az is. 1. Nicelik, nitelik, güç, süre, sayı bakımından eksiklik: "Heykel konularının parmakla sayılacak kadar az olduğunu ileri sürüyordu. " -B. R. Eyuboğlu. 2. zf. Alışılmış olandan, umulandan veya gerekenden eksik, çok karşıtı: Bugün işimiz az. az bulmak yeterli görmemek, az saymak, azımsamak. az buz olmamak bir şey azımsanacak kadar olmamak, az değil! birinin herhangi bir karakter bakımından göründüğü gibi olmadığını anlatmak için söylenen bir söz: Sen de az değilsin, muziplikte ona taş çıkartırsın, (bîr şey) az gelmek yetmemek, daha çok istemek, az görmek 1) umduğundan eksik bulmak; 2) azımsamak, az günün adamı olmamak çok yaşamış, çok görmüş bulunmak, az kaldı (veya az kalsın) 1) bir işin gerçekleşmesi söz konusuyken gerçekleşmemesi durumunda kullanılan bir söz: "Zavallıyı az kalsın gırtlağından yakalayıp boğacaktı." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) bir işin gerçekleşmemesi söz konusuyken gerçekleşmesi durumunda kullanılan bir söz. az tamah çok ziyan getirir hırslı ve pinti insan her zaman zararlı çıkar, aza çoğa bakmamak olanla yetinmek, aza sormuşlar: "nereye?" "çoğun yanına" demiş küçük kazançların bile hep varlıklı kimselere düştüğü inancını belirten bir söz. azı çoğa saymak (veya tutmak) verilen küçük bir armağanı çok ve değerli kabul etmek.
→ az az, az buçuk, az çok, az daha, en az, lakırtısı az
Az kim. esk. Azot elementinin simgesi. Bu gaz N simgesi ile de gösterilir.
aza is. (a:za:) Ar. a'zâ 1. Üye: "Komşu gencine yüz vermemiş, çocuklu bir mahkeme azasıyla evlenmişti." -R. N. Güntekin. 2. Vücut parçası, organ: "Bu vücut, bütün azası kırılmış, birbiri üstüne yığılmış bir külçe hâlinde. " -Y. K. Karaosmanoğlu.
→ murahhas aza
azade sf. (a:za:de) Far. azade esk. 1. Başıboş, erkin, serbest: "Çocuk gönlüm kaygılardan azade." -O. V. Kanık. 2. zf. Başıboş, erkin, serbest olarak: Gürültüden azade yaşamak. azade azade bir şeyden kurtulmuş, uzak.
azadelik, -ği is. Azade olma durumu, serbestlik: "Kendim yeni hayatın azadeliğine terk ettiği zaman..." -H. E. Adıvar.
azalma is. Azalmak işi, eksilme, tenakus.
azalmak (nsz) 1. Az denecek bir miktara inmek. 2. Eskisinden az bir duruma gelmek. 3. Etkisini yitirmek, hafiflemek: Sancısı azaldı.
azaltılma is. Azaltılmak işi: "Elçilik ataşelerinde yüzde otuz azaltılmaya gidilmelidir." -F. R. Atay.
azaltılmak (nsz) Azaltma işi yapılmak.
azaltma is. Azaltmak işi.
azaltmak (4) 1. Az denecek bir miktara indirmek: "ilk işleri kullandıkları renkleri azaltmak oluyor." -B. R. Eyuboğlu. 2. Eskisinden az bir duruma getirmek, kırmak. 3. Etkisini yitirmesine sebep olmak, hafifletmek: Aspirin baş ağrımı azalttı.
azamet is. Ar. 'azamet 1. Ululuk, büyüklük. 2. Gurur: "Arkadaşlarımdan ayrılıp onun yanına geçmek azametime dokundu." -R. N. Güntekin. 3. Görkem, gösteriş, heybet. 4. Debdebe. 5. Çalım, kurum, tekebbür: "Şu her tarafından temizlik ve azamet akan şişman adama bile sorabilirdi." -S. F. Abasıyanık. azamet satmak büyüklük taslamak, çalım satmak, böbürlenmek.
