is. Yemek, aş taşınca kepçeye paha olmaz sıkışık zamanlarda önemsiz şeylerin değeri çoktur.

aş damı, aşerme, aşevi, aşhane, aş ocağı, alaca aş, katıklı aş, arabası, Arap aşı

aşağı is. 1. Bir şeyin alt bölümü, zir, yukarı karşıtı. 2. Eğimli bir yerin daha alçak olan yeri. 3. sf. Bir yere göre daha alçak yerde bulunan: "Aşağı katı, sakin ve daha sıcak olduğu için seçtik." -A. Gündüz. 4. sf. Bayağı, adi. 5. sf. mec. Niteliği düşük, kötü: A-şağı mal. 6. sf. mec. Daha küçük, daha az: On sekiz yaşından aşağı olanlar giremez. 7. sf. mec. Değeri daha az. 8. zf Aşağıya, yere doğru: Aşağı inmek, aşağı almak devirmek, yıkmak, aşağı düşmek düzeyi, miktarı, niteliği alçalmak: "... asıl ve yedek üye sayıları toplamının on beşten aşağı düşmesi nedeniyle yapılacak seçimlerde bu Anayasa'nın kabul ettiği esasa ve sıraya uyulur." -Anayasa, aşağı görmek küçük görmek, beğenmemek, hor görmek, (birinden veya bir şeyden) aşağı kalır yeri (veya yanı) yok nitelikleri bakımından başkalarıyla karşılaştırıldığında eksiği olmayan, denk olan. (birinden veya bir şeyden) aşağı kalmamak herhangi bir nitelik bakımından ondan geri olmamak: "Karısı kibarlıktan yana ondan aşağı kalmıyordu." -H. Taner, aşağı kurtarmaz 1) bundan daha ucuza olmaz; 2) alay daha aşağı bir durumu kendine layık görmez, aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık iki karşıt ve aynı derecede sakıncalı durum karşısında karar verme zorluğunu anlatan bir söz. (falan) aşağı (falan) yukarı 1) bir kimsenin adının dilden düşürülmediğini, onun pek gözde olduğunu anlatan bir söz: "Adı erken yaşta şaire çıkmıştı. Şair aşağı, şair yukarı. " -H. Taner. 2) bir hizmette çok kullanılan kişice, yakınma olarak kullanılan bir söz. aşağıdan almak alttan almak.

aşağı bitkiler, aşağı mahalle, aşağı yukarı, baş aşağı, baştan aşağı, bayır aşağı, iniş aşağı, tepe aşağı, yokuş aşağı

aşağı bitkiler ç. is. bot. Su yosunları, mantarlar, kara yosunları vb. su dışında fazla boy atmayan damarsız bitkiler.

aşağılama is. Aşağılamak işi.

aşağılamak (nsz) 1. Değerinden düşük göstermek. 2. Küçültücü davranışlarda bulunmak, hor görmek.

aşağılanma is. Aşağılanmak durumu.

aşağılanmak Aşağılık duruma düşürülmek.

aşağılaşma is. Aşağılık duruma düşme, mezellet.

aşağılaşmak (nsz) Aşağılık duruma düşmek.

aşağılatma is. Aşağılatmak işi.

aşağılatmak (-i) Aşağılama işine uğratmak, tenzil etmek.

aşağılık, -ğı is. 1. Aşağı olma durumu, adilik. 2. sf. Niteliği düşük, adi: "Bazen en aşağılık bir romanı tabii olarak okur." -H. E. Adıvar.

aşağılık duygusu, aşağılık kompleksi

aşağılık duygusu is. psikol. Kişinin gerçeklere uyan veya uymayan sebeplerle, kendini yetersiz yeteneksiz ve güçsüz görme duygusu, aşağılık kompleksi.

aşağılık kompleksi is. psikol. Aşağılık duygusu: "Tüketim toplumunda tüketim yapamamak insana aşağılık kompleksi verebilir. " -H. Taner.

aşağılı yukarılı sf. 1. Aşağısı ve yukarısı olan. 2. zf. Aşağısı yukarısı birlikte: Bu evi aşağılı yukarılı kiraya veriyorlar.

aşağı mahalle is. 1. Yüksek bir yerleşim bölgesine göre alçakta kalan yer, yerleşim bölgesi. 2. argo Genelev.

