as

as (I) is. zool. Kakım.

as (II) is. Fr. as 1. İskambil kâğıtlarında birli. 2. sf. Bir işte başta gelen (kimse veya şey): As oyuncu.

asbaşkan, assolist, astasım

As kim. Arsenik elementinin simgesi.

asa is. (asa:) Ar. 'aşa X. Bazı ülkelerde, hükümdarların, mareşallerin, din adamlarının güç sembolü olarak törenlerde taşıdıkları bir tür ağaç veya metalden değnek. 2. esk. İhtiyarların baston yerine kullandıkları uzun sopa.

mareşallik asası

asabi sf. (asabi:) Ar. 'asabi 1. Sinirli: "Bu sebepsiz ağrılar gibi onun her şeyi asabi mizacının belirtisi idi." -T. Buğra. 2. Sinirle İlgili, sinirsel.

asabileşme is. Asabileşmek işi.

asabileşmek (nsz) Kızmak, öfkelenmek, sinirlilik belirtileri göstermek, sinirlenmek.

asabilik, -ği is. Sinirlilik.

asabiye is. Ar. 'aşabiyye tıp 1. Sinir hastalıkları ile ilgili hekimlik kolu. 2. Sinir hastalıkları ile İlgili hastane bölümü.

asabiyeci is. Sinir hastalıkları uzmanı.

asabiyecilik, -ği is. Asabiyeci olma durumu.

asabiyet is. Ar. 'aşabiyyet esk. Sinirlilik.

asal sf. Esasla İlgili, asıl ve temel olanla ilgili, esasi.

asal gazlar, asal sayı

asalak, -ğı is. 1. biy. Bir canlıda sürekli veya geçici yaşayarak ona zarar veren başka canlı, parazit. 2. sf. mec. Başkalarının sırtından geçinen (kimse), abacı, ekti, tufeyli.

asalak bilimi, dış asalak, iç asalak, tam asalak, yarı asalak, yarım asalak, ağrıma asalakları

asalak bilimi is. biy. Asalakların yapısını, yaşayışını, konakçıyla ilişkisini ve yaptığı hastalıklarla bu hastalıklara karşı girişilecek savaşı konu alan bilim dalı, parazitoloji.

asalaklaşma is. Asalaklaşmak durumu.

asalaklaşmak (nsz) Asalak duruma gelmek.

asalaklık, -ğı is. Asalak olma durumu.

asalet is. (asa.iet) Ar. asalet-1. Soyluluk. 2. Bir görevi yüklenmiş olma, o görevin sahibi olma, vekillik karşıtı. 3. ed. Yazıda veya sözde bayağı söz ve deyim bulunmaması durumu.

asaleten zf. (asa:'leten) Ar. asaleten 1. Bir görevde temelli olarak, asıl olarak, vekâleten karşıtı: Asaleten atamak. 2. Kendi adına hareket ederek.

asaleten atama, asaleten atanma

asaleten atama is. huk. Bir göreve sürekli olarak atama: Asaleten ataması yapıldı.

asaleten atanma is. huk. Sürekli görev yapmak üzere bir göreve atanma.

asal gazlar ç. is. kim. Atomlarının dış elektron halkaları tamamıyla veya geçici olarak elektrona doymuş olan helyum, neon, argon, kripton, ksenon gazları, soy gazlar.

asal sayı is. mat. Kendisinden ve 1'den başka böleni olmayan, 1'den büyük sayı: 2, 3, 5 vb.

asamble is. Fr. assemblee Kurul.

asansör is. Fr. ascenseur İnsanları, yükleri bir yapının bir katından ötekine veya yüksek yerlere çıkarıp indiren, elektrikle işleyen araç.

asansör boşluğu, servis asansörü, yük asansörü

asansör boşluğu is. Binalarda asansörün işlemesi İçin bırakılan boşluk.

