aç sf. 1. Yemek yemesi gereken, tok karşıtı: "Aç ne yemez, tok ne demez." -Divanü Lügati't - Türk. 2. Yiyecek bulamayan kimse: "Ben hem öksüzüm hem yetimim hem de tam 23 saattir açım." -Y. K. Karaosmanoğlu. 3. mec. Gözü doymaz, haris: Ne aç adam. 4. mec. Çok istekli, hevesli. 5. zf. Karnı doymamış olarak: "Ben aç yattım mı kötü kötü rüyalar görürüm nedense." -O. Kemal, aç açık kalmak yoksulluk içinde, evsiz barksız kalmak, aç ayı oynamaz tkz. kendisinden iş beklenilen kimseden emeğinin karşılığı esirgenmemelidir. aç bırakmak yiyecek vermeyerek karnını doyurmasına engel olmak, aç doymam, tok acıkmam sanır aç İnsan elde ettiğinden çoğunu ister, varlıklı insan ise var olanla yetinir gibi görünür, aç doyurmak yoksulları beslemek, aç gezmektense tok ölmek yeğdir yoksulluk ölümden de beterdir, aç kalmak 1) karnını duyuramamak: "Fatma'nın yemek çantası olmasaydı, dün aç kalmıştım. " -F. R. Atay. 2) yoksulluğa düşmek, aç karnına mide boşken, henüz bir şey yiyip içmemişken: "Aç karnına sigara içmekle hiç de iyi etmiyorsun" dedi." -N. Cumalı. aç kurt gibi (yemek veya üşüşmek veya saldırmak) büyük bir istekle, aç susuz kalmak yoksulluktan yaşayamayacak bir duruma gelmek, yoksul bir duruma düşmek. aç tavuk kendini arpa ambarında sanır insanlar, yokluğunu, yoksulluğunu çektikleri şeyler için olmayacak hayaller, düşler kurar, acından ölmek 1) açlıktan Ölmek; 2) çok acıkmak.
→ aç acına, aç biilaç, açgöz, gözü aç, karnı aç
-aç / -eç 1. İsimden isim türeten ek: bakr-aç, kır-aç, top-aç vb. 2. Fiilden sıfat türeten ek: gül-eç vb. 3. Fulden isim türeten ek: say-aç, sür-eç vb.
açacak, -ğı is. 1. Şişelenmiş bazı içeceklerin kapaklarım açmaya yarayan araç: Kutu açacağı. 2. Teneke kutu içinde korunmuş yiyeceklerin kapağım açmaya yarayan araç. 3. hlk. Anahtar.
→ kalem açacağı, kitap açacağı
aç acına zf Aç olarak, bir şey yemeden.
açalya is. bot. bk. açelya.
açan is. anat. Oynak kemiklerin arasındaki açıları genişletmeye yarayan kasların genel adı, büken karşıtı.
açar is. 1. Anahtar. 2. İştah açmak için yemekten önce içilen alkollü içki, aperitif.
aç biilaç zf. Sürekli aç ve bakımsız olarak: Babaları öldü, zavallı çocuklar aç biilaç kaldılar.
açelya is. Yun. bot. Kokusuz, güzel renkli çiçekler açan bir bitki (Rhododendron).
açgöz sf. Gözü aç, doymaz, tamahkâr, haris.
açgözlü sf. Mala, yiyeceğe ve içeceğe doymak bilmeyen, gözü aç, doymaz, tamahkâr, haris, hırslı, cam göz, tokgözlü karşıtı: "Bir sürü dedikodudan çekindim, eksik olmasın muhtar pek açgözlü değilmiş." -A. Gündüz.
açgözlülük, -ğü is. Açgözlü olma durumu veya açgözlüye yakışacak davranış, doymazlık, tamahkârlık, tamah, tokgözlülük karşıtı: "Gönlü o kadar geniş imiş ki sair yoksullar gibi imarethaneden bir tas çorba içmeyi dahi açgözlülük sayarmış." -Y. K. Karaosmanoğlu. açgözlülük etmek bir şeye karşı aşırı istek duymak, doyumsuzca davranmak, tamahkârlık etmek.
açı is. 1. Birbirini kesen İki yüzey veya aynı noktadan çıkan iki yarı doğru arasındaki açıklık. 2. mec. Görüş, bakım, yön, anlayış biçimi: "Bu röportajların özellikleri açı tazeliği, sunuş özelliği ve kıvrak mizahı idi." -H. Taner. 3. mat. Birbirini kesen iki yüzey veya aynı noktadan çıkan iki yarım doğrunun oluşturduğu geometrik biçim, zaviye.
→ açıortay, açıölçer, açı ölçüm, bütünler açı, çevre açı, dar açı, dış açı, dış ters açı, dik açı, doğru açı, geniş açı, iç ters açı, komşu açı, merkez açı, ölü açı, sınır açı, tam açı, ters açı, tümler açı, yöndeş açılar
açıcı sf. Açma işini yapan: İç açıcı sözler. İştah açıcı bir yemek.