aşağısama is. Aşağısamak işi. ,

aşağısamak (-i) Bir kimseyi veya bir şeyi aşağılık ve değersiz göstermek, hafife almak, hafifsemek, tezyif etmek.

aşağı yukarı zf. 1. Bir baştan bir başa. 2. Tama yakın, yaklaşık olarak: "Bu heykeli açmak için aşağı yukarı bir seneden beri münasip bir fırsat kollanıyordu." -R. N. Güntekin. aşağı yukarı yürümek bir baştan bir başa yürümek.

aşama is. 1. Önem veya değer bakımından gitgide yükselen bir sıra basamakların her biri, rütbe, mertebe, paye. 2. Varılması istenen bir amaca doğru geçilmesi gerekli dönemlerden her biri, evre, basamak, adım, merhale. 3.fiz. Evre.

aşama sırası

aşamalı sf. Aşaması olan, kademeli.

aşama sırası is. 1. Önem ve değer bakımından gitgide yükselen basamaklar dizisi, hiyerarşi. 2. Otoritenin en geniş ölçüde en üst mertebede olarak değişik önem.sıralan arasında katı ve kesin bir biçimde dağddığı toplumsal teşkilatlanış biçimi, hiyerarşi.

aşar ç. is. (a:şa:r) Ar. a'şâr ekon. 1. Tarım ürünlerinden alınan onda bir oranındaki vergiler. 2. mat. esk. Ondalık. 3. tar. Ondalık.

aşarcı is. tar. Aşar toplayan kişi.

aşarcılık, -ğı is. Aşarcı olma durumu.

aşari is. (a:şa:ri:) Ar. a'sari mat. esk. Ondalık.

aşçı is. 1. Yemek pişirmeyi meslek edinen kimse. 2. Yemek pişirip satan kimse. 3. hîk. Yemek yenilen dükkân, aşevi, lokanta.

aşçı baltası, aşçıbaşı

aşçı baltası is. Kemikli et kesmeye yarar küçük balta.

aşçıbaşı is. 1. Birlikte çalışan birkaç aşçının başı. 2. Bir lokanta veya evde yemek pişirmekle görevli kimse.

aşçıbaşılık, -ğı is. Aşçıbaşı olma durumu, aşçıbaşının görevi.

aşçılık, -ğı is. 1. Aşçı olma durumu. 2. Aşçının görevi. 3. Yemek pişirme, zanaatı veya bilgisi.

aş damı is. hik. Bazı bölgelerde yemek pişirilen yer, mutfak.

aşerat ç. is. (aşera:t) Ar. 'aşerat mat. esk. Onluklar.

aşerme is. Aşermek durumu.

aşermek (nsz) Hamilelikte bazı yiyeceklere karşı aşırı düşkünlük göstermek, çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek.

aşevi is. 1. Lokanta. 2. Yoksullara parasız yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane. 3. Düğün, nişan vb. toplantılarda, verilecek yemekleri hazırlamak için geçici olarak mutfak gibi kullanılan yer. 4. esk. Tekkelerde yemek pişirilen yer.

aşhane is. (aşha:ne) T. aş + Far. hâne 1. Aşevi. 2. hlk. Mutfak.

aşı is. 1. kim. Birtakım hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak için vücuda verilen, o hastalığın mikrobuyla hazırlanmış eriyik. 2. Bu eriyiğin uygulanması: Çiçek aşısı. Kolera aşısı. Tifo aşısı. 3. Bir ağacın dalı veya gövdesi üzerine, aynı familyanın daha iyi bir türünden alınan dal, göz, tomurcuk vb. parçaları kaynaştırma işi. 4. Bu yolla eklenen parça. 5. sf. Aşılı (kimse veya bitki): "Sana yeni aşı güllerimi göstereceğim." -A. Gündüz, aşı olmak aşı yapılmak, aşı vurmak bağışıklık veya tedavi amacıyla vücuda aşı vermek, aşı yapmak, aşı yapmak aşılamak.

aşı boyalı, aşı boyası, aşı kâğıdı, aşı taşı, çatal aşı, kakma aşı, yarma aşı, çiçek aşısı, göz aşısı, kalem aşısı, yaprak aşısı

aşı boyalı sf. Aşı boyası renginde boyanmış: "Cephesi kireçle badanalanmış kapı pencere çerçeveleri koyu mavi aşı boyalı küçük bir köfteci dükkânına girdiler." -N. Cumalı.