asansörcü is. 1. Asansörün bakım ve onarımını yapan kimse. 2. Otel, hastane vb. büyük kuruluşlarda asansörün düzenli çalışmasını sağlayan kimse.

asansörcülük, -ğü is. 1. Asansörcü olma durumu. 2. Asansörcünün işi.

asap, -bı is. (a:sa:b) Ar. a'şâb Sinir: "Bu büyük ıstırap asabına uyuşukluk getirdi." -H. R. Gürpınar.

asar ç. is. (a:sa:r) Ar. âşâr esk. Eserler.

asarıatika

asarıatika is. (a:sa:'rıaîi:ka) Ar. âşâr+ 'atika esk. Eski yapılar, eski eserler.

asayiş is. (a:sa:yiş) Far. asayiş Bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, düzenlilik, güvenlik: "Temel hak ve hürriyetler kamu düzeninin, genel asayişin korunması amacı ile kanunla sınırlanabilir." -Anayasa, asayiş berkemal güvenliğin yerinde olduğunu anlatan bir söz.

asbaşkan is. (a'sbaşkan) İkinci başkan.

asbest is. Fr. asbeste min. Tremolitin bozulmasından oluşan, liflî, kırılmadan bükülebilen ve ateşte niteliği değişmeyen bir mineral, taş pamuğu, kaya lifi.

asbest yünü

asbest yünü is. Asbestin işlenerek yün biçimine sokulmuşu.

aselbent, -di is. Ar. 'asel + Far. bend Hekimlikte ve koku yapımında kullanılan aselbent ağacının gövdesi çizilerek elde edilen bir tür reçine.

aselbent ağacı

aselbent ağacı is. bot. Tropikal bölgelerde yetişen ve gövdesinden reçine elde edilen ağaç.

asenkron sf. Fr. asynchrone fiz. Eş zamanlı olmayan, başlama ve bitme anları başka olan (olaylar), senkron, eş zaman karşıtı, yadın kurun.

asepsi is. Fr. asepsie tıp Özellikle tıpta kullanılan araç gereçleri ilaç kullanmadan yalnız ısı yardımı ile mikropta arındırma işi.

aseptik, -ği sf. Fr. aseptique tıp Her türlü mikroptan arınmış.

ases is. Ar. 'ases tor. 1. Osmanlı İmparatorluğunda Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından Önceki güvenlik görevlisi. 2. esk. Gece bekçisi.

asesbaşı

asesbaşı is. (ase'sbaşı) tar. Yeniçeri Ocağındaki askerî görevinin yanı sıra, başkentin düzenini korumakla da yükümlü olan yirmi sekizinci ortanın çorbacıbaşısı.

asetat is. Fr. acetate kim. Asetik asidin tuzu veya esteri, saydam: Demir asetat. Etil asetat.

asetatlı sf. Birleşimine asetat karıştırılmış: Asetatlı kâğıt.

asetik, -ği sf Fr. acetique kim. Sirkeyle ilgili, sirkeyle aynı Özellikleri taşıyan.

asetik asit

asetik asit, -di is. kim. Sirkeye tadını ve Özelliklerinden birçoğunu veren asit, sirke ruhu.

asetilen is. Fr. acetylene kim. Renksiz, sarımsak kokulu, güçlü ve beyaz bir ışık vererek yanan hidrokarbonlu bir gaz.

aseton is. Fr. acetone kim. Birçok organik maddeyi eritmekte kullanılan uçucu, kolayca alev alır, eter kokusunda bir sıvı.

asfalt is. Fr. asphalte 1. Siyah renkte şekilsiz bir cins bitüm. 2. Ana maddesi katran olan ve yolların kaplanmasında kullanılan karışım: "Yazın tozdan, kışın çamurdan geçilmeyen yollar asfalt oluverdi." -H. Taner. 3. sf. Bu karışımla kaplanmış: "Otomobile bindik ve uzun bir asfalt yol üzerinde koşmaya koyulduk." -A. Haşim.

