ac

Ac kim. Aktinyum elementinin simgesi.

acaba zf (a'caba) Ar. 'acebâ 1., Merak, kararsızlık veya kuşku, anlatan bir söz, acep: "A-caba kiminle randevusu vardı?" -S. F. Abasıyanık. 2. is. Şüpne, kuşku: Aklımızda bîr acaba kalmasın diye söyledim.

-acak / -ecek 1. Gelecek zaman eki: al-acağ-ım, al-'acak-sın, gûl-ecek-ler vb. 2.. Fiilden isim ve sıfat yapma eki: giy-ecek, iç-ecek, sit-ecek, yak-acak. Ak-acak (kan), yürünecek (yol) vb.

acar sf Ar. 'acar 1. Atılgan, gözü pek, yiğit, kabadayı,, yılmaz, kabma sığmaz. 2. Güçlü ve becerikli, çevik, enerjik: "Bunlar yarının kadın hakları savunucuları, acar avukatları olacak soydandırlar." -H. Taner. 3. Yeni: "Eskisi olmayanın acarı olmaz." -Atasözü.

Acar öz. is. Güneybatı Kafkasya'nın Türkiye sınırına yakın bölgesinde yaşayan bir halk, Acara.

Acara öz. is. Acar.

acarlaşma is. Acarlaşmak işi.

acarlaşmak (nsz) hlk. Acar duruma gelmek.

acarlık, -ğı is. Acar olma durumu.

acayip, -bi sf. (acayip) Ar. 'acâ'îb 1. Sağduyuya,, göreneğe, olağana aykırı, garip, tuhaf, yadırganan, yabansı: "'Dişlerinin arasından; ıslık gibi acayip sesler çıkarmaya başladılar.” -R. N. Güntekin. 2. ünl. Şaşma anlatan bir söz: Öyle dedi ha? Acayip? acayip olmak yadırganacak: bir duruma girmek: Dünya: değişti, insanlar bîr acayip- oldular. acayibine gitmek yadırgamak,, tubafma gitmek.

acayipleşme îs. Acayipleşmek durumu.

acayipleşmek (nsz) Başkalaşmak, yadırganacak bîr duruma girmek.

acayipleştirme is. Acayipleştirmek işi.

acayipleştîrmek (-i) Acayip,, yadırganacak bîr duruma getirmek.

acayiplik, -ği is. Acayip oltaa durumu, yabansılık, gariplik, tuhaflık: ""Burada bîr acayîplîk hissediyorum'."' -R. H. Karay.

accelerando zf (accelerando) ît muz. Gittikçe tuzlanarak (çalınmak).

ace îs. İng. ace sp. Teniste rakibin karşılayamadığı-, doğrudan doğruya sayı getiren servis.

acele sf Ar. "acele 1. Hızlı yapılan, çabuk, tez, ivedi. 2. zf Vakit geçirmeden, tez olarak: "Acele bîr karar vermek ihtiyacındayım." -P. Safa. 3. is. Çabuk davranma, İvecenlik, acele etmek 1) çabuk davranmak, ivmek: "Aman, acele etmeli, vakit geçiyor." -S. F. Abasıyanık. 2) telaş; etmek, sabırsızlanmak: "Acele etme, konuşuruz., sırası var." -R. N. Güntekîn. acele işe şeytan karışır düşünüp taşınmadan İvedi olarak yapılan işten iyi sonuç beklenmemesi gerektiğini anlatan bîr söz. aceleye gelmek çabuk yapıldığı için gereken "özen gösterilmemiş olmak, aceleye getirmek I) zaman darlığından yararlanarak birini aldatmak: Satıcı aceleye getirerek elmanm çürüklerini vermiş. 2) bir îşî üstünkörü yapmak.

acele posta

aceleci sf. Tez iş gören, çabuk davranan, cam tez,, farfara, fırtına gibi, İçi tez, ivecen, İveğen, kıvrak, sabırsız, tez canb, telaşlı, acul: "Hakikaten son derece aceleciydi." -Ö. Seyfettin.