→ iç açıcı, kredi açıcı, ut açıcı
açıcılık, -ğı is. Açıcı olma durumu.
açığa alınma is. Belirli bir süre işten el çektirilme.
açığa alma is. Bir görevliyi geçici bir süre işten uzaklaştırma.
açık, -ğı sf. 1. Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı: "Açık pencerenin önünde denize karşı saatlerce dertleştik" -R. N. Güntekin. 2. Engelsiz: Açık yol. 3. Örtüsüz, çıplak: Açık baş. 4. Boş: Kâğıtta açık yer kalmadı. 5. Görevlisi olmayan, boş (iş, görev), münhal: Açık kadro. 6. Aralığı çok: A-çık adımlarla. 7. Çalışır durumda olan: "Bazı dükkânları açık olan caddeden sola saptılar," -Ö. Seyfettin. 8. Kolay anlaşılır, vazıh: "Açık konuşma zamanının artık geldiğine kani idim." -R. N. Güntekin. 9. Gizliliği olmayan, olduğu gibi görünen: Bu adamın her işi açıktır. 10. Her türlü düşünceyi hoşgörüyle karşılayabilen, etkisinde kalabilen: "... her çeşit kafa ve gönül fırtınalarına açık bir adamdı o." -T. Buğra. 11. Rengi koyu olmayan, koyu karşıtı: "Açık sarı saçlı, zayıf bir kadın keman çalıyordu." -Ö. Seyfettin. 12. Sevişme sahnelerini bütün çıplaklığıyla anlatan (kitap, resim, film vb.). 13. Denizin kıyıdan uzakça olan yeri: "Limanda bilinen gemiler, oysa açıklardadır." -B. Necatigil. 14. zf Doğru olarak, açıkça: "İnsan mağlubiyetini bu kadar açık kabul eder mi?" -M. Yesari. 15. is. Bir gereksinimin karşılanamaması durumu: Bütçe açığı. Ülkenin doktor açığı. 16. is. Belli bir yerin biraz uzağı: Tren yolu nehrin açığından geçer, açık alınla başarı ve övünç ile: Çıktık açık alınla on yılda her savaştan, açık düşmek herhangi bir sebeple bir filodan veya istenilen yerden uzakta kalmak, açık kapamak bütçenin gider fazlasını para sağlayarak ortadan kaldırmak, açık kapı bırakmak gereğinde, bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak. açık konuşmak gerçeği çekinmeden söylemek, (bir yer, birine) açık olmak bir yerde her zaman iyi karşılanmak, açık söylemek 1) anlaşılmayan yönünü bırakmadan anlatmak; 2) çekinmeden söylemek, açık tutmak bir iş yerinin çalışır durumunu sürdürmek, açık vermek 1) gelir, gideri karşılamamak; 2) gizlenmek istenen bir olayı, bir düşünceyi veya durumu elde olmayarak ortaya koymak, açıklamak, açık yürekle özü sözü bir olarak, hiçbir şey saklamaksızın, açığa çıkarılmak 1) ortaya çıkarılmak; 2) işine, görevine son verilmek, (birini) açığa çıkarmak işinden çıkarmak, (bir durum) açığa çıkmak 1) belli olmak, anlaşılmak: "Yakalanan veya tutuklanan kişinin durumu, soruşturmanın kapsam ve konusunun açığa çıkmasının sakıncalarının gerektirdiği kesin zorunluluk dışında, yakınlarına derhâl bildirilir." -Anayasa. 2) rıhtıma aborda veya kıçtankara olmuş bir gemi bulunduğu yerden kalkarak daha uzaktaki bir yere demirlemek üzere kıyıdan uzaklaşmak. (bir durumu) açığa vurmak 1) belli etmek, ortaya çıkarmak: "Mantıksal bir dille açığa vurduğu bu harika önerinin aksayan bir yanı vardı." -N. Nadi. 2) gizli bir durumu ortaya çıkarmak: "Bazı ihtiyarlar bütün hislerini açığa vuran ikinci bir nevi çocukluğa düşerler." -A. Ş. Hisar, (birinin) açığı çıkmak saklamakla görevli bulunduğu paranın veya malın eksik olduğu anlaşılmak. açığını kapamak 1) eksiğinin veya küçük düşürücü durumunun fark edilmemesini sağlamak; 2) eksiğini tamamlamak, açığını kapatmak eksiğini tamamlamak, açıkta bırakmak 1) iş ve görev yermemek; 2) yersiz yurtsuz bırakmak; 3) birkaç kişiye birlikte sağlanan bir iyilikten birini yararlandırmamak, açıkta kalmalt (veya olmak) 1) iş ve görev bulamamak; 2) birkaç kişinin birlikte eriştiği bir iyilikten yararlanamamak; 3) yersiz yurtsuz kalmak.