asfaltit is. Fr. asphaltite Petrolün ayrışması ile oluşan ve çoklukta tortul kayaçların gözeneklerinde bulunan doğal bitüm.

asfaltlama is. Asfaltlamak işi.

asfaltlamak (-i) Asfaltla kaplamak.

asfaltlanma is. Asfaltlanmak işi.

asfaltlanmak (nsz) Asfalt dökülmek, asfaltla kaplanmak.

asgari sf. (asgari:) Ar. asgari 1. En az, en aşağı, en düşük. 2. mat. Minimum.

asgari müşterek, asgari tutar, asgari ücret

asgari müşterek, -ği is. Ar. aşğar+ müşterek Herkes tarafından kabul edilen nokta, üzerinde anlaşmaya varılan husus, uyuşulan konu, ortak payda: "Tartışmaların verimli olabilmesi, yararlı bir yere varılabilmesi ancak uyuşma ile, eski deyimiyle asgari müştereklerde birleşme ile kabildir." -H. Taner.

asgari tutar is. ekon. Kredi kartıyla yapılan toplam harcamanın bir ay içinde en az ödenmesi gereken bölümü.

asgari ücret is. ekon. İşçilere bir çalışma günü karşılığı olarak ödenen ve işçinin gıda, konut giyim, sağlık, ulaşım, kültür vb. gereksinimlerini günün fiyatları üzerinden en az düzeyde karşılamaya yetecek ücret: "Asgari ücretin tespitinde ülkenin ekonomik ve sosyal durumu göz önünde bulundurulur." -Anayasa.

ashap, -bı ç. is. Ar. aşhâb esk. 1. Sahipler. 2. din b. Sahabe.

-ası / -esi Fiilden sıfat yapan ek: {eli) kırıl-ası, (kör) ol-ası, (teneşire) gel-esi vb.

ası is. Asma işi. asıda olmak (veya asıda kalmak) bir işe son verilmeyip öylece bırakılmış olmak veya kalmak: Bu iş bundan fazla asıda kalamaz.

asık, -ğı sf. 1. Somurtkan. 2. Asılı.

asık surat, yüzü asık

asık surat is. Hoşnutsuzluğunu, kızgınlığını yüzüne sert bir anlam vererek belirten, öfkeli görünüşlü yüz.

asık suratlı sf. Hoşnutsuzluğunu, kızgınlığını yüzüne sert bir anlam vererek belirten, öfkeli görünüşlü yüzü olan: "Bacı da ağzından dirhemle lakırtı çıkan asık suratlı bir kadındı." -R. N. Güntekin.

asık surarlılık, -ğı is. Asık suratlı olma durumu.

asıl, -slı is. Ar. asi 1. Bir şeyin kendisi, örnek, kopya karşıtı: Bir belgenin aslı. 2. Kök, köken, kaynak: Yazının aslı resimdir. 3. Gerçeklik, esas, hakikat: Bu haberin aslı yok. 4. Soy, nesep; "insan dedi, aslını unutmamalıdır." -S. F. Abasıyanık. 5. sf. Gerçek: "Genç kızın bıraktığı mektup asıl sebebi meydana çıkarmıştı." -R. N. Güntekin. 6. sf. Bir şeyin temelini oluşturan, ana. 7. sf. Aranılan nitelikleri en çok kendinde toplamış olan: Asıl sanat budur. 8. sf. Bir görevde sürekli bulunan, yedek karşıtı: Asıljün üyesi toplantıya gelmediğinden yedek üye çağrıldı. 9. zf (a'sıl) Gerçekten, gerçek olarak: İşin asıl tuhaf tarafı. Kabahat asıl bundadır, aslı çıkmak gerçek olduğu anlaşılmak, gerçek olduğu ortaya çıkmak: Söylenenlerin aslı çıkarsa güç duruma düşecek, aslı faslı yok yalan, uydurma.

