at

at is. 1. Atgillerden, binme, yük çekme, taşıma vb. hizmetlerde kullanılan, tek tırnaklı hayvan. 2. Satrançta, her yönde siyahtan beyaza ve beyazdan siyaha bir hane atlayarak L biçiminde hareket eden taş. at binenin (veya iş bilenin), kılıç kuşananın her şey, onu gereği gibi kullanmasını bilene yakışır, at binicisine göre kişner insanların, başlannda bulunan kişinin etkisi altında kalarak onun tutumuna göre davrandıklarını anlatan bir söz. at çalındıktan sonra ahırın kapısını kapamak iş işten geçtikten sonra önlem almaya kalkışmak, at gibi vücudu iri yan olan (kadın), at izi it izine karışmak iyiyi kötüden ayıramayacak kadar bir karışıklık ortaya çıkmak, at koşturacak kadar pek geniş, çok geniş, at koşturmak çok geniş, alabildiğine rahat hareket edilebilecek yer ve ortam yaratmak veya bulmak: "... büyüklerin 'içinde at koştur' diye tarif ettikleri taşlık ve sofaları vardı." -R. N. Güntekin. at nalı kadar pek büyük (nişan, madalya, elmas, plaka vb. göğse takılan şeyler), at olur, meydan olmaz (veya bulunmaz), meydan olur (veya bulunur), at olmaz (veya bulunmaz) gerekli şartlar her zaman bir arada bulunmaz, at oynatmak 1) atla hüner göstermek; 2) yarışmak: Ben onunla at oynatamam. 3) bildiği ve istediği gibi davranmak: "Bizde ilk kurulan parlamento da, Avrupa'daki benzerleri gibi, özel menfaatlerin gizlice at oynattığı bir alan olmakta gecikmemiş." -H. Taner, at pazarında eşek osurtmuyoruz! kaba söyleneni dinlemeyene denilen bir uyarma sözü. at var, meydan yok yapacak güç var ancak kullanma imkânı yok. ata et, ite ot vermek bir işi ters yapmak, atı alan Üsküdarı geçti fırsatın kaçırılıp artık yapılacak bir şey kalmadığını anlatan bir söz. atın ölümü arpadan olsun çok sevilen bir şey yapılırken veya sevilen bir yiyecek yenilirken sonuç kötü de olsa katlanılacağını anlatan bir söz: "Karnım doydu ama gözüm doymadı der, atın ölümü arpadan olsun da der; yer bir tatlı daha ..." -Z. Selimoğlu. atını sağlam kazığa bağlamak eşeğini sağlam kazığa bağlamak, atla arpayı dövüştürmek (veya dalaştırmak) fesat karıştırmak, arabozanlık etmek, atlar nallanırken kurbağalar ayak uzatmaz küçükler büyüklerin yanında hadlerini bilmelidir, atlar tepişir, arada eşekler ezilir kaba büyüklerin çatışmasından küçükler zarar görür, attan inip eşeğe binmek bulunduğu önemli görevden daha aşağı bir göreve alınmak.

atbalığı, atbaşı, at cambazı, at donu, atgözlüğü, at gözlüğü, at hırsızı, at kestanesi, atkuyruğu, at meydanı, at sineği, banko at, çıplak at, binek atı, denizatı, Flaman atı, koşu atı, koşum atı, yarış atı

At kim. Astatin elementinin simgesi.

ata is. 1. Baba. 2. Dedelerden ve büyük babalardan her biri: "Ey kız gözüme huri görünürsün / Atan sevmez seni benden ziyade. " -Karacaoğlan. 3. Kişinin geçmişte yaşamış olan- büyükleri, atadan babadan görmek gelenek olarak eskiden beri bilmek, yapmak, uygulamak: "Olanlardan sonra yine atadan babadan gördüğümüze döndük." -T. Dursun K.

atabey, ata erki, ataerkil

atabek, -ği is. bk. atabey.

atabey is. tar. Eski Türk devletlerinde, özellikle Selçuklularda şehzadelerin eğitimi veya bağımsız olarak bir eyaletin yönetimi ile görevli vezir.

atacılık, -ğı is. Uzaklarda bulunan ve birçok kuşaktan beri görünmeyen birtakım özelliklerin yeni bir kuşakta birden ortaya çıkması, ataya çekme, atavizm.

ata erki is. sos. Soyda temel olarak babayı alan ve ailede çocukları baba soyuna mal eden topluluk düzeni, pederşahilik.

ataerkil sf. sos. Ata erki temeline dayanan, pederşahi,, patriarkal.

atak, -ğı (I) sf.. 1. Düşüncesizce her işe atılan, cüretkâr: "Bütün çocuklar gibi onlar da haşarı, atak ve güreşçi idiler.-!' -R. N. Güntekin. 2. Çevik, hareketli. 3. hlk. Geveze, yalancı.

atak, -ğı (II) is. Fr. attaaue 1. Atılım. 2. Saldın, saldırış, hücum, hamle, akın. atak yapmak akın yapmak, atılım yapmak.

kontratak, panikatak

ataklık, -ğı is. Atak olanın durumu veya atakça iş, davranış, cüret: "Kara Yusuf ve arkadaşlanndaki ataklık halkı sarıyor." -T. Buğra.

atalet is. (ata.iet) Ar. 'atâlet esk. 1. Tembellik: "Sabah ataletiyle gezinerek kirli karyolasından sıyrıldı." -H. R. Gürpınar. 2. İşsizlik, işsiz kalma, işlemezlik. 3.fiz. Süredurum.

atalık, -ğı is. Ataya yakışır davranış, babalık.

atama is. Atamak İşi, tayin: "Personel atama işlemleri Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir." -Anayasa.

açıktan atama, asaleten atama, vekâleten atama

atamak (-i, -e) Birini bir göreve getirmek, tayin etmek.