→ açık açık, açık ağıl, açıkağız, açık ağızlı, açık alan, açık artırma, açık bilet, açık bono, açık bölge, açık büfe, açık celse, açık ciro, açık çek, açık deniz, açık devre, açık dolaşım sistemi, açık durum, açık duruşma, açık düşme, açık eksiltme, açık elli, açık fikirli, açık görüş, açıkgöz, açık gri, açık hava, açık hava müzesi, açık hece, açık hesap, açık imza, açık işletme, açık kahverengi, açık kalp ameliyatı, açık kalpli, açık kapı politikası, açık kapı siyaseti, açık kart, açık kestane, açık kırmızı, açık kredi, açık liman, açık lise, açık maaşı, açık mavi, açık mektup, açık ordugâh, açık oturum, açık oy, açık öğretim, açık önerme, açık pazar, açık pembe, açık piyasa, açık poliçe, açık raf, açık rejim, açık saçık, açık sarı, açık sayım, açık seçik, açık senet, açık sözlü, açık şehir, açık taşıt, açık teşekkür, açık tohumlular, açık tribün, açık yara, açık yeşil, açık yürekli, açık zaman, ağzı açık, bahtı açık, başı açık, eli açık, gözü açık, kapısı açık, sağ açık, sofrası açık, sol açık, uğuru açık, yarı açık cezaevi, yolu açık, açığa alınma, açığa alma, bütçe açığı, dış ticaret açığı
açık açık zf. 1. Saklamaksızın: Açık açık anlattı. 2. Bütün ayrıntılarıyla. 3. İçtenlikle.
açık ağıl is. Koyunların ve keçilerin barındırıldıkları üstü açık, etrafı taş duvar veya çitlerle çevrili basit barınak.
açıkağız, -ğzı is. bot. Turpgillerden bir bitki (Hesperis acris).
açık ağızlı sf. Aptal, sersem, ahmak.
açık alan is. Şehirlerde yaşayan insanların dinlenebilecekleri, çeşitli bitki örtüleri ile kaplı yer.
açık artırma is. Bir malın satışında alıcılar arasında fiyat artırma yarışma dayanan satış, artırma, müzayede: "Açık artırmalardan, antikacılardan her çeşit saat toplamaya başladım." -H. Taner.
açık bilet is. Tarihi kararlaştınlmamış yolculuklarda kullanılmak üzere belirli bîr dönem için geçerli bilet.
açık bono is. tic. Para hanesi boş bırakılarak imza edilen bono, açık senet, (birine) açık bono vermek sınırsız yetki tanımak.
açık bölge is. ekon. Serbest bölge.
açık büfe is. Konukların serbestçe seçebilecekleri yiyecek ve içeceklerin sergilendiği sofra.
açık celse is. huk. Açık duruşma.
açık ciro is. tic. Senet veya çek arkasına kime ödeneceği belirtilmeden imzalanma yoluyla yapılan ciro.
açıkça zf (açı'kça) Gizli bir yönü kalmaksızın, kolay anlaşılır bir biçimde: "Düşündüğümü açıkça söylemeyi tercih ettim." -R. H. Karay.
açıkçası is. 1. Doğrusu, açık olanı, anlaşılır biçimi, gizli kapaklı olmayan yanı: "Şayet kırar gibi olursa açıkçasını söyleyeyim." -S. M. Alus. 2. zf. Açık olarak.
açık çek is. tîc. 1. Üzerine para miktarı yazılmamış çek. 2. mec. Sonsuz güven.
açıkçı is. ekon. Borsada fiyat dalgalanmalarından yararlanarak açıktan para kazanan kimse.
açık deniz is. 1. Denizin, kara sularının dışında kalan bölümü. 2. Denizin kıyıdan çok uzaklarda bulunan geniş bölümü, engin.
açık devre is. fız, îçinden sürekli akım geçmeyecek bir yalıtkanla kesilmiş elektrik devresi.
açık dolaşım sistemi is. zool. Genellikle bütün eklem bacaklılarda ve birçok yumuşakçada bulunan, atardamar ve kan boşluğundan oluşmuş açık bîr dolaşım sistemi.
açık durum is. sp. Güreşte vücudun dizler bükülü, ayaklar açık, dirsekler gövdeye yakın, kollar yarı gergin olarak aldığı durum.
açık duruşma is. huk. Mahkemede herkesin duruşmayı dinleyebileceği oturum, açık celse.
açık düşme is., sp. Yağlı güreşte pehlivanın kıçüstü veya sırtüstü düşerek yenilmiş sayılması.
açık eksiltme is. tic. Yaptırılacak bîr işin, satın alınacak bir malın ucuza sağlanması için işi yapacak veya malı satacak kişiler arasında fiyat düşürme yarışma dayanan işlem.
açık elli sf. Cömert.
açık ellilik, -ği is. Cömertlik: "Kuvvetli, esmer, sıhhatli, doğru sözlülüğü ve açık elliliğiyle dostlarına kendini sevdirmiş bir kadındı." -H. E. Adıvar.
açık fikirli sf. Olayları ve özellikle yenilikleri iyi anlayıp gereği gibi karşılayabilen, düşündüğünü olduğu gibi söyleyebilen (kimse).
açık fikirlilik, -ği is. Açık fikirli olma durumu.
açık görüş is. Cezaevlerinde tutukluların yakınlarıyla belirli günlerde yüz yüze görüşmesi.
açıkgöz sf Uyanık davranarak çıkar sağlayan, imkânlardan kurnazca yararlanmasını bilen, cingöz, uyanık, kurnaz: "O aralık açıkgözün biri de: ayağımdan çıkan potini almış, savuşmuş. "-M. Ş. Esendal.
açıkgözlük, -ğü is. Açıkgözlülük.
açıkgözlülük, -ğü is. Açıkgöz olanın durumu, açıkgöze yakışacak davranış.açıkgözlülük etmek kurnazlık ederek amacına ulaşmak.
açık gri is. 1. Grinin bîr ton açığı. 2. sf. Bu renkte olan.
açık hava is. 1. Bulutsuz hava. 2. Bahçe, park gibi yapı dışı olan yer: "Uçurtmalar biraz gök, açık hava ve rüzgâr ister." -A. Ş. Hisar.
