ad (I) is. 1. Bir kimseyi, bir şeyi anlatmaya, tanımlamaya, açıklamaya, bildirmeye yarayan söz, isim: Çocuk, kedi, ağaç, düşünce, iyilik, Ahmet, Ertuğrul birer addır. 2. Herkesçe tanınmış veya işitilmiş olma durumu, ün, nam, şöhret. 3. Anılacak değer, önem: Bir baş soğanın da adı mı olurmuş? 4. dbl. İsim. ad almak 1) kendisine ad verilmek; 2) ün kazanmak, ad çekilmek ad çekme işi yapılmak, ad çekmek rastlantıya ve talihe bağlı bir ayırım yapmak için, her birinde birer ad yazılmış kâğıtlardan birini çekmek, kura çekmek, ad çektirmek ad çekme işini yaptırmak, ad koymak çağırmak veya anmak için bir canlıya, bir yere, bir şeye ad vermek, adlandırmak, isim koymak, tesmiye etmek: "Adını İstanbul mektubu koyacaktım bu yazının, sonra düşündüm, beğenmedim." -N. Ataç. ad takmak adlandırmak, ad koymak, ad vermek 1) ad koymak, adlandırmak, tesmiye etmek; 2) bir işi kimin yaptığını söylemek: Nafile, üzerime varmayın, ad vermem, ad yapmak isim yapmak, adı batası (veya batasıca) "yok olası" anlamında bir ilenme sözü: Adı batasıca yere gitmem, adı batmak sevilmeyen bir şey veya kimse unutulmak, adı anılmaz olmak, artık sözü edilmemek, adı bile okunmamak birine hiç önem verilmemek, adı çıkmak 1) kötü bir ün kazanmak: Onun adı çıkmış, yoksa fena adam değil. 2) hakkı olmayan bir ün kazanmak, adı çıkmış dokuza, inmez sekize birinin bir kere adı çıktıktan sonra onun hakkındaki yaygın inanç artık kolay kolay düzelemez. adı deliye çıkmak deli olmadığı hâlde deli olarak tanınmak: "Böyle bir şey yazmaya kalkarsam adım deliye çıkacak." -R. N. Güntekin. adı duyulmak tanınmak, ünlenmek, adı geçmek 1) anılmak, söz konusu olmak, ismi geçmek: Yukarıda adı geçen kitap. 2) adı yazılmak: O, dünya tıp tarihine adı geçmiş bir doktorumuzdu. adı gibi bilmek çok iyi bilmek, adı kaldırılmak anılmaz olmak, silinip gitmek: "Saatlerce adı dünya yüzünden kaldırılmaya çalışılan Türklüğün talihini düşünürdüm." -Ö. Seyfettin, adı kalmak bir kimse veya bir şey ortadan çekildikten, öldükten sonra dillerde yalnız adı dolaşmak, (bir işe) adı karışmak kötü bir işle birinin ilgisi bulunduğu söylenilmek, adı kötüye çıkmak ünü kötü olarak yayılmak, adı olmak gereksiz, yersiz ünü olmak, adı verilmek adı takılmak: Ona Mehmet adı verildi, (birinin) adını ağzına abdestle almak o kişiyi anarken çok saygılı davranmak, adını ağzına almamak dargınlık, kırgınlık, kızgınlık vb. sebeple bir kimseden hiç söz etmemek: "Seniha'nın adını asla ağzıma almıyordum." -R. N. Güntekin. adını almak ad takılmak, ad verilmek, adını anmak (veya anmamak) birinden söz etmek (veya etmemek), adını bağışlamak hlk. kendi adım başka bir kimseye söylemek: Adınızı bağışlar mısınız? adını kirletmek (veya lekelemek) adının kötüye çıkmasına yol açmak, adını koymak karşılığını veya fiyatım kararlaştırmak: Bu evi alabilmemiz için adını koyalım, adını taşımak birinin adıyla anılmak, sahip olduğu adm sorumluluğunu yüklenmiş olmak, adını vermek 1) birinin adını bildirmek; 2) biri tarafından salık verildiğini söylemek: Benim adımı ver, o senin işini yapar.
→ ad bilimi, ad cümlesi, ad çekimi, ad durumu, ad gövdesi, ad kökü, ad tamlaması, addan türeme fiil, adı belirsiz, adı sam, adı üstünde, adına, adıyla sanıyla, bayramlık ad, kısma ad, küçük ad, ön ad, özel ad, takma ad, yalın ad, aile adı, göbek adı, kod adı, soyadı, topluluk adı, yer adı, yer adı bilimi, kendi adına
ad, -ddi (II) is. Ar. 'add 1. Sayma. 2. Sayılma.
→ addetmek, addolunmak
ada is. 1. coğ. Deniz veya göl sulan ile çevrilmiş küçük kara parçası, cezire: "İnziva yerim bazen limanda bir şileptir, bazen bir ada." -R. H. Karay. 2. Trafiğe açık bir yol üzerinde sola dönüşleri sağlayan, sağ tarafta veya yol ortasında yer alan çizgilerle veya kaldırım taşıyla ayrılmış alan. 3. Çevresi yollarla belirlenmiş olan arsa ve böyle bir arsayı kaplayan yapılar topluluğu, ada gibi pek büyük.
