-ar- / -er- İsimden fiil türeten ek: boz-ar-mak, baş-ar-mak, çık-ar-mak, gid-er-mek, göv-er-mek (gök-ten), mor-ar-mak vb.
-ar / -er (I) Belirli fiillere gelen geniş zaman eki: bat-ar, geç-er, kalk-ar, ölç-er vb.
-ar / -er (II) Fiilden isim türeten ek: açar "anahtar", çıkar "menfaat", keser vb.
ar (I) is. Fr. are Tarım alanlan için 100 m2 değerinde yüzey ölçü birimi: Bir ar, kenarı on metre olan bir karenin alanıdır.
ar (II) is. Ar. 'âr Utanma, utanç duyma: "Kınamazlar güzel sevse yiğidi / Güzel sevmek koç yiğide ar değil." -Karacaoğlan. ar belası namus ve onuru İçin başkası söz eder korkusu, ar damarı çatlamış utanç duyulacak şeyleri hiç sıkılmadan yapan, utanmaz. ar etmek utanmak, ar namus tertemiz utanması olmayan, ar ve hayâ perdesi yırtılmak utanmamak, utanç duymamak, yüzsüzlük etmek: "Atalarımızın ar ve haya perdesi yırtılmak diye pek düşündürücü bir tabirleri vardır." -R. N. Güntekin. ar yılı değil, kâr yılı birinin sıkılmayı bir yana bı-.rakarak yalnız çıkarma baktığı anlatılırken söylenen bir söz. arma dokunmak utanç duymak: "Hele meydanı hasımlarına bırakmak arıma dokunuyor." -R. H. Karay.
Ar kim. Argon elementinin simgesi.
ara is. 1. İki şeyi birbirinden ayıran uzaklık, açıklık, aralık, boşluk, mesafe. 2. İki olguyu, iki olayı birbirinden ayıran zaman, fasıla. 3. Kişilerin veya toplulukların birbirine karşı olan durumu veya ilgisi: "Aralarına yabancı sokmak, nezaketsizlik olur." -M. Yesari. 4. Toplu bulunan nesnelerin veya kimselerin içi: "Aralarında anası babası ile Binnaz'ın da bulunduğu on sekiz işçiydiler." -N. Cumalı. 5. Aralık. 6. sin. ve tiy. Bir oyunda, bir filmde dinlenme süresi, antrakt. 7. sp. Toplu jimnastik dizilmelerinde, sıradakilerin birbirlerinden yanlamasına olan uzaklıkları. 8. sp. Futbol oyununun kırk beşer dakikalık iki devresi arasında verilen on beş dakikalık dinlenme süresi. 9. sp. Basketbol ve voleybolda takımların dinlenmek, taktik almak ve oyun alanlarını değiştirmek için kullandıkları süre. ara açmak dostluğu bozmak, anlaşmazlığa yol açmak, ara bulmak anlaşamayanları uzlaştırmak: "Ben onları akşama yemeğe çağırdım. Sen de geleceksin. Orada ben aranızı bulurum." -M. Ş. Esendal. ara vermek yeniden başlamak için, bir işi bir süre bırakmak, durmak: "Sabahtan beri ara vermeden yağan sessiz, ince nisan yağmuru." -P. Safa. arada çıkarmak başka işler arasında bir işi de yapıvermek. arada kalmak iki tarafı uzlaştırmak üzere araya girme dolayısıyla güç duruma düşmek, arada kaynamak karışık bir durumda gereken ilgiyi görmemek, aradan çekilmek ilişiğini kesmek, aradan çıkarmak birçok işten birini yapıp bitirivermek. aradan kaldırmak iş yapma imkânını yok etmek, aralan iyi dostlukları düzenli: "Kocası İtalyan, karısı Sırbistanlı olan bu çift ile araları pek iyi idi." -R. H. Karay, aralarına kara kedi girmek iki dost birbirine gücenmek, iki dostun arasına soğukluk girmek, aralarında dağlar kadar fark olmak aralarında her yönden büyük ayrılıklar bulunmak, benzer nitelikler çok az olmak, aralarından kara kedi geçmek aralarına kara kedi girmek, aralarından su sızmamak birbirleriyle çok yakın, sıkı fıkı arkadaşlık kurmak: "Bir vakitler aralarından su sızmayan o dünya ahiret kardeş hatun kişiler, şimdi birbirlerini çekemiyor, birbirlerinin arkasından söylemediklerini bırakmıyorlardı." -H. Taner, aralarını açmak iki kişi arasmdaki dostluğu, ilişkiyi bozmak, aralarını bozmak iki kişi arasındaki ilişkiyi bozmak, aralarını bulmak birbirleriyle anlaşamayan iki kişiyi uzlaştırmak, barıştırmak: "Emine ile aralarım bulmaya çalışacağını söyledi."-Yi. E. Adıvar. arası (veya araları) açılmak (veya açık olmak veya bozulmak) arkadaşlıkları sarsılmak, arkadaşlık bağlan kopmak, birbirine darılmak. arası geçmeden vakit geçmeden, sıcağı sıcağına, (bir şeyle) arası hoş (veya iyi) olmamak o şeyden hoşlanmamak, aralarında gerginlik, geçimsizlik olmak, (bir kimseyle) arası olmamak geçinememek, (bir olayın) arası soğumak aradan zaman geçerek önemini yitirmek, arasına (veya aralarına) karışmak büyüyüp yetişmek, araya almak 1) bir çevreye kabul etmek; 2) dövmek, araya girmek 1) İki kişinin arasındaki bir işe karışmak; 2) iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak; 3) bir iş yapılırken ona engel olacak başka bir şey çıkmak, araya gitmek harcanmak, kaybolmak, karışıklığa kurban olmak, (birini) araya koymak bir işte sözü geçer bir kimsenin aracılığına başvurmak. araya soğukluk girmek dostluk bağı gevşemek, araya vermek yararsız bir işe harcamak, arayı açmak 1) aradaki uzaklık artmak; 2) görüşmemek, arayı soğutmak zaman geçmek, eski yakınlık, dostluk kalmamak, arayı yapmak aralarını bulmak.
→ ara başlık, ara bono, arabozan, ara bozucu, ara bulma, ara bulucu, ara cümle, ara deniz, ara eleman, ara kapı, ara kararı, ara kazanç, ara kesit, ara konakçı, ara mal, ara nağme, ara seçim, ara sıcak, ara sınav, ara sıra, ara sokak, ara söz, ara tümce, ara yerde, ara yön, arayüz, arada bir, bir ara, beşibirarada, bu arada, apış arası, bacak arası, çatı arası, devletler arası, devre arası, gezegenler arası, gözeler arası, hafta arası, hücreler arası, kentler arası, kıtalar arası, kişiler arası, kişiler arası ilişki, kulüpler arası, mahalle arası, memleketler arası, milletlerarası, okullar arası, öğle arası, satır arası, şehirler arası, tavan arası, toplumlar arası, uluslararası, ülkeler arası, üniversiteler arası, yıldızlar arası
araba is. 1. Tekerlekli, motorlu veya motorsuz her türlü kara taşıtı: "Ve arabayı dörtnala ileri sürdü." -H. Taner. 2. sf. Bu taşıtın aldığı miktarda olan: İki araba saman. Bir araba kömür, araba devrilince yol gösteren çok olur iş işten geçtikten sonra verilen öğüdün değeri yoktur, araba kullanmak araba sürmek, arabanın ön tekerleği nereden geçerse art tekerleği de oradan geçer çocuklar, büyüklerin yaşayışına uyarlar, arabanın tekerine taş koymak güçlük çıkarmak, arabasını düze çıkarmak karşılaştığı güçlükleri yenip işini kolay yürür duruma getirmek.
→ araba araba, araba falakası, araba mezarlığı, araba vapuru, bir araba, yaylı araba, çöp arabası, domuz arabası, el arabası, kağnı arabası, kira arabası, makam arabası, muhacir arabası, ordövr arabası, öküz arabası, polis arabası, servis arabası, şeytanarabası, tanzifat arabası, taş arabası, tatar arabası, tay tay arabası, top arabası, yarış arabası, yük arabası
araba araba zf. Arabalar dolusu, birçok arabayla: "Dünyanın masrafım yapmış, araba araba toprak, gübre taşıtmıştır." -T. Buğra.
arabacı is. 1. Arabayı süren kimse: "Fakat arabacının dizginleri çektiğini görünce yere atladım." -H. E. Adıvar. 2. Araba yapan veya satan kimse.
arabacılık, -ğı is. 1. Araba sürme işi. 2. Araba yapma veya satma işi.
araba falakası is. Çift atlı arabalarda, okun dibinde ve iki yanında bulunan uçlarına koşum kayışları bağlanan ağaç bölüm.
arabalı sf. 1. Arabası olan. 2. is. Arabalı vapur.
→ arabalı vapur
arabalık, -ğı is. 1. Araba konulan yer, garaj: "Odasının tam altına tesadüf eden bu arabalığa girince." -E. E. Talu. 2. sf. Araba dolduracak miktarda olan: Bir arabalık odun.
arabalı vapur is. Araba taşıyan vapur, araba vapuru.
araba mezarlığı is. Kullanılmaz duruma gelmiş veya eski arabaların bırakıldığı yer.
araban is. Ar. 'araban müz. esk. Klasik Türk müziğinde bir makam.
→ arabankürdi, bayatiaraban, şedaraban
arabankürdi is. Ar. 'araban + Far. kurd + Ar. -ı müz. Klasik Türk müziğinde az kullanılmış birleşik bir makam.
arabasız sf 1. Arabası olmayan. 2. zf Araba olmaksızın.
arabasızlık, -ğı is. Arabasız olma durumu.
arabası is. Hindi veya tavuk etiyle hazırlanan, pişmiş ve dondurulmuş hamur İle birlikte yenen çorba.
ara başlık, -ğı is. Esas bölümün alt başlıkları.
araba vapuru is. Arabalı vapur: "Yıllardan beri istanbul'a ayak atmayan ihtiyarı, araba vapuru ile karşıya geçirip Ankara caddesine çıkardı." -H. Taner.
arabesk is. Fr. arabesaue mim. 1. Girişik bezeme: "Kelimelerden birtakım arabeskler yapıyor. Bizim bütün Divan edebiyatımız işte hep bu arabeskler, bu minyatürlerdir." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. sf. Arap üslubunda olan: Arabesk müzik.
arabeskçi is. müz. 1. Arabesk müzik sanatçısı. 2. Arabesk müzikten hoşlanan kimse.
arabeskleşme is. Arabesk durumuna gelme.
arabeskleşmek (nsz) 1. Arabesk Özelliği kazanmak. 2. Arabesk durumuna gelmek.
Arabi Öz. is. (arabi:) Ar. 'arabi 1. Arapça. 2. sf Araplarla ilgili, Araplara özgü olan.
→ zamkıarabi
Arabist öz. is. Fr. arabiste Arap dili ve edebiyatıyla uğraşan kimse.
Arabistan defnesi is. bot. Dulaptal otugillerden, Asya ve Afrika'nın sıcak bölgelerinde yetişen, kabuklan hekimlikte kullanılan bir ağaççık (Daphne gnidium).
Arabistik, -ği öz. is. Fr. arabistiaue Arap dili ve kültürü araştırmaları.