azametli sf. 1. Ulu, çok büyük. 2. Gururlu. 3. Görkemli, heybetli. 4. Debdebeli. 5. Çalımlı, kurumlu: "Hatta biraz da azametli, kibirli muamelesi bana epeyce garip görünmüştü doğrusu." -Y. K. Karaosmanoğlu.
azami sf. (a:zami:) Ar. a'zami En büyük, en yüksek, en çok, maksimum.
azap, -bı (I) is. (-za:bı) Ar. 'azâb 1. İslam inanışına göre dünyada günah işlemiş olanlara ahirette verilecek ceza: Cehennem azabı. 2. Büyük sıkıntı, eziyet, ezinç: "Aydınlık olunca günlerin devamı bir azap gibi geliyordu." -H. R. Gürpınar, azap çekmek 1) ahirette ceza görmek; 2) çok büyük sıkıntıya uğramak: "Senin yüzünden bir hâl olursa, azabını ömrün boyunca çekersin ağabey." -H. Taner, azap vermek acı çektirmek, üzmek: "Bu düşünce ona epeyce azap verdi." -A. Mithat.
→ cehennem azabı, kabir azabı
azap, -bı (II) is. Ar. 'azab 1. Anadolu'nun birçok bölgesinde çiftlik uşağı. 2. tar. Yeniçeriler zamanında gerektikçe sancaktardaki gençlerden toplanıp ordu ve donanmaya katılan asker: Tersane azabı. Kale azabı.
azar is. Far. azar Paylama, azar işitmek azarlanmak.
azar azar zf 1. Yavaş yavaş. 2. Az az: "Canan'ın pembe gölgesi azar azar küçülerek uzaklaşıyordu." -P. Safa. 3. Küçük ölçülerle.
azarlama is. Azarlamak işi, paylama.
azarlamak (4) Kırıcı ve sert söz söylemek, paylamak," tekdir etmek.
azarlanma is. Azarlanmak işi, paylanma.
azarlanmak (nsz) Azarlama işine konu olmak, paylanmak, kötü sözle karşılaşmak.
azarlatma is. Azarlatmak işi.
azarlatmak (4, -e) Azarlama işini yaptırmak veya azarlanmasına yol açmak: O kendini kimseye azarlatmaz.
azat, -di is. (a:za:t) Far. âzâd 1. Serbest bırakma. 2. Okullarda paydos. 3. sf Serbest bırakılmış olan. azat etmek 1) serbest bırakmak, salıvermek; 2) esk. köle ve cariyelerin özgürlüğünü geri vermek, azat eylemek azat etmek, azat olmak özgür kalmak: "Zavallı kuş birdenbire sendeledi, azat olduğuna inanmıyor gibi durdu." -R. N. Güntekin.
→ akşam azadı
azatlı sf. esk Azat edilmiş (cariye veya köle): "Haminnenin azatlıları bayramdan birkaç gün evvel geldiler." -H. E. Adıvar.
azatlık, -ğı is. 1. Azat olma durumu, serbestlik: "Hâlbuki, bir elçi için bu kadarcık bir azatlık, bu kadarcık bir nefes alma imkânı dahi yoktur." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. sf. esk. Azat edilme vakti gelmiş olan (cariye, köle): Azatlık köle.
azatsız sf Azat edilemez.
az az zf. 1. Yavaş yavaş. 2. Küçük ölçülerle.
az buçuk zf. Bir parça, biraz: "Senin az buçuk edebiyatçılığın da vardır." -H. Taner.
azca zf Oldukça az.
az çok zf. Bir parça, oldukça.
az daha zf. Az kalsın, neredeyse: "Kendini güler yüzle karşılayan hanımefendiyi az daha tanıyamayacaktı." -H. Taner.
azdırdma is. Azdırılmak işi.
azdırılmak (nsz) Azmasına yol açmak.
azdırma is. Azdırmak işi.
azdırmak (4) 1. Azmasına sebep olmak: Merhem yarayı azdırdı. 2. Azgın duruma getirmek: Taş atarak köpeği azdırdı. 3. Şımartmak: Yüz verip çocukları azdırdı. 4. Kötü davranış veya alışkanlıklara sürüklemek, yoldan çıkarmak: Arkadaşları çocuğu azdırdılar.
azelya is. Yun. bot. bk. açelya.