→ ada balığı, ada çayı, ada soğanı, ada tavşanı, ada tepe, adayavrusu, gök ada, takımada, yarımada, dil adası, kavşak adası, mercan adası
ada balığı is. zool. Amber balığı.
adabımuaşeret is. (a:da:'bımua:şeret) Ar. âdâb + mu'aşeret sos. Görgü kuralları: "Sen de ortaya bir adabımuaşeret meselesi atma!"-P. Safa.
adacık, -ğı is. Küçük ada.
adacyo is. (ada'cyo) İt. adagio müz. Yavaş, ağır biçimde çalınan beste.
ada çayı is. bot. 1. Ballıbabagillerden, yurdumuzda çok yetişen tüylü ve beyazımtırak yapraklan olan güzel kokulu bir bitki, dağ çayı (Salvia officinalis). 2. Bu bitkiden yapılan sıcak içecek: "Bize iki ada çayı yap." -S. F. Abasıyanık.
adak, -ğı is. Adama işi veya adanılan şey, nezir: "Hanım, bu aldığınız şeylerin adağını unuttunuz." -H. R. Gürpınar, adak adamak bir dileğin gerçekleşmesi amacıyla kurban kesip yoksullara dağıtmak veya kutsallığına inanılan bir güce yönelik bir niyette bulunmak: "Sen bana niye söylemedin? Sadaka verirdik, adak adardık." -M. Ş. Esendal.
adaklama is. Adaklamak durumu.
adaklamak (nsz) Küçük çocuk yürümeye başlamak.
adaklanma is. Adaklanmak işi veya durumu.
adaklanmak (nsz, -le) hlk. Nişanlanmak.
adaklı sf. 1. Adağı olan, adak adamış olan. 2. hlk. Nişanlı.
adaklık, -ğı is. 1. Adak adanan yer. 2. sf. A-dak olarak ayrılmış (hayvan).
→ adaklık kurban
adaklık kurban is. Herhangi bir dileğin yerine gelmesinden sonra kesilen hayvan.
adaksız sf. 1. Adağı olmayan, adak adamamış olan. 2. hlk. Nişanlı olmayan.
adale is. Ar. 'adale anat. Kas: "Omuz adaleleri gelişmişti." -Ç. Altan.
adaleli sf. Kaslı: "İki kolunu da yukarı kadar sıvadı, sert adaleli kollarını meydana çıkardı."-P. Safa.
adalesiz sf Kassız.
adalet is. (ada:let) Ar. 'adalet 1. Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk, türe: "Devletin temel amaç ve görevleri ... kişinin temel hak ve hürriyetlerim sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya ... çalışmaktır." -Anayasa. 2. Bu işi uygulayan, yerine getiren devlet kuruluşları: Suçlular adaletin pençesinden kurtulamazlar. 3. Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme: "Germiyan'da Süleyman Şahımız adaletle hüküm sürer." -F. F. Tülbentçi. 4. Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, adalet dağıtmak kanunların saydığı hakları sahiplerine vermek, tanınmak, adalete teslim etmek sanığı, adalet İşleriyle uğraşan kuruluşa götürmek, adalete teslim olmak sanık, adalet işleriyle uğraşan kuruluşa gidip hakkında gerekli işlemin yapılmasını istemek, (birinin) adaletine sığınmak birinden anlayış, hoşgörü, yakınlık beklemek.
→ adalet divanı, adalet kapısı, adalet mahkemesi, adalet örgütü, adalet sarayı, sosyal adalet
adalet divanı is. huk. Devletler arasındaki birtakım hukuk anlaşmazlıklarına bakan ve merkezi La Haye'de bulunan uluslararası mahkeme.
adalet kapısı is. Hak ve hukukun aranılacağı yer: "Memlekette bir mahkeme, bir adalet kapısı var." -Y. K. Karaosmanoğlu.
adaletli sf. Adil: "Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri için gerekli tedbirleri alır." -Anayasa.
adaletlilik, -ği is. Adaletli olma durumu.
adalet mahkemesi is. huk. Adliye mahkemesi.
adalet örgütü is. Adliye teşkilatı.
adalet sarayı is. huk. Mahkemelerin bulunduğu büyük yapı.
adaletsiz sf. Adalete aykırı düşen veya adaleti olmayan: Adaletsiz karar.
adaletsizlik, -ği is. Adalete aykırı olma durumu: Bu işte adaletsizlik var.
adalı sf. Ada halkından olan (kimse).
