af, -ffı is. Ar. 'afv 1. Bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama. 2. Mazur görülme: Bu görevden affına dilerim. 3. Görevden çıkarılma: Kardeşinin vazifeden affı kararlaşmış. af buyurun! "affedersiniz, affınızı rica ederim" anlamında bir söz: "Efendimiz, af buyurun, boynumuz kıldan incedir." -F. F. Tülbentçi, af çıkarılmak bir suçun bağışlanması için Türkiye Büyük Millet Meclisinden kanun çıkarmak: "Münhasıran orman suçları için genel ve özel af çıkarılmaz. " -Anayasa, af dilemek bağışlanmasını istemek: "Yalvardım, af diledim, barıştık."-Y. Z. Ortaç, af kapsamına alınmak çıkarılan af yasasından yararlanabilmek: "Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınmaz." -Anayasa, affa uğramak bağışlanmak, affını dilemek (veya istemek) bir iş veya görevi yerine getiremeyeceğini nezaketle bildirmek, affınıza sığınarak "bağışlayacağınıza güvenerek" anlamında bir nezaket sözü.
→ affedilmek, affetmek, affettirmek, affeylemek, affolunmak, genel af özel af umumi af
afacan is. Zeki ve yaramaz çocuk: "İkimiz de bir çocuk cılızlığı içinde afacan ve ele avuca sığmazdık." -S. F. Abasıyanık.
afacanlaşma is. Afacanlaşmak işi.
afacanlaşmak (nsz) Yaramazlaşmak, yaramaz, ele avuca sığmaz duruma gelmek: Çocuk günden güne afacanlaşıyor.
afacanlık, -ğı is. Afacan olma durumu, yaramazlık.
afak ç. is. (a:fa:k) Ar. âfâk esk. Ufuklar: "Garbın afakim sarmışsa çelik zırhlı duvar. " -M. A. Ersoy.
afaki sf. (a:fa:ki:) Ar. âfâki esk. 1. Belli bir konu üzerine olmayan, dereden tepeden (konuşma): "Biraz afaki sohbetten sonra oradan kalktık." -A. Rasim. 2. Nesnel: "Bir anda bütün hislerini kaybederek afaki düşündü." -P. Safa.
afakilik, -ği is. (a:fa:kî:lik) Nesnellik.
afal sf. Şaşkın, dağınık, ne yapacağını bilmez: "Bir top ağzından henüz fırlamış gibi afal ve dağınıktı." -F. R. Atay.
afallama is. Afallamak işi.
afallamak (nsz) Şaşkınlıktan sersemleşmek: "Herifin deli olduğunu anlayınca afalladım da serinkanlılığımı kaybetmedim." -B. Felek.
afallaşma is. Afallaşmak işi.
afallaşmak (nsz) Şaşkınlık içinde kalmak, şaşırıp bir şey yapamaz olmak: "Dün akşam benden yediği zılgıttan adamakıllı afallamış görünüyordu." -R. N. Güntekin.
afallaştırma is. Afallaştırmak işi.
afallaştırmak (-i) Şaşkınlık içinde bırakmak, birini şaşırıp bir şey yapamaz duruma sokmak.
afallatma is. Afallatmak işi.
afallatmak (-i) Şaşkınlığa düşürerek sersemleştirmek.
afat ç. is. (a.fat) Ar. âfât esk. Afetler.
afazi is. Fr. aphasie tıp Söz yitimi.
aferin ünl. (a.ferin) Far. aferin 1. Övme, takdir, beğenme vb. duyguları belirtmek için söylenen söz, bravo: "Aferin İsmail, söyle, daha bağırarak söyle!" -R. N. Güntekin. 2. is. esk. Öğrencilere verilen beğenme ve takdir kâğıdı, aferin almak değerli görülüp beğenilmek.
aferist is. Fr. affairiste Dalavereci.
afet is. (atfet) Ar. âfet 1. Çeşitli doğa olaylarının sebep olduğu yıkım: O yıl su baskınları bir afet gibiydi. 2. Kıran. 3. sf. Çok kötü: "Şöhret gibi servetin de afet olduğunu yeni anlıyordum." -R. N. Güntekin. 4. mec. Güzelliği ile insanı şaşkına çeviren, aklını başından alan kadın: "Gül yüzlü bir afetti ki her busesi lale." -Y. K. Beyatlı. 5. tıp Hastalıkların dokularda yaptığı bozukluk.