Azerbaycanlı öz. is. (aızerbaycanli) Azerbaycan halkından olan kimse.
Azeri öz. is. (a:zeri:) Far. üzer + Ar. i 1. Azerbaycan Cumhuriyeti'nde ve Güney Azerbaycan'da (İran'da) yaşayan Türk soylu halk veya bu halktan olan kimse. 2. sf. Bu halka özgü olan, bu halk ile ilgili olan.
Azerice öz. is. (azeriıce) 1. Azerbaycan Türkçesi. 2. sf. Bu Türkçeyle yazılmış olan.
az gelişmiş sf. 1. Gelişmesi gecikmiş olan. 2. Eğitim düzeyi düşük kalmış, üretimi genellikle ilkel tarıma dayanan, doğal kaynaklarını gereğince değerlendiremeyen (ülke): "Yeni bir anayasa ile her şeyin düzeleceğine bel bağlamak az gelişmiş ülkelere özgü bir kuruntudur." -H. Taner.
az gelişmişlik, -ği is. Az gelişmiş olma durumu.
azgın sf 1. Azmış olan, azılı: "Azgın hayvanın yularını kavrayarak başını alabildiğine havaya kaldırdı." -H. Taner. 2. Çabuk iltihaplanan, yarası hemen kapanmayan (ten). 3. Çok yaramaz (çocuk). 4. Cinsel istekleri aşırı olan. 5. Coşmuş, taşmış: Azgın su. 6. Gözü hiçbir şeyden yılmayan.
→ çamaşır azgını
azgınlaşma is. Azgınlaşmak işi.
azgınlaşmak (nsz) 1. Azgm duruma gelmek. 2. Cinsel istekleri aşırılaşmak.
azgınlık, -ğı is. Azgm olma durumu.
azı is. 1. Köpek dişlerinden sonra içeriye doğru, alt ve üst çenenin iki yanında beşer tane bulunan ve yiyecekleri öğütmeye yarayan dişlerin ortak adı, azı dişi, öğütücü diş. 2. hlk. Öküz arabalarında ön ve arka yastıkları dingile bağlayan ağaç çivi.
→ azı dişi
azıcık, -ğı sf. (a'zıcık) 1. Çok az, biraz: "Kahve caddeye oranla azıcık geride, bir bahçe içinde." -S. Birsel. 2. zf Kısa bir süre, az miktarda: "Azıcık rahatsız olacaksın ama o kadar olur artık." -T. Dursun K. azıcık aşım kaygısız başım derdim olmasın da başka bir şey istemem.
azı dişi is. Azı.
azık, -ğı is. Yiyecek, besin, gıda.
→ yol azığı
azıklı sf. 1. Azığı olan. 2. mec. Yoksulları doyuran.
azıklık, -ğı is. hlk. 1. Azık olarak ayrılan veya hazırlanan yiyecekler. 2. Azık koymaya yarayan kap veya torba. 3. Hemen yemek üzere, harman zamanından önce biçilip savrulan ekin.
azıksız sf Azığı olmayan.
azıksızlık, -ğı is. Azıksız olma durumu.
azılı sf. 1. Gözü bir şeyden yılmayan, azgın: Azılı katil. 2. mec. Çok şiddetli, korkunç: "En azılı küfürler kalın bir argo kabuğu içinde saklı." -B. R. Eyuboğlu.
azımsama is. Azımsamak işi.
azımsamak (-i) Bir şeyin umulduğundan az olduğu yargısına varmak, az görmek, az bulmak.
azınlık, -ğı is. 1. Bir toplulukta herhangi bir nitelik bakımından ayrı ve ötekilerden sayıca az olanlar, ekalliyet, çoğunluk karşıtı. 2. sos. Bir ülkede egemen ulusa göre ayrı soydan ve sayıca az olan topluluk, ekalliyet, azınlıkta kalmak bir toplulukta belli bir sorun üzerine oy verenler, karşı düşünceye oy verenlerden daha az olmak.