→ açık hava müzesi, açık hava sineması, açık hava tiyatrosu
açık hava müzesi is. Açık havadan etkilenmeyecek eski etnografik eserlerin, evlerin, İşlik vb. sivil yapıların sergilendiği bir bölgede kurulan üstü açık müze.
açık hava sineması is. Yazın veya İklimi elverişli yerlerde sürekli olarak çalışan, üstü açık sinema.
açık hava tiyatrosu is: tiy. Yazın veya İklimi elverişli yerlerde sürekli olarak çalışan, üstü açık tiyatro.
açık hece w, dbl. Ünlü ile biten hece: ana (a-na), araba (a-ra-ba), ütü (ü-tü).
açık hesap, -bı is: tic. Peşin para veya bono vermeden yapılan alışveriş.
açık imza is. Üzeri boş bırakılan bir kâğıdın altına, dolduracak olana güvenilerek atılan imza.
açık işletme is. Maden yatağını örten verîmsiz topraklar kaldırıldıktan sonra açık havada yapılan işletme.
açık kahverengi is. 1. Kahverenginin bir veya birkaç ton açığı, sütlü kahverengi. 2. sf. Bu renkte olan.
açık kalp ameliyatı is. tıp Kalbin içi açılmadan önce dolaşım yapay kalp denilen bir aygıta devredildikten sonra yapılan kalp ameliyatı.
açık kalpli sf. Açık yürekli.
açık kalplilik, -ği is. Açık yüreklilik.
açık kapı politikası is. tic. Yabancı malları bir ülkeye serbestçe sokma politikası, açık kapı siyaseti.
açık kapı siyaseti is. tic. Açık kapı politikası.
açık kart is. Her konuda verilen destek veya yetki.
açık kestane is. 1. Kestane renginin bir veya birkaç ton açığı. 2. sf Bu renkte olan.
açık kırmızı is. 1. Kırmızının bir ton açığı. 2. sf. Bu renkte olan.
açık kredi is. tic. Bankaların güvendikleri müşterilere rehin, ipotek veya kefil istemeksizin verdikleri borç para.
açıklama is. Açıklamak işi, açıklayış, izah: "Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz." -Anayasa, açıklama yapmak herhangi bir konuyu aydınlığa kavuşturmak amacıyla konuşmak veya yazmak.
→ açıklama cümlesi, düzen açıklaması
açıklama cümlesi is. dbl. Bir önceki cümleyle bağlantı kuran yani, demek ki, öyle ki vb. bağlayıcılarla başlayan, söz konusu duygu veya düşünceyi bütünleyen cümle.
açıklamak (-i) 1. Bir konuyla ilgili gerekli bilgileri vermek, izah etmek. 2. Bir sorunla ilgili aydınlatıcı bilgi vermek, tavzih etmek: Bakan, bu konuda düşüncelerini açıkladı. 3. Bir sözün, bir yazının ne anlatmak istediğini belirtmek, yorumlamak. 4. Açıkça söylemek, ifşa etmek: "Kenan Bey bunun kuru bir inanç olmadığını da ilk defa açıkladı." -T. Buğra. 5. Belirtmek, göstermek, açığa vurmak, izhar etmek.
açıklamalı sf Birtakım açıklamalarla anlaşılması, Öğrenilmesi kolaylaştırılmış, izahlı: Açıklamalı deyimler.
açıklanan is. man. Açıklamalar sonunda ortaya çıkması beklenen kavram, açıklayan.
açıklanma is. Açıklanmak işi.
açıklanmak (nsz) Açıklama işi yapılmak, izah edilmek, ifşa edilmek: "İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz." -Anayasa.
açıklar livası is. alay İşi gücü olmayan, boşta kalan kimse, açıklar livası olmak alay iş bulamayarak işsiz ve kazançsız kalmak.
açıklaşma is. Açıklaşmak durumu almak.
açıklaşmak (nsz) 1. Açık duruma gelmek. 2. Rengi açılmak.
açıklaştırma is. Açıklaştırmak işi.
açıklaştırmak (-i) 1. Açık duruma getirmek. 2. Rengini açtırmak.
açıklatma is. Açıklatmak işi.
açıklatmak (-i, -e) Açıklamasını sağlamak.
açıklayan is. man. Açıklanan.
açıklayıcı sf. 1. Bir sorunu gerekli açıklığa kavuşturan. 2. dbl. Kendinden önce gelen kelimeyi belirten, açıklayan (kelime veya kelimeler): "Atatürk, yeni Türkiye'nin kurucusu, daima saygı ile anılacaktır" cümlesindeki 'yeni Türkiye'nin kurucusu' sözü Atatürk adının açıklayıcısıdır.