Arabizasyon öz. is. Fr. arabisation Araplaştırma.
ara bono is. tic. Arada ödenen olağan dışı bono.
arabozan sf. İki kişinin arasındaki dostluğu veya geçimi bozan (kimse), ara bozucu, fesatçı, fıtçi, münafık, müfsit, müzevir, ordubozan.
arabozanlık, -ğı is. Arabozanın işi, fesatlık, fesatçılık, münafıklık, müzevirlik, ordubozanlık: Onun yaptığı arabozanlıktan başka bir şey değil.
ara bozucu sf. Arabozan.
ara bozuculuk, -ğu is. Arabozanlık.
ara bulma is. Anlaşmazlık durumunda bulunan kimseleri uzlaştırma işi.
ara bulucu is. Bir anlaşmazlıkta tarafları uzlaştıran kimse, aracı, uzlaştırıcı.
ara buluculuk, -ğu is. Uzlaştırıcılık. ara buluculuk etmek ara bulmada yardımcı olmak.
aracı is. 1. Ara bulucu. 2. Üretici ile tüketici arasında alım satım konusunda bağlantı kuran ve bundan kazanç sağlayan kimse, mutavassıt. 3. ekon. İki şey arasında, bağlantı kuran kimse, vasıta. 4. ekon. İhracatçının ihracattan doğan alacaklarının büyük bir bölümünün malm yüklenmesinden hemen sonra, kalan kısmının ise para, malı alandan tahsil edildiğinde bir aracı banka tarafından ödenmesini sağlayan kredi veya yatırım tekniği, aracı koymak bir kimseyi, uzlaşma sağlamak için görevlendirmek.
→ aracı banka, borsa aracısı
aracı banka is. ekon. Kredi kullanma işlemlerinde bir başka banka adına işlemleri yapan banka.
aracılığıyla zf. Aracı olarak, bağlantı kurarak, vasıtasıyla, yoluyla: Ben bu isi Ahmet'in aracılığıyla yaptırdım.
aracılık, -ğı is. Aracının gördüğü iş, tavassut, vasıta: "Mustafa Kemal, Ali Fuat'ın aracılığım iyi karşılamamıştı." -F. R. Atay. aracılık etmek bir işin çözümünde araya girerek yardım etmek, tavassut etmek.
→ borsa aracılığı
ara cümle is. dbl. Birleşik veya yalın cümlelerde anlamı biraz daha açıklamak için araya giren iki virgül veya iki kısa çizgi içinde verilen cümle: Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz.
araç, -cı is. 1. Bir İş yapmakta veya sonuçlandırmakta, gücünden yararlanılan nesne. 2. Kişiler veya nesneler arasında bağlantı sağlayan şey, vasıta: Dil, anlaşmayı sağlayan bir araçtır. 3. Bir şeye ulaşmak, bir şeyi elde etmek için yararlanılan kimse veya şey. 4. Taşıt: "Taşıt araçlarına hiç binmez, yaz kış asker postalları ile kilometrelerce yolu yaya yürürdü." -H. Taner. 5. mec. Bir sonuca ulaşmak için kullanılan şey: Birini Öç alma aracı olarak kullanmak.
→ araç telefonu, ağır araç, uzun araç, zırhlı araç, arazi aracı, itfaiye aracı, koruma aracı, kurtarma aracı, servis aracı, İletişim araçları, üretim araçları
araççılık, -ğı is. fel. Düşünme biçimlerinin, kuramların, mantık ve ahlak biçimlerinin yalnızca hayatın değişik şartlarına uyma araçları olduğunu savunan dünya görüşü, enstrümantalizm.
araçlı sf. Araçla yapılan veya olan, vasıtalı, bilvasıta.
→ araçlı jimnastik
araçlı jimnastik, -ği is. sp. Aletli jimnastik.
araçsız sf. 1. Doğrudan doğruya yapılan veya olan, vasıtasız, bilavasıta. 2. zf Araç olmaksızın, vasıtasız bir biçimde.
araçsızlık, -ğı is. Araçsız olma durumu.
araç telefonu is. Taşıtlarda kullanılan, özel bir hattı olan telefon, mobil telefon.
arada bir zf. Ara sıra.
arada sırada zf Ara sıra.
ara deniz is. coğ. Okyanuslardan dar ve az derin boğazlarla ayrılan, karaların arasına sokulmuş deniz.
ara eleman is. Meslek liselerinin, meslek yüksekokullarının, çırak okullarının veya halk eğitim merkezlerinin yetiştirdiği alt düzeydeki işçi.
Araf öz. is. (a:ra:f) Ar. a'raf İslam inancına göre cennet ile cehennem arasında bir yer.
Arafat öz. is. Ar. 'araföt Hacıların Kurban Bayramı'nın arife günü toplandıkları Mekke'nin doğusundaki tepe. Arafatta soyulmuş hacıya dönmek her şeyini kaybedip çırılçıplak kalmak, çaresiz kalmak.
aragonit is. Fr. aragonite jeol. Beyaz, yeşil, mavimsi gri renkte billurlaşmış bir tür kalsiyum karbonat.
arak is. Ar. 'arak esk. 1. Ter. 2. Pirinç ve şeker kamışından elde edilen bir tür rakı. 3. Çalma.
-arak / -erek Zarf-fiil eki: al-arak, kayna-y-arak, öde-y-erek, ver-erekvb.
araka is. bot. İri taneli bezelye.
ara kapı is. İki yapı veya oda arasında, kolayca geçmek için açılan kapı.
ara kararı is. huk. Bir davanın bakılmasını kolaylaştırmak İçin yargıdan önce Önlem niteliğinde verilen karar.
ara kazanç, -cı is. tic. 1. Malı bütünüyle devretmeden arada elde edilen kazanç. 2. Hisse senedi, tahvil, yabancı para vb. değerli kâğıtları daha kârlı görülen başka kâğıtlarla değiştirme İşi, arbitraj.
arakçı is. argo Araklayan, çalan kimse, hırsız.
arakçılık, -ğı is. Hırsızlık.
ara kesit is. Çizgilerin, yüzeylerin, katı cisimlerin birbirlerine rastladıkları ve kesiştikleri yer.
arakiye is. Ar. 'arakiyye esk. 1. Dervişlerin giydikleri, tiftikten yapılmış ince külah: "Kadir Efendi kalemi arakiyesinin arasına soktu." -H. R. Gürpınar. 2. Bir tür küçük zurna.
araklama is. Araklamak işi, çalma, aşırma.
araklamak (-i) argo Çalmak, aşırmak.
ara konakçı is. biy. Asalağın, gelişme evreleri sırasında beslenip barındığı konakçılardan her biri: İnsan, köpek tenyasının ve sıtma asalağının ara konakçısıdır.
ara konakçılık, -ğı is. Ara konakçı olma durumu.
aralama is. Aralamak işi.
aralamak (-i) 1. îki şey arasında açıklık oluşturmak, yarı açmak: "Kapısını hafifçe araladı." -F. R. Atay. 2. Aralıklı duruma getirmek, seyrekleştirmek: Şu sandalyeleri biraz aralayınız. 3. hlk. Bitkilerin fazla dal ve çubuklarını kesmek, seyrekleştirmek.
aralanma is. Aralanmak işi.
aralanmak (-den) 1. Biraz açılmak, aralık olmak: "Dana Efendi can havliyle aralanmış kapıdan fırladı." -Ö. Seyfettin. 2. Gitmek, uzaklaşmak, yanından ayrılmak. 3. hlk. Seyreklenmek.
aralatma is. Aralatmak işi.
aralatmak (-i, -e) Aralık duruma getirtmek, biraz açtırmak.
aralık, -ğı is. 1. İki şey arasındaki açıklık, mesafe: iki masa arasında bir metre aralık var. 2. Sıra, vakit: "O aralık açıkgözün biri de ayağımdan çıkan potini almış savuşmuş." -M. Ş. Esendal. 3. Uygun, elverişli durum, fırsat. 4. Evin iki bölümü veya iki oda arasındaki dar geçit, geçenek, koridor. 5. Yılın otuz bir gün süren, son ayı, ilk kânun, kânunuevvel. 6. Ayakyolu. 7. Basımcılıkta harfler veya satırlar arasındaki açıklık, espas. 8. sf. Yarı açık, tam kapanmamış. 9. ekon. Borsada hisse senetlerinin alım satım emirlerinin verildiği süre. 10. fiz. Bir sesi bir başka sesten, kalma veya inceye doğru ayıran uzaklık. 11. muz. Portenin paralel çizgileri arasındaki boşluk: Portenin beş çizgisi arasında dört aralık vardır. 12. sp. Toplu beden eğitiminde art arda dizilenleri ayıran açıklık, aralık etmek aralamak, yarı açmak, aralık vermek 1) yeniden başlamak için bir işi kısa süre ile bırakmak; 2) harfler veya satırlar arasında boşluk bırakmak.
→ aralık oyunu, bir aralık, dar aralık, meridyen aralığı, tavan aralığı
aralıklı sf. 1. Birbirine bitişik olmayan, aralarında açıklık bulunan. 2. Dizgide kelimeler, harfler veya satırlar arasında açıklığı olan, espaslı. 3. zf. Kesik kesik.
aralık oyunu is. tiy. iki perde arasında yapılan koro, bale, monolog vb. eğlendirici oyun.
aralıksız sf. 1. Birbirine bitişik olan, aralarında açıklık bulunmayan. 2. zf. Sürekli, aralık vermeden: "Her şey boyuna değişiyor, aşılıyor, en iyiye, en doğruya, en kolay ve en verimliye yönelen bir gelişim aralıksız sürüp gidiyordu." -T. Buğra.
aralıkta zf. Öbür şeyler arasında, bu arada.
arama is. 1. Aramak işi, taharri. 2. huk. Saklanan sanığın ve suç belgelerinin elde edilmesi için bir kimsenin evinde, iş yerinde, üzerinde veya eşyasında yapılan araştırma işlemi, arama yapmak birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak, taharri etmek.
→ arama bülteni, arama emri, arama izni, arama kararı, arama ruhsatı, arama tarama, mayın arama tarama gemisi
arama bülteni is. Güvenlik güçleri tarafından yurt içinde ve dışında, kayıp kişi veya eşyaların bulunabilmesi için yayımlanan bülten.
arama emri is. huk. Yapılacak araştırma işlemi için yetkili organdan alınan buyruk.
arama izni is. huk. Yasa dışı ilişkilerle ilgili olarak delil toplamak, zanlı veya suçlu kişileri yakalamak için mahkemece güvenlik güçlerine verilen resmî izin.
aramak (-i) 1. Birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak: "Dükkânın içinde gözleriyle bir şeyler aradı." -S. F. Abasıyanık. 2. Araştırmak, yoklamak: Ceplerim aramak. 3. Ziyarete, hatır sormaya gitmek: "Bir kere düştün mü, ne arayan olur ne soran!" -B. Felek. 4. Bir şeyin yokluğunu duyarak geri gelmesini istemek, özlemek: "Seni çok arıyorum, Ziyacığım."-C. S. Tarancı. 5. Önem verip istemek: Ben böyle şeyleri aramam. 6. mec. Şart koşulmak, aramak taramak (veya arayıp taramak) dikkatle aramak, çok aramak, aramakla bulunmaz çok değerli, ancak rastlantı ile ele geçer, arayıp da bulamamak beklenmedik iyi bir durumla karşılaşmak, arayıp soranı bulunmamak (veya olmamak) kimsesi olmamak: Arayıp soranı olmayan bir hasta, (birini) arayıp sormak 1) biri hakkında haber sormak; 2) birinin ziyaretine giderek ona karşı ilgi göstermek.
arama kararı is. huk. Arama yapılabilmesi için hâkim tarafından verilmiş karar.
ara mal is. tic. Üretimde gerekli malı elde etmek için kullanılan yarı işlenmiş mal.
arama ruhsatı is. Yer altındaki maden ve petrol arama işleri için verilen izin.
arama tarama is. 1. Polisin kuşkulu gördüğü kimseler üzerinde bıçak, silah, esrar vb. yasak şeyler araması. 2. Denizdeki mayınları toplama veya yok etme işlemi.
