ap

apacı sf. (a'pacı) Çok acı: "... ağzı purodan apacı idi." -A. İlhan.

apaçık, -ği sf. (a'paçık) Çok açık, çok belirgin: "Apaçık bir yalanla kızı yanından uzaklaştırıyordu." -H. R. Gürpınar.

apaçıklık, -ğı is. 1. Apaçık olma durumu. 2. fel. Bir şeyin, hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın açık bir biçimde görünmesi.

apak, -ğı sf. (apak) Çok ak.

apalak, -ğı sf. Tombul, gürbüz, iri (bebek ve küçük çocuk).

apandis is. Fr. appendice anat. Kör bağırsağın İnce bir parmak gibi olan son bölümü.

apandisit is. Fr. appendicite tıp Apandisin iltihaplanması.

apansız zf. (a'pansız) Ansızın: "Hatta apansız sıçrayışlarla birdenbire arkasına dönüp bakıyordu. " -H. E. Adıvar.

apansızın zf. Ansızın.

aparey is. Fr. appareil Çeşitli parçalardan meydana gelen alet, cihaz.

aparkat is. İng. uppercut sp. Boksta bükük kolla aşağıdan yukarıya doğru çeneye atılan yumruk.

aparma is. Aparmak işi.

aparmak (-i) hlk. 1. Almak, alıp götürmek: "Geçme namert köprüsünden, ko aparsın su seni." -Evliya Çelebi. 2. argo Gizlice almak, alıp kaçmak, çalmak: "Sözü geçen para ehemmiyetsiz bir şeydi ve müdür muavini, onu çok ustalıkla aparmıştı." -H. Taner.

apartma is. Apartmak işi.

apartmak (-i) hlk. Aparma işini yaptırmak.

apartman is. Fr. appartement Birkaç katlı ve her katında bir veya birkaç daire bulunan yapı; "Bu beş katlı Galata kulesi kalınlığındaki korkunç apartmanın sakinleri hep debdebe içinde yüzmüş insanlarmış." -S. F. Abasıyanık.

apar topar zf Telaş ve acele ile, yaka paça: "Bütün o hazırlıklara, dökülen paralara, verilen zamana, zahmetlere rağmen, oyun apar topar iki hafta içinde kaldırılıveriyor." -H. Taner.

apart otel is. Müşterilerin kendi yeme ve içme gereksinimini karşılayabilmek için gerekli malzemeler ile donatılmış bağımsız apartman veya villa tipinde inşa edilmiş ancak otel gibi işletilen konaklama tesisi.

apaş is. Fr. apache Hayta: "Paris'te bir tramvayın apaşlar tarafından durdurulup soyulması." -A. Ş. Hisar.

apatit is. Fr. apatite jeol. Doğada, kemik dokusunda bulunan, içinde flor veya klor olan doğal kalsiyum fosfat.

apaydın is. (apaydın) Çok aydınlık.

apaydınlık, -ğı is. (apaydınlık) Apaydın olma durumu: "Sofa apaydınlık, gazı söndürelim. " -H. R. Gürpınar.

apayrı sf. (apayrı) Büsbütün ayrı, bambaşka: "... o sanat topluluğu içinde duygusu, düşüncesi, anlatış gücüyle apayrı bir şairdi." -Y. Z. Ortaç.

apaz (I) is. hlk. 1. Avuç. 2. Bir avuç dolusu: Bir apaz buğday.

apaz (II) sf. (a paz) Çok az.

apazlama is. 1. Apazlamak işi. 2. sf den. Pupa ile orsa arasında geminin omurgasına 45 derece açı ile esen (rüzgâr). 3. zf. Böyle esen bir rüzgârla: Apazlama gidiyoruz.

apazlamak (-i) 1. Avuçlamak. 2. (nsz) Gemi apazlama rüzgârla gitmek. 3. den. Yelken rüzgârla dolup şişmek.

apel is. Fr. appel ekon. Anonim ortaklıklarda sermaye artırımı için yapılan ödeme çağrısı.

aperitif is. Fr. aperitif Ön içki: "Hatta öğle yemeğinden önce birer aperitif alsak daha iyi olmaz mı?" -R. H. Karay.

apış is. Butların iç tarafı, iki bacak arası.

apış arası

apışak, -ğı sf. hlk. 1. Bacaklarını açarak yürüyen, ayrık bacaklı. 2. is. Bacakları aça aça yürüme.

apış arası is. İki bacağın arasında kalan yer: Apışlarının arasına bir sac mangal alarak yakıcı soğuktan korunmaya çalışıyordu." -E. E. Talu.

apışık, -ğı sf. hlk. 1. Yorgun, güçsüz, şaşkın. 2. Kuyruğunu apış arasına alarak yılgın yılgın giden (hayvan).

apışlık, -ğı is. Ağ.

apışma is. Apışmak işi.

apışmak (nsz) 1. Hayvan yorgunluktan bacaklarım birbirinden ayırarak çöküvermek. 2. mec. Ne yapacağım kestirememek, şaşırmak. 3. hlk. Oturmak, bacakları ayırarak çömelmek. apışıp kalmak şaşırmak: "Bu sonsuzluğun içinde işte besbelli sen de kendini kaybederek apışıp kalmışsın." -H. R. Gürpınar.

apıştırma is. Apıştırmak işi.

apıştırmak (-i) 1. Hayvanı çok yorarak yürüyecek gücünü bırakmamak. 2. den. Çifte demir atarak döndükçe geminin bir alan içinde kalmasını sağlamak.

apiko is. İt. a picco 1. den. Geminin, zinciri toplayıp demirini kaldırmaya hazır olması. 2. sf argo Hazır, tetik. 3. sf. Derli toplu, süslü, şık: "Apiko bir genç gelir." -H. R. Gürpınar.