açıklayıcılık, -ğı is. Açıklayıcı olma durumu.
açıklayış is. Açıklama İşi veya biçimi.
açıklık, -ğı is, 1. Açık olma durumu, aleniyet. 2. Uzaklık, mesafe. 3. Örtüsüz, çıplak yer. 4. Boş ve geniş yer. 5. Bir yerin uzaklara kadar bakılabilecek ve bakanın içinde ferahlık doğuracak durumda olması: Kırlardaki açıklık insanı dinlendirir. 6. Gerçeği olduğu gibi yansıtma durumu: Demokrasi bir açıklık rejimidir. 7. Rengin koyu olmaması: Rengin açıklığı. 8. ed. Bir söz veya yazıda maksadın açık olması özelliği, duruluk, vuzuh: Reşat Nuri'nin anlatımında açıklık vardır. 9. fiz. Dürbün, fotoğraf makinesi vb. optik araçlarda ağız çapı, ışığın girebildiği delik, açıklık getirmek (veya kazandırmak) bir konu veya sorunu anlaşılır duruma getirmek, açıklık kazanmak bir konu aydınlanmak, anlaşılır duruma gelmek, açıklığa kavuşturmak bir konu veya sorunu aydınlatmak, kapalılıktan kurtarmak, anlaşılır duruma getirmek.
→ açıklıkölçer, açıklık politikası, ağzı açıklık, gözü açıklık, göz açıklığı, zihin açıklığı
açıklıkölçer is. fiz. Bir mikroskobun açıklığını ölçmeye yarayan alet.
açıklık politikası is. Siyasette açık, şeffaf olma, glasnost.
açık liman is. den. 1. Bütün gemilerin formalite yönünden kolayca girip çıktıkları liman. 2. coğ. Hava şartlarından kolayca etkilenen liman.
açık lise is. eğt. Liselerde uygulanan açık öğretim biçimi.
açık maaşı is. huk. Görevinden alınan birine yasaca tanınan belirli bir süre içinde ödenen aylık.
açık mavi is. 1. Mavinin bir ton açığı. 2. sf. Bu renkte olan.
açık mektup, -bu is. 1. Zarfı yapıştırılmamış mektup. 2. Yazıldığı kimseye gönderilmeyip basın yoluyla açıklanan mektup.
açık ordugâh is. ask. Kırda kurulan ordugâh.
açık oturum is. Güncel, siyasal, sosyal ve bilimsel konuların veya sorunların herkesin izleyebileceği bir biçimde açık olarak tartışıldığı toplantı.
açık oy is. Verenin adını gösteren ve konuşulan sorun üzerindeki düşüncesini belli edecek yolda verilen oy.
açık öğretim is. eğt. Dersleri radyo, televizyon vb. araçlarla yayımlanan veya posta ile ilgililere ulaştırılan ve yükseköğretimde uygulanan eğitim.
açık önerme is. mat. İçerisinde değişken bulunan ve bu değişkenin alacağı değerle doğruluğu veya yanlışlığı kesinleşen önerme.
açık pazar is. ekon. Gümrük kaydı olmayan, her devletin malını serbestçe satabileceği şehir veya ülke.
açık pembe is. 1. Pembenin bir ton açığı. 2. sf. Bu renkte olan.
açık piyasa is. ekon. Fiyatların tamamen arz ve talebe göre belirlendiği piyasa.
açık poliçe is. tic. Eksik bilgileri sonradan tamamlanmak üzere düzenlenen poliçe.
açık raf is. Kitaplıklarda ve mağazalarda kitapların ve malların kolaylıkla seçilebilmesini sağlamak üzere yapılmış sergen.
açık rejim is. Parlamenter rejim.
açık saçık, -ğı sf. 1. Göreneğe aykırı derecede çıplak veya örtüsüz. 2. Yüz kızartıcı, edepsiz, müstehcen, cinsel çağrışım yüklü (söz, anlatım), açık saçık konuşmak cinsel konularla ilgili sözler söylemek.
açık saçıklîk, -ğı is. Açık saçık olma durumu.
açık sarı is. 1. Sannın bir ton açığı. 2. sf. Bu renkte olan.
açık sayım is. Bir seçim sonunda verilen oyların açık olarak sayılması, aleni tadat.
açık seçik, -ği sf. 1. Çok açık, çok belirgin. 2. zf. Çok açık, çok belirgin bir biçimde: "Bu iki örnek de açık seçik gösteriyor ki, çocuklarımızı kendi yetiştiğimiz gibi yetiştirmek hakkı bize verilmiş değildir." -H. Taner.
açık seçiklik, -ği is. Açık seçik olma durumu.
açık senet, -di is. ekon. Açık bono.
açık sözlü sf. Her şeyi olduğu gibi söyleyen, sözünü esirgemeyen.
açık sözlülük, -ğü is. Açık sözlü olma durumu.
açık şehir, -hri is. ask. Düşman saldırısına karşı savunma önlemleri alınmamış, içinde herhangi bir askerî hedef bulunmayan ve bu durumu Önceden İlan edilmiş olan şehir: İkinci Dünya Savaşı'nda Roma açık şehir ilan edilmişti.
açıktan zf 1. Bir yerin uzağından. 2. Sıra ve aşama gözetilmeden, dışarıdan atayarak. 3. mec. Emek ve para harcamadan, açıktan (para) kazanmak emek ve sermaye olmadan para kazanmak, açıktan para almak bir iş veya mal için, kararlaştırılmış ücret veya değer dışında para almak.