adam is. Ar. âdem 1. İnsan. 2. Erkek kişi, kadın karşıtı: "İyi bir adam isterse, babası da verirse, varacak." -M. Ş. Esendal. 3. Birinin yanmda ve işinde bulunan kimse: "Kendisi gayet kibirli, öfkeli olduğu için hizmetçileri ve adamları korkarlar." -K. Tahir. 4. Birinin yararlandığı, kullandığı kimse: "Hemen hepsi para çevrelerinin adamlarıydı." -C. Meriç. 5. Birinin sözünü dinleyen, nazını çeken kimse, kayırıcı: O benim adamımdır, hiçbir ricamı geri çevirmez. 6. Görevli kimse: "Artık şunları toplatsak, dedi, kavasa söyleseniz de bir adam buluverse." -R. H. Karay. 7. İyi huylu, güvenilir kimse: "Amcam, güngörmüş bir adamdı." -R. N. Güntekin. 8. Bir alanda derin bilgisi olan kimse: "Bir sanatçının, bilim adamının düşünmek için bol zamana ihtiyacı vardır." -H. Taner. 9. Bir alanı benimseyen kimse. 10. ünl Bir şeyin önemsenmediği anlatılmak istendiğinde kullanılan söz: Adam, vazgeç! 11. hlk. Eş, koca. (bir yer) adam almamak son derece kalabalık olmak, adam beğenmemek herkesi değersiz görmek, adam değilim "herhangi bir durumun gerçekleşmemesi durumunda, kendisinin insan sayılamayacağı" anlamında kullanılan ant, gözdağı sözü. (birini) adam etmek 1) eğitmek, yetiştirmek, topluma yararlı duruma getirmek; 2) bir yeri düzene sokmak; 3) bir şeyi işe yarar duruma getirmek, adam gibi 1) terbiyeli, akıllı uslu; 2) adamlığa, insanlığa yaraşır yolda; 3) iyice. adam hesabına koymak birine değer vermek, saygı göstermek: "Adam hesabına koyup bir hatır sormaz, bir çift lakırtı etmezler. " -M. Ş. Esendal. adam içine çıkmak topluluğa karışmak, değerli insanların bulunduğu yerlere gitmek, eşe dosta gitmek. adam içine karışmak değerli bir topluluğa girmek, kendisine değer verilir olmak, adam kullanmak 1) birini iyi çalıştırmasını bilmek; 2) birini kendi çıkarına alet etmek. adam olmak 1) gelişmek, büyümek, şişmanlamak; 2) İyi yetişmek, iyi bir duruma gelmek: "Adam olacak çocuk bokundan belli olur." -Atasözü, adam sen de! bir işin önemsenmediğini anlatmak için söylenen bir söz. adam sırasına geçmek (veya girmek) daha önce toplumda önemli bir yeri veya özel bir değeri yokken artık kendisine önem ve değer verilmek, adam yerine koymak adamdan saymak, varlığını kabul etmek: "Anasını durmadan nefes aldırmadan azarlıyor, babasını adam yerine koymuyor, ağzını açarken susturuyordu." -R. H. Karay, adama dönmek (veya benzemek) 1) giyim kuşamıyla, davranışlarıyla insana yakışır bir biçim almak; 2) beğenilir duruma gelmek: Şimdiki belediye başkanı sayesinde şehir adama benzedi, adamdan saymak bir kimseye gereğinden fazla değer vermek, saygı duymak, (bir işin) adamı bir işi ustalıkla yapan, adamın adı çıkacağına canı çıksın insanın adı çıkacağına canı çıksın, adamın iyisi işbaşında (veya alışverişte) belli olur bir kişinin iyi ve becerikli olduğu yaptığı işlerden anlaşılır, adamına çatmak tam adamına çatmak, adamına düşmek yapılacak bir iş güzel bir rastlantı sonunda anlayanına, uzmanına verilmiş olmak: İşimiz adamına düştü de kolayca yapıldı, adamına göre 1) kişiler arasında ayrıcalık gözeterek; 2) herkesin yeteneğine uygun olarak, adamını bulmak tam adamını bulmak (veya adamına düşmek).
→ adam adama, adamakıllı, adam azmanı, adam başına, adam boyu, adam kıtlığında, adamkökü, adamotu, adam sarrafı, adam sendeci, adam yokluğunda, altın adanı, asılmışadam, baba adam, balık adam, beyaz adam, bulaşık adam, kiralık adam, kötü adam, kurbağa adam, lüzumsuz adam, Müslüman adam, ömür adam, sokaktaki adam, son adam, tek adam, teknik adam, yarım adam, ahiret adamı, bilim adamı, dağ adamı, dava adamı, devlet adamı, din adamı, el adamı, ev adamı, fikir adamı, gemi adamı, gösteri adamı, günün adamı, halk adamı, hayat adamı, ilim adamı, iş adamı, kanun adamı, kavga adamı, salon adamı, sanat adamı, uzay adamı, zamane adamı
adama is. Adamak işi.
adam adama zf. Bir oyunda tutmakla görevli olduğu rakibi yakından takip ederek.