asıl nüsha, asıl sayılar

asılanma is. Asılanmak işi, intifa.

asılanmak (-den) Bir şeyden yarar sağlamak, intifa etmek.

asılı sf Asılmış olan.

asılış is. Asılma işi veya biçimi.

asıllı sf. Bir kökene dayanan, kökenli: İngiliz asıllı.

asılma is. Asılmak işi.

asılmak (-e, nsz) 1. Asma işi yapılmak veya asma işine konu olmak: "Yan yana asılmış aynı boyda tablolar gördük." -B. R. Eyuboğlu. 2. Bir yere tutunup sarkmak. 3. Tutup çekmek: Çocuk annesinin eteğine asıldı. 4. Hızla eline almak: Hemen küreklere asıldı. 5. Boynuna ip geçirip sallandırılarak öldürülmek, idam edilmek. 6. mec. Bir şey isterken karşısındakini tedirgin edecek derecede üstelemek, ısrar etmek, ileri gitmek. 7. mec. Sonuna kadar mücadele etmek: Bir işe asılmak. 8. argo Karşı cinsin İlgisini çekmek için rahatsız edici davranışlarda bulunmak: Bir kıza asılmak.

asılmışadam is. bot. Salepgillerden, çiçekleri asılmış bir insana benzeyen ve köklerinden salep çıkarılan bir bitki.

asıl nüsha is. Bir yazma eserin veya belgenin özgün biçimi, asli nüsha.

asıl sayılar ç. is. mat. Sıra veya üleştirme eki almamış yalın sayılar.

asılsız sf. Doğru olmayan, temelsiz, köksüz, dayanaksız, yalan (haber).

asılsızlık, -ğı is. Asılsız olma durumu.

asıltı is. fiz. 1. Çözünemeyen madde parçacıklarının dibe çökmeden bir sıvı ortamda kalmış durumu, süspansiyon. 2. Böyle bir sıvı karışımı, süspansiyon.

asım is. Asma işi.

asım takım

asım takım is. hlk. Kadınların takındıkları süs eşyası.

asıntı is. 1. Bir işi hemen yapmayıp bekleterek geri bırakma, tehir, tavik: İşi asıntıya bıraktı. İş asıntıda kaldı. 2. Birini tedirgin edecek kadar üzerine düşme. 3. argo Sırnaşan, tebelleş olan kimse, asıntı olmak argo sırnaşmak, tebelleş olmak.

asır, -sn is. Ar. 'aşr 1. Yüzyıl. 2. Çağ.

asrısaadet, saadet asrı

asırlarca zf (asırla'rca) Yüzyıllarca: "Her şey asırlarca ötede kaybolup gitmişti." -T. Buğra.

asırlık, -ğı sf. Yüzyıllık.

asi sf (a:si:) Ar. 'aşı 1. Başkaldıran, isyan eden. 2. Hayırsız, dikbaşlı: Asi evlat.

aside is. (asude) Ar. 'aside esk. Un, et ve bamya ile yapılan bir Arap yemeği.

asidimetre is. (asıdime'tre) Fr. acidimetre kim. Asitölçer.

asil sf. Ar. asil 1. Soylu: "Hepsi de iyi yüzlü asil tavırlı aile çocuklarıydı." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Yüksek duygu ile yapılan: Asil bir davranış. 3. is. Bir görevin asıl sahibi.

asilzade

asileşme is. Asileşmek işi.

asileşmek (nsz) Karşı gelmek, başkaldırmak, isyan etmek.

asilik, -ği is. Asi olma durumu, isyan etme, isyankârlık, asilik etmek karşı gelmek, başkaldırmak.

asillik, -ği is. 1. Asil olma durumu, asalet. 2. Soylu olma durumu, soyluluk.

asilzade sf. (asi:lza:de) Ar. asil + Far. zade Soylu: "Hiç kibar sınıfından, asilzade bir gencin oyuncu olduğunu gördünüz mü? " -P. Safa.