→ açıktan açığa, açıktan atama, açıktan tayin
açıktan açığa zf. Belirgin olarak, göz göre göre: "Nedense ona açıktan açığa çıkışmaya cesaret edemiyordu." -R. N. Güntekin.
açıktan atama is. Derece ve belli bir sıra gözetilmeksizin yapılan atama.
açıktan tayin is. Açıktan atama.
açık taşıt is. Üstü örtülmemiş araba, otomobil vb.
açık teşekkür is. Herhangi birine basın yoluyla edilen teşekkür.
açık tohumlular ç. is. bot. Tohumları kozalak pullan üzerinde açık olarak bulunan çiçekli bitkilerin ayrıldığı İki büyük daldan biri, çıplak tohumlular.
açık tribün is. Açık havadaki spor karşılaşmalarında seyircilerin oturduğu ve üstü kapalı olmayan bölüm.
açık yara is. Kapanmamış, sürekli işleyen yara.
açık yeşil is. 1. Yeşilin bir ton açığı. 2. sf. Bu renkte olan.
açık yürekli sf. Düşündüğünü olduğu gibi söyleyen, içi temiz, gizli yönü olmayan (kimse), samimi, açık kalpli.
açık yüreklilik, -ği is. Açık yürekli olma durumu, samimiyet, açık kalplilik: "En sonra da görüşlerim edebiyata kaçmayan bir açık yüreklilikle ortaya koydu." -H. Taner.
açık zaman is. tek. Tutkalın yüzeye sürüldüğü an ile pres edilip sıkılması gereken an arasında geçen süre.
açılama is. sin. ve TV Güç bir sahnenin çeşitli açılardan çekiminin yapılması.
açılım is. 1. Açılma: Bu gezi dış politikada yeni bir açılımı simgeliyor. 2. Bir kısaltma veya formülün açık biçimi. 3. astr. Bir yıldızla gök Ekvator'u arasındaki uzaklık: Güneşin bir yıldaki açılımı -23 derece 27 dakikadan +23 derece 27 dakikaya kadar değişir.
açılış is. 1, Açılma işi veya biçimi. 2. Yeni bir yapının, yerin veya kuruluşun çalışmaya başlaması, kuşat.
→ açılış konuşması, açılış töreni
açılış konuşması is. Herhangi bir kurum, kuruluş, mağaza vb.nin açılması sırasında yapılan konuşma: "Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde açılış konuşmasını yapmak. " -Anayasa.
açılış töreni is. Bir açılışı kutlamak için yapılan toplantı: "Resmî açılış töreni ne zaman beyefendi?" -M. Yesari.
açılma is. 1. Açılmak işi. 2. Çatlama. 3. sin. ve TV Bir film çekiminde karanlıkta başlayıp gittikçe aydınlanarak görüntülerin belirmesine dayanan noktalama. 4. sp. Bir grupta, sıraların jimnastik alıştırmaları için dağınık düzene girmesi.
açılmak (nsz) 1. Açına işi yapılmak veya açma işine konu olmak: "Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz." -Anayasa. 2. Renk koyuluğunu yitirmek: Perdenin rengi açıldı. 3. Kendine gelmek, biraz iyileşmek, ferahlamak: Ateşi düşünce hasta açıldı. 4. (-e) Deniz aracı kıyıdan uzaklaşmak: "... Türk korsan gemileri, engin denizlere açılmışlardı." -F. F. Tülbentçi. 5. Sıkılması, çekinmesi, tutukluğu kalmamak. 6. Kuruluşlar ilk kez veya yeniden işe başlamak. 7. İşini gereğinden veya götürebileceğinden geniş tutmak: Fazla açıldığı için iflas etti. 8. Genişlemek, bollaşmak: Ayakkabısı açıldı. 9. Delinmek, yırtılmak: Pantolonun dizleri açıldı. 10. Sis, karanlık, duman vb. dağılmak, yoğunluğunu yitirmek: "Belki hava açılıyor." -R. H. Karay. 11. Gereken güce ulaşmak: Araç uzun yolda açıldı, hızı arttı. 12. (-e) Sırrını, üzüntüsünü, sorunlarını birine söylemek: "Hiç kimseye açılmayarak yaşadığım bu altı ay beni bitirdi. " -P. Safa. 13. (-e) Pencere, kapı, yol vb. geçit vermek: "Yol açılmış, biriken vasıtalar sel hâlinde akmaya başlamıştı." -H. Taner. 14. Yüzerken kıyıdan uzaklaşmak: "Ben yüzerken biraz fazla açıldım, kendimi Vardar'ın kuvvetli bir akıntısına kaptırdım." -Y. K. Beyatlı. 15. mec. Ayrıntıya girmek. açılıp saçılmak 1) kadın çok açık saçık giyinmeye başlamak; 2) kadın eskisine göre ölçüsüz davranışlarda bulunmaya başlamak.