acelecilik, -ği is. Aceleci olma durumu, ivecenlik: "Taya geçidinin yeşilleri yanınca acınacak bir acelecilikle, karşı kaldırımdakilere doğru atıldık." -N. Cumalı.

aceleleştirme is. Aceleleştirmek işi.

aceleleştirmek (-i) Çabuklaştırmak.

acele posta is. Özel ücreti olan ve hızlı bir biçimde gönderilen posta.

acem is. Ar. 'acem müz. Klasik Türk müziğinde mi notasına yakın bir perde.

acemaşiran, acembuselik, acemkürdi

Acem öz. is. Ar. 'Acem 1. İranlı. 2. İran ülkesi. 3. sf. İran'a özgü.

Acem halayı, Acem işi, Acem kılıcı, Acem lalesi, Acem pilavı

acemaşiran is. (acemaşi.ran) Ar. 'acem + 'aşirân müz. Klasik Türk müziğinde kullanılan şet makamlarından biri.

acemborusu is. bot. Canlı kırmızı çiçekler açan bir süs bitkisi (Bignonia radicams).

acembuselik, -ği is. (acembu.selik) müz. Klasik Türk müziğinde kullanılan birleşik bir makam.

Acemce öz. is. (ace'mce) 1. Farsça. 2. sf. Bu dille yazılmış olan.

Acem halayı is. Doğu ve Güneydoğu Anadolu yöresinde oynanan bir halk oyunu.

acemi sf. Ar. 'acemi 1. Bir işin yabancısı olan, eli işe alışmamış, bir işi beceremeyen: "Acemi nalbant gâvur eşeğinde öğrenir." -Atasözü. 2. İşinde, mesleğinde yeni olan: "Polis tramvaya yol vermeli, kozunu acemi şoförle paylaşmalı idi." -H. Taner. 3. is. Bir yerin, bir şeyin yabancısı: "Anlaşılan sen İstanbul'un acemisi olmalısın." -O. C. Kaygılı. 4. is. tar. Saraya yeni alınmış cariye.

acemi ağası, acemi çaylak, acemi er, acemi ocağı, acemi oğlanı

acemi ağası is. tar. Hareme yeni alınan cariyelerin ağası.

acemice zf. (acemi'ce) Toyca, beceriksizce: "Yeni usul şiirimiz, zevksiz, köksüz, acemice görünüyordu." -Y. K. Beyatlı.

acemi çaylak, -ğı sf. tkz. Deneyimsiz, toy, beceriksiz.

acemi er is. ask. Askere yeni alınan ve eğitim dönemini henüz tamamlamamış er.

acemileşme is. Acemileşmek durumu.

acemileşmek (nsz) Beceriksizlik göstermek, bocalamak.

acemilik, -ği is. Acemi olma durumu, aceminin çekingenliği ve ürkekliği, acemice davranış, toyluk: "Karısı bırakınca şaşaladı, ama acemiliğini fazla belli etmedi." -A. İlhan, acemilik çekmek henüz alışmadığı bir işte zorluk çekmek, bocalamak, acemilik etmek düşüncesizce hareket etmek, acemice davranmak.

acemi ocağı is. tar. Osmanlı ordusuna kapı kulu eri yetiştirmek için kurulan okul.

acemi oğlanı is. tar. Yeniçeri Ocağında yetiştirilmek üzere tutsaklardan veya devşirme yoluyla Hristiyanlardan toplanan çocuk.

Acem işi is. Döşemelik kumaşların üzerine renkli İpek iplikle işlenen, yer yer altın veya gümüş boncuklarla süslenmiş nakış.

Acem kılıcı is. İki ağzı da keskin olan bir kılıç. Acem kılıcı gibi hem ondan yana hem ona karşı olabilen.

acemkürdi is. (acemkürdi:) Ar. 'acem + Far. kurd + Ar. -ı müz. Klasik Türk müziğinde birleşik bir makam.

Acem lalesi is. bot. Taşkırangillerden, turuncu ve san renkte çiçekli, yıllık ve çok yıllık türleri olan, tohumla saksıda ve tarlada üretilebilen bir süs bitkisi, güneştopu.

Acemleşme is. Acemleşmek durumu.