asilzadelik, -ği is. Soyluluk.

asimetri is. Fr. asymetrie mat. Bakışımsızlık.

asimetrik, -ği sf. Fr. asymetriaue mat. Bakışımsız.

asimilasyon is. (asimilâsyon) Fr. assimilation 1. biy. Özümleme. 2. dbl. Benzeşme. 3. sos. Farklı kökenden gelen azınlıkları veya etnik grupları, bunların kültür birikimlerini, kimliklerini baskın doku ve yapı içinde eriterek yok etme sürecinin sonu.

asimile is. Fr. "Benzeşmek, kendine uydurmak" anlamındaki asimile etmek birleşik fiilinde kullanılır.

asimptot is. Fr. asymptote mat. Sonuşmaz.

asist is. İng. assist 1. Yardımcı. 2. sp. Sayı veya gol pası. asist etmek yardım etmek.

asistan is. Fr. assistant 1. Yardımcı: Doktorun asistanı. Teknisyenin asistanı. 2. Araştırma görevlisi.

başasistan, reji asistanı

asistanlık, -ğı is. 1. Asistan, araştırma görevlisi olma durumu: Asistanlık sınavı. 2. Asistanın görevi.

başasistanlık

asistlik, -ği is. sp. Yardımcılık.

asit, -di is. Fr. acide kim. Turnusolün mavi rengini kırmızıya çevirmek özelliğinde olan ve birleşimindeki hidrojenin yerine maden alarak tuz oluşturan hidrojenli birleşik, hamız.

asit alkol, asit borik, asîtfenik, asitölçer, aminoasit, asetik asit, borik asit, bromhidrik asit, formik asit, fosforik asit, hidroklorik asit, karbonik asit, klor hidrik asit, klorik asit, laktik asit, margarik asit, nitrik asit, oksalik asit, oleik asit, palmitik asit, pikrik asit, salisilik asit, silisik asit, sitrik asit, sülfürik asit, tartarik asit, ürik asit, karınca asidi, kuzukulağı asidi, limon asidi, süt asidi

asit alkol, -lü is. kim. Aynı zamanda asit ve alkol gruplarım içeren birleşikler.

asit borik, -ği is. kim. Borik asit.

asit fenik, -ği is. kim. Fenol.

asitölçer is. kim. Bir asidin özelliğini, konsantrasyon derecesini ölçmeye yarayan cihaz, asidimetre.

ask is. Fr. asque bot. Asklı mantarlara özgü üreme organı.

askarit is. Fr. ascarite zool. Bağırsak solucanı.

askat is. mat. Herhangi bir ölçü biriminin bölündüğü eşit parçalardan her biri: Metrenin askatları desimetre, santimetre ve milimetredir.

asker is. Ar. 'asker 1. Erden generale kadar orduda görevli bulunan herkes. 2. Askerlik görevi veya ödevi: Askere gitmek. Askerden dönmek. 3. Er. 4. sf. Topluluk düzenine saygısı olan, disiplinli: Asker adam. 5. sf. Yurdun korunması yolunda iyi dövüşmesini başaran: Asker millet, asker çıkarmak 1) bir devlet belli kanunlara bağlı olarak asker toplamak; 2) kıyılara ve en çok düşman kıyılarına asker indirmek, asker gibi disiplinli, düzgün, asker olmak askerlik ödevine başlamak, askere alınmak askerlik ödevini yapmak için er eğitim merkezine gönderilmek: "Babam askere alınıp Bağdat'a götürülmüş. " -M. Ş. Esendal. askere çağrılmak askerlik ödevini yapmak için şubece istenmek, askere gitmek askerlik ödevini yapmak için orduya katılmak.

