am

-am / -em Fiilden isim türeten ek: dön-em , tut-am vb.

am is. kaba Dişilik organı, ferç.

Am kim. Amerikyum elementinin simgesi.

ama bağ. (a'ma) Ar. amma 1. Çelişkili ve tutarsız iki cümleyi birbirine bağlamaya yarayan bir söz, amma: "Para kazanmayı hiç sevmiyordu ama hesapsız harcamaya bayılıyordu. " -N. Cumalı. 2. Uyarma veya şartlı bir ifade niteliğinde olan bir cümleyi, başka bir cümleye bağlamaya yarayan bir söz: "İnanmam ama fırsat bulursam, baktırmadan da yapamam." -K. Tahir. 3. Beklenmeyen bir sonucu anlatan iki cümleyi onun sebebi durumunda olan cümleye bağlayan bir söz: "Gerçi Miralay bey bu suretle tekrar hatıralarına dalıp derdini unutur ama onu gece yarılarına kadar dinlemek fedakârlığı da yine bize düşer." -H. Taner. 4. Bir yargıyı veya bir buyruğu pekiştirmek için de kullanılan bir söz: Güzel, ama güzel bir söz söyledi. Sen de gel, ama gel 5. Bazen dikkati çekmek için cümlenin sonuna getirilen bir söz: "Gerçi, vekillerden bazıları yerli yerinde duruyordu ama!" -Y. K. Karaosmanoğlu. ama ne 1) ne hoş: Ama ne manzara. Ama ne film! 2) şaşılacak niteliği olan: Ama ne kılık! aması maması yok! hiçbir özrün geçerli olamayacağını anlatan bir söz: "Ama, diye sözünü kestim adamın. Aması maması yok, dedi o, sert bir sesle. Niye istifa etmedin?" -N. Eray. (bir şeyin) aması var herkesin bilmediği sakıncası veya kusurları var.

âmâ sf (a:ma:) Ar. a'mâ Görme engelli.

amabile zf (ama'bile) İt. müz. Bir parça sevimli ve cana yakın bir biçimde çalınarak.

amaç, -cı is. 1. Ulaşmak istenilen sonuç, maksat: "Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerim açıklamaya zorlanamaz." -Anayasa. 2. Gaye: "Kuruluş amaç ve şartlarını kaybeden yahut kanunun öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen dernekler, kendiliğinden dağılmış sayılır. " -Anayasa. 3. Hedef: "Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı maliye politikasının sosyal amacıdır." -Anayasa, amaç edinmek bir amaca ulaşma isteğinde bulunmak, amaç gütmek bir amacı gerçekleştirmeye çalışmak: "Dernekler, 13'üncü maddedeki genel sınırlamalara aykırı hareket edemeyecekleri gibi siyasi amaç güdemezler. " -Anayasa.

amaç dışı

amaç dışı sf. Gaye dışı, güdülen hedefin dışında olan.

amaçlama is. Amaçlamak işi, hedef alma, istihdaf.

amaçlamak (-i) Bir amaca ulaşmayı istemek, istihdaf etmek: "Sınıf veya zümre egemenliğini veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayan siyasi partiler kurulamaz." -Anayasa.

amaçlanma is. Amaçlanmak işi.

amaçlanmak (nsz) Amaçlama işine konu olmak.

amaçlı sf. 1. Amacı olan, gayeli. 2. Bir amaca yönelik.

amaçlılık, -ğı is. Amaçlı olma durumu.

amaçsız sf. Amacı olmayan, gayesiz; "Amaçsız, kararsız oraya buraya süzülürler." -H. Taner.

amaçsızlık, -ğı is. Amaçsız olma durumu.

amade sf. (a:ma:de) Far. amade esk. Hazır.

-amak Fiilden isim türeten ek: bas-amak, kaçamak, tutamak vb.

amal, -li ç. is. (a:ma:l) Ar. a'mâl esk. İşler, işlemler.

amalierbaa

amalgam is. Lat. amalgama kim. Malgama.