Acemleşmek (-i) 1. Kültür ve medeniyet bakımından İran'ı veya İran halkını örnek almak. 2. Kendini İranlı gibi hissetmek veya İranlı gibi davranmak.

Acemleştirme is. Acemleştirmek işi.

Acemleştirmek (-i) Kültür veya medeniyet bakımından İran'ı veya İran halkını örnek aldırmak, Acem kültürünü benimsetmek, yaygınlaştırmak.

Acem pilavı is. Safran ve zencefil ile yapılan İran usulü bir pilav çeşidi.

acente is. (ace'nte) İt. agente 1. Bir kuruluşun yapığı işi kazanç karşılığı onun adına yürüten iş yeri: "İtalya'da büyük bir şirketin acentesiyim ben." -R. Enis. 2. Vapur ortaklığı. 3. Banka şubesi. 4. Bir kurumun veya şubelerinin başında bulunan kimse. 5. tic. Bir kuruluşa bağlı olmaksızın sözleşmeye dayanarak belirli bir yer ve bölge içinde sürekli olarak ticarethane veya işletmeyi ilgilendiren işlerde aracılık eden, bunları o işletme adına yapan kimse.

borsa acentesi, seyahat acentesi

acentelik, -ği is. 1. Acentenin yaptığı iş. 2. Acente kuruluşu: PTT acenteliği.

acep zf Ar. 'aceb Acaba: "Bakın çantasında acep nesi var / Bir çift kundurayla bir de fesi var." -Halk türküsü.

aceze ç. is. Ar. 'aceze esk. Acizler.

darülaceze

acı is. 1. Bazı maddelerin dilde bıraktığı yakıcı duyu, tatlı karşıtı: Acıyı sever. 2. sf. Tadı bu nitelikte olan: "Acı kahvesini yudumluyordu." -T. Buğra. 3. Herhangi bir dış etken dolayısıyla duyulan rahatsızlık, ıstırap: "O-muzlarına kadar vücudun derisini haşlayan bayıltıcı yanma acısı ve dehşeti çok sürmedi." -P. Safa. 4. mec. Ölüm, yangın, deprem vb. olayların yarattığı üzüntü, keder, elem: "İnsan, ölümün acısını en çok günün iki uzak saatinde hissetmektedir." -Y. Z. Ortaç. 5. sf. Koyu (renk): "Sıcak iklimlerde bu mevsim, tek renktedir, sadece acı yeşildir." -R. H. Karay. 6. sf. mec. Keskin, hoşa gitmeyen, şiddetli: "Acı poyraz kuvvetle esiyordu. " -O. Kemal. 7. sf. mec. Kinci, üzücü, incitici, dokunaklı, korkunç: "Acı söz insanı dininden çıkarır." -Atasözü, acı çekmek (veya duymak) 1) ağrı, sızı duymak: Ameliyattan sonra çok acı çekti. 2) üzülmek, üzüntü içinde kalmak: "Bu faciaya bizzat karışmışım gibi bir acı duyuyordum." -Y. K. Karaosmanoğlu. acı gelmek dokunaklı, kırıcı, üzücü gelmek: Bu söz ona çok acı geldi, acı görmüş kötü günler yaşamış, acı patlıcanı kırağı çalmaz şaka kötü durumda olan bir kimseyi yeni kötü durumlar etkilemez, acı söylemek olumsuz bir davranışa karşı gerçeği olduğu gibi söylemek: "Dost acı söyler." -Atasözü, acı vermek üzüntüye sebep olmak, incitmek, (bir şeyin) acısı çıkmak olumsuz, kötü sonucu ortaya çıkmak: Dünkü yorgunluğun acısı bugün çıktı. acısı içine (veya yüreğine) çökmek (veya işlemek) 1) bir şeyin acısını pek çok duymak; 2) olmadan olacağı düşünerek çok üzülmek. (birinin) acısına dayanamamak bir kimse bir yakınının ölümünden büyük üzüntü duymak, acısını almak 1) acılığım gidermek; 2) mec. sızıyı dindirmek; 3) mec. kederini azaltmak, acısını bağrına (veya içine) basmak (veya gömmek) şikâyet etmeden üzüntüye katlanmak, acısını çekmek yapılan yanlış bir işin kötü sonucunu görmek, acısını çıkarmak 1) acılığını yok etmek: Soğanın acısını çıkarmak. 2) uğradığı maddi veya manevi zararı karşılayacak bir iş yapmak: "Belki de zamanında lüzumundan fazla susmuştu da şimdi onun acısını çıkarıyordu." -H. Taner. 3) Öç almak, İntikam almak; Bana yaptıklarının acısını ondan çıkaracağım, acısını görmek bir yakınının ölümünü görmek.

