumlarda, ara kapılar kapandığında arızanın veya hasarın yayılmasını önlemek için kullanılan birbirlerinden ayrılmış yerler. 6. man. Cins kavramlarını tür, alt tür kavramlarına ayırma işi. 7. mat. Dört işlemden biri, taksim.

bölme işareti, kalanlı bölme, çam bölmesi

bölmeç, -ci is. Ambalaj içinde bulunan malları birbirinden ayırmaya yarayan koruyucu parça.

bölme işareti is. mat. Bölme işlemini gösteren " / veya : " İşareti.

bölmek, -er (-i) 1. Bir bütünü iki veya daha çok parçaya ayırmak, taksim etmek: "Bir domates aldı, çakıyla dörde böldü." -N. Cumalı. 2. mec. Birliğin bozulmasına yol açmak, parçalamak. 3. mat. Bir niceliği iki veya daha çok eşit parçaya ayırmak.

bölmeli sf Bölme ile ayrılmış: "Gazino bahçesinin hususi gibi olan bölmeli kısmına girerler." -ü. R. Gürpınar.

bölmesiz sf Bölme ile ayrılmamış.

bölü is. mat. 1. Bölme işlemini gösteren "/" veya ":" işaretlerinin okunuşu, taksim: "a/b" anlatımı, "a bolü b" diye okunur. 2. Bir bayağı kesrin gösterilişinde pay ile payda arasına konulan yatay çizginin okunuşu: "a/b" kesri "a bolü b" diye okunur.

bölücü is. 1. Bir siyasi partinin birliğini parçalamayı, bozmayı amaç edinen kimse. 2. sf. Bölme işini yapan, bölen. 3. sf. mec. Bir topluluğu, birliği parçalama, bölme amacında olan, fesatçı, münafık: "Cumhuriyet devrinde benzeri görülmemiş bölücü ve yıkıcı kanlı bir iç savaşın gerçekleşme noktasına yaklaştığı sırada..." -Anayasa.

bölücülük, -ğü is. Bölücünün yaptığı iş, ara bozuculuk.

bölük, -ğü is. 1. Bir bütünden ayrılmış olan parça, kısım: "Bir kandil günü öteki bölükteki büyük hanımın elini öpmeye gitmiştim." -B. Felek. 2. Saç örgüsü. 3. Hizip. 4. ask. Takımlardan oluşan, üçü veya dördü bir tabur oluşturan ve öbür birliklerin temeli sayılan birlik: "Şehre giren kuvvetlerimiz iki süvari bölüğünden ibaretmiş." -Y. K. Karaosmanoğlu. 5. mat. On kuralına göre yazılan bir tam sayının, sağdan sola doğru üçer üçer ayrılan basamaklarından her bir üçlü takımı: Birler bölüğü, binler bölüğü, milyonlar bölüğü.

bölükbaşı, bölük bölük, bölük pörçük, parça bölük, birim bölüğü, birimler bölüğü, levazım bölüğü, sade birimler bölüğü, söz bölüğü, süvari bölüğü, yüzlük birimler bölüğü, söz bölükleri

bölükbaşı is. tar. Yeniçeri ordusunda üst rütbeli bir görevli: "Damat, Baltacılar Kethüdası ile bölükbaşılara hilaller giydirmiştir." -S. Birsel.

bölük bölük zf Parçalara ayrılmış, kısım kısım: "Dizi dizi, bölük bölük kuytu bir körfeze doğru yollandılar." -Ç. Altan.

bölük pörçük, -ğü sf. 1. Bütünlüğü sağlanamamış, parça parça. 2. zf Bütünlüğü sağlanamamış durumda.

bölüm is. 1. Bir bütünü oluşturan parçaların her biri, kısım: "Asıl yalıya bitişik bir binada, belki de eski selamlık bölümünde idiler. " -R. H. Karay. 2. Bir kuruluşun yönetim birimlerinden her biri, departman, seksiyon. 3. mec. Çağ, devir: "O gün edebiyat tarihinde hecenin beş şairi diye bir bölüm açanların üçü orada tanıştılar." -Y. Z. Ortaç. 4. biy. Canlıların bölümlenmesinde filumların bir araya gelmesiyle oluşan birlik. 5. eğt. Bir okul veya üniversitenin herhangi bir bilim ve uzmanlık dalında eğitim sağlayan birimlerinden her biri, departman. 6. mat. Bölme işlemi sonunda elde edilen sayı.

