ah

ah is. 1. (a:h) İlenme, beddua. 2. imi. Sesin tonuna göre pişmanlık, öfke, özlem, beğenme, sevgi vb. duygular anlatan bir söz: "Ah, ne güzeldi o Direklerarası'ndaki Ramazan ve Donanma geceleri." -Y. K. Karaosmanoğlu. 3. ünl. (a:h) Ağrı, acı duyulduğunda söylenen bir söz: Ah başım! ah alan onmaz "kötülük ettiği için beddua alan iflah olmaz" anlamında kullanılan bir söz. ah almak birinin ilenmesini üstüne çekmek, ah çekmek derin bir keder veya özlemle içten gelerek ah demek, ah etmek 1) acı ile içini çekmek; 2) mec. ilenmek, ah yerde kalmaz "kötülük cezasız kalmaz" anlamında kullanılan bir söz. ahi çıkmak yaptığı ilenme etkisini göstermek, ahi gidip vahi kalmak çok yaşlanmak, (birine bir kimsenin) ahi tutmak birinin ilenmeleri gerçekleşmek, (birinin) ahi yerde kalmamak yaptığı ilenme er geç etkisini göstermek, (birinin) ahım almak ah almak: Ana baba ahım almak doğru değildir.

ahuvah

aha e. hlk. İşte: Bizim köy aha şuracıkta!

ahacık e. hlk. İşte.

ahali ç. is. (aha:li) Ar. ahâli 1. Aralarında aynı yerde bulunmaktan başka hiçbir ortak özellik bulunmayan kişilerden oluşan topuluk: "Mevsim daha Boğaz'ın bütün ahalisini toplayamamıştır." -A. Ş. Hisar. 2. Bir yerde toplanan kalabalık, halk: "Ahaliden kimsenin kendisini tanımaması için bir siyah mantoya bürünmüştü." -R. N. Güntekin.

ahar is. (a:har) Far. ahar esk. Hattatların kâğıt cilalamak için kullandıkları nişasta ve yumurta akından yapılan Özel bir karışım.

aharlama is. Aharlamak işi.

aharlamak (-i) Ahar sürmek: "Kâğıtlarını kendi eliyle aharlayıp terbiye etmek itiyadında idi." -S. Ayverdi.

aharlı sf. Aharı olan, üzerine ahar sürülmüş olan: Aharlı kâğıt.

ahbap, -bı ç. is. (ahba:p, -ba:bı) Ar. ahbâb 1. Kendisiyle yakın ilişki kurulup sevilen, sayılan kimse: "Ben yeni tanıdım ama, kızın eski ahbapları imişler!" -O. C. Kaygılı. 2. ünl. tkz. Samimiyet, içtenlik bildiren bir seslenme sözü: Baksana ahbap! ahbap çıkmak önceden tamşmış olmak: "Gümrükten itibaren her rast geldiği adamla ahbap çıktı." -Y. K. Karaosmanoğlu. ahbap kusuruna bakan ahbapsız kalır "dostların ufak tefek kusurlarına bakmamak gerekir" anlamında kullanılan bir söz. ahbap olmak arkadaş olmak, dostluk kurmak, yakınlık kurmak: "Dünden beri bir Avusturyalı doktor ile ahbap oldum." -Ö. Seyfettin.

ahbap çavuş ilişkisi

ahbapça zf. (ahbapça) Dostça, içten, teklifsizce: "Hele bir tüccar ve komisyoncu ahbapça bir şey söylerse, mahkeme kararı kadar hükmü olur." -F. R. Atay.

ahbap çavuş ilişkisi is. Karşılıklı çıkarları gözeterek sıkı dostluk İçinde olma.

ahbap çavuşlar is. Sürekli birlikte görülen ve birbirine çok bağlı olan arkadaşlar.

ahbaplık, -ğı is. Ahbap olma durumu, ünsiyet: "Bizim de bahçıvan kızı ile ahbaplığımız şurada birkaç gün daha ya sürer ya sürmez!" -O. C. Kaygılı, ahbaplık etmek arkadaşlık etmek, arkadaşça konuşmak, ahbaplığa dökmek yerli yersiz yakınlık göstermek.

ahcar ç. is. Ar. ahcar esk. Taşlar.

ahçı is. bk. aşçı.

ahdetme is. Ahdetmek işi.

ahdetmek, -der (-e) Ar. 'ahd + T. etmek 1. Bir şeyi yapmak için kendi kendine söz vermek: "Tek erkek sevmeye ve bu erkeği kendime âşık etmeye ahdetmiştim." -R. H. Karay. 2. Yemin etmek: "Bu ailenin işini mukaddes bir vazife gibi yapmaya içimden ahdettim." -H. R. Gürpınar.

ahdî sf. (ahdi:) Ar. 'ahdi esk. Antlaşmaya göre olan, antlaşma gereği olan: Ahdî vecibeler.