→ mayın arama tarama gemisi
Aramca öz. is. (A:ramca) bk. Aramice.
Aramice öz. is. (A:ra:mi:'ce) 1. Sami dillerinin batı lehçelerini içine alan ve milattan önceki dönemlerde kullanılmış bulunan ölü bir dil. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.
ara nağme is. müz. 1. Şarkı, türkü, köçekçe vb. küçük güfteli bestelerde, güftenin iki kıtası arasına, başına, sonuna da gelebilen, sözsüz çalınan parça. 2. mec. Sık sık söylenen söz veya açılan sorun.
ara nağmesi is. bk. ara nağme.
aranılma is. Aranılmak işi veya durumu.
aranılmak (nsz) 1. Arama işine konu olmak. 2. Söz konusu olmak: Arkadaş arasında böyle şeyler aranılır mı?
aranje is. Fr. arranger "Düzenlemek" anlamındaki aranje etmek birleşik fiilinde geçen bir söz.
aranjman is. Fr. arrangement müz. Düzenleme.
aranjör is. Fr. arrangeur Düzenleyici.
aranma is. Aranmak işi.
aranmak (nsz) 1. Arama işine konu olmak: "Ertesi günü uygun pansiyon aranacaktı." -T. Buğra. 2. İsteklisi bulunmak: Çok aranan bir kitap. 3. Eksikliği duyulmak: Bugünlerde soba aranıyor. 4. Kendi kendine bir şeyler aramak. 5. Şart koşulmak: "... asli ve sürekli görevlerde çalışanların meslek kuruluşlarına girme mecburiyeti aranmaz." -Anayasa. 6. Olumsuz, kötü davranışlarda bulunarak zor duruma düşmek: Sen aranıyorsun âdeta. 7. Kendisine eş veya sevgili aramak.
arantı is. Aranılan çözüm: "Günlük sorunların dışındaki her arantıyı, her tartışmayı, her merakı küçümseyen bir toplum, siyasetin değişmeyen budalalıklarıyla didişme uğraşını kaybettiği anda kendi gerçek yüzüyle karşılaşırdı." -A. Altan.
arap, -bı (I) is. hlk. Negatif fotoğraf.
arap, -bı (II) is. hlk. Zenci, fellah.
Arap, -bı öz. is. Ar. 'arab 1. Orta Doğu İle Kuzey Afrika'nın büyük bir bölümünde yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan kimse, fellah. 2. sf. Arap halkına özgü olan: "Arap mimarisinin ilk modelleri Bizans mimarisidir." -Z. Gökalp. 3. sf. Koyu esmer. Arap gibi olmak simsiyah olmak, kararmak. Arap olayım şaka söylenen bir şeyin doğruluğuna inandırmak için kullanılan bir söz: Yalan söylüyorsam Arap olayım. Arap uyandı (veya Arabın gözü açıldı) geçen bir olaydan ders alındığını anlatan bir söz.
→ Arap alfabesi, Arap rakamları, arap sabunu, arapsaçı, Arap tavşanı, Arap zamkı
Arap alfabesi is. Genellikle Müslümanlar tarafından kullanılan, sağdan sola doğru yazılan alfabe.
Arapça öz. is. 1. Sami dilleri ailesine giren ve Arap ülkelerinde kullanılan dil, Arabi. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.
→ Yahudi Arapçası
Arapçalaştırma is. Arapçalaştırmak işi, Arabizasyon.
Arapçalaştırmak (-i) 1. Arapçaya çevirmek. 2. Arap dili özelliği kazandırmak.
Araplaşma is. Araplaşmak durumu.
Araplaşmak (nsz) Arap olmak, Araplığı benimsemek.
Araplaştırma is. Araplaştırmak işi.
Araplaştırmak (-i) Arap kimliğini kazandırmak.
Araplık, -ğı öz. is. Arap olma durumu. Arap rakamları ç. is. Bugün kullandığımız sayıları gösteren rakamlar.
arap sabunu is. Potasla yapılan, yumuşak, esmer bir sabun.
arapsaçı (I) is. Çözümlenemeyecek kadar karışık durum, arapsaçı gibi karmakarışık. arapsaçına dönmek işler çok karışıp çözümlenmesi güç bir duruma gelmek.
arapsaçı (II) is. bot. Küçük, yuvarlak ve çok sık yeşil yapraklan olan, uzadıkça aşağı doğru sarkan bir tür süs bitkisi.
Arap tavşanı is. zool. Kemirgen memelilerden bir hayvan (Daculus daculus).
Arap zamkı is. Akasyadan elde edilen bir zamk, zamkıarabi.
ararot is. İng. arww-root Sıcak iklimlerde yetişen maranta adlı kamıştan ve başka bitkilerin kökünden çıkarılan, çocuk maması yapmaya yarayan un.
→ ararot kamışı
ararot kamışı is. bot. Maranta.
Arasat öz. is. Ar. 'araşât Müslüman inanışına göre, kıyamet günü bütün ölülerin toplana-. cakları yer.
ara seçim is. Genel seçimler dışında yapılan ara dönem seçimleri.
ara sıcak, -ğı is. Soğuk ve sıcak yemek servisi arasında ikram edilen hafif sıcak yiyecekler.
ara sınav is. eğt. Üniversitelerde yanyıl içinde yapılan sınav, vize, vize sınavı.
ara sıra zf. Seyrek olarak, zaman zaman, arada bir, arada sırada, bazen, bazı bazı, kimi vakit, kimi zaman: "Harabeyi dolaşırken ara sıra perişan kalabalıklara rast geliyoruz. " -F. R. Atay.
→ arada sırada
arasız zf. Sürekli olarak, arkası kesilmeden, ara vermeden, müstemirren, vira.
ara sokak, -ğı is. Ana yola açılan ikinci derecedeki yol.
ara söz is. Doğrudan doğruya konuşulan veya yazılan konuyu ilgilendirmeyen dolaylı söz, istitrat.
arasta is. Far. ârâste esk. Çarşılarda veya alışveriş bölgelerinde aynı işi yapan esnafın bir arada bulunduğu bölüm: "Belediye çavuşu çarşıyı ve arastaları dolaşmış, esnafa kepenk kapattırmıştır." -T. Buğra.
araşit, -di is. Fr. arachide bot. Yer fıstığı.
araştın is. Araştırma.
araştırıcı sf. 1. Araştıran, İnceleyen, araştırman, araştırmacı (kimse). 2. mec. Meraklı, müteçessis: Araştırıcı bakışlarla baktı.
araştırıcılık, -ğı is. Araştırıcının yaptığı iş.
araştırılma is. Araştırılmak işi.
araştırılmak (nsz) Araştırma yapılmak, gözden geçirilmek: "İşte bu nokta araştırılmak ister." -H. R. Gürpınar.
araştırma is. 1. Araştırmak işi, taharri. 2. Bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma: Türkiye'nin nüfus patlaması konusunda yapılan araştırmalar ekonomik planlarımız için önemlidir.
→ araştırma filmi, araştırma görevlisi, alan araştırması, meclis araştırması, yöneylem araştırması
araştırmacı is. Bilim ve sanat alanlarında araştırma yapan kimse, araştırman.
araştırmacılık, -ğı is. Araştırmacı olma durumu.
araştırma filmi is. sin. ve TV Herhangi bir bilimsel araştırmada alıcının salt bir kayıt aracı olarak kullanılmasıyla elde edilen film.
araştırma görevlisi is. Yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen görevleri yapan öğretim yardımcısı, asistan.
araştırmak (-i) 1. Birini veya bir şeyi bulmak için bir yeri gözden geçirmek: Odayı iyice araştırdım, ama aradığımı bulamadım. 2. Bir gerçeği ortaya çıkarmak için aramalarda bulunmak, sormak, soruşturmak. 3. Bilimde ve sanatta yöntemli çalışmalar yapmak: "Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yaymak." -Anayasa.
araştırman is. Araştırıcı.
aratış is. Aratma işi veya biçimi.
aratma is. Aratmak işi.
aratmak (-i, -e) 1. Arama işini bir başkasına yaptırmak. 2. Özletmek: Bana senden ayrı kaldığım günleri aratıyorsun." -R. H. Karay, (eskisini) aratmamak yenisi eskisinin yerini doldurabilmek, yokluğunu sezdirmemek.
ara tümce is. Ara cümle.
ara yerde zf. Arada: "Dünya böyledir zaten / Kadın olmasın ara yerde." -B. Necatigil.
arayıcı is. 1. Bir şeyi aramayı iş edinen kimse: Altın arayıcısı. 2. Arama işiyle görevlendirilmiş kimse: Gümrük arayıcısı. 3. astr. İstenilen yıldızı teleskop içine getirebilmek için büyük teleskoplara paralel olarak bağlı, görüş alanı geniş olan küçük teleskop.
→ arayıcı fişeği
arayıcı fişeği is. Bir tür donanma fişeği.
arayıcılık, -ğı is. Arayıcı olma durumu.
arayış is. Arama işi veya biçimi.
ara yön is. coğ. Dört ana yönden ikisi arasında olan yönlerden her biri, asyön: Kuzeydoğu, kuzeybatı, güneydoğu, güneybatı ara yönlerdir.
arayüz is. bl Bilgisayar yazılımlarının kullanıcı tarafından çalıştırılmasını sağlayan, çeşitli resimlerin, grafiklerin, yazıların yer aldığı ön sayfa.
araz is. Ar. 'araz 1. fel. İlinek. 2. tıp Bulgu: "Bu hastalığın gösterdiği çeşitli araz üzerindeki sayısız müşahedelerim bana bir nevi pratik ihtisas temin etmişti." -R. N. Güntekin.
araz ç. is. (a:ra:z) Ar. a'râz Belirtiler.
arazbar is. (arazba:r) Ar. 'arazbar müz. esk. Türk müziğinde bir birleşik makam.
arazbarbuselik, -ği is. müz. Türk müziğinde bir birleşik makam.
arazi is. (ara:zi:) Ar. arazi coğ. Yeryüzü parçası, yerey, yer, toprak: "Orman içinden nakledilen köyler halkına ait araziler, Devlet onnanı olarak derhâl ağaçlandırılır." -Anayasa, arazi açma fundalık, koruluk, sazlık yerleri temizleyerek tarıma elverişli duruma getirme, arazi olmak sıvışmak, araziye uymak ortama, çevreye uymak, görünmemeye çalışmak.
→ arazi aracı, vakıf arazisi
arazi aracı is. Her türlü arazide kullanılabilecek biçim ve güçte yapılmış motorlu araç.
arazöz is. Fr. arroseuse Yolları ve yol kenarlarındaki yeşillikleri sulamakta kullanılan araç.
arbalet is. Fr. arbalete Kundaklı, tetikli yay.
arbede is. Ar. 'arbede Kavga, gürültü patırtı.
arbedeci is. Gürültülü kavga yapan, patırtı çıkaran kimse.
arbitraj is. Fr. arbitrage iic. Ara kazanç.
arboretum is. Lat. arboretum Ağaç parkı.
arda is. hlk. 1. İşaret olarak yere dikilen çubuk. 2. Maden üzerine kazıma yapmak ve çıkrıkta çevrilen şeyleri yontmak için kullanılan çelik kalem. 3. Ardıl.
ardak, -ğı is. bot. İçten çürümeye yüz tutmuş ağaç.
ardaklanma is. Ardaklanma işi, durumu.
ardaklanmak (nsz) hlk. Ağaçlarda mantarların sebep olduğu çürümeye uğramak.
ardı ardına zf. Ara vermeden, aralıksız olarak, sürekli bir biçimde: Ardı ardına bir sürü şikâyet sıraladı.
ardıç, -cı is. bot. Servigillerden, güzel kokulu yapraklarını kışın da dökmeyen, yuvarlak kara yemişleri ilaç olarak kullanılan bir ağaççık (Juniperus).