asker kaçağı, asker ocağı, asker tayını, kazasker, serasker, hassa askeri

askerce sf. (aske'rce) 1. Asker gibi: "Yürüyüşü askercedir, oturuşu askercedir, mendilini katlayıp cebine koyusu bile askercedir." -H. Taner. 2. zf Askere yakışır biçimde.

askerci is. Asker yanlısı olan kimse.

askercilik, -ği is. 1. Askerci olma durumu. 2. Bir tür çocuk oyunu.

askerî sf (askeri:) Ar. 'askeri Askerlikle ilgili, askere özgü: Askerî kıyafet.

askerî ambargo, askerî ataşe, askerî inzibat, askerî kaput, askerî rüştiye

askerî ambargo is. ast Bir ülkeyi cezalandırmak amacıyla askerî alanda yaptırım uygulama.

askerî ataşe is. Bir ulusun yabancı ülkelerdeki elçiliklerinde görevli askerî uzman.

askerî inzibat is. ask. Askerî birlikler arasında düzeni, disiplini, kanunları yürütmekle görevli sınıf ve bu sınıftan olan asker.

askerî kaput, -du is. ask. Askerlerin giydiği kalın kumaştan üstlük.

askerîleşme is. Askerîleşmek işi.

askerîleşmek (nsz) Bir yer askerlikle ilişkili duruma gelmek, askerlik niteliği kazanmak.

askerîleştirme is. Askerîleştirmek işi.

askerîleştirmek (-i) 1. Asker yönetimine geçirmek. 2. Bir şeye askerlik niteliği kazandırmak.

askerî rüştiye is. ask. esk. Askerî ortaokul.

askeriye is. Ar. 'askeriyye Askerlik.

asker kaçağı is. ask. Askerlik ödevini yapmamak için asker ocağından ayrılan veya oraya gitmekten kaçan kimse.

askerlik, -ği is. Asker olma durumu, askerlik hizmeti, bayrakaltı, askeriye, askerlik etmek askerlik yapmak, askerlik yapmak kanunlara göre yurttaşların yükümlü oldukları ordu hizmetinde bulunmak: "Annesi, askerliğim yapıncaya kadar evlenmesine razı değildi." -E. Bener.

askerlik dairesi, askerlik hizmeti, askerlik şubesi, askerlik yoklaması, bedelli askerlik, kazaskerlik, seraskerlik

askerlik dairesi is. ask. Yurttaşları askere alma işiyle görevli olan askerlik şubelerinin bağlı bulundukları bölge dairesi.

askerlik hizmeti is. ask. Askerlik.

askerlik şubesi is. ask. Yurttaşları askere alma işiyle görevli birim.

askerlik yoklaması is. ask. 1. İlk kez askere gideceklerin nüfus kayıtlarının belirlenmesi ve askere çağrılması. 2. Askerliğini yapmış kimselerin belli bir yaşa kadar yaptırmak zorunda oldukları durum belirleme işlemleri.

asker ocağı is. ask. Askerlik ödevinin yapıldığı kışla, ordugâh, tahkimli bölge, gemi, tersane vb. hizmet yerleri; "Nihayet seni asker ocağına verdim." -Y. K. Karaosmanoğlu.

asker tayını is. ask Erlere verilen azık.