ataman is. esk. Rus Kazakların başbuğuna verilen unvan.

atanma is. Bir göreve getirilme, tayin edilme.

asaleten atanma, vekâleten atanma

atanmak (-e) Bir göreve getirilmek, tayin edilmek: "Türkiye Büyük Millet Meclisi içinden veya dışarıdan bağımsızlar Başbakanca atanır." -Anayasa.

atanmış sf. Atama ile İşbaşına gelen.

atanmışlık, -ğı is. Atanmış olma durumu.

ataraksiya is. (atara'ksiya) Fr. ataraxie fel. Hiçbir heyecan veya zihin etkisiyle uyarılmayan ruh dinginliği, acıya olduğu kadar kıvanca karşı da ilgisizlik.

atardamar is. anat. Kalbin sağ karıncığından akciğerlere, sol karıncığından vücudun diğer bölümlerine kan taşıyan damar, şiryan.

büyük atardamar

atari is. Bilgisayarlarda basit programlarla düzenlenmiş bir oyun türü.

atarkanal is. anat. Spermayı idrar yoluna salan iki kanal.

atasözü is. Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt verici nitelikte söz, darbımesel: Ayağım yorganına göre uzat. Atsan atılmaz, .satsan satılmaz vb.

ataş is. Fr. attache Tutturgaç.

ataşe is. Fr. attache Bir elçiliğe bağlı uzman, elçilik uzmanı: "Elçilik ataşelerinde yüzde otuz azaltılmaya gidilmelidir." -F. R. Atay.

askerî ataşe, ticari ataşe, basın ataşesi, deniz ataşesi, ticaret ataşesi

ataşelik, -ği is. 1. Ataşe olma durumu veya makamı. 2. Ataşenin görev yaptığı yer.

Atatürkçü öz. is. Atatürkçülük yanlısı, Kemalist: "Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılaplarını ... araştırmak, tanıtmak ve yaymak..." -Anayasa.

Atatürkçülük, -ğü öz. is. 1. Atatürk'ün düşünce ve uygulamalarından kaynaklanan Türk Devleti'nin bağımsızlık ve bütünlüğünü, millî egemenliğini, kişi özgürlüğünü, çağdaş olmayı amaçlayan, akla, bilime ve gerçeğe dayanan, evrensel ağırlıklı, geleceğe yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkeler bütünü, Kemalizm. 2. Bu ilkeye bağlılık.

atavik, -ği sf Fr. ataviaue ant. Atacılıkla ilgili.

atavizm is. Fr. atavisme ant. Atacılık.

atbalığı is. hlk. Su aygırı.

atbaşı is. Eşit, birlikte, başa baş. atbaşı (beraber) gitmek eşit durumda olmak: "Bu çeneyle atbaşı giden keskin bir zekâsı var." -C. S. Tarancı.

at cambazı is. 1. At alıp satan kimse. 2. Sirklerde veya eğlence yerlerinde, at üstünde hünerlerini gösteren kimse: "Bu arsada zaman zaman at cambazları, hokkabazlar, palyaçolar hünerlerim gösterirler." -S. Birsel.

atçı is. At yetiştiricisi.

atçılık, -ği is. Atçı olma durumu.

at donu is. Atın tüyünün rengi.

ate sf. din b. Tanrıtanımaz (kimse).

atefleksıyon is. Fr. anteflexion Döl yatağının biçiminin bozulması.

ateh is. Ar. 'ateh tıp esk Bunama, bunaklık, ihtiyarlık yüzünden alık duruma gelme: "Akdeniz kıyılarında yaşayanlar, uzun süren bu hayati medeniyetten sonra ateh devrine girdiler." -Y. K. Beyatlı. ateh getirmek bunamak: "Sen sahiden budalaymışsın dostum, hem adamakıllı ateh getirmişsin." -R. H. Karay.

ateist sf. Fr. atheiste fel. Tanrıtanımaz (kimse).

ateizm is. Fr. atheismefel. Tanrıtanımazlık.

atelye is. Fr. atelier bk. atölye.

aterina is. (ateri'na) Yun. zool. Gümüş balığı.