→ ardıç kuşu, ardıç otu, ardıç rakısı, karaardıç, bataklık ardıcı
ardıç kuşu is. zool. Kara tavukgillerden, Avrupa ve Asya ormanlarında yaşayan, sırtı kahverengi, karnı ak, kuyruğu kara bir kuş türü (Turdus pilaris).
ardıç otu is. bot. Ardıç ağacının küçük bitkisi.
ardıç rakısı is. Cin.
ardıl is. 1. Birinin ardından gelip onun yerine geçen kimse, Öncel karşıtı, arda, halef. 2. man. Bir çıkarımda varılan sonuç.
→ ardıl görüntü
ardıl görüntü is. psikol. Ardışık görüntü.
ardılma is. Ardılmak işi.
ardılmak (-e) hlk. 1. Birisinin sırtına asılmak. 2. Sataşmak, çatmak. 3. mec. Musallat olmak, asılmak, takılmak.
ardın ardın zf. Geri geri, ardı sıra: Çocuk ardın ardın giderken kuyuya düştü.
ardınca zf. (ardı'nca) Hemen arkasından, hemen ardından, arkası sıra, ardı sıra.
ardı sıra zf. Peşinden, arkasından, peşi sıra.
ardışık, -ğı sf Birbiri ardından gelen, mütevali.
→ ardışık görüntü, ardışık olgular, ardışık sayılar
ardışık görüntü is. psikol. Bir duyunun kaybolmasından sonra da devam eden görüntü, ardıl görüntü.
ardışıklık, -ğı is. Ardışık olma durumu.
ardışık olgular ç. is. tıp Bir hastalıktan sonra görülebilen fakat hastalığın kesin sonucu olmayan olgular.
ardışık sayılar ç. is. mat. Bir, iki, üç gibi birbiri ardınca gelen sayılar.
ardiye is. Ar. ardiyye 1. Genellikle ticaret eşyasının saklandığı yer, depo, antrepo: Ardiyeler ağız ağıza dolmuştu." -S. F. Abasıyanık. 2. Evlerde kullanılmayan, saklanması gereken eşyaların konulduğu bölüm. 3. Böyle bir yerde saklanılan eşya için ödenen ücret.
ardiyeci is. 1. Ardiye işleten kimse. 2. Ardiyeye bakan kimse.
ardiyecilik, -ği is. Ardiyeci olma durumu.
arduvaz is. Fr. ardoise min. Kayağan taş.
arefe is. bk. arife.
arena is. Fr. arena 1. Boğa güreşi, yarış, oyun vb. türlü gösteriler yapılan alan. 2. mec.Siyasi çekişmelerin geçtiği yer.
areometre is. (arome'tre) Fr. areometre kim. Sıvıölçer.
argaç, -cı is. Dokuma tezgâhlannda enine atılan iplik, atkı.
argaçlama is. Argaçlamak işi.
argaçlamak (nsz) Dokumada argaç atmak.
argali is. zool. Yaban koyunu.
argın sf. 1. Yorgun, zayıf, bitkin: "Bir beyaz taycağız bakımsız, argın." -Ö. Seyfettin. 2. Beceriksiz.
→ yorgun argın
argınlık, -ğı is. Argın olma durumu.
→ sinir argınlığı
argıt, -di is. hlk. 1. Geçit, boğaz, dağ boğazı, derbent. 2. Keklik tutmakta kullanılan, tahtadan kapanların yan taraflarına bağlanan ağaç parça.
argo is. (a'rgo) Fr. argot 1. Kullanılan ortak dilden ayn olarak aynı meslek veya topluluktaki insanların kullandığı özel dil veya söz dağarcığı. 2. Her yerde ve her zaman kullanılmayan veya kullanılmaması gereken çoklukla eğitimsiz kişilerin kullanıldığı söz veya deyim. 3. mec. Serserilerin, külhanbeylerinin kullandığı söz veya deyim.
argolaşma is. Argolaşmak özelliği gösterme.
argolaşmak (nsz) 1. Karşılıklı argo konuşmak. 2. Söz argo durumuna gelmek.
argolu zf. Argo kullanarak (konuşmak).
argon is. Fr. argon kim. Atom numarası 18, atom ağırlığı 39,9 olan, havada % 1 oranında bulunan, rengi, kokusu ve tadı olmayan bir element (simgesi Ar).
argonot is. Yun. zool. Kafadan bacaklılardan, salyangoz kabuğu biçiminde kabuğu olan ve ahtapota benzeyen bir hayvan (Argonauta argo).
argosuz zf. Argo kullanmayarak (konuşmak).
argüman is. Fr. argument 1. Delil, kanıt, tanıt. 2. Tez, iddia, sav. 3. astr. Bir denklem, bir eşitsizlik veya bir gök cisminin hareketine ait herhangi bir elemanın bağlı bulunduğu belli bir değer. 4. mat. Bir çıkış kümesinin değişkeni. 5. mat. Bir cetvelde diğer bir sayıyı bulmak için yararlanılan sayı.
-arı / -eri İsimlerden yer zarfı türeten ek: dışarı, iç-eri.
arı (I) sf. 1. Temiz, münezzeh. 2. Yabancı şeylerden arınmış, katışıksız, saf, halis. 3. Günahsız.
→ an kil, arı sili, eteği art
arı (II) is. zool. Zar kanatlılardan, bal ve bal mumu yapan, iğnesiyle sokan böcek (Apis mellifıca). arı bal alacak çiçeği bilir işini bilen kimse nereye başvuracağını bilir, arı gibi çok çalışkan, arı gibi sokmak iğnelemek, acı söz söylemek, arının yuvasına kazık (veya çöp) dürtmek tehlikeli kişiyi kışkırtmak.
→ an beyi, arı biti, arı dalağı, an kovanı, Arıkovanı, arı kuşu, arı sütü, ana an, ağaç ansı, bal arısı, eşek ansı, yaban ansı, yaprak ansı
arı beyi is. zool. Her kovanda bir tane bulunan an, ana arı, ana kraliçe.
arı biti is. zool. Kör, kanatsız, kızılca renkli küçük sinek (Braula caeca).
arıcı is. Bal almak için an yetiştiren kimse.
arıcılık, -ğı is. Bal almak için arı yetiştirme işi.
arı dalağı is. Bal peteği.
arık (I) is. hlk. 1. Arık. 2. Fide veya fidan dikilen yer. arık çekmek tıkanan, bozulan arkları temizleyip açmak: "Beş gün belinin, kollarının ağrısını duymadan Binnaz'ın önü sıra arık çekti." -N. Cumalı.
arık (II) sf. esk. Zayıf, cılız, kuru, sıska: "A-rık, zayıf bir buzağı kuyruğunu sallayarak gidiyordu."-M. Ş. Esendal.
arıkçı is. Su yolu yapan kimse: "O günlerde on beş liraydı usta bir arıkçının gündeliği." -N. Cumalı.
arı kil is. Porselen yapmakta kullanılan bir çeşit ak ve gevrek kil, kaolin.
arıklama is. Arıklamak işi.
arıklamak (nsz) Arık (II) duruma gelmek.
arıklaşma is. Arıklaşmak işi.
arıklaşmak (nsz) Arık (II) olmak.
arıklatma is. Arıklatmak durumu.
arıklatmak (-i) Arık (II) duruma getirmek.
arıklık, -ğı is. Zayıflık, sıskalık.
Arıkovanı öz. is. astr. Yengeç takımyıldızı yöresinde bir yıldız kümesi.
arı kovanı is. Arıların içinde bal yaptıkları çeşitli maddelerden yapılmış yuva. arı kovanı gibi işlemek bir yerin gireni çıkanı çok olmak.
arı kuşu is. zool. Arı kuşugillerden, sırtı sarı, karnı mavimsi yeşil, Güney Avrupa, Kuzey Afrika, Orta Asya'da az ağaçlıklı, açık yerlerde yaşayan bir kuş (Merops apiaster).
arı kuşugiller ç. is. zool. Omurgalı hayvanlardan kuşlar sınıfına giren bir familya.
arılama is. Arılamak işi, tenzih.
arılamak (-i) Bir şeyde herhangi bir ayıp veya kusur bulunmadığını bildirmek, tenzih etmek.
arılanma is. Arılanmak durumu, arılaşma.
arılanmak (nsz) Anlaşmak.
arılar ç. is. zool. Tek tek veya bir topluluk düzeni içinde yaşayan, vücutları, özellikle karınları ve arka ayakları kıllarla örtülü zar kanatlılar familyası.
→ yaprak arıları
arılaşma is. Arılaşmak durumu, an duruma gelme, Özleşme.
arılaşmak (nsz) Arı duruma gelmek, saflaşmak, özleşmek.
arılaştırma is. Arılaştırmak işi, özleştirme.
arılaştırmak (-i) Arı duruma getirmek, özleştirmek.
arılık, -ğı (I) is. 1. Temizlik. 2. Katışıksızlık. 3. Günahsızlık.
arılık, -ğı (II) is. Kovanların konulduğu yer, kovanlık.
arındırma is. Arındırmak işi.
arındırmak (-i) Arınmasını sağlamak.
arınış is. Arınma işi veya biçimi.
arınma is. 1. Temizlenme: "Ramazanın bu alışkanlıklardan bir çırpıda arınması düşünülebilir mi?" -N. Cumalı. 2. fel. Ruhun tutkulardan temizlenmesi. 3. fel. Duyguların sanat yoluyla arınması.
arınmak (nsz) 1. Temizlenmek. 2. Katışıksız, arı duruma gelmek. 3. mec. Rahatlamak: "Derdini size aktarıp arınmış, sizi zehirleyip bırakmıştır." -H. Taner.
arı sili sf. hlk. Tertemiz.
arı sütü is. Genç işçi arının başındaki bezlerden salgıladığı azotu çok madde.
arış (I) is. Far. erş, ereş esk. Kolun dirsekten parmaklara kadar olan bölümü.
arış (II) is. hlk. Çözgü.
arıtıcı is. 1. Arıtma özelliği olan şey. 2. Deterjan.
arıtıcılık, -ğı is. Arıtma işi.
arıtım is. Petrol, yağ vb. maddelerin arıtma işi, rafinaj.