→ adam adama savunma
adam adama savunma is. sp. Futbol, basketbol, hentbol vb. oyunlarda karşı takımdan tutmakla görevli olduğu oyuncuyu kollamaya, rahat hareket etmesini ve sayı yapmasını engellemeye dayalı savunma biçimi.
adamak (-i, -e) 1. Bir dileğin gerçekleşmesi amacıyla kutsal bir güce yönelik bir niyette bulunmak, nezretmek. 2. mec. Kutsal saydığı bir şey uğruna kendini feda etmek, ant niteliğinde söz vermek: "Adamak kolay, ödemek güçtür." -Atasözü. 3. mec. Zaman ayırmak, tahsis etmek: "Olumlu, verimli bir işe adayacağı zamanını, abur cubur işlere harcamak ağırlarına gider." -H. Taner, adamakla mal tükenmez alay büyük vaatlerde bulunanlar için söylenen bir söz.
adamakıllı zf. (ada'makıllı) Gereğinden çok, iyice: "Dün akşam benden yediği zılgıttan adamakıllı afallamış görünüyordu." -R. N. Güntekin.
adam azmanı is. Çok iri yapılı kimse.
adam başına zf Her bir bireye, her birine, kişi başına: "Şunun şurasında alacağımız bir lira. Adam başına ne düşer ki? Hiç vermese ne olur yani? Aramızda cirmini paylaşırız gider." -B. R. Eyuboğlu.
adam boyu zf. 1. Yaklaşık olarak normal bir adam boyunda. 2. İnsan boyunca: "İki tarafı adam boyu sık böğürtlenler, yabani erguvanlar, mersinlerle kaplı..." -N. Cumalı.
adamca zf. (ada'mca) 1. İnsana yaraşır biçimde, adamcasına. 2. İnsan sayısı olarak.
adamcağız is. Kendisine karşı sevgi veya acıma duyulan erkek: "Öyle laf ettim ki, adamcağız gezdirmeye mecbur kaldı." -S. F. Abasıyanık.
adamcasına zf. (ada 'mcasına) Adamca.
adamcık, -ğı is. 1. Kendisine açınılan kimse: "Bir tarafa dayanıp durdum. Adamcık benimle hiç meşgul olmuyor göründü." -M. Ş. Esendal. 2. Yerilen, küçümsenen kimse.
adamcıl sf. İnsandan ürkmeyen, insana alışmış olan, insana sokulan, sıcakkanlı, munis: "Hem de ne adamcıldır, ne candır, bilseniz. " -Y. K. Karaosmanoğlu.
adamcıllık, -ğı is. Adamcıl olma durumu.
adam kıtlığında zf. Adam yokluğunda.
adamkökü is. bot. Adamotu.
adamlık, -ğı is. 1. İnsanlık: "Sen de biraz adamlığın yolunu tutmalısın." -R. N. Güntekin. 2. Yabanlık, adamlık (veya İnsanlık) sende kalsın 1) iyilik bilmese de sen yine iyilik et; 2) bu işi nasıl olsa sana yaptıracaklar, bari kendiliğinden yap da onurunu koru.
→ uzay adamlığı
adamotu is. bot. Patlıcangillerden, geniş yapraklı, kötü kokulu bir bitki, kankurutan, adamkökü (Mandragora autumnalis).
adam sarrafı is. İnsanların karakterini çabuk anlayacak duruma gelmiş kimse, insan sarrafı.
adam sendeci is. Önemsemeyen, vurdumduymaz davranışlar içinde olan kimse.
adam sendecilik, -ği is. Önemsememe, vurdumduymaz davranışlar içinde olma işi.
adamsız sf. 1. Yardımcısız, hizmetçisiz: Bu koca ev adamsız çevrilemez. 2. mec. Güvenecek kimsesi olmayan, dayanağı bulunmayan, arkasız. 3. hlk. Erkeksiz, kocasız.
adamsızlık, -ğı is. Adamsız olma durumu.
adam yokluğunda zf İşe yarar kimselerin bulunmadığı durumda.
Adana kebabı is. Kıymasına bolca acı biber katılarak hazırlanan şiş köfte.
adanma is. Adanmak işi.
adanmak (nsz) Adama işine konu olmak.
adap, -bı is. (a:da:p) Ar. âdüb 1. Töre. 2. Yol yordam, yol yöntem: "Edebiyatın da kendine mahsus adabı var." -O. V. Kanık.
→ adabımuaşeret, adap erkân, muaşeret adabı
adap erkân is. Ar. âdâb + erkân Yol yöntem: "Bu odacı namzetleri ufaktan ufağa hizmete alıştırılırlar, adap erkân öğrenirlerdi." -H. F. Ozansoy.
adaptasyon is. Fr. adaptation 1. Uyarlama. 2. ed. Bir eseri çevrildiği dilin, konuşulduğu toplumun yaşayışına, inançlarına uyarlama. 3. tek. Birbirine uydurma. 4. zool. Uyma.
adapte sf. Fr. adapte Uyarlanmış: Ahmet Vefik Paşa'nın Zor Nikâh'ı Moliere'den adaptedir. adapte etmek uyarlamak, adapte olmak uymak.
adaptör is. Fr. adapteur 1. Bir aletin çapları birbirinden farklı olan parçalarından birini ötekine geçirebilmek için yararlanılan bağlayıcı. 2. Aygıtın kullanabileceği düzeye göre elektrik akımını ayarlayan alet, uyarlayıcı.