aşı boyası is. İçine karışan demir hidroksit miktarına göre pas sarısı, kızıl veya koyu esmer renk almış gevrek kil.

aşıcı is. Aşı yapan kimse.

aşıcılık, -ğı is. Aşıcının yaptığı iş.

aşık, -ğı is. anat. 1. Aşık kemiği. 2. mim. Yapı çatılarında uzun mertek, aşırma, aşık atmak (veya aşık oynamak) aşık kemiğiyle oyun oynamak, (biriyle) aşık atmak 1) yarış etmek, yarışmak: Yonca, bu iki erkek çocuktan ayrı bir yaratık olduğunu, onlarla aşık atamayacağını bilir ..." -O. Rifat. 2) boy Ölçüşmek, aşığı cuk oturmak işi çok olumlu bir biçim almak.

aşık kemiği

âşık, -ki, -ğı sf. (a:şık) Ar. 'âşik 1. Bir kimseye veya bir şeye karşı aşın sevgi ve bağlılık duyan, vurgun, tutkun (kimse): "Âşık, âlemi kör, dört yanını duvar sanır." -Atasözü. 2. is. Sevişen bir çiftten kadına oranla genellikle erkeğe verilen ad. 3. is. Halk ozanı: "Dinleyin âşıklar benim sözümü / Felek yaktı kül eyledi özümü." -Halk türküsü. 4. ünl. tkz. "Ahbapj arkadaş" anlamında bir seslenme sözü: Aşık! Anlat bakalım, neler yaptın? 5. tkz. Dalgın, kalender (kimse): Â-şıkyine geç kaldın, âşık etmek birinin kendisine bağlanmasını, kendisini sevmesini sağlamak: "Tek erkek sevmeye ve bu erkeği kendime âşık etmeye ahdetmiştim." -R. H. Karay, âşık olmak sevmek, tutulmak: "Bir iki kez karşıdan görmekle nasıl âşık olduğunu, nasıl evlendiğini yüreği burkularak izledi." -N. Cumalı. âşığa Bağdat sorulmaz bir şeye' çok istekli olan kimsenin, o şeyi elde etmedeki zorluklan hiçe saydığını anlatan bir söz. (bir şeyin) âşığı kesilmek tutku durumuna getirmek: "Boks merakından çok sonra güreşe merak sardı, güreş âşığı kesildi." -H. Taner, âşığın gözü kördür kendisini aşka kaptıran kimse, sevgilisinin kusurlarını görmediği gibi, çevresinde olup bitenlerle de ilgilenmez.

badeli âşık, sırsıklam âşık

aşı kâğıdı is. Aşı olanlara verilen resmî belge.

âşıkane sf. (a:şıka:ne) Ar. 'âşik + Far. –âne 1. Aşığa yaraşır biçimde olan: "Sende başka âşıkane müsvedde varsa bana ver." -H. R. Gürpınar. 2. zf. Âşığa yaraşır biçimde.

aşık kemiği is. anat. 1. Çift tırnaklı hayvanların ön dizlerinde bulunan bir eklem kemiği. 2. însanın ayak bileğindeki çıkıntılı kemik.

âşıklı sf. 1. Aşığı olan. 2. Çok seven, düşkün, tutkun. ...

âşıklısı hlk. çok seveni, düşkünü: "Biz para âşıklısı değiliz, var başka yerde yaptır, dedi."-M. Ş. Esendal.

âşıklık, -ğı is. Âşık olanın durumu.

âşıktaş is. tkz. Birbirleriyle sevişen erkek ve kadından her biri.

âşıktaşlık, -ğı is. Karşılıklı sevişme, muaşaka. âşıktaşlık etmek karşılıklı sevişmek.

aşılama is. 1. Aşılamak işi. 2. Yeni aşılanmış ağaç: Aşılamaları sık sık sulamak. 3. Soğuğa sıcak, sıcağa soğuk su katma. 4. Bitkilerin aşı yoluyla üretilmesi, ilkah. 5. sf. Bu yolla elde edilmiş: Aşılama su. 6. sf. Aşılanmış (ağaç).