âmâlık, -ğı is. Görme engellilik.

amalierbaa is. (a:ma:lierbaa) Ar. a'mâl + erba'a esk. Matematikte dört işlem.

aman ünl. Ar. aman 1. (amam) Yardım istenildiğini anlatan bir söz: Aman Allahıml 2. Bir suçun bağışlanmasının istendiğini anlatan bir söz: Aman, bir daha yapmam! 3. Usanç ve öfke anlatan bir söz: Aman bırak beni! Aman, bu laflardan da bıktık! 4. Rica anlatan bir söz: "Aman, acele etmeli, vakit geçiyor." -S. F. Abasıyanık. 5. Dikkat çekmek için kullanılan bir söz: Aman, çocuğa iyi bakın! 6. Çok beğenmeyi anlatan bir söz: Aman ne güzel şey! Bu anlamda kullanıldığında buna da edatı da getirilebilir: Aman da ne güzel şey! 7. Şaşma anlatan bir söz: Aman efendim, bana öyle şeyler söyledi ki donakaldım, aman Allah (veya Allahım) şaşma, beğenme veya beğenmeme, korku vb. duyguları belirtmek İçin kullanılan bir söz. aman bulmak kurtulmak, aman dedirtmek (veya amana getirmek) karşı koyan birini boyun eğmek zorunda bırakmak, zor durumda bırakmak: "Galiba bu sene soğuk aman dedirtecek." -R. H. Karay, aman derim! sakın ha, böyle bir iş yapayım deme: Evi satacakmışsın, aman derim! aman dilemek önce direnirken zor karşısında boyun eğip canının bağışlanmasını dilemek.

aman vermek canını bağışlamak, öldürmemek: "Teslim olan halka aman vererek hepsini evlerine yolladı." -F. R. Atay. aman vermemek 1) rahat bırakmamak, göz açtırmamak: "İri sivri sinekler gece gündüz aman vermiyordu." -N. Cumalı. 2) acımayıp öldürmek, amana gelmek önce direnirken zor karşısında boyun eğmek.

amanname, aman zaman

amanın ünl. hlk. Korkma ve şaşma sözü: A-manınl Nasıl iş o, nasıl yaptın bunu?

amanname is. (amannaıme) Ar. âmân + Far. nâme tar. İslam devletlerinde düşmana güvenlik içinde olduğunu bildirmek üzere verilen belge.

amansız sf. Aman vermez, hiç acımayan, cana kıyıcı: "Osmanlı hâkimiyetinden sonra, Sırplarla Avusturyalılar arasında amansız bir mücadele başlamıştır." -F. R. Atay.

amansız hastalık

amansızca zf (amansı'zca) 1. Öldürücü bir durumda, acımasız olarak. 2. Hoşgörüsüz olarak.

amansız hastalık, -ğı is. hlk. Kanser.

amansızlık, -ğı is. Amansız olma durumu.

aman zaman is. Fırsat, çıkar yol. aman zaman bilmemek fırsat vermemek, aman zaman dedirtmemek aman vermemek.

Amasya öz. is. "Ele geçirilmeyen veya kaçan bir şeye üzülmek boştur, çünkü her zaman benzeri sağlanabilir" anlamındaki Amasyanın bardağı, biri olmazsa biri daha atasözünde geçen bir söz.

amatör sf Fr. amateur Bir işi para kazanmak için değil, yalnız zevki için yapan (kimse), özengen, özenci, profesyonel karşıtı: "Bu, çok ucuz bir amatör ressam tüzüğüdür." -H. Taner.

amatörce sf. 1. Amatör gibi. 2. zf Amatöre yakışır biçimde.

amatörlük, -ğü is. Amatör olma durumu: "Böyle bir amatörlük devresi geçirdikten sonra biraz da kendi hesabına çalışmayı düşündü." -R. N. Güntekin.

amazon is. Fr. amazone 1. Savaşa katılan kadınlara eski çağların Amazonlarına benzetilerek verilen san. 2. Ata binen kadın.

ambalaj is. (ambalaj) Fr. emballage Eşyayı sarmaya yarayan mukavva, kâğıt, tahta, plastik madde vb. malzeme, ambalaj yapmak bir şeyi paketlemek, sandıklamak.

ambalajcı is. Ambalaj yapan kimse.

ambalajcılık, -ğı is. Ambalajcı olma durumu veya işi.

ambalajlama is. Ambalajlamak işi.

ambalajlamak (-i) Ambalaj yapmak.

ambalajlanma is. Ambalajlanmak durumu.

ambalajlanmak (nsz) Ambalajlı durama gelmek.

ambalajlı sf. Ambalajlanmış, paketlenmiş.