ada soğanı 'is. bot. Zambakgillerden, soğanından ilaç olarak yararlanılan birtakım maddeler elde edilen çok yıllık bir bitki (Urginea maritima).
adaş is. Adları aynı olanlardan her biri: "Adaşının, neyin nesi olduğunu hiç bilmiyordu." -H. R. Gürpınar.
adaşlık, -ğı is. Adaş olma, aynı adı taşıma durumu: "Adaşlık maceraları yalnız bu kadarla bitmez." -Y. Z. Ortaç.
ada tavşanı is. zool. Evcil cinsleri de olan, tavşana yakın bir kemirici memeli, yaban tavşanı (Oryctolagus cuniculus).
ada tepe is. coğ. Genellikle tropikal bölgelerde görülen ve çevresindeki alçak alanlar üzerinde dik yamaçlarla bir ada gibi yükselen, aşımından dolayı ortaya çıkmış tepe.
adatma is. Adatmak işi.
adatmak (-i, -e) Adama işini yaptırmak.
adavet is. (ada:vet) Ar. 'adavet esk. Düşmanlık.
aday is. 1. Bir görev, bir İş için kendini ileri süren veya başkaları tarafından ileri sürülen kimse: "Babası da beni damat adayı olarak görüyordu." -M. Yesari. 2. Bir iş için yetiştirilmekte, eğitilmekte olan kimse, namzet: "Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan adayları, on gün içinde Başkanlık Divanına bildirilir." -Anayasa, aday göstermek bir iş veya bir görev İçin birini aday olarak belirlemek, namzet göstermek: "Siyasi parti grupları Başkanlık için aday gösteremezler. " -Anayasa, aday olmak herhangi bir işe alınmak veya seçilmek için istekli olmak: "Geçen seçim bu dört kardeşin dördü de ayrı partiden aday oldular." -H. Taner.
→ aday adayı
aday adayı is. 1. Herhangi bir işi yapmak, bir görevi yüklenmek için adaylık aşamasını kazanmak amacıyla başvuran kimse: Yedek subay aday adayları. 2. Milletvekili ve senatör seçimlerinde, partinin adayı olmak için, partisinde yapılan ön seçimlere adaylığını koyan kimse.
adayavrusu is. İki veya üç çifte kürekli küçük balıkçı teknesi.
adaylık, -ğı is. 1. Herhangi bir iş, bir görev İçin kendini ileri sürme veya başkaları tarafından ileri sürülme, namzetlik: "Seçimlerde adaylık hakkının yalnız muayyen bir seçim dairesinde oturmuş olanlara tahsisi teklif ediliyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Bir görevde yetiştirilme: Adaylık süresi, adaylığını koymak bir iş veya göreve seçilmek için kendini ileri sürmek: "Bankacılardan birkaçının kurgularıyla belediye başkanlığına adaylığım koymuştu." -M. Ş. Esendal.
ad bilimi is. dbl. Dil biliminin adlar, özellikle kişi adları üzerinde duran ve onları köken bilgisi, tarihsel gelişme, dil ve kültür sorunları açısından inceleyen dalı.
adcı is.fel. Adcılık öğretisine bağlı kimse.
adcılık, -ğı is. fel. Kavramların gerçek varlıklar olduğunu kabul eden, kavram gerçekliğine karşıt olarak tümel kavramların yalnızca nesnelerin adlan olduğunu ileri süren görüş, İsimcilik, nominalizm.
ad cümlesi is. dbl. İsim cümlesi.
ad çekimi is. dbl. İsim çekimi.
ad çekme is. Kura: "Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde her parti için ayrı ayrı ad çekme suretiyle kurulacak on beş kişilik bir komisyon tarafından soruşturma yapılır." -Anayasa, ad çekmeye girmek 1) kuraya tabi olmak: "Yüksek Seçim Kurulu Başkanı ve Başkan Vekili ad çekmeye girmezler. " -Anayasa. 2) sp. oyunun başlangıcında, alan seçimi, başlama atışı veya karşılama hakkı için öncelik sağlamak amacıyla kura çekmek.
addan türeme fiil is. İsimden türeme fiil.
addedilme is. Addedilmek işi.
addedilmek (nsz) Ar. 'add + T. edilmek Sayılmak.
addetme is. Addetmek işi.
addetmek, -der (-i) Ar. 'add + T. etmek esk. Saymak: "Uftade artık meseleyi kapanmış addediyor." -A. İlhan.
addolunma is. Addolunmak işi veya durumu.
addolunmak (nsz) Ar. 'add + T. olunmak Sayılmak: "İstanbul'da mühim addolunacak teşebbüslerden biri ingiliz Muhipleri Cemiyeti idi." -Atatürk.
ad durumu is. dbl. İsimhâli.
adedî zf. Ar. 'adedi esk. Sayıca.
adedimürettep, -bi is. Ar. 'aded + müretteb mat. esk. Tam sayı.
adem is. Ar. 'adem esk. Yokluk: "Ne civarda bir köy var ne bir evin hayali / Sonun ademdir diyor insana yolun hâli." -F. N. Çamlıbel.