acı acı, acı ağaç, acı badem, acı bakla, acı bal, acı balık, acı ceviz, acı çiğdem, acı elma, acı hıyar, acı karpuz, acı kavak, acı kavım, acı kök, acı kuvvet, acı marul, acı meyan, acı ot, acı pelin, acı sakız, acı söz, acı su, acı tatlı, acı yavşan, acı yitimi, acı yonca, can acısı, ciğer acısı, iç acısı, içler acısı, kalp acısı, kuyruk acısı, yürek acısı, yürekler acısı

acı acı zf 1. Üzüntülü bir biçimde, dokunaklı olarak: "Acı acı gülerek Beyoğlu'nun ilk ışıklarına baktı." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Kırıcı, üzücü olarak. 3. Üzüntü içinde: "Açık seçik bilgilere dayanmayan bir memleket sevgisinin ne kadar köksüz, ne kadar verimsiz olduğunu acı acı düşündüm." -B. R. Eyuboğlu.

acı ağaç, -cı is. bot. Sedef otugillerden, sıcak ülkelerde yetişen, kabuğu ve odunu hekimlikte kullanılan küçük bir ağaç, kavasya (Quassia amara).

acı badem is. bot. 1. Gülgillerden bir meyve ağacı (Amygdalus amara). 2. Bu ağacın acımtırak, keskin kokulu meyvesi.

acı badem kurabiyesi

acı badem kurabiyesi is. İrmik ve şekerle yoğrularak üzerine acı badem konduktan sonra fırında pişirilen bir çeşit kurabiye.

acı bakla is. bot. Termiye.

acı bal is. Deli bal.

acı balık, -ğı is. zool. Sazangillerden, Avrupa'da ve ülkemiz göllerinde yaşayan, 8-10 cm uzunluğunda bir balık, gördek (Rhodeus amarus).

acıca sf Oldukça acı: Acıca bir yemek.

acı ceviz is. bot. Genellikle Kuzey Amerika'da yetişen, güzel görünüşlü bir ceviz türü.

acı çiğdem is. bot. Zambakgillerden, 10-30 cm boyunda, şerit yapraklı ve açık renk çiçekli, tohumlan romatizma tedavisinde kullanılan zehirli bir çiğdem türü, güz çiğdemi (Colchicum autumnale).

acı elma is. bot. Ebucehil karpuzu.

acı hıyar is. bot. Ebucehil karpuzu.

acı karpuz is. bot. Ebucehil karpuzu.

acı kavak, -ğı is. bot. Titrek kavak.

acı kavun is. bot. Eşek hıyarı.

acıkılma is. Acıkılmak işi veya durumu.

acıkılmak (mz) Acıkma işine konu olmak: Bu saatte acıkılır mı?

acıkış is. Acıkma işi.

acıklı sf 1. Açındıracak, acı verecek nitelikte olan, dokunaklı, üzücü, koygun; "İçeriden ince iniltilerle karışık acıklı bir uğultu çıkıyordu." -Ö. Seyfettin. 2. Acı görmüş, yaslı, kederli: "Kendimi bu acı ve acıklı kitlenin bir parçası gibi hissediyordum," -H. E. Adıvar.

acıklı komedi

acıklı komedi is. tiy. Eğlendirici olmayı amaçlamayan, dramatik yönü ağır basan, duygusal bir oyun türü.

acıklılık, -ğı is. Acıklı olma durumu.

acıkma is. Acıkmak işi.

acıkmak (nsz) Yemek yeme gereksinimi duymak.