Ahd-i Atik, -ği öz. is. Ar. 'ahd + 'atik din b. Hristiyanlara göre İbranilerde Hz. İsa'dan önceki kutsal kitaplar.

Ahd-i Cedit, -di öz. is. Ar. 'ahd 4- cedid din b. Hristiyanlara göre İbranilerde Hz. İsa'dan sonraki kutsal kitaplar.

ahenk, -gi is. (a:henk) Far. âheng 1. Uyum: "Sesi alaylı bir ahenkle kadının kulaklarına çarptı." -M. C. Kuntay. 2. mec. Uyuşma, anlaşma: "Biz bu işin içine girmeyelim. A-hengi bozarız." -H. Taner. 3. Çalgılı eğlence: "Bütün komşular o gece gürültüden, ahenkten uyuyamamışlar." -Y. K. Karaosmanoğlu. ahenk almak uyumlu duruma gelmek, ahenk kurmak uyuşma sağlamak, anlaşma sağlamak, ahenk sağlamak düzene sokmak, birliği sağlamak, ahenk vermek düzeni, uyumu sağlamak:. "Türk diline en asil ahengini veren sanatkârı düşüneceğiz. " -O. S. Orhon. ahenk yapmak çalgılı eğlence düzenlemek, ahengi bozulmak dirliği, düzeni bozulmak.

ahenk kaidesi, ahenk tahtası

ahenk kaidesi is. dbl. Ünlü uyumu.

ahenkleştirme is. Ahenkleştirmek işi.

ahenkleştirmek (-i) Ahenk sağlamak.

ahenkli sf. 1. Uyumlu, düzenli: "Pürüzsüz, tane tane şarkı söyler gibi ahenkli bir konuşma tarzı vardı." -H. Taner. 2. Eğlenceli.

ahenklilik, -ği is. Ahenkli olma durumu, uyumluluk.

ahenksiz sf. 1. Uyumsuz, düzensiz. 2. Eğlencesiz.

ahenksizlik, -ği is. Uyumsuzluk, düzensizlik.

ahenk tahtası is. Telli çalgılarda üzerine tellerin gerilmiş olduğu kapak tahtası.

ahenktar sf (aıhenktar) Far. ahengdâr esk. Ahenkli.

aheste sf (a:heste) Far. aheste 1. Yavaş, ağır. 2. zf Yavaş, ağır bir biçimde: "Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın." -Y. K. Beyatlı.

aheste aheste, aheste beste

aheste aheste zf. Yavaş yavaş: "Düz çayırın üzerinde arabayı aheste aheste gezdiriyor." -M. Ş. Esendal.'

aheste beste zf. Yavaş yavaş: "Tek başına Beyoğlu'nda elleri arkasında geriye kaykıla kaykıla aheste beste gezer." -H. Taner.

ahestelik, -ği is. Aheste olma durumu.

ahfat, -di ç. is. (ahfa:t) Ar. ahfad esk. Erkek torunlar.

Ahfeş öz. is. "Söylenen sözü anlamadan kafa sallayarak onaylamak" anlamında Ahfeşin keçisi gibi başını sallamak deyiminde geçen bir söz.

ahım şahım sf Beğenilecek, değer verilecek nitelikte: "Oyun da pek ahım şahım bir şey değildi." -H. Taner.

ahır is. Far. âhür Evcil büyükbaş hayvanların barındığı kapalı yer, hayvan damı. ahıra çekmek bir sürüyü ahıra kapamak, bir hayvanı ahıra bağlamak, ahıra çevirmek bir yeri pis, bakımsız, dağınık, harap, gürültülü duruma getirmek.

ahırlama is. Ahırlamak işi.

ahırlamak (nsz) hlk. Hayvan ahırda uzun süre kalıp hamlaşmak.

Ahıska Türkleri ç. öz. is. Gürcistan'ın Türkiye sınırlarına yakın bölgelerinde yaşamış olan, ancak II. Dünya Savaşı sonlarında Sovyetler Birliği'nin değişik bölgelerine sürülen Türkler, Mesket Türkleri.

ahi (I) sf. Cömert.

ahi (II) is. (ahi:) Ar. ahi hlk. Kardeş.