→ ademimerkeziyet
âdem is. 1. İnsan, insanoğlu, adam. 2. mec. İnsanda bulunması gereken olumlu özelliklere sahip olan kimse.
→ âdembaba, âdemelması, âdem evladı, âdemoğlu, beniâdem
Adem öz. is. (a:dem) Ar. âdem Dinî inançlara göre yaratılan ilk insan ve ilk peygamber.
→ Adem baba
âdembaba is. argo 1. Parasız, aç, en kötü durumdaki mahkûm. 2. Afyonkeş. 3. Hayatta hiçbir şeyi olmayan kimse.
Adem baba öz. is. İnsanlığın babası, Hz. Adem.
Ademci öz. is. ed. Âdemcilik yanlısı olan kimse.
Ademcilik, -ği öz. is. ed. XX. yüzyılın başında simgeciliğe karşı bir tepki olarak Rusya'da ortaya çıkan bir edebiyat akımı.
âdemelması is. Gırtlak çıkıntısı.
âdem evladı is. İnsan.
ademimerkeziyet is. Ar. 'adem + merkeziyyet huk. esk. Yerinden yönetim.
ademimerkeziyetçi is. Yerinden yönetimci.
ademimerkeziyetçilik, -ği is. sos. Yerinden yönetimcilik.
ademiyet is. Ar. 'ademiyyet esk. Yokluk.
ademiyet is. (aıdemiyet) Ar. ademiyet esk. 1. İnsanlık. 2. Adamlık.
âdemoğlu is. (atdemoğlu) İnsan: "Bunun için de âdemoğlunun çektiği üzüntüye karşılık, avunulacak hiçbir şey yok." -M. Ş. Esendal.
adenit is. Fr. adenite tıp Lenf düğümleri iltihabı.
adese is. Ar. 'adese 1. fiz. Mercek. 2. bot. Kovucuk. 3. mec. Görüş derecesi, inceliği: "Evvelkilerle bu son görüşümüz arasındaki adese farklılıklarını ölçüyorum." -Y, K. Beyatlı.
adet, -di is. Ar. 'aded 1. Sayı. 2. Herhangi bir sayıda olan şey, tane: "Toplananların adedi dokuz-on bini geçince bir silah patlatılacaktı."-Ö. Seyfettin.
→ adedimürettep
âdet is. (a:det) Ar. 'âdet 1, sos. Görenek: "Bayram tebriki bir güzel âdettir." -B. Felek. 2. Topluluk içinde eskiden beri uyulan kural, töre. 3. Belirli yaşlar arasında kadınların ayda bir döl yatağından kan gelmesi durumu, aybaşı, âdet edinmek (veya etmek) bir şeyi alışkanlık ve huy durumuna getirmek: "Mutlaka yemeklerimize biber atmayı âdet edinmişiz." -B. Felek, âdet görmek kadın aybaşı olmak, âdet olmak 1) öteden beri yapılır olmak: "Paranın üstüne oturmak da biraz tatsız bir âdet olmuştu." -B. Felek. 2) bir şey gelenek durumuna gelmiş olmak: "Macarlardan her söz geçişte, kardeş millet diye bahsetmek, bizde âdet bile olmuştur." -H. Taner, âdet yerini bulsun diye gerekli görüldüğü İçin değil, yalnız alışılmış olduğu için.
âdeta zf. (a:deta:) Ar. 'âdeta Hemen hemen, sanki: "Bunlar âdeta ürkütülmüş bir hayvan sürüşüydü." -Ö. Seyfettin.
adetçe zf. (ade'tçe) Sayıca.
adezyon kuvveti is. fiz. Yan yana duran veya sürtünen iki cismin molekülleri arasındaki çekiş kuvveti.
ad gövdesi is. dbl İsim gövdesi.
adı belirsiz sf. Ünü olmayan, tanınmayan, kim ve ne olduğu bilinmeyen.
adıl is. dbl. Zamir.
adım is. 1. Yürümek için yapılan ayak atışlarının her biri. 2. Bir ayak atışıyla alınan, uzunluğu yaklaşık 75 cm'lik yol. 3. Girişim, hamle. 4. Aşama. 5. mat. Bir gösterge ucunun eş olarak ayrılmış yaylardan biri boyunca aldığı yol. 6. sp. Ayakta, esas duruşta, bir ayağın türlü yönlerde iki ayak boyu kadar yer değiştirmesi. 7. tek. İki dişli arasındaki aralık: Bir vida adımı, adım atmak 1) yürümek için ayağını öne doğru uzatıp basmak: Kâmil Bey merdivene doğru adım attı. 2) bir işe ilk kez girişmek, (bir yere) adım atmamak gitmemek, uğramamak, aramamak: "Faik Bey artık konağa adımını atmıyor, artık ne Servet Bey'e hatta ne de Cemal'e görünüyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. adımım attırmamak 1) rahat davranmasını engellemek amacıyla sürekli olarak denetim altında bulundurmak; 2) bir yere girmesine engel olmak, adımını geri atmak başladığı bir işten geri dönmek, adımlarını açmak yürürken hızlanmak, adımlarım seyrekleştirmek hızlı yürürken adımlarını yavaşlatmak, adımlarını sıklaştırmak daha küçük ve çabuk adımlar atarak hızlı yürümek, ivmek, acele etmek: "Ferit daha hızlı yürüdü, onlar da adımlarını sıklaştırarak aradaki mesafeyi muhafazaya çalışıyorlardı." -P. Safa.