bölüm başkam, alt bölüm, bağımsız bölüm, iş bölümü, su bölümü çizgisi, zekâ bölümü

bölüm başkanı is. Üniversitede bir bolümün yönetim işleri ile eğitim, öğretim, araştırma faaliyetlerinden sorumlu öğretim üyesi, kürsü başkanı.

bölümleme is. Bölümlemek işi, sınıflama, tasnif.

bölümlemek (-i) Birçok şey arasında, birbirine eşit veya benzer olanları kümelere ayırmak, sınıflamak, tasnif etmek.

bölümlendirme is. Bölümlendirmek işi, sınıflandırma.

bölümlendirmek (-i) Bir şeyi bölümlere ayırmak, sınıflandırmak.

bölümleniş is. Bölümlerime işi veya biçimi.

bölümlenme is. Bölümlenmek işi veya durumu.

bölümlenmek (nsz) Bölümleme işine konu olmak, sınıflanmak.

bölümsel sf. Bölünme ile ilgili, kısmi.

bölünebilme is. mat. Kalansız bölünür olma durumu.

bölünen is. mat. Bir bölme işleminde eşit bölümlere ayrılması gereken miktar veya sayı.

bölüngü is. sos. Fraksiyon.

bölünme is. 1. Bölünmek işi. 2. biy. Hücrelerin, belli bir büyüklüğe ulaştığında eşit bölümlere ayrılıp çoğalması. 3. sp. Yarışta toplu olarak koşarken birbirinden ayrılma.

bölünmek (nsz) Belirli bölümlere, parçalara ayrılmak: "Saçları biraz evvel taranmış gibi intizamlı, ortasından ikiye bölünmüş." -P. Safa.

bölünmez sf. Parçalanamaz, ayrılamaz: "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür." -Anayasa.

bölünmezlik, -ği is. Bölünmez olma durumu: "Hiçbir düşünce ve mülahazanın ... devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının ... karşısında korunma göremeyeceği..."-Anayasa.

bölüntü is. 1. Bölünmüş parça. 2. sos. Fraksiyon.

bölüntülü sf Bölüntüsü olan.

bölüntüsüz sf Bölüntüsü olmayan.

bölünüş is. Bölünme işi veya biçimi: "Roma'-nın ikiye bölünüş tarihi 395'tir." -F. R. Atay.

bölüş is. Bölme işi veya biçimi: "Sağdan sola taksim etmiş örgüsün / Onar onar bölüşünü sevdiğim." -Ruhsati.

bölüşme is. Bölüşmek işi.

bölüşmek (-i, -le) İki veya daha çok kimse aralarında herhangi bir şeyi paylaşmak, üleşmek, payını almak, taksim etmek: "Paraları elleri titreyerek, gözleri parlayarak nefeslerim burundan alarak bölüştüler." -H. R. Gürpınar.

bölüştürme is. Bölüştürmek işi.

bölüştürmek (-i, -e) Bölüşme işini yaptırmak.

bölüştürülme is. Bölüştürülmek işi.

bölüştürülmek (nsz) Bölüştürme işi yapılmak.

bölüşüm is. Bölüşme, paylaşma: Gelir bölüşümü.

bölüt is. biy. 1. Zigotun bölünmesinden sonra embriyoda ortaya çıkan ve az çok birbirine benzeyen parçaların her biri. 2. zool. Eklem bacaklıların vücudunu oluşturan yan yana dizili parçaların her biri, halka.

bölütlenme is. biy. Döllenmiş yumurtanın blastulayı oluşturuncaya dek art arda bölünmesi.

bölütlü sf. Bölütlere, halkalara ayrılmış olan.

bölütsüz sf. Bölütlere, halkalara ayrılmamış olan.

bön sf Budala, saf, avanak, ahmak: "Genç adam çirkin, hatta biraz bön." -S. F. Abasıyanık. bön bön bakmak anlamayarak, safça, şaşkın şaşkın bakmak: "Söyleyecek söz bulamıyor, bön bön ihtiyar Rum'un yüzüne bakıyordum." -R. N. Güntekin.

bönce sf. (bö'nce) 1. Budala, saf: "Biraz bönce bir adamdı." -E. E. Talu. 2. zf. Budalaya yakışır biçimde, safça.

bönleşme is. Bönleşmek işi.

bönleşmek (nsz) Bön duruma gelmek, aptallaşmak.