ateş is. Far. âteş 1. Yanıcı cisimlerin tutuşmasıyla beliren ısı ve ışık, od, nâr: Uygarlık ateşten doğmuştur. 2. Tutuşmuş olan cisim. 3. Isıtmak, pişirmek için kullanılan yer veya araç: Yemeği ateşten indirdim. 4. Patlayıcı silahların atılması: Top ateşi geceye kadar sürdü. 5. Vücut ısısı: "Ateşi kırktan aşağıya düşmezdi."-S. F. Abasıyanık. 6. Öfke, hırs, hınç: "Fırlayıp ayağa kalkmış, bir duvara yaslanarak ateş fışkıran gözlerle onu seyre başlamıştı." -T. Buğra. 7. sf. Kırmızı, alev renginde olan: Ateş böceği, ateş çiçeği. 8. mec. Coşkunluk: "Nejat Efendi'nin çalışında Peregrini'nin ihtirası, ateşi yoktu." -H. E. Adıvar. 9. mec. Tehlike, felaket: Kendinizi ateşe atıyorsunuz. 10. mec. Büyük üzüntü, acı: "içimin ateşi hiç küllenmedi. Seneler geçtikçe daha alevleniyor. Evlat acısı bu ..." -H. R. Gürpınar, ateş! ask. ateş etmek için verilen komut, ateş açmak ateşli silahla mermi atmaya başlamak, ateş almak 1) yanmak, tutuşmak; 2) ateşli silah patlamak; 3) mec. telaşlanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, coşmak, acele davranmak, acele etmek: "Bir sözden, bir asker geçişinden, bir düşünceden yüreği parlar, gönlü ateş alır." -M. Ş. Esendal. ateş almaya mı geldin? uğradığı yerden hemen gitmeye kalkan kimseye sitem olarak söylenen bir söz. ateş bacayı (veya saçağı) sarmak bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak, (birine) ateş basmak kızarmak, sıkılıp başına kan yürümek, ateş çıkmak yangın çıkmak, ateş düştüğü yeri yakar bir acıyı onu çekenden başkası tam anlayamaz veya aynı ölçüde üzülemez. ateş etmek ateşli silahlarla mermi atmak, ateş gibi 1) çok sıcak; 2) zeki, çalışkan ve becerikli; 3) kıpkırmızı, ateş gibi kesilmek beklenmedik bir olay karşısında öfke sonucu kanı beynine sıçramak: "Yüzüm nasıl bir hâl aldı bilmiyorum, fakat ateş gibi kesildiğini iyi biliyorum." -T. Buğra, ateş gibi yanmak ateşi yükselmek: "Alnı, yanakları ateş gibi yandığı hâlde vücudu tir tir titriyor, dişleri birbirine çarpıyordu." -H. Taner, ateş kesilmek 1) çok kızgın davranışlarda bulunmak, ateş püskürmek; 2) sonradan çok çalışkan, hareketli ve becerikli olmak, ateş kesmek ateşli silahlarla yapılan atışa son vermek, ateş olmayan yerden duman çıkmaz küçük de olsa birtakım belirtilerin önemli olaylara işaret olduğunu anlatan bir söz. ateş olsa cirmi kadar yer yakar hasmın pek önemsenmediğini anlatan bir söz. ateş püskürmek 1) şiddetli, öfkeli konuşmak: "Sözlerini ateş püskürür gibi kızın yüzüne saçtıktan sonra yürüyüp çekildi." -H. R. Gürpınar. 2) mec. çok öfkeli olmak: "Parça parça morarmış yüzüyle ateş püskuruyordu." -A. Ş. Hisar, ateş saçmak çok kızmak, çok öfkelenmek, ateş vermek tutuşturmak, ateş yağdırmak 1) ateşli silahlarla aralıksız mermi atmak; 2) çevresindekilere ağır sözler söylemek, (kendini) ateşe atmak bile bile çok tehlikeli bir İşe girişmek, ateşe tutmak 1) az ısıtmak; 2) üzerine ateşli silahla mermi atmak, ateşe vermek 1) ateş içine sokmak: "Bir parça büküyor, onu tekrar ateşe verinceye kadar evvelki hazır oluyordu." -M. Ş. Esendal. 2) bir yeri kasten yakmak, kundak sokmak; 3) aşın telaşa ve sıkıntıya düşürmek; 4) bir ülkeyi savaşa sokarak veya kargaşa ve karışıklık yaratarak sıkıntı ve yıkıma uğratmak, ateşe vurmak bir yemeği pişmek üzere ocağa koymak: "Taş ocağın üstünde, ateşe vurduğu güveçten, kaynayan etin kokusu geliyordu." -N. Cumalı. ateşe vursa duman vermez pek cimri olanlar için söylenen bir söz. ateşi başına vurmak çok öfkelenmek, sinirlenmek, coşmak, ateşi çıkmak (veya yükselmek) hasta vücut ısısı olağandan çok artmak, ateşi düşmek hasta ateşi geçmek veya azalmak, ateşi uyandırmak sönmek üzere olan ateşi canlandırmak, (birinin) ateşine yanmak bir kimse yüzünden zarara uğramak, nârına yanmak: "Bizim çocukluğumuz, söğüt ağacından düdük yontmakla geçerken bir gün ele avuca sığmayan bir arkadaşın nârına yandık." -B. R. Eyuboğlu. ateşini almak 1) yüksek vücut ısısını düşürmek: Alnına sirkeli bez koyun, ateşini alır. 2) derece ile ateşi ölçmek; 3) acıyı, yanmayı azaltmak. ateşle barut bir yerde durmaz biri kız, biri erkek İki gencin bir yerde yalnız başlarına kalmalarının sakıncalı olduğunu anlatmak İçin söylenen bir söz. ateşle oynamak pek tehlikeli bir işle uğraşmak. ateşler içinde hasta çok ateşli bir durumda.

ateş balığı, ateş böceği, ateş çiçeği, ateş gecesi, ateş gemisi, ateş hattı, ateş kayığı, ateşkes, ateş kırmızısı, ateş pahası, ateş parçası, ateş tuğlası, ateşten gömlek, alabanda ateş, çapraz ateş, yaylım ateş, bar ateşi, baraj ateşi, batarya ateşi, fındık ateşi, imha ateşi, Rum ateşi, taciz ateşi, yaylım ateşi

ateş balığı is. zool. Sardalye.

ateşbaz is. (a:teşba:z) Far. âteş-bâz 1. Ateşle hüner gösteren oyuncu. 2. tar. Osmanlılarda şenlikler için donanma fişeklerini hazırlayan kimse.

ateş böceği is. zool. Kın kanatlılardan, karanlıkta ışıldama özelliği olan böcek, yıldırım kurdu, yıldız böceği, yıldız kurdu (Lampyris noctiluca).

ateş böcekleri ç. is. zool. Km kanatlılardan, örneği ateş böceği olan böcekler takımı.

ateşçi is. Fabrika, vapur, lokomotif vb. ateşle işleyen yerlerde ocaklara kömür atıp ateşin sürekli yanmasını sağlayan kimse.

ateş çiçeği is. bot. Ballıbabagillerden, ateş kırmızısı renginde çiçekler açan bir süs bitkisi (Salvia splendens).

ateşçilik, -ği is. Ateşçi olma durumu.

ateşe dayanıklı sf. Aşırı ısıdan zarar görmeyen.

ateşe dayanıklılık, -ğı is. Ateşe dayanıklı olma durumu.