ambalajsız sf. Ambalajlanmamış, paketlenmemiş.

ambale (4) Fr. emballement "Birini düşünemez duruma getirmek, çok yormak, fazla gaz vererek otomobili çalışamaz duruma getirmek" anlamlarındaki ambale etmek ve "çok yorulup İş göremez, düşünemez duruma gelmek" anlamındaki ambale olmak birleşik fiillerinde geçen bir söz.

ambar is. Far. anbâr 1. Genellikle tahıl saklanan yer: "Asker ambarlarında buğday var." -H. E. Adıvar. 2. Yiyecek ve bazı eşyanın saklandığı yer. 3. Geminin yük koymaya ayrılmış yeri: "Hakaretlerle bağırarak haşlıyor ve onlara ambarda ve güvertedeki yerlerini gösteriyordu." -Y. K. Beyatlı. 4. mec. Genellikle tahılın çok üretildiği yer, bölge: Buğday ambarımız Konya. 5. mim. Kum, çakıl vb. yapı malzemesini ölçmekte kullanılan ve her yam çoğunlukla 75 cm olan küp ölçek: "Şu dört yüz elli dört kuruş, iki ambar kum." -H. F. Ozansoy. 6. tic. Eşya taşıma işleri yapan kurum veya ortaklık.

ambarda kurutma, kırkambar, tahıl ambarı

ambarcı is. Ambara bakan görevli, ambar memuru.

ambarcılık, -ğı is. Ambarcının gördüğü iş.

ambarda kurutma is. Kapalı bir yerde, güçlü bir vantilatör kullanılarak sağlanan hava akımı ile yeşil ve sulu yemlerin kurutulması.

ambargo is. (amba'rgo) îsp. embargo 1. Bir malın serbest sürümünü engellemek için konulan yasak: Silah ambargosu. 2. Bir devletin, gemilerin kendi limanlarından ayrılmasını yasaklama buyruğu. 3. Bir ülkenin dış dünyayla ilişkilerini engelleme, ambargo koymak 1) gemilerin limanlardan hareketini yasaklamak; 2) bir malın serbest sürümünü engellemek; 3) bir mala el koymak, müsadere etmek; 4) siyasi, ekonomik, sosyal alanlarda caydırmak amacıyla yaptırım uygulamak, ambargoyu kaldırmak ambargo ile ilgili yasaklamayı kaldırmak.

askerî ambargo, ekonomik ambargo, siyasi ambargo

ambarlama is. Saklamak veya korumak amacıyla ambara koyma, depolama.

ambarlamak (-i) Depolamak.

amber is. Ar. 'anber 1. Amber balığından çıkarılan güzel kokulu, kül renginde bir madde. 2. Güzel kokulu bazı maddelerin ortak adı.

amber ağacı, amber balığı, amberbaris, amberbu, amber çiçeği, akamber, akar amber, esmer amber

amber ağacı is. bot. Baklagillerden bir cins mimoza (Geum urbonum).

amber balığı is. zool. Balinagillerden, boyu 25 m'ye kadar çıkan, başı büyük, dişli, çok yırtıcı bir balık, ada balığı (Catodon macrocephalus).

amberbaris is. Lat. bot. Sarıçalı.

amberbu is. Ar. 'anber + Far. bü Hindistan'da, İran'da yetişen, piştiğinde güzel bir koku veren, iri ve uzun taneli bir tür pirinç.

amber çiçeği is. bot. Amber ağacının toparlak, fındık büyüklüğünde, altın sarısı renginde güzel kokulu çiçeği.

ambiyans is. Fr. ambiance Hava.

amblem is. Fr. embleme Belirtke.

amboli is. Fr. embolie tıp Atardamarda kanın pıhtılaşması veya yağ parçacıklarının oluşması sonucunda meydana gelen tıkanma, damar tıkanıklığı.

ambulans is. (ambulans) Fr. ambulance Cankurtaran.

ambulans is. bk. ambulans.

amca is. (a'mca) 1. Babanın erkek kardeşi. 2. ünl. Yaşlı erkeklere saygı için kullanılan bir seslenme sözü. amcamla dayını, hepsinden aldım payım yakınlarından beklediği İlgi ve yardımı görmeyen bir kimsenin artık yeni bir dilekte bulunmaya niyetli olmadığını anlatmak için söylenen bir söz.