→ arıtımevi
arıtımevi is. Rafineri.
arıtış is. Arıtma işi veya biçimi.
arıtma is. Arıtmak işi.
arıtmak (-i) 1. Temizlemek, temiz duruma getirmek, paklamak. 2. Katışıksız duruma getirmek, tasfiye etmek.
arıtma ünitesi is. Doğal gaz üretim kuyularından toplama hatlarıyla gelen gazın içerisindeki hidrojen sülfür, karbondioksit ve su buharı vb. hidrokarbon bileşiği olmayan gazların doğal gazdan ayrıldığı birim.
arız sf. (a:rız) Ar. 'âriz esk. 1. Sonradan ortaya çıkan. 2. Bulaşmış, musallat olmuş: "Zengin çocuklarına arız münasebetsizlikler, fakir çocuklarına mahsus fenalıklardan aşağı kalmıyor." -H. R. Gürpınar, arız olmak 1) bulaşmak, sürekli görünür durumda olmak: "Sana son zamanlarda bir dalgınlık arız oldu, farkında mısın, bilmem." -A. İlhan. 2) sonradan ortaya çıkmak: "Zaten aylardan beri yüreğine dertler, endişeler içinde garip bir baygınlık arız oluyor, yüreğinde bir erime, bir tükenme hâli seziyordu." -R.H. Karay.
arıza is. (a:rıza) Ar. 'âriza 1. Aksama, aksaklık, bozulma. 2. coğ. Engebe. 3. müz. Bir notanın sesini yarım ton yükseltmek, alçaltmak veya eski durumuna getirmek için notanın soluna konulan diyez, bemol ve bekâr işaretlerinin ortak adı. arıza yapmak Bozulmak, işlemez duruma gelmek: Otomobil arıza yaptı.
arızalanma is. Arızalanmak işi, bozulma.
arızalanmak (nsz) Arıza yapmak, aksaklık göstermek, bozulmak.
arızalı sf. (aırızalı) 1. Engebeli: "Ordu arızalı fakat kısa bir yoldan yürüyüşe tekrar başladı." -F. F. Tülbentçi. 2. Aksayan, işlemeyen, bozulmuş (araç vb.). 3. mec. Yarım yamalak, idare edecek biçimde: "Eniştemizin memuriyet hayatı büsbütün duraklayacağı yerde arızalı seyrine devam ediyorsa, bu ancak babasının sayesinde oluyordu." -A. Ş. Hisar.
arızasız sf. (a:rızasız) 1. Engebesiz, düz. 2. Aksamayan, bozulmadan İşleyen. 3. mec. Huzurlu, rahat, mutlu: "Bu mesut ve refahlı hayat güzel güzel, arızasız geçerken ne kıyametler koptu? " -R. H. Karay.
arızasızlık, -ğı is. Arızasız olma durumu.
arızi sf. (a:rızi:) Ar. 'ârizi esk. 1. Sonradan olan, dıştan gelen. 2. Geçici, eğreti: "Sahifede tesadüfi bir fark bulunsa, bu arızi farkı göremeyecekti." -H. Taner.
ari sf. (a:ri:) Ar. 'âri esk. 1. Çıplak. 2. Özgür, hür: "Bu görüş her türlü edebî şişirmelerden ari bir görüştür." -Y. K. Beyatlı.
Ari öz. is. (a:ri:) Ar. âri 1. İran'dan geçerek Kuzey Hindistan'a yerleşen halk veya bu halktan olan kimse. 2. sf. Bu halkla ilgili, bu halka Özgü.
→ Ari dil
aria is. (a'rya) it. müz. bk. arya.
Ari dil Öz. is. Hint-Avrupa dil ailesinin Hint İran grubu.
arifi/ (aırif) Ar. arif Çok anlayışlı ve sezgili (kimse), varışlı: "Anadolu'da arif derler, bir halk yetişmişi vardır." -F. R. Atay. arif olan anlasın (veya anlar) herkesin anlayacağı kadar açık söylenmeyen bir sözün gerçek anlamını kavrayanlar için söylenen bir söz.
→ tecahülüarif
arifane (I) sf. (a:rifa:ne) Ar. 'ârif+ Far. -üne Yiyeceği ortaklaşa sağlanan (toplantı), arifane ile ortaklaşa.
arifane (II) zf (a:rifa:ne) Ar. 'ârif + Far. -âne esk. Arif olana yakışacak biçimde.
→ tecahülüarifatte
arife is. Ar. 'arefe Belirli bir günün, olayın bir önceki günü veya ona yakın günler, ön gün: "Bazı ramazan ve bayram arifelerinde teyzelerim beni Eyüp'teki aile mezarlığına götürürlerdi. " -R. N. Güntekin.
→ arife günü
arife günü is. Dinî bayramlardan önceki gün.
arioso is. (aryo'zo) ît. müz. Dramatik ve lirik bakımdan yüksek bir anlatım gücü olan ağırbaşlı hava.
Aristocu öz. is. Aristotelesçi.
Aristoculuk, -ğu Öz. is. Aristotelesçilik.
aristokrasi is. Fr. aristocratie sos. 1. Soylu erki: "Bütün dünya demokrasi yaparken biz nasıl aristokrasi yaparız?" -F. R. Atay. 2. Soylular sınıfı.
aristokrat sf. Fr. aristocrate 1. Aristokrasi yanlısı. 2. Soylu: "Herifin kendisi bir aristokrat, karısı bir Amerikalı milyonerin ve hem de büyük bir firma sahibinin kızı." -H. E. Adıvar.
aristokratik, -ği sf. Fr. aristocratiaue Aristokratlıkla ilgili: "Dedelerimiz derken, emlak ve akar sahipleriyle aristokratik bürokrasiyi kastediyor." -H. Taner.
aristokratlık, -ğı is. Aristokrat olma durumu.
Aristotelesçi öz. is. Aristotelesçilik yanlısı olan kimse, Aristocu.
Aristotelesçilik, -ği öz. is. fel. 1. Yunan filozoflarından derslerini öğrencileriyle birlikte gezinerek veren Aristoteles'in felsefesi, gezimcilik, peripatetizm. 2. Bu felsefeyi benimsemiş olma durumu.
aritmetik, -ği is. Fr. arithmetiaue mat. 1. Matematiğin, konusu sayılar, bunların özellikleri ve işlemler olan kolu. 2. sf. Bu bilimle ilgili.
→ aritmetik dizi, aritmetik işlem, aritmetik orta
aritmetik dizi is. mat. Ardışık terimleri arasındaki ayrım değişmeyen dizi: 1,3,5,7,9... dizisi aritmetik bir dizi olup ortak çarpan demlen değişmez oram 2 sayısıdır.
aritmetik işlem is. mat. Aritmetik yoluyla yapılan çözüm.
aritmetik orta is. mat. Bir diziyi oluşturan sayıların toplamının, dizinin terim sayısına bölünmesiyle elde edilen sayı.
aritmetiksel sf. Aritmetik ile ilgili.
aritmi is. Fr. arythmie tıp Kalp atışlarmdaki düzensizlik ve eşitsizlik.
aritmik, -ği sf. Fr. arythmiaue Ritimli olmayan, düzensiz.
ariya is. (a'riya) ît. arria den. Sancağı, yelkeni veya sereni direkten aşağı alma.
ariyet is. (a:riyet) Ar. 'ariyet esk. 1. Eğreti, ödünç, ödünçleme: "Öteden beriden ariyet de bir şeyler buluruz." -S. F. Abasıyanık. 2. huk. Belli bir taşınır malın kullanılmasının geri verilmek şartıyla bedelsiz olarak bir kimseye bırakılması.
ariyeten zf (a:riye'ten) Ar. 'âriyeten esk. Eğreti olarak, ödünç olarak.
ariza is. (ariıza) Ar. 'arıza esk. Yüksek bir makama sunulan mektup veya dilekçe.
ariz amik zf. (ari:z ami:k) Ar. 'ariz + 'amik esk. Enine boyuna, her yönü ile: "İşçileri ariz amik inceleyip rapor edecek." -A. İlhan.
arjantin is. hlk. Büyük bira bardağı.
Arjantinli öz. is. Arjantin halkından olan kimse.
ark is. İçinden su akıtmak için toprağı kazarak yapılan açık oluk, su yolu, arık, cetvel, kanal.
arka is. 1. Bir şeyin temel tutulan yüzünün tam ters yanı, ön karşıtı: Evin arkasında bahçe var. 2, Bir şeyin sırt durumunda olan yüzeyi: Çocuğun arkası ağrıyormuş. 3. Geri kalan bölüm, kısım: Masalın arkası. Yazının arkası. 4. Art, peş. 5. Otururken sırtın dayandığı yer: "Otomobile bindiğimiz zaman başım arkaya yaslamış, gözlerini yummuştu." -T. Buğra. 6. İnsanın vücudu, bedeni: "Arkasında beli kemerli, dar, şık bir pardösü vardı." -R. H. Karay. 7. sf. Arkada olan, arkada bulunan. 8. sf mec. Koruyucu, kayırıcı, iltimasçı, piston: "Memur olmak için büyük bir arka gerek." -H. R. Gürpınar. 9. mec. Geçmiş, geride kalmış zaman: "Bütün gözler arkaya, maziye çevrilmişti." -Y. K. Beyatlı. arka arkaya vermek birbirini korumak için birleşmek, destek olmak, dayanışmak, arka bulmak bir koruyucu, kayırıcı bulmak, arka çevirmek sırt çevirmek. arka çıkmak bir kimseyi başkalarına karşı korumak, kayırmak: Annesi arka çıktı da çocuğu dayaktan kurtardı, arka kapıdan çıkmak okuldan başarısızlıkla ayrılmak. arka olmak maddi, manevi yönden destek olmak, arka vermek desteklemek, dayamak, (birini) arkada bırakmak birinden daha ileri gitmek, (bir şeyi) arkada bırakmak 1) bir şeyden epey uzaklaşmış bulunmak; 2) zaman bakımından geçmişte bırakmak: "Uyandığımız zaman üçte birini arkada bırakmışızdır başlayan günün." -S. F. Abasıyanık. arkada kalanlar (veya arkadakiler) bir kimsenin öldüğünde veya bir yere gittiğinde geride bıraktığı yakınları. arkada kalmak 1) geriden gelmek, geride kalmak; 2) değerce ileride olanların arkasında kalmak, ileri gidememek, geride kalmak, arkadan söylemek kendisi bulunmadığı bir yerde bir kimseyi çekiştirmek, dedikodusunu yapmak, arkadan vurmak bir kimse kendisine güvenen ve inanan birine gizlice kötülük etmek, arkası alınmak sona erdirilmek, bitirilmek, bir yerde durdurulmak: Kaçakçılığın arkası alındı, arkası gelmek devamlı olmak, sürekli olmak, (bir şeyin) arkası kesilmek tükenmek, son bulmak, arkası olmamak kayıracak kimsesi olmamak, arkası yere gelmemek sırtı yere gelmemek, arkasına almak 1) sırtına yüklemek, taşımak; 2) mec. desteğini sağlamak, arkasına bakmadan gitmek arkada kalanlarla hiç ilgilenmeden bir yerden ayrılmak, (bir işin) arkasına düşmek (veya takılmak) 1) bir işi sona erdirmek için sıkı çalışmak; 2) birini gözden ayırmayarak arkasından gitmek: "istanbul'da ne kadar sair, hikayeci varsa hepsinin arkasına düşüyor, hepsiyle tanışıyordu." -B. R. Eyuboğlu. arkasında dolaşmak (veya gezmek) bir işi yaptırmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradığı yerlere giderek görüşme fırsatı aramak, arkasında yumurta küfesi yok ya! (veya olmamak) sırtında yumurta küfesi yok ya! (birinin) arkasından birinin yokluğunda: Birini arkasından övmek, arkasından atlı kovalamak bir işi gereksiz bir telaşla yapmak, arkasından konuşmak dedikodu yapmak, arkasından koşmak 1) iş yaptırmak için birinin arzusunu kollamak, görüşme fırsatı aramak; 2) birine çok ilgi duymak, arkasından sürüklemek arkasından gelmesini sağlamak, arkasını almak bir işi tamamlamak, arkasını bırakmak (veya bırakmamak) peşini bırakmak (veya bırakmamak), (birine) arkasını dayamak birinin koruyuculuğuna güvenmek, arkasını getirememek başladığı bir İşi sürdürüp sona erdirememek. (birinin) arkasını sıvamak okşamak, övmek, iltifat etmek, arkasını (bir şeye) vermek dönmek: Ateşe arkasını verdi, arkasını (birine) vermek birinin koruyuculuğuna güvenmek, arkaya bırakmak (veya koymak) sonraya, başka zamana veya işin sonuna bırakmak, ertelemek, arkaya kalmak geride kalmak, sonraya kalmak, geriden gelmek.