acı kök is. Lohusa otu köklerinin kurutularak dövülmesiyle elde edilen acı bir toz.

acıktırma is. Acıktırmak işi.

acıktırmak (-i) 1. Açlık duymasına sebep olmak: Bu hava, bu su insanı çabuk acıktırır. 2. Aç bırakmak, yeterince doyurmamak.

acı kuvvet is. Sert, etkili, zorlu kuvvet.

acılanma is. Acılanmak işi.

acılanmak (nsz) 1. Tadı acı olmak, acılaşmak: Ağzım acılandı. 2. mec. Acılı durumda olmak, üzüntüye kapılmak, üzülmek: "Yunus Emre insanların açılarıyla acılanan insandır. " -N. Araz.

acılaşma is. Acılaşmak işi.

acılaşmak (nsz) 1. Tadı bozulmak, acı olmak: Yağ acılaştı. 2. Yemlerde genellikle yağ asitlerinin oksidasyonu ve hidroliz sonucu Uygun olmayan koku ve tat meydana gelmek, 3. mec. Dokunaklı duruma gelmek: Sesi gerçekten acılaşmıştı. 4. mec. Konuşma kırıcı, sert bir durum almak.

acılaştırma îs. Acılaştırmak işi.

acılaştırmak (-i) Acı bir duruma getirmek.

acılı sf. 1. Acı katılmış olan: Acılı tarhana. 2. mec. Acısı olan, kederli; Acılı kadın.

acılık, -ğı is. 1. Acı olma durumu: "Göğsünde bir sızı, ağzında bir acılık duydu." -Ö. Seyfettin. 2. mec. Dokunaklılık, kederlîlik, yaşlılık; "Yüreğinde derin bir üzüntüyle acılık vardı." -M, Ş. Esendal.

acılıllk, -ğı îs. Acılı olma durumu: "Belki bu acılılık fazla kırıcı bir enerjiye karşı bir uyuşturucu ihtiyacından doğdu." -H. E. Adıvar.

acıma is. 1. Acımak işi. 2. Başka bir kimsenin veya canlının mutsuzluğuna karşı duyulan üzüntü, merhamet: "Sîzin zerre kadar acımanız yok mu?"-H. R. Gürpınar.

acımak (I) (nsz) Tadı acı duruma gelmek, acılaşmak: Yağ acıdı.

acımak (II) (nsz) Acılı, ağrılı olmak: "Şaşkınlığından bir kestane yığınına çarptı, canı acıyordu," -S. F. Abasıyanık.

acımak (III) (-e) 1. Başkasının acılı durumundan üzüntü duymak: "Bu boş localar, boş sandalyeler karşısında yorulan sanatkârlara acıyordum." -M. Ş. Esendal, 2. Başkasının uğradığı veya uğrayacağı kötü bir duruma üzülmek: "Yarını ne olacak dünyamızın / Biz yaşımızı başımızı aldık / Allah çocuklarımıza acısın." -C. S. Tarancı. 3. Merhamet etmek.

acı marul is. bot. Bileşikgillerden, tadı acı, dişli yapraklı, sürgününden çıkan sütü uyuşturucu ve yatıştırıcı olarak kullanılan iki yıllık bir bitki (Lactuca virosa).

acımasız sf. 1. Acıma duygusu olmayan, katı yürekli, merhametsiz. 2. zf. Acıma duygusu olmadan, merhametsizce: "Bomboş, acımasız bakan gözler, sert ince dudaklı ağız..." -N. Cumalı.

acımasızca zf. (acıması zca) Acımasız olarak, acımasız bir biçimde, zalimce, zalimane.

acımasızlık, -ğı is. Acımaz olma durumu, merhametsizlik, zulüm.

acı meyan is. bot. Dikenli meyan.

acımık, -ğı is. bot. Mavikantaron.

acımsı sf. 1. Acıyı andıran, acıya benzeyen, acı gibi. 2. mec. Dokunaklı: "Acımsı bir kitabı daha vardır." -Y. Z. Ortaç.

acımtırak, -ğı sf Acımsı.

acındırma is. Acındırmak işi.