aşılamak (-i, -e) 1. tıp Vücutta bağışıklık yaratmak veya yerleşmiş bir hastalığa karşı koyabilmek için hazırlanmış bir aşıyı vücuda vermek, aşı yapmak. 2. tıp Başkasına hastalık geçirmek. 3. Elde edilmesi istenilen herhangi bir ağacın bir parçasını anaç üzerine kaynaştırarak üretmek. 4. (-i) Soğuğa sıcak, sıcağa soğuk su katmak. 5. mec. Birtakım düşünce veya duyguları başkasına benimsetmek, telkin etmek, etkilemek.

aşılanma is. 1. Aşılanmak işi. 2. biy. Döllenme.

aşılanmak (nsz) Aşılama işine konu olmak.

aşılatma is. Aşılatmak işi.

aşılatmak (-i, -e) Aşılama işini yaptırmak.

aşılı sf. 1. Herhangi bir hastalığa karşı aşılanmış olan (kimse): Tifoya karşı aşılı kimse. 2. Kendisine aşı yapılmış (bitki).

aşılma is. Aşılmak durumu.

aşılmak (nsz) Aşma işine konu olmak: "Harcanabilecek miktar sınırının Bakanlar Kurulu kararıyla aşılabileceğine dair bütçelere hüküm konulamaz." -Anayasa.

aşım is. 1. Aşma işi. 2. Erkek hayvanın dişisiyle çiftleşmesi: Hayvan aşım istasyonu.

süre aşımı, zaman aştım

aşındırma is. Aşındırmak işi.

aşındırmak (-i) 1. Aşınma işine uğratmak. 2. mec. Bir yere çok gidip gelmek: Mahkeme kapılarım aşındırdı. 3. kim. Cisimleri aşınmasına yol açmak.

aşınım is. 1. Aşınma işi. 2. jeol. Erozyon.

aşınma is. 1. Aşınmak işi. 2. jeol. Erozyon.

aşınma payı

aşınmak (nsz) 1. Birbirine sürtünerek incelmek. 2. Eskimek, yıpranmak. 3. Çıkıntıları silinmek, düzleşmek.

aşınma payı is. Yıpranma payı.

aşıntı is. Aşınmış yer.

aşıramento is. (aşırame'nto) argo Çalma, aşırma.

aşırı sf 1. Alışılan veya dayanılabilen dereceden çok daha fazla, taşkm: "Ticaret az gelişmiş toplumlarda aşırı bir gelişme gösterir. " -O. Rifat. 2. Bir şeye gereğinden çok fazla bağlanan, önem veren, müfrit. 3. Gereğinden fazla, çok. 4. zf. Ötede, ötesinde: İki ev aşırı. 5. zf. Gereğinden fazla olarak, çokça: Çocuk aşırı üzülüyor, aşırı gitmek ölçüyü kaçırmak, usandırmak.

aşırı bettem, aşırı besi, aşırı doyma, aşırı duyarlık, aşırı duyu, aşırı erime, aşırı taşırı, aşırı uç, denizaşırı, günaşırı, yılaşırı

aşırı bellem is. psikol. Belleme yetisinin olağanüstü bir durumda gelişmiş olması.

aşırı besi is. Olağanüstü nicelikte yemek yeme veya yedirme.

aşırıcılık, -ğı is. Beklenenin üstünde aşırı davranma eğilimi.

aşırı doyma is. fiz. Belli sıcaklıktaki bir sıvı içinde, eriyebildiği kadar eriyen bir maddenin, sıcaklığın düşmesine karşın bir sınıra kadar erimiş olarak kalması durumu.

aşırı duyarlık, -ğı is. fiz. Organizmaya giren yabancı bir madde yüzünden canlı varlıklarda oluşan aşırı tepki, anafılaksi.

aşırı duyu is. psikol. Herhangi bir duyu organıyla ve özellikle dokunma duyusuyla sağlanan her tür uyarana karşı olağan dışı bir duyarlık gösterme durumu.

aşın erime is. fiz. Erime noktasmdan daha aşağı bir ısı derecesine düşmesine rağmen birtakım şartlar altında bir sıvının katılaşmaması durumu.

aşırılık, -ğı is. Aşırı olma durumu.

aşırılma is. Aşırılmak işi.

aşırılmak (nsz) Aşırma işine konu olmak: "Bir şiirin aşırılmış olmasının güzelliğiyle ilgili olmadığını bilecek kaç yazar var? " -O. V. Kanık.