Ahi öz. is. (ahi:) Ar. ahi Ahilik ocağından olan kimse.

ahilik, -ği is. Cömertlik.

Ahilik, -ği öz. is. (ahi:lik) Kökü eski Türk töresinde olan ve Anadolu'da yüksek bir gelişim gösteren esnaf, zanaatçı, çiftçi vb. bütün çalışma kollarını içine alan ocak.

ahir sf. (a:hir) Ar. ahir 1. Son, sonraki. 2. zf. Sonra, en sonra, sonunda.

ahir vakit, ahir zaman, cemaziyelahir, evvel ahir

ahiren zf. (ahi:ren) Ar. ahiren esk. Son zamanlarda, son günlerde, son olarak, yakınlarda.

ahiret is. (a:hiret) Ar. âhiret din b. Dinî inanışa göre, insanın öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacağı ve Tanrı'ya hesap vereceği yer, öbür dünya, ahireti boylamak tkz. ölmek, ahiretini yapmak (veya zenginleştirmek) hayır işleri yaparak sevap kazanmak, ahirette on parmağı yakasında olmak kendisine karşı sorumlu olan kimseden ahirette davacı olmak: "Artık sana dünyada rastlayamazsam, yarın ahirette on parmağım yakanda olsun!" -H. R. Gürpınar.

ahiret adamı, ahiret kardeşi, ahiret suali, ahiret yolculuğu

ahiret adamı is. Dünya işlerinden el çekip sürekli ibadetle uğraşan kimse.

ahiret kardeşi is. hlk. İnanç ve ibadette birbirinden ayrılmayan ve bu ilişkiyi ahirette de sürdüreceklerini düşünen kadınlar. ,

ahiretlik, -ği sf. Ahirete ilişkin, ahiret için.

ahiret suali is. Gereksiz ve usandırıcı soru: "Canım siz de çocuğa birtakım ahiret sualleri sormaya kalkışmasanıza..." -O. C. Kaygılı.

ahiret yolculuğu is. Ölüm.

ahir vakit, -kti is. İnsan ömrünün son yılları: Ahir vaktinde sıkıntı çekti.

ahir zaman is. 1. Son zaman. 2. din b. Dünyanın son günleri, kıyametin kopmak üzere bulunduğu günler veya yıllar.

ahir zaman peygamberi

ahir zaman peygamberi is. din b. Müslümanlarca son peygamber olduğuna inanılan Hz. Muhammed.

ahit, -hdi is. Ar. 'ahd 1. Kendi kendine söz vererek bir işi üzerine alma, ant: Ahdim olsun, bu işi yapacağım. 2. Antlaşma. 3. esk. Devir, zaman, ahde vefa (etmek) 1) devletlerin, katıldıkları uluslararası antlaşmalara devletler hukukuna göre uyma zorunluluğunda olduklarım belirten kural; 2) sözünde durma.

ahitname, ahdetmek, Ahd-i Atik, Ahd-i Cedit

ahitleşme is. Ahitleşmek işi.

ahitleşmek (nsz, -le) Antlaşmak.

ahitname is. (ahitna:me) Ar. 'ahd + Far. nâme esk. Antlaşma belgesi, antlaşma, anlaşma.

ahiz, -hzi is. Ar. ahz esk. 1. Alma. 2. Kabul etme.

ahzetmek, ahzüita, ahzükabz

ahize is. (a:hize) Ar. ahize fiz. Telefonda seslerin duyulduğu ve iletildiği parça: "Ahize birinden ona geçerek belki bir saat konuştular." -M. C. Kuntay.

ahkâm ç. is. (ahkâ:m) Ar. ahkâm Hükümler. ahkâm çıkarmak kendi düşüncelerine dayanarak birtakım yargılara varmak, ahkâm kesmek çekinmeden kesin yargılarda bulunmak, bilir bilmez konuşmak: "İşin içinde olmanın verdiği rahatlıkla bol keseden ahkâm kesen akıl hocalarının eleştirilerine hedef olmayı önleyemezler." -T. Halman. ahkâm yürütmek bir sözden kendi anlayışına göre sonuçlar çıkarmak.

ahlaf ç. is. (ahla:f) Ar. ahlâf esk. Halefler, eslaf karşıtı.

ahlak ç, is. (-lâ:kı) Ar. ahlâk 1. Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları: "Ahlak düzelmeden hiçbir şey düzelmez." -Ç. Altan. 2. İyi nitelikler, güzel huylar: "Bu şoförler hepinizin ahlakım bozdu."-M.. Ş. Esendal.