ateş gecesi is. Hristiyanlarda 24 Hazirana rastlayan Yahya yortusunun, meydanlarda ateş yakmak, bu ateşin üstünden atlamak ve çevresinde oynamak yolu ile kutlanan bir önceki gecesi.

ateş gemisi is. tar. Eski çağlarda düşman gemilerini yakmak için özel bir biçimde yapılmış, içi yakıcı maddelerle dolu gemi.

ateş hattı is. ask. Savaşta en ilerideki birliklerin ellerindeki silahlarla ateş açabilecekleri hat: "Bu kayık ateş hatlımızın önüne gelir gelmez bir kumanda ile hep beraber şiddetli bir ateş açtık." -F. R. Atay.

ateşin sf. (a:teşi:n) Far. âteşin esk. 1. Ateşli, coşkun. 2. Ateş renginde.

ateş kayığı is. 1. Ateş balığı avlamak İçin kullanılan ve içinde ateş yakılan kayık. 2. esk. Yangın söndürmede kullanılan tulumbayı taşımak için kullanılan büyük ve geniş kayık.

ateşkes is. ask. Savaşan iki kuvvetin karşılıklı olarak savaşı durdurması, bırakışma, mütareke.

ateş kırmızısı is. 1. Yanan ateşin rengi. 2. sf.Bu renkte olan.

ateşleme is. Ateşlemek işi.

ateşlemek (-i) 1. Tutuşturmak, yakmak: Ocağı ateşlemek. Cephaneliği ateşlemek. 2. Top, tüfek vb. patlayıcı maddeleri patlatmak. 3. mec. Kışkırtmak, kızıştırmak. 4. mec. Coşturmak.

ateşlendirme is. Ateşlendirmek işi.

ateşlendirmek (-i) Coşturmak, kışkırtmak, şiddetlendirmek.

ateşlenme is. Ateşlenmek işi.

ateşlenmek (nsz) 1. Ateşleme işine konu olmak. 2. Vücut ısısı artmak. 3. mec. Coşmak, kızışmak, şiddetlenmek: Giderek tartışma daha da ateşlendi.

ateşletme is. Ateşletmek işi.

ateşletmek (-i, -e) Ateşleme işini yaptırmak: Komutan cephaneliği ateşletti.

ateşleyici is. 1, Patlayıcı maddeleri ateşlemekte kullanılan cihaz. 2. Ateşleme niteliği olan şey.

ateşleyicilik, -ği is. Ateşleyici olma durumu.

ateşli sf. 1. Ateşi olan: Ateşli hasta. 2. mec. Heyecanlı, coşkulu: Ateşli bir tartışma. "Arkadaşım ateşli bir Rumeli delikanlısı idi." -F. R. Atay. 3. mec. Cinsel istekleri güçlü olan.

ateşli ateşli, ateşli silah

ateşli ateşli zf. Yoğun ve heyecanlı bir biçimde, hararetli hararetli: "Uzun ve ateşli ateşli el sıkıştılar." -M. Yesari.

ateşlik, -ği is. Ateş yakılan veya konulan yer.

ateşlilik, -ği is. Ateşli olma durumu.

ateşli silah is. Patlayıcı madde aracı ile mermi atan top, tüfek vb. silah.

ateş pahası sf. Çok pahalı: "Üşüyüp müşüyüp bir de başıma hastalık filan çıkarma, dedi, Nuri, ilaç fiyatları ateş pahası." -H. Taner.

ateş parçası sf. 1. Çok canlı, hareketli, becerikli, çalışkan. 2. Çok yaramaz (çocuk).

ateşperest sf. (a:teşperest) Far. âteş-perest Ateşe tapan.

ateşperesttik, -ği is. Ateşperest olma durumu.

ateşten gömlek, -ği is. Acı, Üzüntü veren, dayanılmaz, sıkıntılı durum: "Biçilmiş kaftan galiba bana ateşten gömlek olacak." -R. N. Güntekin.

ateş tuğlası is. Ocak, soba vb. yerlerde kullanılan, ateşe dayanıklı tuğla.

atfen zf. (a'tjfen) Ar. 'atfen esk. Mal ederek, yükleyerek: Anasını görünce eski bir mezara atfen döktüğü yaşlar, yeni sevdası içindi." -H. R. Gürpınar.

atfetme is. Atfetmek işi, isnat.

atfetmek, -der (-e) Ar. 'atf+ T. etmek 1. Bir işi veya bir sözü bir kimseye mal etmek, yüklemek, İsnat etmek. 2. Yöneltmek, çevirmek: "Hancı yüzüme, bir şey anlamamış gibi, garip bir nazar atfetti." -Ö. Seyfettin.

atgiller ç. is. zool Atları, eşekleri ve zebraları içine alan, tek parmaklı memeliler familyası.

atgözlüğü is. Çevresinde olup bitenleri iyi algılayamama, değerlendirememe, sabit fikirlilik.

at gözlüğü is. Atların koşum takımında, göz hizasında bulunan korumalık.

at hırsızı is. Kılık kıyafeti ve davranışları güven vermeyen kimse.

atıcı is. 1. İyi nişan alan, attığını vuran kimse. 2. mec. Yalancı, asılsız şeyler uydurup söyleyen kimse.

kurusıkı atıcı

atıcılık, -ğı is. 1. Atıcı olma durumu. 2. Bazı ateşli silahlar kullanarak yapılan spor: Atıcılıkta başarılı bir subay. 3. mec. Yalancılık, uydurmacılık.

kurusıkı atıcılık

atıf, -tfı is. Ar. 'atfl. Yöneltme, çevirme. 2. İlişkili bulma.

atfetmek

atıfet is. (a:tıfet) Ar. 'âtifet esk. 1. İyilik, bağış, kayra, lütuf, ihsan, inayet. 2. Karşılık beklemeden gösterilen sevgi.