→ afet istasyonu, doğal afet, tabii afet
afet istasyonu is. Afet zamanında yardım ve kurtarma malzemelerinin kolay dağıtılabilmesi için mahallelere yerleştirilen, ısıya, ışığa ve suya dayanaklı konteyner.
afetzede is. (aıfetzede) Ar. âfet + Far. -zede Afete uğramış, afet görmüş kimse.
affedilme is. Bağışlanma.
affedilmek (nsz) Ar. 'afv + T. edilmek Bağışlanmak.
affetme is. Bağışlama: "Affetme duygusunun altında yatan nedenler eşelenmeye değer." -H. Taner.
affetmek, -der (-i) Ar. 'afv + T. etmek 1. Bağışlamak. 2. Hoşgörü İle karşılamak, mazur görmek: Beni affedin, gelemeyeceğim. 3. (-den) Görev veya işten çıkarmak, affedersin veya affedersiniz 1) özür dilemek için söylenen bir söz: Affedersiniz, size bir şey soracağım. 2) karşı çıkmak için söylenen bir söz: Affedersiniz, bu ne biçim söz! affetmemek bağışlamamak, hoş görmemek: "Kendisim bırakıp gittiğimden dolayı uğradığı ihanetin hıncı ile pek kolay affetmeyecekti. " -R. H. Karay, affetmişsin "hiç de öyle değil, yanılıyorsun" anlamında kullanılan bir söz: "Yakın tarihe ait tefrikaların ezelî okuyucusu Başefendi, affetmişsin sen onu, dedi."-W.. Taner.
affettirme is. Affettirmek işi.
affettirmek (-i) Ar. 'afv + T. ettirmek Bağışlanmasını sağlamak.
affettuoso zf (affettuo:so) İt. muz. Bir parça yumuşak ve duygulu bir biçimde çalınarak.
affeyleme is. Affeylemek işi.
affeylemek (-i) Ar. 'afv + T. eylemek Affetmek.
affolunma is. Affolunmak işi.
affolunmak (nsz) Ar. 'afv + T. olunmak Bağışlanmak.
Afgan öz. is. 1. Afganistan halkından veya bu halkın soyundan olan kimse. 2. sf Afganistan'a ve Afganistan halkına özgü olan: Afgan dansı. Afgan tazısı.
Afganlı öz. is. bk. Afgan.
afi is. argo Gösteriş, çalım, caka: "Bir manevra, bir afi, bir dalavere olacak diyordum." -Ö. Seyfettin, afi kesmek (veya satmak veya yapmak) birine karşı gösteriş yapmak, kabadayılık etmek: "Yanındaki kıza afi yapmak için onun önüne, dilenciye sadaka verir gibi bahşiş fırlatan bir züppeyi, bıraksalar öldürecekti." -H. Taner.
afif sf (afı:f) Ar. 'afıfesk. İffetli (erkek): "Arzu ettiğim gibi afif saf bulduğum bu adama hürmet eder, onu böyle severdim." -M. Ş. Esendal.
afife sf. (afi.fe) Ar. 'afife esk. İffetli (kadın).
afili sf. Gösterişli, çalımlı.
afiş is. zool. Gümüş balığının küçüğü.
afiş is. Fr. affıche Bir şeyi duyurmak veya tanıtmak için hazırlanan, kalabalığın görebileceği yere aşılmış, genellikle resimli duvar ilanı: "Afişler bütün tiyatrolarda üç beş günde bir değişirdi." -T. Buğra, afiş asmak duvarlara ilan yapıştırmak, afiş yutmak yalana dolana kanmak: Geç baba, geç, artık afiş yutmuyoruz, afişte kalmak tiy. oyun ilgi görerek günlerce oynanmak: Oyunun afişte kalması için başarıyla oynanması gerekir.
afişçi is. Afiş yapan.
afişçilik, -ği is. Afiş yapma sanatı.
afişe sf. Fr. affıche Açığa çıkmış, duyulmuş. afişe etmek açığa vurmak, belirtmek, duyurmak, dile düşürmek, reklam etmek, afişe olmak bir kimse bilinmeyen bir yönüyle tanınmak.
afişleme is. Afiş asma işi, afişlemek işi.
afişlemek (-i) 1. Afiş asıp duyurmak. 2. Nitelemek, göstermek: Olayı yemlik diye afişledi.
afiyet is. (a:fiyet) Ar. 'afiyet Hasta olmama durumu, sağlık, esenlik: "Allah daha ziyade afiyet versin." -N. Cumalı. afiyet bulmak iyileşmek, sağlığını kazanmak, afiyet olsun bir şey yiyip içenlere "yarasın" anlamında söylenen iyi dilek sözü. afiyet şeker olsun "yarasın, ağız tadıyla yensin" anlamlarında söylenen bir iyi dilek sözü. afiyet üzere olmak sağlıklı, rahat yaşamak, afiyetle ağız tadıyla, keyifle: "Cezveyi sürüyor, fincana boşaltıyor, kahveyi afiyetle içiyordu." -S. F. Abasıyanık.