→ azınlık hükümeti
azınlık hükümeti is. Mecliste çoğunluğu olmayan bir partinin tek başına kurduğu hükümet.
azışma is. Azışmak işi.
azışmak (nsz) Gittikçe kızışmak, şiddetlenmek: Kavga azıştı.
azıştırma is. Azıştırmak işi.
azıştırmak (-i) Azışmasına yol açmak.
azıtılma is. Azıtılmak işi.
azıtılmak (nsz) Azıtma İşine konu olmak.
azıtma is. Azıtmak işi.
azıtmak (-i) 1. Azgın duruma getirmek. 2. Bitki çok uzamak. 3. mec. Çığırından çıkmak veya çıkarmak, ölçüyü kaçırmak: "Zamanımızın Fransız romancıları da bir hayli işi azıtmış durumdadırlar." -B. R. Eyuboğlu.
azil, -zli is. Ar. 'azl Görevden alma.
→ azledilmek, azletmek, azlolunmak
azim, -zmi is. Ar. 'azm Bir işteki engelleri yenme kararlılığı.
→ azmetmek, azmettirmek
azimet is. (aziımet) Ar. 'azimet esk. Gidiş. azimet etmek gitmek, yola çıkmak.
azimkar sf Ar. 'azm + Far. -kâr esk. İradeli, gayretli, istençli, kararlı.
azimkârane zf. (azimkâ:ra:ne) Ar. 'azm + Far. -kâr-âne esk. 1. Kararlı: "Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz. " -Atatürk. 2. Kararlılıkla, kararlı olarak.
azimli sf. 1. Azmi olan. 2. Kararında, tutumunda direnen, kararlı: "Simsiyah kısa bıyıkları, zeki parlak gözlerle aydınlanan azimli çehresini bütün bütün karartıyordu." -H. C. Yalçın.
azimlilik, -ği is. Azimli olma durumu.
azimsiz sf. 1. Azmi olmayan. 2. Kararsız.
azimsizlik, -ği is. Azimsiz olma durumu.
azit, -di is. Fr. azide kim. Azothidrik asit HN3 deki hidrojenin yerine bir kökün geçmesi ile türeyen birleşikler.
aziz is. (azi:z) Ar. 'aziz 1. Ermiş, eren. 2. sf. Sevgide üstün tutulan, muazzez.
→ nanıaziz
azize is. Ar. 'azize esk. Ermiş kadın.
aziziye is. (azr.ziye) Ar. 'aziziyye tar. Sultan Abdülaziz'in ve devlet adamlarının giydiği fes.
azizlik, -gi is. 1. Aziz olma durumu. 2. mec. Muziplik: "Bunu evvela bir oyun, bu delişmen kızların bir azizliği sandılar." -R. N. Güntekin. azizlik etmek muziplik etmek.
azledilme is. Azledilmek işi.
azledilmek (nsz) Ar. 'azl + T. edilmek Görevden alınmak.
azletme is. Azletmek işi.
azletmek, -der (-i) Ar. 'azl + T. etmek Bir kişiyi görevinden almak, uzaklaştırmak: "Beni bir daha devlet işlerinde kullanılmamak üzere azlettiler." -R. N. Güntekin.
azlık, -ğı is. 1. Az olma durumu! 2. Azınlık.
azlolunma is. Azlolunmak işi.
azlolunmak (nsz) Ar. 'azl + T. olunmak Görevinden alınmak, görevinden çıkarılmak: "Hâkimler ve savcılar azlolunamaz." -Anayasa.
azma is. 1. Azmak işi. 2. sf. biy. Melez.