atık, -ğı (I) sf Atılmış, atılan.

atık kâğıt, atık su, evsel atık

atık, -ğı (II) is. hlk. Süt veya yoğurt çalkamaya yarar küçük yayık.

atık kâğıt, -di is. Kullanımından sonra arta kalan, kâğıt, karton üretimi veya kâğıt hamuru yapımında tekrar kullanılan kâğıt veya karton parçalan.

atık su is. Evlerde, iş yerlerinde kullanımdan dolayı kirlenen ve bina dışına sevk edilen pis su: Fabrikanın atık suları arıtıldıktan sonra denize bırakıldı.

atıl sf. (a:tıl) Ar. 'âtil 1. Tembel. 2. İşsiz, aylak. 3. Etkisiz, işe yaramaz. 4. Süreduran.

atılgan sf 1. Çekinip korkmadan kendini tehlike veya güçlüklere atan, acar. 2. Girişken.

atılganlık, -ğı is. Atılgan olma durumu.

atılı sf. Atılmış, ertelenmiş, tehirli, atılı bulunmak ertelenmiş olmak: ... işbu davanın atılı bulunduğu 18/09/2005 günü saat 9.45'te hazır bulunması veya ...

atılım is. 1. İleri atılma, atılma işi. 2. Hızla ilerleme, hamle, savlet. 3. Sayı kazanmak amacıyla yapılan atılış, hücum. 4. mec. Herhangi bir konuda ilerleme çabası, hamle.

atılımcı sf Durumunu geliştirme gücü gösteren, atılım yapan, hamleci.

atılımcılık, -ğı is. Atılımcı olma durumu.

atılış is. Atılma işi veya biçimi, atılma.

atılma is. Atılmak işi.

atılmak (-e, -den; nsz) 1. Atma işine konu olmak: Tembel olanlar her yerden atılır. 2. (-e) Saldırmak, hücum etmek: Düşmanın üzerine atıldı. 3. Bir şeye doğru birden gitmek, birden bir davranışta bulunmak: "Küçük köpek ince sevinç çığlıkları çıkarıyor, zıplıyor, havlıyor, atılıyordu." -S. F. Abasıyanık. 4. Bir işe girişmek, başlamak: "Bu gençlerden bir kısmı Anadolu içlerinde, hatta Asya'da ne çetin sergüzeştlere atıldılar. " -F. R. Atay. 5. Patlamak: Silah atıldı. Top atıldı. 6. Bir yerden, görevden veya işten uzaklaştırılmak.

atım is. 1. Atma işi: "Kimi yayı öptü, kimi fırlattı / En er kemankeşe yetti üç atım." -Y. K. Beyatlı. 2. Atılan bir şeyin gidebildiği uzaklık: Bir kurşun atımı yer.

top atımı

atımcı is. Pamuğu, yünü yay, tokmak vb. bir araçla kabartma, ditme işini yapan kimse, hallaç.

atımcılık, -ğı is. Atımcının işi, hallaçlık.

atımlık, -ğı is. 1. Silahı doldurmaya yetecek veya en az bir atım yapabilecek barut miktarı; Üç atımlık saçma. 2. mec. Konuşacak, yazacak söz veya bilgi.

atış is. 1. Atma işi veya biçimi. 2. Bir silahın mermisini amaca ulaştırmak için gereken iş ve bilgi: Topçu Atış Okulu. 3. Kalp veya nabzın vuruşu, çarpışı.

atış yeri, çengel atış, çift atış, potalı atış, başlama atışı, ceza atışı, hava atışı, korner atışı, köşe atışı, penaltı atışı, taç atışı, yan atışı

atışma is. 1. Atışmak işi. 2. ed. Saz şairlerinin deyişle tartışmaları.

atışmak (nsz, -le) 1. Ağız kavgası etmek. 2. (nsz, -e) Kendisine dargın olan bir kimseye banşıkmış gibi söz söylemek: Nafile atışma, ben seninle barışmam. 3. ed. Saz şairleri, belli bir ayak üzerine karşılıklı deyiş söylemek.

atıştırma is. Atıştırmak işi.

atıştırma yeri

atıştırmak (-i) 1. Acele olarak yemek veya içmek: "Besim, gidenlere ikram edilen çaydan kalma bisküvileri atıştırmakla meşguldü. " -P. Safa. 2. (nsz) Yağmur veya kar serpiştirmek.

atıştırmalık, -ğı is. 1. Müzik dinlenilen ve yemek yenilen eğlence yeri. 2. sf Atıştırmaya yarayan.

atıştırma yeri is. Ayaküstü yemek yenilen yer.

atış yeri is. Silah atma ahştırmalan yapılan yer, poligon.

ati is. (a:ti:) Ar. âti esk. Gelecek: "Ne harabiyim ne harabatiyim / Kökü mazide olan atiyim." -Y. K. Beyatlı.

atik, -ği (I) sf. Çabuk davranan, çevik.

atik tetik

atik (II) sf. (ati:k) Ar. 'atık esk Eski, eski zamanla ilgili.