→ adım adım, adımbaşı, adımsayar, adi adun, hırsız adım, ilk adım, koşar adım, paytak adım, uygun adım, üç adım
adım adım zf. Ağır ağır, yavaş yavaş: Askerler cephede adım adım ilerlediler, (bir yeri) adım adım gezmek her yerini dolaşıp görmek, adım adım izlemek 1) arkasından izlemek; 2) gizlice takip etmek: "... ve peşinde altı kişi vardı, onu yollarda bellerde adım adım izliyorlardı." -Y. Kemal.
adımbaşı zf. Birbirine yakın yerlerde, sık sık: Adımbaşı bir nöbetçi.
adımlama is. Adımlamak işi.
adımlamak (-i) 1. Adımla ölçmek. 2. Bir yerde ileri geri gezinmek: "Otele geldiğimiz zaman, kumandanı ölüler gibi sarı ve soluk, bel kayışı takılmış, hançeri belinde, tören esvabı ile salonu adımlarken bulduk." -F. R. Atay.
adımlık, -ğı sf. Adım uzunluğunda olan: Çankaya buradan iki adımlık yer.
adımsayar is. coğ. Yürüme sırasında gerçek sonuçlara varabilmek İçin geçilen yerin uzunluğunu anlayabilmek amacıyla ayağa takılan alet, pedometre.
adına zf. Bir şeyin veya bir kimsenin namına, hesabına, yerine: "Haklı bir öfke adına da olsa bir insandan aklını yüreğinden ayırması istenemez."-S. Eyuboğlu.
adı sanı is. Bir kimsenin kimliği.
adı üstünde zf. Adından belli olduğu gibi.
adıyla sanıyla zf. Bilinen ün ve niteliğiyle: Bana adıyla sanıyla Tuzsuz Deli Bekir derler.
adi sf. (a:di:) Ar. 'âdi 1. Değersiz, kötü, sıradan, hiçbir özelliği olmayan: "Sonra redingot devri geldi ve redingot içinden yarı uşak, yarı kapı kulu, riyakâr, adi bir nesil türedi. " -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. mec. Aşağılık, bayağı, alçak: "Bunlar çok adi ve fena insanlardı." -R. N. Güntekin.
→ adi adım, adi defter, adi kesir, adi suçlu
adi adım is. Adımda uygunluk, beraberlik gerektirmeyen ve grup olarak yapılan bir tür yürüyüş.
adi defter is. tic. Bir işletmenin veya ticarethanenin yaptığı işlemlerinin, muhasebe kayıtlarının geçirildiği ticari defter.
adi kesir, -sri is. mat. Bayağı kesir.
adil sf. (a:dil) Ar. 'âdil Adaletle iş gören, adaletten, doğruluktan ayrılmayan, hakkı yerine getiren, adaletli.
adilane zf. (a:di:lâ:ne) Ar. 'âdil + Far. -Sne Hakça.
adileşme is. Adileşmek durumu.
adileşmek (nsz) Adi bir duruma girmek, bayağılaşmak.
adileştirme is. Adileştirmek işi.
adileştirmek (-i) Adileşmesine yol açmak.
adilik, -ği is. Bayağılık, düşüklük, aşağılık.
adîllik, -ği is. Adil olma durumu.
adi suçlu is. huk. Basit suçlan işleyen kimse.
adisyon is. Fr. addition Hesap.
ad kökü is. dbl. İsim kökü.
adlandırılma is. Adlandırılmak işi.
adlandırılmak (nsz) Ad verme işi yapılmak.
adlandırma is. Adlandırmak işi.
adlandırmak (-i) 1. Bir kimseyi veya bir şeyi kullanarak belli etmek, ad vermek, ad koymak, tesmiye etmek. 2. Ad koymak, ad vermeyi sağlamak, tesmiye etmek.
adlanma is. Adlanmak işi.
adlanmak (nsz) 1. Kendisine ad verilmek. 2. Kötü ün kazanmak.
adlaşma is. Adlaşmak durumu.
adlaşmak (nsz) Ad durumuna gelmek.
adlaştırma is. Adlaştırmak işi.
adlaştırmak (-i) Ad durumuna getirmek.
adlı sf. 1. Adı olan: "Bence Ahmet Hamdi'nin en büyük şaheseri 'Beş Şehir' adlı ölmez yapıtıdır." -H. Taner. 2. Ünlü. adlı adıyla herkesin bilip tanıdığı biçimde.
→ adlı sanlı, eş adlı
adlı sanlı sf. Ünlü.
adli sf (adli:) Ar. 'adlî huk. Adaletle ilgili: "Hâkimler ve savcılar adli ve idari yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar." -Anayasa.