askı is. 1. Üzerine herhangi bir şey asmaya yarar nesne: Giysi askısı. 2. Pantolon veya giysilerin düşmesini önlemek için omuzdan aşırdan bağ. 3. Artırma, eksiltme vb. resmî iş ilanlarının ilgili daire duvarında belli bir zaman süresince asılı durması. 4. Hastanelerde kırık kol veya bacakların asılarak tutturulduğu araç. 5. Çay, kahve taşımaya yarar kahveci tepsisi, fener. 6. Saklanmak için tavana asılmış dizi veya hevenk: Üzüm askısı. Ayva askısı. 7. Yeni yapılan yapıların çatısına, ev sahibi tarafından usta için veya düğün arabalarına düğün sahibi tarafından arabacı için armağan olarak asılan kumaş. 8. Gelinin oturacağı yerin üstüne asılan süsler: "Askı... kalpakçılar başındaki hususi dükkânlardan ariyet kaldırılan ve düğün odasının münasip bir köşesine kurulan bir nevi dekor." -R. H. Karay. 9. Kadınların kullandığı altın dizisi veya zincirli mücevherat. 10. Düğünlerde geline yakınları tarafından takılan hediye. 11. İpek böceğinin kozasını sarması için yanına konulan çalı çırpı. 12. Saz şairleri arasında yapılan deyiş yarışında üstün gelene verilmek için duvara asılan kumaş, tabanca vb. ödül. askıda bırakmak sonuca vardırmamak, askıda kalmak bir iş bir engel dolayısıyla sonuca varamamak, askıya almak 1) altı boşalıp desteği kalmayan yapıyı dikmelerle boşlukta tutarak yıkılmaktan kurtarmak; 2) oturmuş veya batmış bir gemiyi yüzdürmek için başka teknelere asarak kaldırmak; 3) mec. bir işi zamanında yapmayıp belirsiz bir zamana bırakmak, savsaklamak, askıya çıkarmak (veya çıkarılmak) evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askı yoluyla ilan etmek, askıya çıkmak ipek böceği koza sarmak üzere dallara çıkmak.

bağırsak askısı, boru askısı, su askıları

askıcı is. 1. Askı yapan veya satan kimse. 2. Kahve ocaklarında çay, kahve vb. dağıtan kimse.

askıcılık, -ğı is. Askıcınm işi.

askılı sf. Askısı olan: Askılı eteklik.

askılık, -ğı is. 1. Avcıların sırtlarına taktıkları askı takımı. 2. Vestiyer. 3. hlk. Asılıp saklanacak sebze, meyve.

askıntı sf. 1. Başkalarının sırtından geçinen (kimse). 2. argo Karşı cinsi rahatsız eden (kimse), askıntı olmak argo 1) başkalarının sırtından geçinmek; 2) karşı cinsi rahatsız etmek.

askısız sf. Askısı olmayan.

asklı sf. bot. Sporları ask denen torbalar içinde oluşan (mantar).

askospor is. Fr. ascospore bot. Asklı mantarların sporu.

asla zf (a'sla:) Ar. aşla Hiçbir zaman, hiçbir biçimde: "Dünyada her şeyle alay edilir şaka yapılır, ama şiirle asla!" -S. F. Abasıyanık.

aslan is. 1. zool. Kedigillerden, erkekleri yelıkta, astar vurmak, astar sürmek.

astarlanma is. Astarlanmak işi.

astarlanmak (nsz) Astar geçirilmek.

astarlatma is. Astarlatmak işi.

astarlatmak (-i) Astar yaptırmak veya geçirtmek.

astarlı sf. Astar geçirilmiş, astarlanmış: Astarlı avcı yeleği.

astarlı zarf

astarlık, -ğı sf. Astar olmaya elverişli (kumaş vb.).

astarlı zarf is. İç yüzüne ince bir kâğıt geçirilmiş zarf.

astarsız sf Astan olmayan.

astarya is. Fr. astarie, starie Bir gemiye yükleme veya boşaltma için tanınan süre.

astasım is. (a'stasım) man. Öncüllerinden biri önceki tasımın vargısı durumunda olan bir ek tasım.

astat is. Fr. astate kim. Atom numarası 85 olan, bizmutun alfa ışınlarıyla bombardımanı sonucu elde edilen yapay element, astatin (simgesi At).

astatin is. Fr. astatine kim. Astat.

asteğmen is. (a'steğmen) ask. Orduda en küçük rütbeli subay.

asteğmenlik, -ği is. 1. Asteğmen rütbesi. 2. Asteğmenin görevi.

astım is. (a'stım) Fr. asthme tıp Bronşların daralmasından İleri gelen nefes darlığı.