Ahd-i Atik

atiklik, -ği is. Çabukluk, çeviklik.

atik tetik, -ği sf. Çabuk hareket edebilen, çevik.

at kestanesi is. bot. 1. At kestanesigillerden, 15-30 m yükseklikte, geniş yapraklı, çiçekleri kokulu bir ağaç, Hint kestanesi (Aesculus hippocastanum). 2. Bu ağacın kestaneye benzeyen yemişi.

at kestanesigiller ç. is. bot. İki çeneklüerden, örneği at kestanesi olan bir bitki familyası.

atkı is. 1. Soğuğa karşı omuzlara, başa, sırta veya boyna alınan örtü: "Omuzlarına attığı kalın yün atkıya rağmen üşümüş gibi titriyordu. " -R. N. Güntekin. 2. Bazı kadın ayakkabılannda ve çocuk patiklerinde ayağın üstünden geçen, yandan iliklenen ince uzun parça. 3. Kapı ve pencerelerin yapımında üst tarafa konan ağaç, taş veya beton destek, üst eşik. 4. Dokuma tezgâhlannda mekikle enine atılan iplik, argaç. 5. hlk. Büyük yaba.

atkı iplik

atkı iplik, -ği is. Dokumacılıkta mekikle enine atılan iplik kumaşın en ipliği.

atkılama is. Atkılamak işi.

atkılamak (nsz) Dokuma tezgâhlannda mekikle atkı atmak, argaçlamak.

atkılı sf. Atkısı olan.

atkuyruğu is. 1. bot. Atkuyruğugillerden, kök sapı ömürlü olan, genellikle nemli yerlerde yetişen ve ilaç olarak kullanılan bir bitki, zemberek otu (Eauisetum arvense). 2. Genç kızların saçlarını başlarının arkasına toplayarak uç bölümünü kaldırıp serbest bıraktıktan saç biçimi.

atkuyruğugiller ç. is. bot. Eğrelti otugillerden, örneği atkuyruğu olan bir bitki familyası.

atlama is. 1. Atlamak işi. 2. Belirli bir yerden gerilip hız alarak yapılan sıçrama İle vücudu yerden kesip daha uzak bir yere kondurma veya belli bir yükseklikten aşırma. 3. sp. Bu biçimde en uzağa atlamak veya en yükseği aşmak amacıyla yansılan atletizm dalı: "Biraz daha geçti, sırıkla yüksek atlama müsabakası ilan olundu." -M. Ş. Esendal.

atlama beygiri, atlama çizgisi, atlama tahtası, atlama taşı, sırıkla atlama, uzun atlama, yüksek atlama, zıpzıp atlama, kaplan atlaması

atlama beygiri is. sp. Yüksekliği değişik ölçülere ayarlanabilen ve atlamalar için kullanılan beden eğitimi aracı, beygir.

atlama çizgisi is. sp. Tek adım veya üç adım atlama yarışmalarında sıçramadan önce ayağın son olarak konulduğu çizgi.

atlamak (-den) 1. Bir engeli sıçrayarak veya fırlayarak aşmak: Duvardan atlamak. Hendekten atlamak. 2. (-den, -e) Yüksek bir yerden alçak bir yere, ayaküstü gelecek biçimde kendini bırakmak: Çukura atlamak. Pencereden atlamak. 3. (-e) Binmek: "Atlasam bir vapura, şehre insem diyorum." -S. F. Abasıyanık. 4. (nsz) Basında haberi zamanında verememek veya diğer gazetelerden öğrenmek. 5. (-i) Okuma, yazı yazma, sayı sayma vb. İşlerde bazı bölümleri üstünkörü geçmek. 6. Sınıfı okumadan geçmek: Birinci sınıfı atladı. 7. (-den) Çıkmak, inmek: "Otomobilden atlayıp vapura doğru seğirten bir adama tutup sual sorulur mu?" -S. F. Abasıyanık. 8. (-de) mec. Yanılmak, aldanmak, atladı geçti Genç Osman! bir İşin bittiğini veya tehlikenin atlatıldığını anlatan bir söz.

atlaya zıplaya

atlama tahtası is. sp. 1. Atletizm yarışmalarında tek adım veya üç adım atlamada kullanılan sıçrama tahtası. 2. mec. Daha iyi bir duruma geçmek için araç olarak kullanılan yer veya kimse.

atlama taşı is. 1. Suyu geçerken üzerine basıp atlamak için konulan büyük taş, atlangıç. 2. mec. Bir güçlüğü, bir engeli aşmak üzere kullanılan kişi veya araç. atlama taşı yapmak daha iyi bir yere geçmek için bir durumu veya bir kimseyi araç olarak kullanmak.

atlambaç, -cı is. Çocukların atlama oyunu.

atlangıç, -cı is. hlk. Atlama taşı.

atlanılma is. Atlanılmak işi.

atlanılmak (-den) Atlanmak: Bu kadar yüksekten atlanılmaz.

atlanma is. Atlanmak işi.

atlanmak (I) (nsz) 1. Ata binmek. 2. At edinmek.

atlanmak (II) (nsz) Atlama İşi yapılmak: Burası atlanacak yer değil! Bu yazıda birkaç satır atlanmış.

atlas (I) is. Ar. atlas Yüzü parlak, sık dokunmuş bir tür ipekli kumaş, saten.

atlas çiçeği, atlas kemiği

atlas (II) is. Yun. 1. coğ. Dünyanın, bir ülkenin, bir bölgenin fiziksel ve siyasal coğrafyası ile ekonomi, tarih vb. konularda toplu bilgi vermek için bir araya getirilmiş coğrafya haritaları derlemesi. 2. Bir konuyu açıklamak için hazırlanmış resim veya levhalardan oluşmuş kitap: Anatomi atlası. Dil atlası.

dil atlası, gök atlası

atlas çiçeği is. bot. Uzun ve sarkık yapraklı, parlak kırmızı çiçekler açan kaktüs.

atlas çiçeğigüler ç. is. bot. Kaktüsgiller.

atlas kemiği is. anat. Boyun omurlarının üstten birincisi.

atlatılma is. Atlatılmak işi.

atlatılmak (nsz, -den) Atlatma işi yapılmak veya bu işe konu olmak: "Bu ilk tatsızlık işte böyle kolayca atlatıldı." -T. Buğra.

atlatma is. Atlatmak işi.