→ arka arka, arka arkaya, arka ayak, arka müziği, arka plan, arka sokak, arka teker, arka üstü, arka yüz, arkadan arkaya, arkası pek, arkası sıra, arkası yufka, perde arkası
arka arka zf. Geri geri: Arka arka gitti.
arka arkaya zf. Hemen birbirinin arkasından, art arda: "Arka arkaya kaç gecedir uykusuzluk onu harap etmişti." -P. Safa.
arka ayak, -ğı is. Hayvanlarda vücudun gerisinde bulunan ayaklardan biri.
arkaç, -cı is. hlk. 1. Ağıl. 2. Dağ sırtlarında davarların yatırıldığı düz, rüzgâr almayan kuytu yer.
arkadan arkaya zf. Gizli gizli, el altından, gizlice, belli etmeden.
arkadaş is. 1. Birbirlerine karşı sevgi ve anlayış gösteren kimselerden her biri, yaren. 2. Bir ortamda birlikte bulunanlardan her biri, hempa, refik: "Nedret'in arkadaşları bizi nezaketen davet ettiler." -M. Yesari. arkadaş değil, arka taşı zarar veren arkadaşlar için söylenen bir söz. arkadaş olmak bir kimseyle dostluk kurmak, içten olmak.
→ arkadaş canlısı, can arkadaşı, hayat arkadaşı, kadeh arkadaşı, mahalle arkadaşı, silah arkadaşı
arkadaş canlısı sf. Arkadaşlığa değer veren, arkadaşlarına çok düşkün (kimse).
arkadaşça zf. (arkada'şça) 1. Arkadaş olarak. 2. İçtenlikle, dostça.
arkadaşlık, -ğı is. Arkadaş olma durumu, arkadaşa yakışır davranış, omuzdaşlık, ünsiyet: "Kısa zamanda, unutamayacağım arkadaşlıklar kazandım." -T. Buğra, arkadaşlık etmek 1) bir işte birlikte bulunmak; 2) huyu ve düşünceleri birbirine uymak; 3) bir süre beraber bulunmak, birlikte gitmek, eşlik etmek, refakat etmek.
→ kadeh arkadaşlığı
arkaik, -ği sf. Fr. archaique 1. Güzel sanatlarda klasik çağ öncesinden kalan. 2. ed. Arkaizmle ilgili, eskimiş (söz veya eser).
arkaizm is. Fr. archaisme ed. 1. Konuşulan ve yazılan dilde, kullanımdan düşmüş olan eski söz ve deyim. 2. Kullanıldığı çağdan daha eski bir çağdan kalma bir biçimin, bir yapının özelliği.
arkalama is. Arkalamak işi, yardım, müzaheret.
arkalamak (-i) 1. Arkasına almak, yüklenmek. 2. mec. Bir kimseye güven vererek yardım etmek, destek olmak, korumak, müzaheret etmek: "Bu roman, sanırım iş Bankası'nın arkaladığı ilk Tan gazetesinde tefrika edilirken üniversite Öğrencisi idi." -H. Taner.
arkalanma is. Arkalanmak işi.
arkalanmak (nsz) Kendisine yardım edilmek, destek olunmak.
arkalı sf 1. Arkası olan. 2. mec. Koruyanı, koruyucusu, dayanağı olan.
arkalıç, -cı is. Arkalık.
arkalık, -ğı is. 1. Sırt dayamaya yarayan yer: "Rıza Efendi iskemlesinin arkalığına iyice yaslandı." -T. Buğra. 2. Sırtında yük taşıyan hamalların, yük taşırken kullandıkları arka yastığı, semer, arkalıç. 3. esk. Ev içinde giyilen kolsuz, kalınca bir tür kısa hırka.
arkalıklı sf. Arkalığı, sırt dayayacak yeri olan.
arkalıksız sf. Arkalığı, sırt dayayacak yeri olmayan: "Çadır, içindeki arkalıksız iskemlelere kurulan müşterileri güneşten korur."-S. Birsel.
arka müziği is. tiy. Bir oyunda hareket ve sözlerin yanı sıra etkiyi artırmak için hafifçe çalınan müzik.
arka plan is. 1. Gerideki görünüm. 2. Önemsiz, değersiz bir durumda olma. arka plana kaymak gözden düşmek, önemini yitirmek: "Bu üslubu ve bakış açısı yüzünden arka plana kaymış." -T. Buğra.
arka planda sf. 1. Geride. 2. Önemsiz, arka (veya geri) planda kalmak 1) gözden düşmek; 2) önemini yitirmek, değersizleşmek.
arkası pek sf. Güçlü birine veya sağlam bir şeye güvenen (kimse).
arkası sıra zf Ardından, peşinden: "Bunlar operete neden gitmediler, neden arkamız sıra geldiler, anlayamadım."-M. Ş. Esendal.
arkası yufka sf Soğuğa karşı gereği gibi giyinmemiş (kimse).
arkasız sf 1. Arkası olmayan. 2. mec. Koruyanı olmayan, koruyucusu, dayanağı olmayan.
arkasızlık, -ğı is. Arkası olmama durumu.
arka sokak, -ğı is. Ana yola açılan ikinci derecedeki sokak.
arka teker is. Araçların arka düzeninde yer alan tekerlek.
arka üstü zf. Arkası yere gelecek biçimde.
arka yüz is. Bir şeyin arkada kalan yüzü.
arkebüz is. Fr. arauebuse esk. XV. yüzyılda Fransa'da kullanılmaya başlanan, taşınabilir ateşli silah.
arkeen is. Fr. archeen jeol. Kambriyumlardan önce oluşan en eski yer katı.
arkegon is. Fr. archegone bot. Eğrelti otlarında, bütün kara yosunlarında, bazı su yosunlarında ve açık tohumlularda görülen dişilik organı.
arkeolog, -ğu is. Fr. archeologue Kazı bilimci.
arkeoloji is. Fr. archeologie Kazı bilimi.
→ su altı arkeolojisi
arkeolojik, -ği sf. Fr. archeologique Arkeoloji ile ilgili.
arkeopteriks is. Fr. archeopteryx Hem kuş hem sürüngen özellikleri gösteren bir hayvan fosili.
arketip is. Fr. archetype İlk örnek.
arkıt is. hlk. Köy evlerinde kapıların arkasına konulan kalın kuşak.
arkoz is. Fr. arkose jeol. Birleşiminde feldspat bulunan, kum taşı türünden bir tortul kayaç: Değirmen taşları sert arkozdan yapılır.
arktik, -ği sf. Fr. arctique coğ. Kuzey Kutbu'yla ilgili, Kuzey Kutbu yakınında olan: Arktik kuşak.
arlanma is. Arlanmak işi.
arlanmak (nsz) Utanmak: "Ramazan günü alenen meyveli gazoz içmeye arlanmıyor musun? " -H. Taner.
arlanmaz sf Utanmaz, sıkılmaz.
arlanmazlık, -ğı is. Arlanmaz olma durumu.
arlı sf Namuslu, utangaç, sıkılgan: "Ağaların yiğittir, arlıdır, oğul!" -T. Buğra, arlı arından, huysuz huyundan vazgeçmez herkes kendi karakterine göre davranışta bulunur.
arma is. (a'rma) İt. arma 1. Bir devletin, bir hanedanın veya bir şehrin sembolü olarak kabul edilmiş resim, harf veya şekil, ongun. 2. den. Geminin yürümesine hizmet eden direk, seren, ip, halat ve yelken takımı, arma donatmak den. armayı yerli yerine koymak, arma soymak den. hareketli olan armayı, limanda kışlamak, yağmur ve kardan korumak amacıyla bir süre için sökmek. arma uçurmak (veya budatmak) den. armayı rüzgâra kaptırmak.
armada is. İt. den. Donanma.
armador is. İt. armador den. Geminin direk, seren, yelken ve ip vb. donanımım düzenleyen usta.
armadorluk, -ğu is. Armador olma durumu.
armadura is. (armadu'ra) İt. armadura den. Gemide direklere takılı halatları bağlamak için küpeştenin iç tarafında bulunan delikli ve çubuklu levha.
armağan is. 1. Birini sevindirmek, mutlu etmek için verilen şey, hediye: Çam sakızı çoban armağanı. 2. Ödül: Nobel armağanı. 3. Bir bilim adamının emek verdiği dalda onu anmak İçin hazırlanan bilimsel eser: Macit Gökberk Armağanı. 4. mec. Bağış, İhsan, armağan etmek birine bir şeyi armağan olarak vermek, hediye etmek.
armalı sf. Arması bulunan.
armasız sf. Arması olmayan.
armatör is. Fr. armateur den. Ticaret gemisi sahibi.
armatörlük, -ğü is. den. 1. Armatör olma durumu. 2. Gemi işletme işi, gemi işletmeciliği.
armatür is. Fr. armatüre 1. Bir aletin ana bölümünü oluşturan kısım. 2. fiz. Bir mıknatısın iki kutbu arasında, kuvvet akımını toplu bir duruma getirmek İçin bu kutuplar arasına yerleştirilen demir parçası. 3. fiz. Bir kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.
armoni is. Fr. harmonie müz. İki veya daha çok sesin aynı anda kulağa hoş gelecek biçimdeki uyumu, harmoni.
→ armoni orkestrası
armonik, -ği sf. Fr. harmoniaue müz. 1. Armoni ile İlgili olan. 2. is. Armonika: "Her adım atışında koyu lacivert akordeon eteği, hakikaten bir armonik gibi açılıp kapanıyordu. " -M. Yesari.
armonika is. (armoni'ka) İt. armonica müz. 1. Yan yana sıralanmış deliklerden her biri üflendiğinde ayrı notada sesler çıkaran küçük ağız çalgısı, mızıka, armonik. 2. Akordiyon.
armoniler ç. is. fiz. Frekansı, ana sesin frekansının tam katı olan sesler.
armoni orkestrası is. müz. Yalnız üflemeli çalgılardan oluşan orkestra.
armonize sf. Fr. harmonisi müz. Tamamlayıcı sesler eklenmiş (müzik parçası).
armonyum is. Fr. harmonium müz. Taşınabilir küçük org.
armudi sf. (armuıdi:) Far. emrüd + Ar. -i esk. Armut biçiminde olan.
armudiye is. (armuıdiye) Far. emrüd + Ar. -iyye esk. Nazarlık olarak takılan armut biçimindeki altın.
armudumsu sf. Armutsu.
armut, -du is. Far. emrüd bot. 1. Gülgillerden, çiçekleri beyaz, yurdumuzun her yerinde yetişen bir ağaç (Pirus communis): Ankara armudu. Hacı Hamza armudu. 2. Bu ağacın tatlı ve sulu, yumuşak, ufak çekirdekli meyvesi. 3. sf. argo Fazla bön. armut gibi çok anlayışsız, bön. armut piş ağzıma düş! bir işe hiç emek harcamaksızın onun kendiliğinden olmasını bekleyenlerin durumunu anlatan bir söz. armudun iyisini (dağda) ayılar yer kendilerine yakışmayan güzel bir şeyi eline geçirenler için kullanılan bir söz. armudun sapı var, üzümün (veya kirazın) çöpü var demek her şeye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğenmemek.