açım is. Açma, açılış, kuşat: Abdülhak Hamit köşesinin açım töreni yapıldı.
açımlama is. Açımlamak işi, teşrih, şerh.
açımlamak (-i) Bir sorunu veya konuyu ele alıp en ince noktasına kadar gözden geçirerek anlatmak, şerh etmek, teşrih etmek.
açımlanma is. Açımlanmak işi.
açımlanmak (nsz) Açımlama işine konu olmak.
açındırma is. Açındırmak işi.
açındırmak (-i) 1. Açınmasını sağlamak. 2. mat. Bir cismin yüzeyini açarak bir düzlem üzerine yaymak: Konileri açındırırız, ama küreyi açındıramayız. 3. sin. ve TV Alıcıda kullanılan boş film üzerindeki gizli görüntüyü görülebilir biçime sokmak amacıyla filmi kimyasal işlemden geçirmek.
açınım is. 1. Açınma işi, inkişaf. 2. mat. Bir cismin yüzeylerinin açılıp bir düzlem üzerine yayılması, inkişaf.
açınma is. Açınmak işi.
açınmak (nsz) 1. biy. Gelişmek. 2. mec. İçindeki yetenekler uyanarak amacına varmak, gelişmek, inkişaf etmek.
açınsama is. coğ. Açmsamak işi, istikşaf.
açınsamak (-i) coğ. Bir yerin özelliklerini ortaya çıkarmak için araştırma ve inceleme yapmak, istikşaf etmek.
açıortay is. mat. Bir açıyı, ölçüleri birbirine eşit olan iki açısal bölgeye ayıran doğru.
→ açıortay düzlemi
açıortay düzlemi is. mat. İki düzlemli bir açıyı iki komşu ve eşit açıya bölen düzlem.
açıölçer is. İletki.
açı ölçüm is. geom. Açı ölçmede söz konusu olan yöntem ve teknik.
açısal sf Açı ile İlgili, zaviyevi: Açısal hız.
→ açısal bölge, açısal çap, açısal hız, açısal ivme, açısal sapma, açısal uzaklık, açısal yol
açısal bölge is. mat. Açı ile iç bölgesinin birleşiminden oluşan düzlem parçası.
açısal çap is. astr. Ay, güneş vb. gök cisimlerinin iki doğrusu arasındaki açı.
açısal hız is. fiz. Hareket eden bir cismi duran bir noktaya birleştiren doğru parçasının birim zamanda taradığı açı.
açısal ivme is. fiz. ve astr. Açısal hızın birim zamanda değişen niceliği.
açısal sapma is. geom. Belli bir açı düzeyinde gerçekleşen sapma.
açısal uzaklık, -ğı is. astr. Yıldız veya gezegenlerin birbirlerinin karşılaşma düzlemine göre uzaklığı.
açısal yol is. fiz. Hareket eden cismin birim zamanda gözlemciye göre aldığı yol.
açış is. Açma işi veya biçimi.
→ açış konuşması
açış konuşması is. Bir töreni, bir toplantıyı başlatmak için yapılan ilk konuşma.
açıt, -di is. mim. Bir duvarda açık bırakılmış bulunan kapı, pencere, kemerleme vb. açıklık.
açkı is. 1. Bir cismin yüzeyi üzerinde sert bir madde veya bir araç sürterek onu düzleştirip parlatma, perdah. 2. Demircilikte delik büyütmekte kullanılan araç. 3. Anahtar ve her türlü açma aracı.
açkıcı is. 1. Açkı yapan kimse, perdahçı. 2. Anahtarcı.
açkılama is. Açkılamak işi.
açkılamak (-i) Açkı ile parlatmak.
açkılanma is. Açkılanmak işi.
açkılanmak (nsz) Açkı yapılmak, perdahlanmak.
açkılatma is. Açkılatmak işi.
açkılatmak (4) Açkı işi yaptırmak, perdahlatmak.
açkılı sf. Açkı yapılmış, perdahlanmış, perdahlı.
açkısız sf. Açkı yapılmamış, perdahlanmamış, perdahsız.
açlık, -ğı is. 1. Aç olma durumu: "Havada güzel güzel dönen bu kuşun, açlıkla, bu yılana saldıracağım hiç düşünmemiştim." -M." Ş. Esendal. 2. Kıtlık. 3. mec. Aşırı istek içüıde bulunma: "İki arkadaş görülmemiş bir okuma açlığı içinde durmadan okuyordu. " -H. Taner, açlık çekmek yoksulluk İçinde bulunmak, açlığı öldürmek açlık hissini geçiştirmek, yatıştırmak: "Kaldırılmış harman yerlerinden buğday toplayıp açlığımızı öldürdük." -O. Kemal, açlıktan gözü (veya gözleri) kararmak (veya dönmek) çok acıkmak: "Bu akşam açlıktan gözü dönmüş bir hâlde bir evin mutfağına girmişti." -S. F. Abasıyanık. açlıktan imanı gevremek çok acıkmak, açlıktan nefesi kokmak yoksulluk içinde bulunmak, açlıktan ölmek dayanılmaz derecede acıkmak, çok acıkmak, açlıktan ölmeyecek kadar 1) pek az (yemek, içmek); 2) gereğinden az: Açlıktan ölmeyecek kadar yiyor.