atlatmak (-i, -e; -den) 1. Atlama İşini yaptırmak. 2. Basında başka İlgililerden Önce bir haberin yayımlanmasını sağlamak. 3. (-i) mec. Kötü bir durumu geçiştirmek, savmak: "Bana sorarsanız işin en güç tarafını atlattık. " -T. Buğra. 4. (-i) mec. Başından savmak: "Bu Kurul'u atlatıncaya kadar sesimi çıkarmayacağım." -M. Ş. Esendal. 5. mec. Savsaklamak. 6. mec. Aldatmak: "Onları da ara sıra atlatanlar bulunur." -H. R. Gürpınar.

atlaya zıplaya zf. 1. Atlayarak. 2. mec. İstekle, isteyerek.

atlet is. Fr. athlete 1. Kolsuz, askılı fanila. 2. sp. Atletizmle uğraşan kimse.

atlet fanilası

atlet fanilası is. Kolsuz, askılı fanila: "Sırtına bir atlet fanilası, ayağına kısa bir şort geçirdi. " -H. Taner.

atletik, -ği sf Fr. athletiaue 1. Vücudu gelişmiş, biçimli, atlet gibi. 2. sp. Atletleri ilgilendiren: Atletik oyunlar.

atletizm is. Fr. athletisme sp. Beden gücünü, çevikliği, yetenekleri geliştirmeye yarayan koşu, atlama, ağırlık kaldırma, atma vb. tek başına yapılan bireysel sporların genel adı.

atlı sf. 1. Atı olan: Atlı araba. 2. is. Ata binmiş kimse, süvari: "Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik." -Y. K. Beyatlı. 3. ask. Binek atı kullanan (asker veya asker sınıfı): "Biraz sonra da atlı jandarma yetişti." -M. Ş. Esendal.

atlıkarınca, atlı karınca, atlı spor

atlıkarınca is. Yere dikilmiş bir eksen çevresinde döndürülen askılara takılı oyuncak at, uçak vb.nden oluşan bir eğlence aracı.

atlı karınca is. zool. İri bir karınca türü (Ponera grandis).

atlı spor is. At üzerinde yapılan bütün sporların genel adı.

atma is. Atmak işi.

cirit atma, çekiç atma, disk atma, gülle atma

atmaca is. 1. zool. Kartalgillerden, ava alıştırılabilen küçük bir yırtıcı kuş (Accipiter nisus). 2. Sapan.

atmak, -ar (-i, -e) 1. Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak: Suya taş atmak. 2. Bir şeyi yere doğru bırakmak. 3. Bir kimsenin ilişiğini kesmek: Adamcağızı berbat bir yere attılar. 4. Koymak: "Mutlaka yemeklerimize biber atmayı âdet edinmişiz." -B. Felek. 5. Rastgele bir kenara koymak. 6. Uzatmak: Vapurdan iskele attılar. 7. Bir yerden başka bir yere taşımak: Hazır araba varken eşyayı eve atalım. 8. Sille, tokat vurmak. 9. Top, tüfek vb. silahlan patlatmak. 10. Kurşun, gülle, ok vb. şeyleri hedefe fırlatmak: Ona üç kurşun attı, vuramadı. 11. Geri bırakmak, ertelemek: Bu konunun tartışılmasını gelecek haftaya attılar. 12. Örtmek: Sırtına bir şal attı. 13. Yapılmış kötü bir işi birine yüklemek: Suçu onun üzerine attılar. 14. (-e) Sözle sataşmak: Kadınlara laf attılar. 15. (-i, -den) Kovmak, dışarıya çıkarmak, ilgisini kesip uzaklaştırmak. 16. (-i) İstenilmeyen bir şeyi kendi malı olmaktan çıkarmak: Bu lüzumsuz eşyayı atmalı. Yİ. (-i) Kullanılması gelenek hâline gelmiş bir şeyi kullanmaktan vazgeçmek: Şapka inkılabıyla fesi attık. 18. Çıkarmak, dışarıya vermek: Yabancı cisimleri vücut atar. 19. (-i) Patlayıcı maddelerle havaya uçurup yıkmak: Köprüyü dinamitle attılar. 20. (-i) Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak: Pamuğu atmak. 21. (nsz) Çatlamak. 22. Yırtılmak. 23. Yapışık olduğu yerden ayrılmak. 24. (nsz) Kaîp, nabız vurmak, çarpmak: Kalbi hızlı hızlı atıyor. 25. Sıkıntı dolayısıyla giyilen bir şeyi çıkarmak: Sıcak basınca sırtındaki ceketi attı. 26. Yazılı veya banda alınmış bir metinden bazı bölümleri çıkarmak. 27. Değerini eksiltmek. 28. Bir şeyin rengi solmak: Güneşten perdelerin rengi attı. 29. Göndermek, yollamak: Mektup atmak. 30. Haykırmak, bağırmak: Nara atmak. 31. Etkisi kaybolmak, alışmak, bırakmak: "Hele trenin yorgunluğunu at bir üzerinden." -T. Dursun K. 32. Terk etmek. 33. argo Götürmek, sahiplenmek: "Gözüne kestirdiği erkeği tavlayıp resmen oraya atarmış." -A. İlhan. 34. argo Söylemek: Gazel attı. 35. (nsz) argo Yalan veya abartmalı söz söylemek: Gene atmaya başladı. 36. (nsz) argo Bilmeden, kestirerek söylemek: Bilgi yarışmasında attı, ama tutturamadı. 37. (-i) tkz. İçki içmek: "... bir kadeh attığımı biliyorum. Sonra artık sarhoş olmuşum. " -S. F. Abasıyanık. atıp (veya atmak) tutmak 1) bir kimse veya bir şey için kötü konuşmak: "Hatta aleyhimde atıp tuttuğunu bile duysam kendimi tanıtmamalıydım." -O. V. Kanık. 2) abartmalı konuşmak: "Dünyanın siyasetiyle meşgul oluyorlar, büyük olaylar hakkında atıp tutuyorlar." -H. R. Gürpınar. atıyorum varsayımlı örnek veriyorum, atma Recep, din kardeşiyiz argo söylediklerin hep yalan, abartma, ancak biz bunun farkındayız, atsan atılmaz, satsan satılmaz işe yaramadığı veya sıkıntı verdiği hâlde vazgeçilemeyen şeyler ve kimseler için söylenen bir söz. (bir kimse birinin) attığı tırnak kadar olamamak bir kimsenin sözü edilenden daha değersiz olduğunu anlatmak için kullanılan bir söz.