→ armut kabağı, armut kurusu, armut top, akça armudu, Amerika armudu, bey armudu, çakal armudu, dağ armudu, Hint armudu, Japon armudu, yaban armudu
armut kabağı is. bot. Ürünü, armut biçiminde olan bir süs kabağı.
armut kurusu is. Daha sonraki mevsimlerde yenmek üzere kurutulmuş armut.
armutsu sf. Armudu andıran, armuda benzeyen, armut gibi, armudumsu.
armut top is. sp. Boksörün çalışmalarında kullandığı içi havalı, dışı deri, armut biçiminde top.
armuz is. Yun. den. Gemilerde güverte ve borda kaplama tahtalarının yan yana gelmeleri sonucu aralarında oluşturdukları çizgi.
Arnavut, -du öz. is. 1. Arnavutluk ve çevresinde yaşayan bir halk. 2. sf. Bu halka özgü olan.
→ Arnavut bacası, Arnavut biberi, Arnavut ciğeri, Arnavut kaldırımı
Arnavut bacası is. Çatı penceresi.
Arnavut biberi is. Acı kırmızıbiber.
arnavutciğeri is. Ciğer tavası.
Arnavutça öz. is. (arnavu'tça) 1. Hint-Avrupa dilleri ailesine giren, Arnavutların kullandığı dil. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.
Arnavut kaldırımı is. Yollarda İrili ufaklı taşlarla gelişigüzel yapılan kaldırım; "Yol buradan itibaren kasaba yollan gibi Arnavut kaldırımı idi." -S. F. Abasıyanık.
Arnavutlaşma is. Arnavutlaşmak durumu.
Arnavutlaşmak (nsz) Arnavut dilini ve kültürünü benimsemek.
Arnavutlaştırma is. Arnavutlaştırmak durumu.
Arnavutlaştırmak (-i) Arnavut kimliğini kazandırmak.
Arnavutluk, -ğu öz. is. 1. Arnavut olma durumu. 2. Arnavut halkının bütünü.
arnika is. (arni'ka) ît. arnica bot. Öküzgözü.
aroma is. (aro 'ma) Fr. aröme Hoş koku.
aromalı sf. Hoş kokulu.
aromasız sf. Araması olmayan.
aromatik, -ği sf. Fr. aromatique Hoş kokulu.
arp is. muz. Dik tutularak parmakla çalınan, üç köşeli ve telli, büyük çalgı.
arpa is. bot. 1. Buğdaygillerden bir bitki (Hordeum vulgare). 2. Bu bitkinin ekmek ve bira yapımında kullanılan, hayvanlara yem olarak verilen taneleri, (bir) arpa boyu kadar gitmek (veya yol almak) pek az ilerlemek: "Tartışmadan beklenen olumlu ve yapıcı sonuca varmak söz konusu olunca orada bir arpa boyu yol alamıyoruz." -H. Taner, arpa ektim, darı çıktı ters sonuç veren işler için söylenen bir söz. arpası çok gelmek coşmak, azmak, kudurmak.
→ arpa güvesi, arpa suyu, arpa şehriye, yemlik arpa
arpacı is. Arpa alan ve satan kimse, arpacı kumrusu gibi düşünmek ne yapacağını bilmeyerek derin derin düşünmek: "Bak, o şoförün yanında arpacı kumrusu gibi düşünen maarif müdürü beye." -R. N. Güntekin.
arpacık, -ğı is. 1. tıp Göz kapağının kenarında çıkan küçük çıban, it dirseği. 2. Tüfek, tabanca vb. ateşli silahlarda namlunun en İleri bölümünde bulunan ve nişan alırken gezle birlikte göz ile hedef arasında aynı çizgi üzerine getirilen küçük çıkıntı.
→ arpacık soğanı
arpacık soğanı is. bot. Tohumdan yetiştirilen ve tohumluk olarak kullanılan küçük soğan.
arpacılık, -ğı is. Arpa yetiştirme veya alıp satma işi.
arpa güvesi is. zool. Tahıllara dadanan bir güve türü.
arpağan is. hlk. Yabani arpa.
arpalama is. 1. Atların ayaklarında görülen ve rahat yürümelerini önleyen bir hastalık. 2. Çok arpa yemekten ileri gelen bir hayvan hastalığı.
arpalık, -ğı is. 1. Arpa ekilen yer, arpa tarlası: "Hüseyin'i köyün kenarında, arpalık hendeğinin içinde Öldürülmüş buldular." -M. Ş. Esendal. 2. Arpa konulan yer. 3. Hayvanın dişinde bulunan ve hayvan yaşlandıkça silindiği için yaşını belli eden bir nişan. 4. Başmaklık. 5. mec. Karşılıksız yarar sağlamlan yer veya kimse, yemlik. 6. tor. Müftü, kazasker vb. din görevlilerine aylık yerine verilen giyecek, yiyecek vb. şeyler veya para, arpalık etmek arpalık yapmak, arpalık yapmak bir kaynaktan sürekli olarak çıkar sağlamak.
arpamsı sf. Arpayı andıran, arpaya benzeyen, arpa gibi.
arpa suyu is. Bira.
arpa şehriye is. Arpa biçiminde dökülmüş şehriye.
arpçı is. Arp çalan kimse.
arpej is. Fr. arpege muz. Bir akort oluşturan seslerin birbiri arkasından çalınması.
arsa is. (a'rsa) Ar. 'arşa Üzerine yapı yapılmak için ayrılmış yer.
→ arsa payı
arsa payı is. Kat mülkiyeti söz konusu olduğu yerlerde bağımsız bölümlere tahsis edilen mülkiyet payı.
arsenik, -ği is. Fr. arsenic kim. Atom numarası 33, atom ağırlığı 74,91, yoğunluğu 5,7 olan, atmosfer basıncı altında 450 °C'de süblimleşen, maden filizlerinde çok yaygın bulunan, metal görünümünde basit element, sıçanotu, zırnık (simgesi As).
arsıulusal sf. esk. Uluslararası.
arsız sf. 1. Utanması, sıkılması olmayan, yılışık, yüzsüz (kimse). 2. Açgözlü davranan (kimse). 3. mec. Kolayca üreyebilen (bitki).
→ arsız arsız, dayak arsızı
arsız arsız zf. Utanmaz bir biçimde, yılışarak, sırnaşarak: "Ara sıra mızıkayı durdurarak çalgıcılarla, hatta ön sıradaki halkla arsız arsız konuşuyordu." -R. N. Güntekin.
arsızca zf. (arsı'zca) Arsız gibi, arsıza yakışan biçimde: "Fakat bu tavrını bir parça arsızca buluyordu." -T. Buğra.
arsızlanma is. Arsızlanmak işi.
arsızlanmak (nsz) Arsızlık etmek.
arsızlaşma is. Arsızlaşmak işi.
arsızlaşmak (nsz) Arsız duruma gelmek.
arsızlık, -ğı is. Arsız olanın durumu veya arsıza yakışacak davranış, yılışıklık, sırnaşıklık: "Üçünü birden almak arsızlığına kalkma. Pay edelim." -H. R. Gürpınar, arsızlık etmek 1) utanmadan, sıkılmadan, yüzsüzce davranmak; 2) açgözlü davranmak.
arslan is. zool. Aslan, arslanın adı çıkmış, çakallar baş keser "haksızlığı veya kötülüğü esas yapanın yerine bu konuda adı ön plana çıkan kişiler" anlamında kullanılan bir söz: "Öyle ya kardaşlar her yanımız asker kaçağı dolu, arslanın adı çıkmış, çakallar baş keser, denilmiş." -K. Tahir.
arslanlı sf. 1. Arslam olan. 2. is. tar. Osmanlı devletinde kullanılan arslan baskılı gümüş sikke.
arş (I) is. Ar. 'arş din b. İslam inanışına göre göğün en yüksek katı: "El elden üstündür, ta arşa kadar." -Atasözü.
arş (II) ünl. Fr. marş ask. "Yürü" komutu: "Arş yiğitler vatan imdadına!" -N. Kemal.
arşe is. Fr. archet 1. Tren, troleybüs, tramvay vb. elektrikle işleyen taşıtlarda telden elektrik akımı almaya yarayan, yukarıya doğru uzanmış demir yay. 2. müz. Keman yayı.
arşıâlâ is. (a'rşıaılâ:) Ar. 'arş + a'lâ esk. Göğün dokuzuncu katı.
arşın is. esk. Yaklaşık olarak 68 cm'ye eşit olan uzunluk ölçüsü: "Bu duvarlar yerden bir arşın kadar yültsek, üstünde güzel bir parmaklığı olan duvarlardı." -M. Ş. Esendal.
arşınlama is. Arşınlamak işi.
arşınlamak (-i) 1. Arşınla ölçmek. 2. Amaçsız, geniş adımlarla dolaşmak: "Şöyle bir arşınladı iskeleyi, sonra cebinden bir düdük çıkarıp öttürdü." -Ç. Altan.
arşınlık, -ğı sf. Arşın ölçüsünde, arşın kadar: Üç arşınlık bez.
arşidük is. Fr. archiduc esk. Avusturya'da imparator ailesi prenslerine verilen unvan.
arşidüşes is. Fr. archiduchesse 1. Arşidükün karısı veya kızı. 2. Avusturya hanedanında prenses.
arşiv is. Fr. archives Belgelik.
arşivci is. Belgelik görevlisi veya uzmanı.
arşivcilik, -ği is. Arşivcinin yaptığı iş veya görevi.
arşivleme is. Arşivlemek işi.
arşivlemek (-i) Arşive kaldırmak, arşivde saklamak.
arşivlenme is. Arşivlenmek işi.
arşivlenmek (nsz) Arşiv yapılmak.
art, -di is. 1. Arka, geri: "Ardında kapı koyu karanlık bir sonsuzluğa açılıyordu." -T. Buğra. 2. Bir şeyin öbür yüzü. 3. sf. Arkada bulunan: Art damak ünsüzü. Art teker, art eteğinde namaz kılmak çok temiz huylu olmak, ardı arası kesilmemek aralıksız olarak gelmek, ardı kesilmek arkası gelmemek, tükenmek: Gidiş gelişin ardı hiç kesilmiyor, (bir kişinin, bir işin) ardına (veya arkasına) düşmek arkasından gitmek, peşini bırakmamak, ardına kadar açık sonuna kadar açık (kapı, pencere), ardında yüz köpek havlamayan kurt, kurt sayılmaz önemli kimseleri çekemeyip onlara dil uzatanların çok olduğunu anlatan bir söz. ardından atlı kovalamak arkasından atlı kovalamak, ardından sapan taşı yetişmez bir kimsenin çok hızlı gittiğini anlatmak için kullanılan bir söz. ardım almak (veya getirmek) bitirmek, tamamlamak, ardını bırakmamak peşini bırakmamak, ardını kesmek arkası gelmemek, önlemek, son vermek, durdurmak.