astımlı sf. Astımı olan, astım hastalığına tutulmuş olan.

astırma is. Astırmak işi.

astırmak (-i, -e) Asma işini yaptırmak: "Yıkanan çamaşırları evin arkasında, uzak bir yere astırıyorum." -A. Gündüz.

astigmat sf. Fr. astigmate tıp Net görmeyen, astigmatizme tutulmuş (göz).

astigmatizm is. Fr. astigmatisme tıp Gözün saydam tabakasında meridyenlerin eşitsizliği yüzünden net görememe durumu.

astik, -ği is. Erm. argo Pezevenk.

astragan is. (Astragan şehrinin adından) 1. Karakul kuzusunun kıvırcık ve parlak postu. 2. sf Bu posttan yapılmış olan: Astragan manto.

astrofizik, -ği is. Fr. astrophysiaue astr. Gök fiziği.

astrolog, -ğu is. Fr. astrologue astr. Yıldızların durum ve hareketlerinden anlam çıkararak falcılık yapan kimse, müneccim.

astroloji is. Fr. astrologie Yıldız falcılığı, müneccimlik.

astrolojik, -ği sf Fr. astrologiaue Astroloji ile ilgili.

astronom is. Fr. astronomeastr. Gökbilimci.

astronomi is. Fr.' astronomie astr. Gök bilimi, felekiyat.

astronomik, -ği sf. Fr. astronomiaue 1. astr. Gök bilimiyle ilgili olan. 2. Aşın, çok yüksek, çok veya aşırı fazla.

astronomik fiyat, astronomik rakam

astronomik fiyat is. Çok yüksek fiyat.

astronomik rakam is. İnsana şaşkınlık verecek derecede büyük rakam.

astronot is. Fr. astronaute astr. Uzay adamı.

astronotluk, -ğu is. 1. Uzay adamı olma durumu. 2. Uzay adamının görevi.

astropikal, -li sf (a'stropikal) T. as + Fr. tropical coğ. Tropikal bölgelere yakın, fakat daha yüksek bir enlemde olan.

astsubay is. (a'stsubay) ask. Silahlı Kuvvetler Yasası'na göre astsubay okullarında yetişerek Silahlı Kuvvetlere katılan astsubay çavuştan astsubay kıdemli başçavuşa kadar rütbesi olan asker, gedikli.

astsubay başçavuş, astsubay çavuş, astsubay kıdemli başçavuş, astsubay kıdemli çavuş, astsubay kıdemli üstçavuş, astsubay üstçavuş

astsubay başçavuş is. ask. Astsubaylığın beşinci basamağı, başçavuş.

astsubay çavuş is. ask. Astsubaylığın ilk basamağı.

astsubay kıdemli başçavuş is. ask. Astsubaylığın altıncı ve son basamağı.

astsubay kıdemli çavuş is. ask. Astsubaylığın İkinci basamağı.

astsubay kıdemli üstçavuş is, ask. Astsubaylığın dördüncü basamağı.

astsubaylık, -ğı is. ask. 1. Astsubay olma durumu. 2. Astsubayın görevi.

astsubay üstçavuş is. ask. Astsubaylığın üçüncü basamağı.

asude sf. fa:su:de) Far. âsüde esk. Rahat, sakin: "Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde." -Y. K. Beyatlı.

asudelik, -ği is. Sakinlik, rahatlık.

asuman is. (a:suma:n) Far. asman esk. Gök, gökyüzü.

Asurca öz. is. (a:su'rca) 1. Sami dilleri ailesine giren ve milattan önceki dönemlerde Ön Asya'da kullanılmış olan Ölü bir dil. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.

Asyalı öz. is. (a'syah) 1. Asya'da yaşayan kimse. 2. sf. Asya'ya özgü olan, Asya ile ilgili olan.

Asyalılık, -ğı öz. is. Asyalı olma durumu.

asyön is. coğ. Ara yön.