aplik, -ği is. Fr. appliaue Duvar şamdanı, duvar lambası.

aplikasyon is. Fr. application 1. Uygulama. 2. Bir kumaş üzerine başka bir kumaş parçasını veya bir danteli dikme yolu ile uygulayarak yapılan süs. 3. Eldeki haritaya göre arazı üzerinde bir parseli kazıklarla belirtme.

aplike is. Fr. appliguer Düz veya desenli bir kumaştan kesilmiş motiflerin bir başka kumaşa işlenmiş durumu.

apokaliptik, -ği sf. Fr. apocalyptiaue ed. Anlaşılmaz, kapalı, karanlık (söz veya yazı).

apokrif is. Fr. apocryphe ed. Doğruluğuna güvenilmez söz veya yazı.

apolet is. Fr. epaulette ask. 1. Subaylarda rütbeyi göstermek için üniformaların omuzlarına takılan işaretli parça, omuzluk: "Apoletleri, kalpağının şeritleri mutlu ışıklar gibi parlıyormuş." -H. E. Adıvar. 2. Giysilerin omuzlarına süs olarak takılan parça, apoletleri sökülmek bir suç sebebiyle rütbesi indirilmek veya askerlikten atılmak.

aport ünl. Fr. apporte Avın veya kendisine gösterilen şeyin üzerine atılıp getirmesi için köpeğe verilen buyruk sözü.

aposteriori sf. (aposterio'ri) hat. fel. Deney sonucu ortaya çıkan (bilgi), sonsal.

apostrof is. Fr. apostrophe dbl. Kesme İşareti.

apoşi is. Yun. den. Çember biçiminde, telden yapılma, torbaya benzer, büyük gözlü ağ.

apotr is. Fr. apotre Yardımcı, koruyucu, havari: "Şimdi, senin apotrların (havarilerin) kimlerdir? " -Y. K. Karaosmanoğlu.

appassionato zf. (appassiona'io) ît. müz. Coşkun bir biçimde (çalınmak).

apraksi is. Fr. apraxie tıp İşlev yitimi.

apre is. Fr. appret 1. Kumaş veya derinin cilalanması, perdahlanması. 2. Dokumacılıkta, boyacılıkta cila olarak kullanılan madde.

apreci is. Apre yapan kimse.

aprecilik, -ği is. Apreci olma durumu.

apreleme is. Aprelemek işi.

aprelemek (-i) Kumaş veya deriyi cilalamak, perdahlamak.

apreli sf. Apresi olan.

apresiz sf. Apresi yapılmamış, perdahlanmamış veya cilalanmamış.

apriori sf. Fr. apriorifel. Önsel.

apse is. Fr. abces Çıban, apse yapmak bir doku içinde iltihap oluşmak.

apseleşme is. Apseleşmek durumu.

apseleşmek (nsz) Yara irin bağlamak, apse yapmak.

apsent is. Fr. absinthe Pelinle kokulandırılmış sert bir içki.

apsis is. Fr. abscisse mat. 1. Yönlü bir eksen üzerinde bir noktanın, başlangıç noktasına olan uzaklığının cebirsel değeri: Bir eksen üzerindeki her nokta, apsisi ile belirtilir. 2. Koordinat.

aptal sf. Ar. abdal 1. Zekâsı pek gelişmemiş, zekâ yoksunu, alık, ahmak: "Aptal bir gülüşle yüzüne bakıyorum." -Y. Z. Ortaç. 2. ünl. tkz. Küçümseme ve azarlama bildiren bir seslenme sözü: "Aptal! Senin yerini açıkça söyledim ben." -T. Buğra, aptal olmak aptal durumda bulunmak, aptal yerine koymak (veya koyulmak) anlamaz, bilmez sanmak (sanılmak): "Beni aptal yerine koyuyor, ha." -Ö. Seyfettin.

aptal aptal

aptal aptal zf. Aptal gibi, aptalca, aval aval: "İdris aptal aptal yüzüme baktı." -S. F. Abasıyanık.

aptalca sf. (aptalca) 1. Biraz aptal: Aptalca bir adam. 2. zf (aptalca) Aptala yaraşır nitelikte, aptal gibi, aptalcasına: "Şakir Bey, aptalca bulduğu bu fikre karşı istihzasını gizlemeyerek sert sert güldü." -P. Safa.

aptalcasına zf. (aptalcasına) Aptalca.

aptallaşma is. Aptallaşmak işi veya durumu.

aptallaşmak (nsz) Zekâsını işletemez olmak, alıklaşmak, ahmaklaşmak: "Hayretimden gittikçe aptallaşıyordum, şu tabip cihazı ne mükemmel bir icattı." -R. H. Karay.

aptallaştırma is. Aptallaştırmak işi veya durumu.

aptallaştırmak (-i) Aptallaşmasına sebep olmak, aptal duruma getirmek, ahmaklaştırmak.

aptallık, -ği is. 1. Aptal olma durumu. 2. Aptalca iş: "Bu hikâye akıl almaz bir aptallıktan başka bir şey değildi." -T. Buğra, aptallık etmek aptalca davranmak veya aptalca İş görmek: "Sen bombayı masanın örtüsü altına koyduğuna aptallık etmişsin." -H. R. Gürpınar, aptallığa vurmak bir şeyi bilmez, anlamaz gibi görünmek.

apteriks is. Fr. apteryx bot. Kivi.

aptes is. bk. abdest.

apukurya is. (apuku'rya) Yun. Hristiyanlıkta et kesimi yortusu.

apul apul zf. Tombul çocuklar bacaklarını açarak (salın salına yürümek): Apul apul gidiyor.