ahlak bilimi, ahlak dışı, ahlak yasası, ahlak zabıtası, ilmiahlak

ahlak bilimi is. sos. Töre bilimi.

ahlakça zf. (ahlâkça) Ahlak anlayışına göre, ahlak değerlerine bağlılıkla.

ahlakçı is. 1. Ahlak konularını inceleyen filozof veya bu konularla uğraşan kimse: "Ahlakçılar bu mahzurlarla cenkleşiyorlar." -H. R. Gürpınar. 2. Her şeyi ahlak açısından değerlendiren kimse.

ahlakçılık, -ğı is. fel. Ahlakı bir araç değil, bir amaç sayan öğreti, törelcilik, moralizm.

ahlak dışı sf Töre dışı.

ahlak dışıcılık, -ğı is. fel. Töre dışıcılık.

ahlaken zf. (ahlâıken) Ar. ahlaken Ahlak bakımından.

ahlaki sf (ahlâ:ki:) Ar. ahlâki Ahlaka uygun, ahlakla ilgili: "Bütün vaktim babamın verdiği ahlaki kitapları okumakla geçer." -Ö. Seyfettin.

ahlaki vazife

ahlaki vazife is. Kanunun zorlaması olmaksızın, doğru bilindiği için yapılması gereken işler.

ahlakiyat is. (ahlâ:kiyat) Ar. ahlâkiyyât sos. esk. Töre bilimi.

ahlaklı sf. Ahlak kurallarına bağlı, bunlara uygun davranan (kimse).

ahlaklılık, -ğı is. 1. Bir insanın veya bir insan grubunun iyi ve kötü açısından davranış biçimi ve ahlaki düşünüşü. 2. Ahlak kuralları ile uyum içinde olma.

ahlaksız sf. 1. Ahlak kurallarına uymayan. 2. mec. Dürüst davranmayan, kötü huylu, terbiyesiz: "O ahlaksız insanların arasında bu çocuk nasıl rahat eder." -P. Safa.

ahlaksızca zf. (ahlâksı'zca) Ahlaksız biçimde veya tarzda.

ahlaksızlık, -ğı is. 1. Ahlaksız olma durumu. 2. Ahlak kurallarına uymama, ahlaksızca davranış,

ahlaksızlık etmek ahlaksızca davranmak.

ahlak yasası is. fel. Ahlak işlerini belirleyen, kendine uyulması ahlak açısından gerekli olan genel ve geçer kural.

ahlak zabıtası is. Büyükşehir halkının sosyal ve sağlık durumunu koruyan, şehir düzeni için çalışan teşkilat.

ahlama is. Ahlamak işi.

ahlamak (nsz) İç çekmek, ah etmek, ah çeker gibi ses çıkarmak: Sabahtan beri sıkıntıdan ahladı durdu.

ahlat (I) is. Rum. 1. bot. Gülgillerden., kendi kendine yetişen, üzerine armut aşılanan ağaç, yaban armudu, dağ armudu (Pirus piraster). 2. bot. Bu ağacın, armuda benzeyen, iyice olgunlaştıktan sonra yenilebilen yemişi. 3. argo Kaba adam, yol iz bilmez kimse, ahlatın İyisini (dağda) ayılar yer alay armudun İyisini ayılar yer.

ahlat (II) ç. is. (ahlâıt) Ar. ahlat esk. 1. Bir karışım içindeki parçalar, öğeler. 2. fizy. Beden yapısının temelini oluşturan öğeler.

ahlatıerbaa is. (ahlâ:tıerbaa) Ar. ahlat + erba'a esk. İnsanın kişiliğini oluşturduğuna inanılan bedendeki balgam, kan, safra ve sevda öğeleri.

ahmak, -ğı sf. Ar. ahmak Aklım gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal: "Ahmak misafir ev sahibini ağırlar." -Atasözü, (birini) ahmak yerine koymak bir kimseye aptalmış, anlamazmış gibi davranmak: "Beni bir ahmak yerine koyarak bu yığını babamın rahat rahat uyuduğu bir yatak diye göstermesi..." -Y. K. Karaosmanoğlu. ahmağa yüz, abdala söz vermeye gelmez ahmağa gereğinden çok İlgi gösterir, abdala gereğinden çok söz hakkı verirseniz sizi çok uğraştırır.