→ kemaliafiyet
afoni is. Fr. aphonie tıp Ses yitimi.
aforizm is. İng. aphorism Özdeyiş.
aforizma is. Fr. aphorisme Özdeyiş.
aforoz is. Yun. din b. Hristiyanlıkta kilise tarafından verilen cemaatten kovma cezası: "Manastırdan kaçalı, papanın aforozuna uğrayalı on beş yıl oluyor." -H. E. Adıvar. aforoz etmek 1) kilise birliğinden çıkarmak; 2) mec. darılıp biriyle konuşmamak, yakını olmaktan çıkarmak, ilgiyi kesip uzaklaştırmak, adını duymak bile istememek: "Siz kendi milletiniz için bunun yarısını söyleyin, milletin çoğunluğu sizi hemen aforoz eder." -H. Taner.
aforozlama is. Aforozlamak işi.
aforozlamak (-i) Aforoz etmek, kovmak.
aforozlanma is. Aforozlanmak durumu.
aforozlanmak (nsz) Aforozlama işi yapılmak.
aforozlu sf. Aforoz edilmiş, kovulmuş, uzaklaştırılmış: "Demek kahraman tabiatlılar aforozluydular." -H. E. Adıvar.
afralı tafralı sf. Çalımlı.
afra tafra is. 1. Çalım: Afra tafrasından geçilmiyor. 2. zf. Çalımlı bir biçimde: "Dördüncü hafta sonunda afra tafra bir geliş geldi ki tanıyamadık." -H. Taner.
Afrika çekirgesi is. zool. Değişik boyda ve renkte genellikle kuzey Afrika'da ekilmemiş arazilerde rastlanan zararsız bir çekirge (Locusta migratona).
Afrika domuzu is. zool. Çift parmaklılardan, kaim derili, Afrika'da yaşayan ve yaban domuzuna benzer bir hayvan (Phacochoerus aethiopicus).
Afrikalı öz. is. Afrika kökenli olan veya Afrika'da yaşayan kimse.
Afrikalılık, -ğı öz. is. Afrikalı olma durumu.
Afrika menekşesi is. bot. İki çeneklüerden, tüylü yapraklı, mor, pembe, beyaz renkli çiçekleri olan, evlerde saksıda yetiştirilen çok yıllık bir süs bitkisi (Saintpaulia ionantha).
afsun is. Far. efsun Büyü.
afsuncu is. Büyücü.
afsunculuk, -ğu is. Afsuncunun yaptığı iş.
afsunlama is. Afsunlamak işi.
afsunlamak (-i) Büyülemek.
afsunlanma is. Afsunlanmak işi.
afsunlanmak (nsz) Büyülenmek.
afsunlu sf. Büyülü, sihirli, füsunkâr.
Afşar öz. is. Oğuz Türklerinin yirmi dört boyundan biri, Avşar.
aft is. Fr. aphte tıp Pamukçuk.
aftos is. Yun. argo Gönül eğlendiren kimse: "Delikanlının sarı kıvırcık saçlı aftosu bile bu seslere alışık olduğu hâlde ürktü." -S. F. Abasıyanık.
afur tafur is. hlk. Çalım, afur tafura gelmemek 1) çalım satmadan hoşlanmamak; 2) böyle bir davranışa karşı tepki göstermek.
afyon is. Ar. âfyün kim. Olgunlaşmamış haşhaş kapsüllerine yapılan çizintilerden sızan, güçlü bir zehir olmakla birlikte İçinde morfin, kodein vb. uyuşturucular bulunan madde, afyon çekmek keyif için afyon yutmak. afyonu başına vurmak aşırı davranışlarda bulunacak kadar öfkelenmek, ne yaptığını bilememek, (birinin) afyonunu patlatmak argo kendi keyfine dalmış olan birini öfkelendirmek.
→ afyon ruhu
Afyon kaymağı is. Afyon yöresine özgü bir tür kaymak.
afyonkeş is. Ar. âfyün + Far. -keş Keyif için afyon yutan veya çeken, afyon tiryakisi olan kimse.
afyonkeşlik, -ği is. Afyon çekmeye düşkünlük.
afyonlama is. Afyonlamak işi.
afyonlamak (-i) 1. Afyon vererek uyuşturmak, uyutmak. 2. mec. Telkin yoluyla doğru düşünmeyi önleyerek zararlı bir yola sürüklemek.
afyonlanma is. Afyonlanmak işi.
afyonlanmak (nsz) Afyonlama İşi yapılmak.
afyonlu sf 1. İçinde afyon bulunan. 2. Afyon yutmuş. 3. mec. Dalgın, uyuşmuş, uyuşuk (kimse).
afyon ruhu is. Yatıştırıcı olarak kullanılan afyon tentürü.