aşırmtı is. Aşırılmış olan şey: "Cemiyetin çaldıklarına nazaran adi sokak hırsızlarının aşırıntıları adam sen de denecek bir hafiflikte kalırdı." -H. R. Gürpınar.

aşırı taşırı zf. Çok aşırı, fazla miktarda.

aşırı uç, -cu is. Politika alanında sağ veya sol görüşlerin en ateşli ve yıkıcı kanadı.

aşırma is. 1. Aşırmak işi. 2. Yapı çatılarında uzun mertek, aşık. 3. sf. Aşırılmış: Aşırma bir eser. 4, hlk. Küçük kazan, kova, bakraç. 5. ed. Başkalarının yazılarından bölümler, dizeler alıp kendisininmiş gibi gösterme veya başkalarının konularını benimseyip değişik biçimde anlatma, intihal. 6. huk. Özel-. likle para aşırma, aşırtı, ihtilas.

aşırma kayış

aşırmacı is. 1. Başkasına ait olan bir şeyi izinsiz alan kimse. 2. ed. Başka bir yazarın eserinden konu veya biçim alan kimse.

aşırmacılık, -ğı is. 1. Başkasına ait olan bir şeyi izinsiz alma. 2. ed. Bir yazarın başka bir yazarın eserinden konu veya biçim alması.

aşırmak (-i, -den) 1. Yüksek veya geçilmesi güç bir yerin üstünden diğer yanına geçirmek: "Zengin arabasını dağdan aşırır, züğürt düz ovada yolunu şaşırır." -Atasözü. 2. (-i) argo Çalmak, çalıp götürmek, araklamak: "Borcunu ödeyemeyecek fakat bavulunu oradan nasıl aşırabilecekti?" -H. R. Gürpınar. 3. (-i, -e) Tehlike içinde bulunan bir şeyi acele kaçırmak: Yangın büyüyünce eşyayı bostana aşırdılar. 4. ed. Başkasının eserinden parçalar alıp kendisininmiş gibi göstermek.

aşırma kayış is. Bir çarkı döndürmek için kasnaktan kasnağa geçirilen kuşak biçimindeki kayış çember.

aşırmasyon is. argo Çalma, aşırma.

aşırtı is. huk. Aşırma.

aşırtma is. Aşırtmak işi.

aşırtmak (-i, -e) 1. Aşırma işini yaptırmak. 2. Aşırmak.

aşısız sf 1. Herhangi bir hastalığa karşı aşılanmamış olan (kimse). 2. Kendisine aşı yapılmamış (bitki).

aşısızlık, -ğı is. Aşısız olma durumu.

aşıt, -di is. hlk. 1. Siper, kuytu yer. 2. Aşılacak yer. 3. Dağ geçidi.

aşı taşı is. Taş durumundaki aşı boyası.

aşikâr sf. (a:şikâ:r) Far. aşikâr Açık, apaçık, belli, meydanda olan. aşikâr etmek açıklamak, belli etmek: "Gizlesem de aşikâr etsem de canımsın benim." -Şeyh Galip, aşikâr olmak belli olmak, ortaya çıkmak, belirginleşmek.

aşikâre zf. (a:şikâ:re) Far. aşikâre Açıkça, belli ederek, saklamadan: Kötülüğün aşikâre yapıldığını hiç gördün mü Ali ağa?" -S. F. Abasıyanık.

aşina sf. (a:şina:) Far. âşinâ 1. Bildik, tanıdık: "Sanki herkes uzun yolculuktan yeni dönmüş ve aşinalara kavuşmuştu." -T. Buğra. 2. Bilinen.

aşinalık, -ğı is. 1. Birbirini bilme, tanıma, tanışıklık: "Nasıl aşinalığa başlamak lazım geldiğini bir türlü kestiremiyordu." -R. N. Güntekin. 2. Tanışıklığı gösterir davranış: "İstanbul'un öyledir baharı / Bir aşk oluverdi aşinalık." -Y. K. Beyatlı. aşinalık göstermek ilgilenmek, tanıdığını belli etmek.

göz aşinalığı

aşir, -şri is. Ar. 'aşr din b. esk. Bir dinî tören sırasında veya cemaatle namaz kılınıp dua edildikten sonra okunan Kur'an ayetleri.