amcazade

amcalık, -ğı is. (a'mcahk) Amca olma durumu, amcalık etmek birine amca gibi yakınlık göstermek.

amcazade is. (a'mcazaıde) Amcanın çocuğu.

amel is. Ar. 'amel 1. Yapılan iş, edim, fiil. 2. din b. Bir kimsenin dinin buyruklarını yerine getirmek İçin yaptıkları. 3. mec. İshal.

aksülamel

amele ç. is. Ar. 'amele Gündelikle çalışan işçi, emekçi: "Tuğla harmanmdaki ameleler etrafı aradılar."-S. F. Abasıyanık.

amele taburu, tanzifat amelesi

amelelik, -ği is. Amele olma durumu.

amele taburu is. esk. Genellikle yol yapım işlerinde görevli amelelerden oluşan birlik: "Sıcak ve tozlu dağlarda yol yapan amele taburuna nakledildi." -H. E. Adıvar.

amelî sf (ameli:) Ar. 'ameli 1. İşe dayanan, iş üstünde, tatbikî, uygulamalı, pratik: Bir sanatı amelî olarak öğrenmek. 2. İş bakımından, işçe: Bunun amelî bir değeri yok. 3. Elverişli, kolay, uygun, kestirme: En amelî usul. Amelî bir çare. 4.fel. Hareketle ilgili olan, yalnız düşünce alanında kalmayıp işe dönüşen uygulamalı, tatbikî.

ameliyat ç. is. (ameliya:t) Ar. 'ameliyyât 1. tıp Hasta üzerinde tedavi amacıyla uygulanan kesme ve dikme işlemi, operasyon. 2. esk. İşler, faaliyetler: Enkazın kalkması üç dört günlük ameliyata muhtaç." -H. R. Gürpınar, ameliyat etmek operatör hastaya kesme ve dikme yoluyla müdahale etmek. ameliyat geçirmek ameliyat edilmiş olmak: "Bu koğuşta ayak ameliyatı geçirmiş hasta Şahin'di." -H. R. Gürpınar, ameliyat olmak hastaya kesme ve dikme yoluyla müdahale edilmek, ameliyata girmek ameliyat etmek üzere ameliyathanede bulunmak.

ameliyat eldiveni, ameliyathane, ameliyat masası, kansız ameliyat, plastik ameliyat, açık kalp ameliyatı, baypas ameliyatı, kapalı kalp ameliyatı

ameliyat eldiveni is. Ameliyat sırasında kullanılan genellikle kauçuktan yapılmış, ince özel eldiven.

ameliyathane is. (ameliyatha:ne) Ar. 'ameliyyât + Far. hâne Hastanelerde hastaların ameliyat edildiği özel bölüm.

ameliyatlı sf. Ameliyat edilmiş: Ameliyatlı hasta.

ameliyat masası is. Üzerinde ameliyat yapılan özel donanımlı masa: "Hepsinde ameliyat masasında bayıltılmamış bir hasta yüzü vardır." -F. R. Atay.

ameliye is. Ar. 'ameliyye esk. Yapılan iş, işlem: "Dışarı üflemesin diye evvela içmek ameliyesini öğrettim." -Ö. Seyfettin.

amenajman is. Fr. amenagement huk. 1. Devlete ve kişilere ait ormanların, önceden hazırlanıp kabul edilmiş esaslara uygun olarak işletilmesi. 2. Doğal kaynakların işletilmesi.

amenna ünl. (a:menna:) Ar. âmenna "Öyledir, doğru, diyecek yok, inandık" anlamlarında bir onaylama sözü: "Her şey mukadderdir, amenna, akacak kan damarda durmaz derler." -M. Ş. Esendal.

amentü is. (a:mentü) Ar. âmentu Bir oluş, düşünce veya ideolojinin temelini oluşturan değer yargılan: Haluk'un amentüsü.

Amentü is. (a:mentü) Ar. âmentu din b. Arapça "inandım" anlamına gelen ve İslamiyetin temel inançları olan "Allah'a, onun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine inanma"yı dile getiren söz.

Amerika armudu is. bot. 1. Defnegillerden, Amerika'da yetişen bir ağaç (Persea gratissima). 2. Bu ağacın armuda benzer yemişi.

Amerika bademi is. bot. Aselbent ve zamk vb. maddeler veren bir sıcak İklim ağacı (Styrax americana).