azmak, -ğı (I) is. hlk. 1. Küçük su birikintisi, gölcük. 2. Bataklık.
azmak, -ar (II) (nsz) 1. Taşkınlıkta ileri gitmek, kötülüğünü artırmak: Çocuklar azdı, 2. Deniz, ırmak vb. kabarmak, taşmak: Deniz azdı. 3. Yara, hastalık etkili, tehlikeli duruma gelmek: "Bazılarının bronşiti, bazılarının romatizması azmış." -A. Haşim. 4. Cinsel duyguları artmak: "Kırkından sonra azam teneşir paklar." -Atasözü. 5. Çamaşır artık ağartılamaz duruma gelmek. 6. Hayvanlar iki ayrı ırktan doğmak: Katır, atla eşekten azmış bir hayvandır. 7. Bitkiler, aşın büyümek, azmış kudurmuştan beterdir "coşkun ve heyecana kapılmış kimseyi zaptetmek zordur" anlamında kullanılan bir söz.
azman sf. 1. Aşırı gelişmiş: Adam azmanı. 2. Azma: Kurt azmam bir köpek. 3. is. Kerestelik tomruk.
→ azmankaya, adam azmanı, istavrit azmanı
azmankaya is. Kaya balığının bîr çeşidi.
azmanlaşma is. Azmanlaşmak işi.
azmanlaşmak (nsz) İrileşmek, kocaman duruma gelmek.
azmanlık, -ğı is. Azman olma durumu.
azmetme is. Azmetmek işi.
azmetmek, -der (-e) Ar. 'azm + T. etmek Bir işteki engelleri yenmeye karar vermiş olmak: "Siz yanılıyorsunuz. Ben, evlenmeye azmetmiş bir kız değilim ki..." -R. N. Güntekin.
azmettirme is. Azmettirmek işi.
azmettirmek (-e) Ar. 'azm + T. ettirmek Bir suçu veya herhangi bir işi kesinlikle yapmasına karar verdirmek.
aznavur is. Gürcüce İri yan, kinci, sinirli, asık suratlı, sert kimse, aznavur gibi zalimce davranan.
aznif is. Erm. Bir tür domino oyunu.
azoik, -ği is. Fr. azo'iaue 1. En eski jeolojik sistem. 2. sf. İçinde fosil bulunmayan (toprak).
azol, -lü is. Fr. azole kim. Heterosiklik birleşiklerin önemli bir sınıfı.
azonal, -li is. İng. azonal coğ. Yeryüzünün herhangi bir noktasında enleme bağlı olmaksızın meydana gelen olay.
azot is. Fr. azote kim. Atom numarası 7, atom ağırlığı 14,008 olan, havada beşte dört oranında bulunan, rengi, kokusu, tadı olmayan element, nitrojen (simgesi N).
azotlama is. 1. Azotlamak işi. 2. Azotlu besin almayan bitki veya hayvanların dokularındaki serbest azotu tespit etme işi.
azotlamak (-i) kim. Azotla kanştırmak veya birleştirmek.
azotlu sf. İçinde azot bulunan: Azotlu gübre.
azotometre is. (azotome'tre) Fr. azotometre kim. Bir organik maddede bulunan azotun gaz hacmini ayarlamaya yarayan aygıt, azotölçer.
azotölçer is. kim. Azotometre.
Azrail öz. is. (azraıil) Ar. 'Azrü 'il din b. Tanrı buyruğu ile insanların canım almakla görevli melek: "Azrail ala canını, unuttum her sanım / Kara toprağa tenini kararlar bir eyyam gelir." -Yunus Emre. Azraile bir can borcu olmak (veya kalmak) 1) nasıl olsa Öleceğini kabul etmek; 2) hiç kimseye borcu kalmamak, bütün borçlarından kurtulmak. Azrailin elinden kurtulmak Ölümden kurtulmak. Azraille burun buruna gelmek ölümle karşı karşıya gelmek.
azvay is. bot. Sarısabır.