aşiret is. (aşi.ret) Ar. 'aşiret Dil ve kültür yönünden büyük bir türdeşlik gösteren, birçok boydan oluşan, yapısındaki aileler arasında toplum, ekonomi, din, kan veya evlilik bağlan bulunan göçebe veya yerleşik nitelikteki topluluk, oymak: "Anası Türkmen soyundan bir dağ aşiretinden gelirdi." -H. Taner.

aşiyan is. (a:şiyan) Far. üşiyân esk. 1. Kuş yuvası. 2. mec. Ev, oturulan yer, mesken.

aşk is. Ar. 'aşk Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi: "Gönlüm düştü bu sevdaya / Gel gör beni aşk neyledi." -Yunus Emre. aşk olmayınca meşk olmaz güçlü bir istek olmayınca "hiçbir şey elde edilemez, aşk yapmak sevişmek, aşka düşmek âşık olmak, aşka gelmek tkz. bir şeyi yapmak İçin büyük bir istek duymak, coşmak, coşkunluk göstermek: "Meltemler tanrısı aşka gelip bu yeni varlığı yelpazelemeye koyuldu." -Halikaraas Balıkçısı.

aşkmerdiveni, aşk olsun, ilamaşk, karşılıksız aşk, yasak aşk, vazife aşkı, yıldırım aşkı

aşk etme is. Aşk etmek işi.

aşk etmek, -der (nsz) Tokat atmak: "... bir kenara çekmek ve meymenetsiz sarhoş suratına iki tokat aşk etmek istedi." -R. H. Karay.

aşkın sf. 1. Belli bir süreyi aşmış-, Ötesine geçmiş: "Sakalı kır, yaşı elliyi aşkın fakat dinçti." -F. R. Atay. 2. Benzerlerinden üstün. 3. Çok, fazla.

aşkıncılık, -ğı is. fel. Birey ve evrenseli birleştirmeye çalışan ahlaki nitelikli Amerikan felsefesi.

aşkmerdiveni is. bot. Eğrelti otu.

aşk olsun ünl. 1. Beğenilmeyecek bir davranış, bir tutum karşısında kınama, sitem bildiren söz. 2. "Aferin" sözünden daha güçlü olarak bir davranışın, bir tutumun çok beğenildiğini bildiren söz. 3. esk. Dervişler arasmda kullanılan selam sözü.

aşlık, -ğı is. 1. Aş yapmak için hazırlanan ve saklanan şeyler. 2. Dövüldükten sonra savrularak temizlenen ve kurutulan buğday. 3. Zahire.

aşma is. Aşmak işi.

aşmak, -ar (-i) 1. Yüksek, uzak veya geçilmesi güç bir yerin öte yanma geçmek: "İki gündür sarp dağ yollarından aşıyoruz." -F. R. Atay. 2. Süre geçmek, bitmek, sona ermek: "Üstelik çekingenliğin de kaybolmuş, hatta sokulganlığı aşarak girişkenlik derecesini bulmuştu." -T. Buğra. 3. (-e) Erkek hayvan dişisiyle çiftleşmek. 4. (nsz) argo Görünmeden kaçmak: Herif çoktan aşmış.

aşna fişne is. argo 1. Gizli dost. 2. Gizli dostluk.

aş ocağı is. Yemeğin pişirilip yoksullara dağıtıldığı yer: Kızılay'ın aş ocakları.

aşoz is. Yun. den. Ahşap gemilerin omurgalarının uzunluğunca ve iki yanında borda kaplamalarının en dar yüzünü yerleştirmek için açılan keskin, sivri köşeli yuva.

aştırma is. Aştırmak işi.

aştırmak (-i, -e) Aşma işini yaptırmak.

aşure is. (aşu:re) Ar. 'âşürâ Buğday, nohut vb. tanelerle kuru yemişlerin bir arada şekerle kaynatılmasıyla yapılan bir tür tatlı.

aşure ayı, aşure günü

aşure ayı is. Muharrem ayı.

aşure günü is. din b. Aşurenin pişirildiği muharrem ayının onuncu günü.

aşurelik, -ği is. 1. Aşure dağıtmaya yarayan süslü kap. 2. sf. Aşure yapmada kullanılan: Aşurelik buğday.

aşüfte is. (a:şüfte) Far. aşüfte Oynak, açık saçık kadın, kokot: "Fingir fingir aşüftelerin canı koca istiyor." -H. R. Gürpınar.

aşüftelik, -ği is. Aşüfte olma durumu.

aş yermek (nsz) bk. aşermek.