ahmakıslatan

ahmakça sf. (ahma'kça) 1. Biraz ahmak: "O vakte kadar Necmiye'ye bir şey söylememek pek ayıp ve ahmakça bir hareket olacaktı." -R. N. Güntekin. 2. zf. (ahma'kça) Ahmağa yakışır nitelikte, aptalca: "İnsanoğlunu bu kadar ahmakça aldatmak için insanın kendisi ne olmalıdır?" -S. F. Abasıyanık.

ahmakıslatan is. Yavaş yavaş ve ince ince yağan yağmur, çisenti: "Ahmakıslatan hâlâ kesilmiyor." -R. N. Güntekin.

ahmaklaşma is. Ahmaklaşmak durumu.

ahmaklaşmak (nsz) 1. Ahmak duruma gelmek, aptallaşmak. 2. mec. Bir an için şaşalayıp bocalamak.

ahmaklaştırma is. Ahmaklaştırmak işi.

ahmaklaştırmak (-i) Ahmaklaşmasma sebep olmak, aptallaştırmak.

ahmaklık, -ğı is. Zekâsı az gelişmiş olma durumu, budalalık, anlayışsızlık, akılsızlık: "Nerede zekâ umarsak orada ahmaklıkla karşılaşırız."-A. Ş. Hisar.

ahraz sf. Ar. ahres hlk. Dilsiz, sağır ve dilsiz (kimse).

ahret is. bk. ahiret.

ahretlik, -ği is. hlk. 1. Besleme kız, beslek. 2. Ahiret kardeşi olan kadınlardan her biri: "Yerine oturmadı; ahretlik teyzenin getirdiği çayı da ayakta içiyordu." -T. Buğra.

ahşa is. (ahşa:) Ar. ahşa anat. esk. Bağır.

ahşap, -bı sf. Ar. ahşâb Ağaçtan, tahtadan yapılmış.

ahtapot is. Yun. zool. 1. Kafadan bacaklılardan, dokunaçlı bir mürekkep balığı türü (Octopus). 2. hlk. Genellikle burun zarı üzerinde çıkan bir çeşit ur, polip: "Genzinde de, herhalde ahtapot olacaktı ki, boynunu uzatıp derin derin nefes alırdı." -R. N. Güntekin. ahtapot gibi 1) sırnaşık, yapışkan kimse; 2) sömürmek amacıyla birçok işe, konuya el atan, yayılan.

Çingene ahtapotu

ahu is. (a:hu:) Far. ühü 1. Ceylan, karaca. 2. sf. mec. Güzel, ince, zarif (kadın), ahu gibi çok güzel, çekici.

ahududu, ahu gözlü, ahu parçası

ahududu is. bot. 1. Gülgillerden, böğürtleni andıran, çalı görünümünde, dikenli bir bitki (Rubus idaeus). 2. Bu bitkinin duta benzeyen, kırmızı renkli, sulu ve kokulu yemişi, ağaç çileği.

ahu gözlü sf. Gözleri güzel olan (kadın).

ahu parçası sf. Çok güzel, çekici (kadın): "Benim gibi bir ahu parçası doğuran anaya da aşk olsun." -M. Ş. Esendal.

ahuvah is. T. ah + Ar. vah Ah vah: "Elif görse mertek zanneden kişilerin ahuvahını bile sınıfsal eser sayabilir, göklere çıkarabilir." -A. İlhan.

ah vah is. İnleme, sızlanma, ahuvah. ah vah demek pişmanlığını, üzüntüsünü dile getirmek, ah vah etmek (veya demek) pişman olmak: "Yaptığım deliliğe ne zaman ah vah diyeceğimi bir kestirebilsem." -S. F. Abasıyanık. ahi gitmek vahi kalmak iyice zayıflamak, iş göremez duruma gelmek.

ahval, -li ç. is. (ahva:l) Ar. ahvâl 1. Durumlar, hâller, vaziyetler: "İşte, bu ahval ve şerait içinde vazifen..." -Atatürk. 2. Davranışlar. 3. Olaylar: "Agâh Bey dünya ahvalinden habersiz." -R. H. Karay.

ahzetme is. Ahzetmek işi.

ahzetmek, -der (-i) Ar. ahz + T. etmek Almak, kabul etmek.

ahzüita is. (ahzüi:ta:) Ar. ahz + i'tâ' esk. Alışveriş, alım satım, aksata.

ahzükabz is. Ar. ahz + kabz esk. 1. Kendine mal etme. 2. tic. Para tahsilinde bulunmaya yetkili olma.