bönlük, -ğü is. Bön olma durumu, budalalık, aptallık, sersemlik, saflık.

börek, -ği is. Açılmış hamurun veya yufkanın araşma, peynir, kıyma, ıspanak vb. konularak çeşitli biçimlerde pişirilen hamur işi: Puf böreği. Kol böreği. Nemse böreği, börek açmak börek yapmak için hamurdan ince yufkalar hazırlamak: "Acaba annen bize bir börek açar mı?" -H. E. Adıvar.

baklava börek, ballı börek, çiğ börek, ıspanaklı börek, kıymalı börek, peynirli börek, altüst böreği, bohça böreği, çoban böreği, fincan böreği, kol böreği, muska böreği, orospu böreği, patlıcan böreği, puf böreği, sac böreği, sigara böreği, su böreği, sultan böreği, talaş böreği, tandır böreği, Tatar böreği, tava böreği

börekçi is. Börek yapan veya satan kimse: "Öğle yemeğini ana cadde üstündeki börekçide yediler." -N. Cumalı.

börekçilik, -ği is. Börek yapma veya satma işi.

böreklik, -ği sf Börek yapmaya elverişli olan, börek için ayrılmış olan: Böreklik un.

börk is. Genellikle hayvan postundan yapılan başlık: "Alnına bir şaplak atıp börkünü geri itmişti." -M. N. Sepetçioğlu.

börkenek, -ği is. 1. zool. Geviş getiren hayvanların midelerinin ikinci bölümü. 2. hlk. Yağmurdan veya soğuktan korunmak için giyilen ucu sivri boşluk, külah.

börtme is. Börtmek işi.

börtmek, -er (nsz, -i) hlk. Az pişirmek, haşlamak.

börttürme is. Börrtürme işi.

börttürmek (-i) hlk. Börtme işi yaptırılmak.

börtü böcek, -ği is. hlk. Çeşitli böcekler.

börtük, -ğü sf. Haşlanarak veya ateşte biraz kızartılarak pişmiş olan.

börtülme is. Börtülmek işi.

börtülmek (nsz) hlk. Börtme işine konu olmak.

börülce is. bot. 1. Fasulyeye benzer bir bitki (Vigna sinensis). 2. Bu bitkinin sebze olarak yararlanılan yeşil ürünü ve göbeği koyu benekli tohumu.

böyle sf. 1. Bunun gibi, buna benzer: "Ah Şaban'ın böyle bir çocuğu, böyle bir karısı olsaydı!" -H. E. Adıvar. 2. zf. Bu yolda, bu biçimde, hakeza: "Böyle acıklı şeyleri ne diye yazıyorum bilmem ki?" -A. Gündüz. 3. zf. Bu derece: "Böyle bir sevmek görülmemiştir. " -A. İlhan. 4. zf İçinde "ne, nasıl" vb. sorular bulunan cümlelerin sonuna geldiğinde o cümlede anlatılan şeyin hoş karşılanmadığını veya ona şaşıldığını anlatan bir söz: "Maşallah, dedi, nereden teşrif böyle?" -P. Safa. böyle başa, böyle tıraş kişilere, uygun işlemler yapılır, böyle gelmiş böyle gider her zaman böyle olmuş, gene de böyle olacak.

böyle böyle, bundan böyle, şöyle böyle

böyle böyle zf. 1. Böylelikle. 2. Tekrara düşmeden, bilindiği üzere.

böylece zf. (böylece) 1. Tam böyle, bu biçimde: "Kadın, böylece ona bir teyze yakınlığı göstermişti." -H. E. Adıvar. 2. Sonunda, böylelikle: "Bu hikâye de böylece geçmiş, unutulmuş oldu."-M.. Ş. Esendal.

böylecene zf. hlk. Böylece.

böylelikle zf. Bu biçimde, en sonunda: "İstanbul'a dönmelerine üç gün kala böylelikle kurtulmuş oluyordu bu devletten." -N. Cumalı.

Böylemesine zf. hlk. Böylesine.

böylesi zm. Bunun gibisi, bu biçimde olanı: "Doğrusu Hazreti Halil'in türbedarları arasında bile böylesi zor bulunur." -H. R. Gürpınar.

böylesine zf. (bö'ylesine) Bu tarzda, bu biçimde: "Doğrusu ondan böylesine bir dostluk, böylesine bir özveri beklemiyordum." -TL. Bener.