Amerika elması is. bot. 1. Antep fıstığıgillerden, Amerika'da yetişen bir ağaç, bilader ağacı (Anacardium occidentale). 2. bot. Bu ağacın badem biçiminde çekirdekli, armuda benzer yemişi.

Amerikalı öz. is. Amerika Birleşik Devletleri halkından olan kimse, Amerikan.

Amerikalılaşma is. Amerikalılaşmak işi veya durumu.

Amerikalılaşmak (nsz) Amerikalıların yaşayış tarzını benimsemek.

amerikan is. Pamuktan düz dokuma, kaput bezi.

amerikan bezi

Amerikan öz. is. İng. American 1. Amerikalı. 2. sf. Amerika'ya özgü, Amerika ile ilgili olan.

Amerikan bar, Amerikan İngilizcesi, Amerikan salatası

Amerikan bar is. Lokanta, otel veya evlerde içki için ayrılmış köşe.

amerikan bezi is. Amerikan.

Amerikanca öz. is. hlk. 1. Amerika Birleşik Devletlerinde kullanılan İngilizce, Amerikan İngilizcesi. 2. sf Bu dille yazılmış olan.

Amerikancılık, -ğı is. Amerika hayranı olma durumu.

Amerikan İngilizcesi öz. is. Amerikanca.

Amerikanist öz. is. Fr. americaniste Amerikan tarihi ve kültürü İle uğraşan bilimci.

Amerikanizm is. Fr. americanisme Amerikancılık.

Amerikan salatası is. Rus salatası.

Amerikansı is. Amerikan usulü.

Amerikanvari sf. İng. American + Far. vâri Amerikalıya yakışan biçimde, Amerikalı gibi: "Büyük afişimiz Amerikanvari bir gazetecilik sistemiyle bütün memlekete yayıldı. " -S. F. Abasıyanık.

Amerika tavşanı is. zool. Kemiricilerden, arka ayakları çok uzun, küçük bir memeli kürk hayvanı (Eriomys chincilla).

amerikaüzümü is. bot. Şekerciboyası.

amerikyum is. Lat. americium kim. Atom numarası 95, yapay olarak elde edilen aktinitlerden bir element (simgesi Am).

ametal, -li is. Fr. ametale kim. Metal olmayan element: Klor, fosfor, oksijen ametaldirler.

ametist is. Fr. amethyste jeol. Süs taşı olarak kullanılan mor renkte bir tür kuvars.

amfi is. Fr. amphi Amfiteatr.

amfibi is. Fr. amphibie 1. biy. İki yaşamlılar. 2. sf. Yüzergezer.

amfibi harekât

amfibi harekât is. ask. Kara ve deniz araçlarıyla yapılan manevra.

amfibol, -lü is. Fr. amphibole jeol. Piroksenlere yakın siyah, esmer, yeşil renkli bir silikat grubu.

amfibyumlar ç. is. zool. Kurbağa ve semenderleri içine alan iki yaşamlı omurgalılar sınıfı.

amfiteatr is. Fr. amphitheâtre 1. Dinleyicilerin oturduğu, sıralan arkaya doğru basamaklı olarak yükselen salon: "Davetlileri getirip amfiteatr şeklinde hazırlanmış tribünlere bırakıyordu." -H. Taner. 2. Yunan ve Roma'da açık hava tiyatrosu. 3. coğ. Basamak basamak yükselen yer biçimi.

amfizem is. Fr. emphiseme tıp Vücut organlarından bir bölümünün hava ile şişmesi.

amfor is. Fr. amphore bk. amfora.

amfora is. İki kulplu, dibi sivri, dar boyunlu, karnı geniş testi.

amigo is. (ami'go) İsp. Çoğunlukla spor yarışmalarında seyircileri coşturan kimse.

amigoluk, -ğu is. Amigonun yaptığı iş.

amil is. (a:mil) Ar. 'âmil Etken, etmen, sebep, faktör: "Acaba bu cereyan ne gibi tarihî amillerin tesiriyle doğdu." -F. Köprülü.

amilaz is. (amilaz) Fr. amilase kim. Nişastayı parçalayarak şekere çeviren bir enzim.

amin is. Fr. amine kim. Amonyaktaki hidrojen yerine, tek değerli hidrokarbonlu köklerin geçmesiyle oluşan ürünlerin genel adı.