füzeatar, kazaratar, kükürtatar, roketatar, büyük atardamar

atmasyon sf. tkz. Uydurma, kafadan atma, palavra (söz).

atmasyoncu is. Uydurmacı, palavracı kimse.

atmasyonculuk, -ğu is. Atmasyoncu olma durumu.

at meydanı is. 1. Atların pazarlandığı yer. 2. At veya at arabası koşularının yapıldığı yer.

atmık, -ğı is. hlk. Meni.

atmosfer is. astr. 1. Yeri veya herhangi bir gök cismini saran gaz tabakası, gaz yuvarı. 2. Hava yuvan. 3. mec. İçinde yaşanılan ve etkisinde kalınan ortam, hava: "Ben akşama kadar ruhunu sarmış olan facia atmosferinden kurtulmak isterim." -B. Felek. 4. fiz. Basınç birimi olarak kullanılan, 15 °C'de deniz yüzeyinde, 76 cm uzunluğunda ve tabanı 1 cm2 olan cıva sütununun ağırlığı (1 kg33g).

atmosfer basıncı

atmosfer basıncı is. astr. Atmosferin yeryüzünde bulunan her cisim üzerine yaptığı basınç.

atmosferik, -ği sf. Fr. atmospherigue astr. Atmosferle ilgili, cevvi.

atol, -lü is. (Maldiv adaları yerlilerinin dilinden) den. Mercanların bir araya toplanması ile oluşmuş, halka biçiminde adacık, mercan adası.

atom is. Fr. atome kim. 1. Birkaç türü birleştiğinde çeşitli kimyasal birleşikleri yani molekülleri, bir tek türü ise bir kimyasal öğeyi oluşturan parçacık. 2. fel. Eski Yunan filozoflarına göre gerçeğin son, artık bölünemez, bozulamaz diye tasarlanan temel öğeleri.

atom ağırlığı, atom bombası, atom çağı, atom çekirdeği, atom enerjisi, atom numarası, atom reaktörü, atom santrali, atom sayısı

atom ağırlığı is. kim. Herhangi bir atomun 16 sayısı ile gösterilen oksijen atomuna göre ağırlığı.

atomal, -li sf. fiz. Atomlarla ilgili olan, atomik.

atom bombası is. fiz. Atom çekirdeklerinin parçalanması sonucu enerji oluşması temeline dayanan bomba.

atomcu is. Atomla uğraşan kimse.

atomculuk, -ğu is. fel. Evrenin, bölünmez parçaların kümelenmesinden oluştuğunu ileri süren öğreti.

atom çağı is. Atom enerj isinin insanlığın hizmetine girdiği çağ.

atom çekirdeği is. fiz. Atomun çekim kuvvetinin etkisiyle, çevresinde elektronlar dolaşan, proton ve nötronlardan oluşan pozitif elektron yüklü merkez bölümü.

atom enerjisi is. fiz. Atom çekirdeklerinin parçalanmasından veya hafif atomların kaynaşmasından oluşan büyük enerji.

atomik, -ği sf. Fr. atomiauefiz. Atomal.

atom numarası is. fiz. ve kim. Bir atom çekirdeğinin içinde bulunan protonların sayısı.

atom reaktörü is. fiz. Nükleer parçalanma sonucu oluşan enerj iyi kontrol etmekte kullanılan düzen.

atom santrali is. fiz. Atomdan yararlanarak enerji elde eden fabrika.

atom sayısı is. fiz. ve kim. Bir atom çekirdeğinin içerisinde bulunan protonların sayısı.

atonal, -li sf. Fr. atonal müz. Yeni bir bestecilik çığırına göre, ton ve makam temeline bağlı kalmadan oluşturulan (beste).

atölye is. Fr. atelier Zanaatçıların veya resim, heykel sanatlarıyla uğraşanların çalıştığı yer, İşlik.

atölye resmi

atölye resmi is. Bir işin ayrıntılarını gösteren ve atölyede yapım sırasında kullanılan 1/1 ölçüdeki teknik resim.

atraksiyon is. Fr. atîraction Gazino, bar vb. yerlerde müşterileri oyalamak, eğlendirmek amacıyla yapılan ilgi çekici gösteri: "Sahneye çıkın, sahneye; böyle atraksiyonlara .şiddetle ihtiyacı var." -T. Buğra.

atropin is. Fr. atropine tıp Güzelavrat otundan çıkarılıp hekimlikte kullanılan zehirli bir madde.

at sineği is. zool. Çift kanatlılardan, uzunluğu 8 mm kadar olan, kanatları büyük ve küt, at, sığır ve domuzların bacak ve kuyruk aralarında yaşayan, eklem bacaklı bir sinek türü (Hippobosca eguina).

attar is. esk. bk. aktar.

attırma is. Attırmak işi.

attırmak (-i, -e; -den) Atma işini yaptırmak: "Sizefenalık edebilir, sizi işinizden attırır." -H. Taner.

Au Lat. aurum kim. Altın elementinin simgesi.

aupair is. Fr. aupair bk. bakıcı.

aut is. İng. out sp. Dış: "Aut çizgisinden nefis bir orta..."-H. Taner.