→ art arda, art avurt, art avurt ünsüzü, art bölge, art damak, art damak ünsüzü, art düşünce, art elden, art niyet, art oda, art teker, art zamanlı, iğne ardı, ardı ardına
artağan sf. hlk. 1. Alışılandan veya beklenilenden artık verimi olan, bereketli. 2. Çoğalan, fazlalaşan, artımlı.
artağanlık, -ğı is. Alışılandan veya beklenilenden artık ürün verme durumu, bereket.
artakalma is. Artakalmak İşi veya durumu.
artakalmak (-den) Artmak, geriye kalmak, fazla bulunmak: "Artakalan para ile, çocuk pek güç geçiniyordu." -H. F. Ozansoy.
art arda zf. Birbirinin arkasından.
art avurt, -du is. anot. Avurdun arka bölümü.
→ art avurt ünsüzü
art avurt ünsüzü is. dbl. Dil ucunun art damağa çarpmasından oluşan ve dilin yanlarından akan ses: Dal, bal, al kelimelerindeki "l" ünsüzü.
art bölge is. coğ. İç bölge.
artçı is. 1. Geçmiş bir sanat veya edebiyat çığırını sürdüren sanatçı, hareket. 2. ask. Yürüyüş durumunda bulunan bir askerî birliğin güvenliğini sağlamak için arkadan gelmek üzere bırakılan kıta, dümdar. 3. sf. Arkadan gelen, sonra olan, öncü karşıtı.
→ artçı deprem, artçı sarsıntı, artçı şok
artçı deprem is. Asıl depremden sonra meydana gelen şiddet ve büyüklük bakımından daha küçük olan deprem.
artçılık, -ğı is. Artçının görevi.
artçı sarsıntı is. Artçı deprem.
artçı şok is. Artçı deprem.
art damak, -ğı is. anat. Damağın arka bölümü.
→ art damak ünsüzü
art damak ünsüzü is. dbl. Ciğerlerden gelen havanın dil sırtı yardımıyla art damağın çeşitli noktalarında bazen patlayarak, bazen de sızarak oluşturduğu ünsüz: kara, gayrı, yağmur kelimelerindeki k, g, ğ ünsüzleri gibi.
art düşünce is. Bir düşüncenin arkasında gizli tutulan asıl düşünce, art niyet.
art elden zf. Birini oyalayıp ondan gizli olarak.
arter is. Fr. artere 1. anat. Atardamar. 2. mec. Trafiği yoğun olan ana yol.
arterit is. Fr. arterite tıp Atardamar bozukluğu.
artezyen is. Fr. artesien Burgu ile delinerek açılan ve suyu yükseğe fışkırtan kuyu.
→ artezyen kuyusu
artezyen kuyusu is. Artezyen.
artı is. mat. 1. Toplama işleminde + işaretinin adı, zait. 2. sf. Sıfırdan büyük, önünde artı işareti bulunan (sayı), eksi karşıtı, pozitif.
→ artı para, artı sayı, artı uç
artık, -ğı sf. 1. İçildikten, yenildikten veya kullanıldıktan sonra geriye kalan. 2. Daha çok, daha fazla. 3. zf. Bundan böyle, sonra, daha, yeter: "Artık onlar en lüks gazino ve barlara gidiyorlar, gecelerini oralarda geçiliyorlardı. " -T. Buğra. 4. is. Kalan veya artan bölüm: Yemek artığı. 5. is. Bir şey harcandıktan sonra artan bölümü: Kumaş artığı. 6. müz. Büyük ve tam aralıkların yarım ses artmış hâli.
→ artık değer, artık emek, artık göl, artık gün, artık yıl, eksik artık, üretim artığı
artık değer is. ekon. İşçinin, iş gücünün karşılığı olarak ödenen değerin üzerinde ürettiği ve işverenin, karşılığını ödemeksizin sahip olduğu ek değer.
artık emek, -ği is. ekon. İşçinin, ek süre içinde harcadığı ve sonucunda artık değer yarattığı, karşılığı ödenmeyen emek.
artık göl is. coğ. Önceden denizken kurumalar, çekilmeler yüzünden göl durumuna gelmiş yer.
artık gün is. Artık yıllarda şubat ayına eklenen yirmi dokuzuncu gün.
artıklama is. Artıklamak işi.
artıklamak (nsz) hlk. Yemekte artık bırakmak.
artık yıl is. Dört yılda bir gelen 366 günlük yıl, seneikebise: 1996, 2000, 2004, 2008 gibi dört ile bölünebilen her yıl, artık yıldır.
artım is. Artma, artış, çoğalma.
artımlı sf. Pişince şiştiği için miktarı artmış gibi görünen, artağan: Artımlı pirinç.
artın is. kim. Katyon.
artı para is. ekon. Banka tarafından müşteri hesabı için öngörülen limitten belirli bir miktar daha fazlasını kullanma İmkânı veren tutar, acil ihtiyaç kredisi.
artırılma is. Artırılmak işi: "Devlet ... üretimin artırılmasını ve tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayıcı tedbirler alır." -Anayasa.
artırılmak (nsz) Artırma işine konu olmak, çoğaltılmak, tezyit edilmek.
artırım is. 1. Bir şeyi idareli harcayarak onun bir bölümünü artırma işi, tasarruf. 2. Müzayedede artırma.
artırma is. 1. Artırmak işi: Para artırmaya önem veriyor. 2. Açık artırma.
→ açık artırma, değer artırma
artırmak (-i) 1. Artmasını sağlamak, çoğaltmak. 2. Bir malı başka alıcıların verdiği fiyattan daha yüksek bir fiyatla almak istemek. 3. Tutumlu davranıp biriktirmek, tasarruf etmek. 4. mec. Herhangi bir davranışta ileri gitmek: Sen edepsizliği adamakıllı artırdın.
artı sayı is. mat. Kendisinden önce + işareti bulunan, sıfırdan büyük sayı, pozitif sayı.
artış is. Artma işi veya biçimi, artma, artım, çoğalış: Fiyat artışı. Nüfus artışı.
artı uç, -cu is. fiz. Elektrikli çözümlemede, sıvıya batınlıp akımın geçmesini ağlayan, metal uçlardan artı yüklü olanı, anot.
artikülasyon is. Fr. articulation dbi. Boğumlanma.
artist is. Fr. artiste 1. Güzel sanatlardan birini meslek edinen kimse, sanatçı, sanatkâr. 2. hlk. Eğlence yerlerinde gösteri yapan kimse. artist gibi boylu boslu, güzel ve alımlı (kimse).
artistçe zf. (arti'stçe) Artiste benzer biçimde: "Şen bir hava çalacaklarmışçasına artistçe hareket ediyorlardı." -R. H. Karay.
artistik, -ği sf. Fr. artistigue Güzel sanatların gerektirdiği niteliğe uygun, sanatlı: Artistik patinaj.
artistlik, -ği is. 1. Artistin görevi: "Düşünmüş, taşınmış, o da bizim gibi artistliğe heves etmişti." -R. H. Karay. 2. Artist olma durumu.
artma is. Artmak işi.
artmak, -ğı (I) is. hlk. Büyük heybe.
artmak, -ar (II) (nsz) 1. Çoğalmak: Istırap çektikçe metanetiniz artar. 2. Harcandıktan, sonra bir miktar geri kalmak: Kumaş arttı. Yemek arttı. 3. Değeri yükselmek, fazlalaşmak: Arsa fiyatları arttı.
art niyet is. Art düşünce.
art niyetli is. Art niyeti olan, art niyet besleyen.
art niyetlilik, -ği is. Art niyetli olma durumu.
art oda is. anat. Gözde iris ile billur cismin arasındaki boşluk.
artrit is. Fr. arthrite tıp Eklem romatizması.
artroz is. Fr. arthrose tıp Genellikle şekil bozucu, iltihapsız, süreğen eklem hastalığı.
art teker is. İtici gücü sağlayarak bisikleti yürüten teker.
arttırma is. Arttırmak işi.
arttırmak (-i) 1. Artırma işi yapılmak. 2. Yükseltmek.
art zamanlı sf. Evrim açısından ele alınan süre içinde birbirini izleyen, diyakronik.
→ art zamanlı dil bilimi
art zamanlı dil bilimi is. db. Dil olaylarını değişik zaman ve evrim açısından ele alan dil bilimi.
art zamanlılık, -ğı is. db. Değişik zaman ve evrim açısından incelenen dil olaylarının özelliği, diyakroni.
aruz is. (aru:z) Ar. 'aruz ed. Hecelerin uzunluk ve kısalık, kapalılık veya açıklık değerlerine göre türlü ses kalıplarından oluşan divan edebiyatı nazım ölçüsü.
→ aruz vezni
aruz vezni is. ed. Aruz.
arya is. İt. aria Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça.
Aryanizm Öz. is. Fr. arianisme din b. IV. yüzyılda Arius adlı bir papazın kurduğu ve Hristiyan inanışının tersine olarak İsa'nın tanrılığını inkâr eden mezhep.
arz (I) is. Ar. 'arz 1. Sunma. 2. Yüksek bir makama anlatma, bildirme, arz etmek 1) sunmak; 2) saygı ile bildirmek: "Demin de arz ettiğim gibi, karakolda izah ederim." -T. Buğra.
→ arz odası, arzuhal, arz talep, arz talep kamımı, para arzı
arz (II) is. Ar. 'arz esk. En, genişlik.
arz (III) is. Ar. arz esk. Yer, yeryüzü.
→ arz cazibesi, arz dairesi, arz derecesi
arzani sf. (arza:ni) Ar. 'arzani esk. Enine olan.
arz cazibesi is. fiz. Yer çekimi.
arz dairesi is. coğ. Enlem dairesi.
arz derecesi is. coğ. Enlem.
arziyat is. (arziya:t) Ar. arziyyât esk. Yer bilimi.
arz odası is. 1. Yüksek mevkide olan insanların halkla görüştüğü oda: "Bir arz odasında biz kullarına görünmek acaba yüce gönlüne uygun düşer mi?" -T. Oflazoğlu. 2. tar. Padişahın elçileri veya yabancı ülkelerin temsilcilerini kabul ettiği oda.
arz talep, -bi is. ekon. Üreticinin piyasaya mal çıkarması ve tüketicinin piyasadan mal çekmesi olayları, sunu ve istem.
arz talep kanunu is. ekon. Piyasalarda sunu ve istem dengesini düzenli tutma sistemi.
arzu is. (arzu:) Far. ârzü 1. İstek, dilek: "Kendi arzumla Anadolu'ya gitmek kararını verdim." -R. H. Karay. 2. Heves: "İçimde nice zamandan kalma bir arzu var." -A. İlhan, arzu duymak birine veya bir şeye karşı istek duymak: "Koşmak, raksetmek, tehlikeli jimnastik hünerleri icra etmek arzuları duyuyordum." -Ö. Seyfettin, arzu etmek yürekten istemek: "Düşündüğüm, arzu ettiğim gibi, saf bulduğum bu adama hürmet ederdim." -M. Ş. Esendal. arzusu kalmak İsteği yerine gelmemek, hevesini alamamak: "Arzum kaldı toprağında tasında." -Halk türküsü.
arzuhal, -li is. (arzuha:!) Ar. 'arz + hâl Dilekçe, İstida, arzuhal gibi (veya kadar) Çok uzun (mektup).
arzuhalci is. Para karşılığında dilekçe, mektup vb. yazan kimse.
arzuhâlcilik, -ği is. Arzuhal yazma işi: Hayatını arzuhâlcilikle kazanıyor.
arzulama is. Arzulamak işi.
arzulamak (-i) İstek duymak, özlemek, istemek: "Bir muhalefet partisinin kurulmasını da bu gösteriş için arzulamıştı." -H. Taner.
arzulu sf. İstekli, hevesli.
arzusuz sf. İsteği, hevesi olmayan.