→ adli makam, adli merci, adli polis, adli sicil, adli tabip, adli tatil, adli tıp, adli yıl, adli zabıta
adli makam is. huk. Adalet İşlerinin görüldüğü ve sonuca bağlandığı kamuya ait yönetim yeri, adli merci.
adli merci is. huk. Adli makam.
adli polis is. huk. ve tıp Adliye İçerisinde güvenliği sağlayıp adli işlere yardımcı olan kolluk gücü: İçeri girerek bir kapının önünde 'adli polis' yazısını okudu." -S. F. Abasıyanık.
adli polislik, -ği is. 1. Adli polis olma durumu. 2. Adli polisin çalıştığı yer.
adli sicil is. huk. Bir kimsenin mahkûmiyetinin olup olmadığının anlaşılması için konulmuş olan kayıt yöntemi.
adli tabip, -bi is. huk. ve tıp Adli tıpta görevli doktor.
adli tabiplik, -ği is. 1. Adli tabip olma durumu. 2. Adli tabibin çalıştığı yer.
adli tatil is. huk. Her yıl 20 Temmuz ile 5 Eylül tarihleri arasında, kanunda yazılı durumların dışında, hiçbir adli işlemin yapılmadığı süre: "Üstelik adli tatil olduğu için hak sahipleri bekleşirler." -B. Felek.
adli tıp, -bbı is. 1. Tıbbın adalete yardım eden kolu. 2. Adaletin tıpla uğraşan kuruluşu.
adliye is. Ar. 'adliyye 1. Hukuk ve adalet işlerini gören devlet kuruluşları. 2. Hukuk ve adalet işlerinin görüldüğü resmî yapı: "O-nun telaşlı adımlarla binadan çıkıp karşıdaki adliyeye girdiğim gördüler." -R. Enis.
→ adliye mahkemesi, adlîye teşkilatı, adliye vekâleti
adliyeci is. Adliye kuruluşunda meslek görevlisi.
adliyecilik, -ği is. Adliyeci olma durumu.
adliye mahkemesi is. huk. Anayasa mahkemesi, genel mahkemeler, askerî ve idari mahkemeler dışında kalan ve denetim mahkemesi olan Yargıtay ile hüküm mahkemeleri, adalet mahkemesi: "Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı mercisine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercisidir." -Anayasa.
adliye teşkilatı is. huk. Yargı organları ve bu organların birbirleriyle olan ilişkilerini, derecelerini, görev ve yetkilerini düzenleyen ve yürüten mekanizmanın bütünü, adalet örgütü.
adliye vekâleti is. huk. Adalet bakanlığı.
adli yıl is. huk Mahkemelerin bir yıl içindeki çalışma süresi.
adli zabıta is. huk. Bir suç sonrası sanığı ve suç delillerini adli yetkililere sunan kolluk kuvveti.
adrenalin is. Fr. adrenaline Hekimlikte damarları daraltma, bronşları açma, kanamaları kesme vb. amaçlarla kullanılan, kan şekerinin yükselmesine yol açan böbrek üstü bezlerinin salgısı.
adres is. Fr. adresse 1. Bir kimsenin arandığında bulunabileceği yer: "Mektuplar gelir adreslerine / Şenyuva apartmanı bodrum katı." -O. V. Kanık. 2. Gönderilen bir şeyin üzerine, alıcının adını ve bulunduğu yeri bildirmek için yazılan yazı. adres bırakmak (veya göstermek veya vermek) arandığında bulunabileceği, oturduğu yeri bildirmek: "Kendisi, soracak olurlarsa Hayrettin Ağanın adresini vermesini söyledi." -M. Yesari.
→ adres defteri, adres kartı, adres kitabı, adres makinesi, adres rehberi
adres defteri is. Adreslerin kaydedildiği defter, adres rehberi.
adres kartı is. Üzerinde iletişim bilgilerinin yer aldığı kart.
adres kitabı is. Genellikle belli bir İş veya meslekte olanların iş ve ev adreslerini toplu olarak gösteren kitap.
adres makinesi is. Posta gönderilerinin üzerine adres basan kâğıt, plastik veya madenden alet.
adres rehberi is. Adres defteri.
adsız sf. 1. Adı olmayan, isimsiz. 2. Tanınmayan, bilinmeyen: "Babası silik, adsız bir berberken çocuk bütün akranlarını çekerek dükkânım canlandırdı." -N. Cumalı. 3. is. tar. Türklerde, ailesinden ayrıldığı için artık onun adını taşımak, onun adı ile anılmak hakkını yitirmiş olan, bir yararlık gösterdiğinde ancak ad kazanabilen delikanlı.
→ adsız parmak, adsız sansız
adsızlık, -ğı is. Adsız olma durumu.
adsız parmak, -ğı is. Yüzük parmağı.
adsız sansız sf. Adı anılmayan, bilinmeyen: "Yıllarca bir köşede adsız sansız, bir yarım münevver ömrü sürmeye mahkûm kalmanın acısı yüreğini hınç ve isyan ile doldurmuş." -Y. K. Karaosmanoğlu.
ad tamlaması is. dbl. İsim tamlaması.