→ açlık grevi, açlık şekeri, gözü açlık
açlık grevi is. Kendisine veya başkalarına yapılan bir haksızlığı protesto için bir kimsenin aç durarak gösterdiği tepki.
açlık şekeri is. tıp Aç karnına ölçülen kandaki glikoz miktarı.
açma is. 1. Açmak işi. 2. Orman içinde ağaç kesme veya yakma yoluyla tanma elverişli bir duruma getirilen arazi. 3. Bir çeşit susamsız, kalınca, yağlı çörek.
açmacı is. Açma yapan veya satan kimse.
açmacılık, -ğı is. Açma yapma veya satma işi.
açmak, -ar (-i) 1. Bir şeyi kapalı durumdan açık duruma getirmek: "Kapıyı açan hizmetçi benim kadın olduğumu anlamadı." -S. F. Abasıyanık. 2. Bir şeyin kapağını veya örtüsünü kaldırmak: "Örtüyü açmaya mecburum. " -R. H. Karay. 3. Engeli kaldırmak: Karla kapanan yolu açmak. 4. Sarılmış, katlanmış, Örtülmüş veya iliklenmiş olan şeyleri bu durumdan kurtarmak: "Kadın hamalı dışarı çıkardı, sonra çantasını açıp birkaç lira çıkardı." -M. Ş. Esendal. 5. Bir şeyi, bir yeri oyarak veya kazarak çukur, delik oluşturmak. 6. Tıkalı bir şeyi bu durumdan kurtarmak: Tıkanmış boruyu açmak. 7. Çevresini genişletmek: Anıtın çevresini açmak. 8. Birbirinden uzaklaştırmak: Kollarım açtı. 9. Yarmak: Çıbanı açmak. 10. Düğümü, dolaşmış veya iliklenmiş bu durumdan kurtarmak: Yumağı açmak. 11. Bir toplantıyı başlatmak. 12. Bir kuruluşu, bir iş yerini işler duruma getirmek: "Bu heykeli, açmak İçin bir seneden beri münasip bir fırsat kollanıyordu." -R. N. Güntekin. 13. Bir aygıtı, bir düzeni çalışır duruma getirmek: Radyoyu açmak. Elektriği açmak. 14. Alışverişi başlatmak: Bakan, tütün piyasasını açtı. 15. Rengin koyuluğunu azaltmak: Bu boyayı biraz daha açmalı. 16. Yakışmak, güzel göstermek: Bu renk odayı açtı. 17. Ferahlık vermek. 18. Beğenmek: Burası beni açmadı, başka yere gidelim. 19. Bir konu İle ilgili konuşmak. 20. (-i, -e) Avunmak veya danışmak İçin söylemek, İçini dökmek: "Size derdimi açmaya geldim. " -F. R. Atay. 21. Yapmak, düzenlemek: Sınav açmak. 22. Ayırmak, tahsis etmek: Senin için üst katta bir oda açtık. 23. Görünür duruma getirmek: Kollarını, göğsünü açmış. 24. Bulutların dağılmasıyla gökyüzü aydınlanmak. 25. Geçit vermek: Evin arka tarafına geçmek için kapı açtık. 26. Satranç, poker vb. oyunları başlatmak. 27. mec. Sıkılganlığını, utangaçlığım, gidermek: Öğretmen sürekli konuşuyor, öğrenciyi açmak istiyordu. 28. esk. Savaşla almak, fethetmek, aç gözünü, açarlar gözünü "yapılan bir işte uyanık olmak gerekir, yoksa umulmadık bir anda büyük zararlarla yüz yüze gelirsin" anlamında kullanılan bir söz. açtı ağzını, yumdu gözünü öfkelenerek veya kızarak ağır sözler söyledi: "Babam açtı ağzım, yumdu gözünü ... öyle şeyler söyledi ki ben burada mümkün değil tekrarlayamam." -Ö. Seyfettin.
açmalık, -ğı is. Kiri çıkarmak veya eşyayı iyice temizlemek için kullanılan her türlü madde.
açmaz is. 1. Satranç oyununda şahı koruyan taşlardan birinin yerinden oynatılamaması durumu. 2. Tuluatta karşısındakine bir nükte veya tekerleme söyleme kolaylığını veren söz. 3. mec. İçinden zor çıkılır durum. açmaza düşmek içinden çıkılması güç durumda kalmak, açmaza getirmek (veya düşürmek) düzen, hile yapmak, bir kimseyi oyuna getirmek, zor duruma sokmak.
→ açmaz halatı
açmaz halatı is. den. Gemilerin limana bağlanması ve sahilden esecek rüzgârla rıhtımdan uzaklaşmaması için kıyıya dikine bağlanan halat.
açmazlık, -ğı is. 1. Açmaz olma durumu. 2. mec. Ağzı pek sıkı olma durumu, ketumiyet.
açtırma is. Açtırmak işi.
açtırmak (-i, -e) Açma İşini yaptırmak, açtırma kutuyu, söyletme kötüyü kötü konuşabilecek birine, bildiklerini açıklama fırsatı verilmemesi gerektiğini öğütler.
açval is. tek. Supap.