âmin ünl. (a:min) Ar. âmin din b. "Öyle olsun, Allah kabul etsin" anlamlarında, duaların arasında ve sonunda kullanılan bir söz.

aminoasit, -di is. kim. Bir amino grubu ile bir karboksil grubu taşıyan, proteinlerin temel taşı olan organik bileşik.

amip, -bi is. Fr. amibe zool. Amipler takımından, vücudunun biçim değiştirmesiyle oluşan geçici kollar veya ayaklar üzerinde sürünerek yer değiştiren, tatlı ve tuzlu sularda yaşayan bir hücreli canlı (Amoeba).

amipler ç. is. zool. Bir hücreli hayvanların kök bacaklılar sınıfına giren bir takımı.

amipli sf. 1. İçinde amip bulunan: Amipli su. 2. Amiplerin yol açtığı: Amipli dizanteri.

amir is. (a:mir) Ar. âmir 1. Buyuran, emreden kimse: "Akıl öğrettiğim herif şimdi bana amir oldu." -B. Felek. 2. Bir işte emir verme yetkisi bulunan kimse. 3. tic. Satıcı veya ihracatçının gönderdiği malların bedelini almak üzere gerekli belgeleri göstererek bankaya başvuran kimse.

amiriita, emniyet amiri, idare amiri, ita amiri, kabin amiri, mülki idare amiri, saha amiri

amiral, -li is. Fr. amiral ask. Rütbesi general ile aynı olan deniz subayı.

büyük amiral, koramiral, oramiral, tuğamiral, tümamiral, visamiral

amirallik, -ği is. 1. Amiral olma durumu. 2. Amiralin makamı.

koramirallik, oramirallik, tuğamirallik, tümamirallik

amirane zf. (a:mira:ne) Ar. âmir + Far. -âne Amirce: "Ağır yürürdü ve gülümsemeksizin amirane konuşurdu." -Y. K. Beyatlı.

amirce zf. (ami'rce) Amire yakışır biçimde, amir gibi, amirane.

amiriita is. (a:mirii:ta:) Ar. âmir + i'tâ esk. İta amiri.

amirlik, -ği is. Amir olma durumu: "Sesinde hayat için didinenlerin amirliği vardı." -H. E. Adıvar.

amit, -di is. Fr. amide kim. Amonyağın hidrojeni yerine bir asit kökünün geçmesiyle oluşan birleşiklerin sınıf adı.

amitoz is. Fr. amitose biy. Amip, akyuvar ve bazı bakterilerde hücre bölünmesi yoluyla olan çoğalma.

amiyane sf. (a:miya:ne) Ar. 'ümmi + Far. -üne 1. Kibarca olmayan, bayağı: "Hem, bu çeşit amiyane işler diplomatın nesine? " -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Sıradan: "Kupkuru bir ad, hem de satılmış gibi pek amiyane bir ad." -H. F. Ozansoy. amiyane tabirle (veya tabiriyle) halk ağzı ile, halk deyişiyle.

amma bağ. (amma:) Ar. amma 1. Ama. 2. Yanına getirildiği kelimenin anlamına aşırılık katarak şaşma veya hayranlık anlatan bir söz: "Hatırladıkça amma da yılışıkmışım ha, der, utana utana." -T. Buğra, amma da yaptın ha! söylenen bir söze pek inanılmadığını ve şaşıldığmı anlatan bir söz.

amma velakin

amma velakin bağ. (amma velâ:kin) Ar. amma ve lâkin esk. 1. Ancak, bununla beraber, bununla birlikte. 2. Ne var ki.

amme is. (a:mme) Ar. 'âmme Kamu.

amme davası, amme efkârı, amme hukuku, amme idaresi, amme menfaati

amme davası is. huk. Kamu davası.

amme efkârı is. Kamuoyu: "Bunları görüşüp amme efkârına ve kendimize aydınlık getirelim."-B. Felek.

amme hukuku is. huk. Kamu hukuku.

amme idaresi is. Kamu yönetimi.

amme menfaati is. Kamu yararı.

amnezi is. Fr. amnesie tıp Hafıza kaybı, bellek yitimi.

amniyon is. (a'mniyon) Yun. anat. Döl kesesi.

amniyon sıvısı

amniyon sıvısı is. Döl kesesini dolduran ve cenini içinde bulunduran sıvı, çağnak.

amonyak, -ğı is. Fr. ammoniaaue kim. 1. Azot ve hidrojen birleşimi olan, keskin kokulu bir gaz (NH3). 2. İçinde bu gazın eritilmiş bulunduğu su, nisadır ruhu.

amonyaklama is. Amonyaklamak işi.

amonyaklamak (-i) Bazı yemleri amonyak veya bir amonyum bileşiği ile karıştırmak, doyurmak.

amonyum is. (amonyak'tan) Fr. ammonium kim. Amonyaklı tuzlarda maden rolü oynayan bir birleşim kökü (NH4).

amonyum karbonat, amonyum sülfat

amonyum karbonat is. kim. Hamur kabartmada maya olarak kullanılan karbonik asidin amonyum tuzu, nisadır kaymağı.

amonyum sülfat is. kim. Sanayide sentez yolu ile elde edilen amonyum nötr sülfat.

amor (I) is. Bir çeşit kumaş.

amor (II) is. Fr. am'our Aşk: "Kadınlarla münasebetlerine amil olan şey hakiki amor değil, çevirmek istediği bazı entrikalardır." -H. R. Gürpınar.

amoralizm is. Fr. amoralisme fel. Töre dışıcılık.

amorfa/ Fr. amorphejîz. Biçimsiz.

amorti is. Fr. amortir 1. Birden ödenerek faizinin işlemesine son verilen tahvil. 2. Piyangoda bilet değeri kadar kazanılan ikramiye: Biletime amorti çıktı, amorti etmek bir girişime yatırılan parayı zamanla kazanç olarak geri getirmek.

amortisman is. Fr. amortissement 1. Yıpranma payı. 2. ekon. Faizin işlemesine son vermek İçin bir tahvilin birden ödenmesi.

amortisör is. Fr. amortisseur 1. Motorlu araçlarda sarsıntı, sallantı vb. hareketleri en aza İndiren, yayların gereksiz hareketlerini gidermeye yarayan düzen. 2. Bu düzeni kuran öge, cihaz, yumuşatmalık.

amper is. Fr. ampere fiz. Elektrik akımında şiddet birimi.

ampermetre, amperölçer, amper saat

ampermetre is. (amperme'tre) Fr. amperemetre fiz. Amperölçer.

amperölçer is. fiz. Bir elektrik akımının şiddetini ölçmeye yarayan aygıt, akımölçer, ampermetre.

amper saat, -ti is. fiz. Bir amper şiddetinde akım geçiren bir iletkenden bir saat içinde geçen elektrik miktarı.

ampir is. Fr. empire esk. Fransa'da ve Avrupa'da yayılmış olan yapı, mobilya, giyim vb. üslubu.

ampirik, -ği sf. Fr. empirigue Deneye dayalı: "Bunu sadece eğitim uzmanları değil, çocuk yetiştiren ana babalar da ampirik olarak bilirler." -H. Taner.

ampirist is. Fr. empiriste fel. Deneyci.

ampirizm is. Fr. empir isme fel. Deneycilik.

amplifikatör is. Fr. amplificateur fiz. Yükselteç.

ampul, -lü is. Fr. ampoule 1. İçinde, elektrik akımı ile akkor durumuna gelerek ışık verebilen bir iletkeni bulunan, havası boşaltılmış cam şişe. 2. İçinde sıvı durumda ilaç bulunan cam tüp.

mum ampul

ampütasyon is. Fr. amputation 1. tıp Bir organı kesip çıkarma. 2. mec. Herhangi bir bütünden bir parça kesme veya koparma; "Londra sulh muahedesiyle Türk milletinin bünyesinde yapılan acıklı ampütasyonun canhıraş ıstırabını avutmak için burada halka bir avuç afyon hazırlamakla meşguldürler. " -Y. K. Karaosmanoğlu.

amudi sf. (amu:di:) Ar. 'amüdi esk. Dikey, dikine, dik.

amudufıkari is. (amu:dufıka:ri:) Ar. 'amüd + fekâri esk. Omurga kemiği, bel kemiği.

amut, -du is. Ar. 'amüd 1. mat. Dikme. 2. Dik durma, amuda kalkmak iki eli üstüne dayanarak bacaklarını havada dikey tutmak.

amudufıkari

amyant is. Fr. amiante kim. Kolayca bükülen ve ateşe dayanan liflerden oluşmuş, bir tür ak asbest.