acındırmak (-i, -e) Bir kimsenin acımasına yol açmak, merhamete getirmek: "Maksadı benî kendisine açındırıp tekrar benimle barışmaktı. "-O. C. Kaygılı.

acınılma is. Açınılmak işi.

acınılmak (-e) Acınma işine konu olmak.

acınma is. Acınmak işi.

acınmak (-e) 1. Acıma işine konu olmak: Zavallının hâline acınır. 2. (nsz) Başkasının hesabına üzülmek, yazıklanmak, yerinmek, eseflenmek, esef etmek, teessüf etmek: Kızlar gitti diye pınar ağladı / Acındı yüreğim yandı pınara." -Karacaoğlan.

acı ot is. bot. Kuzey Anadolu dağlarının ormanlarında yetişen, toprak altında bilek kalınlığında kökü bulunan çok yıllık ve otsu bîr bitki (Tamus communis).

acı pelin is. bot. Pelin.

acırak, -ğı sf. Az acı, acımtırak.

acırga is. (acı 'rga) hlk. Yaban turpu.

acı sakız is. hlk. Çam sakızı.

acısız sf. 1. Tadı acı olmayan. 2. Ağrı, sızı duyulmayan: Acısız doğum. 3. mec. Üzüntü, sıkıntı olmayan, kedersiz: Acısız bir yaşam.

acısızlık, -ğı is. Acısız olma durumu.

acı söz is. Kişinin onuruna dokunan, gönlünü inciten söz.

acı su is. hîk. İçindeki minerallerin etkisiyle tadı sert olan kuyu veya pınar suyu: Acı su sabunu köpürtmez.

acı tatlı sf. 1. İyi kötü. 2. zf. İyi kötü bir biçimde: Acı tatlı yaşayıp gidiyoruz.

acıtış is. Acıtma işi veya biçimi.

acıtma is. Acıtmak işi.

acıtmak (-i) 1. Acı vermek: Karabiber yemeği acıttı. 2. Ağrı, sızı ve yanma duyulmasına sebep olmak: "Bilmem neden, her iskarpin ayaklarımı acıtıyor." -P, Safa.

acı yavşan is. hlk. Tüylü dalak otu.

acıyıcı is. Acıma duygusu olan kimse.

acıyış is. Acıma işi veya biçimi.

acı yitimi is. tıp Sinir bozukluğu, çok ilaç alma, donma vb. sebeplerle acı duyumunun birazının veya tamamının yok olması, ağrı kesimi, analjezi.

acı yonca is. bot. Kızılkantarongillerden, bataklık yerlerde yetişen, kötü kokulu ve çok acı olan yaprakları hekimlikte kullanılan bir bitki (Menyanthes trifoliata).

acibe is. (aci:be) Ar. 'acibe esk. Hiç görülmemiş, alışılmamış, şaşılacak veya yadırganacak şey.

acil sf. (aıcil) Ar. 'âcil Hemen yapılması gereken, ivedi, ivedili, evgin, müstacel: Acil işleri varmış, acil şifalar dilemek hastanın kısa sürede iyileşmesi dileğinde bulunmak.

acil ihtiyaç kredisi, acil servis

acilen zf. (a: 'çilen) Ar. 'acilen Çabucak.

acil ihtiyaç kredisi is. ekon. Artı para.

acil servis is. Hastanelerde acilen" bakılması gereken hastaların ilk tedavilerinin yapıldığı yer.

aciyo is. bk. acyo.

aciz, -czi is. Ar. 'acz 1. Gücü bir işe yetmez olanın durumu, güçsüzlük: "Adamın aczine şaşmaktan kendimi alamıyorum." -R. H. Karay. 2. Beceriksizlik: Aczini bilmek de bir meziyettir." -Ö. Seyfettin. 3. huk. Birinin borcunu vaktinde ödeyememesi durumu, aciz içinde olmak gücü yetmemek, becerememek. acze düşmek çaresiz kalmak, elinden bir şey gelmemek.

âciz sf. (a;cız) Ar. 'âciz 1. Gücü bir işe yetmez olan, güçsüz: "İhtiyar imparatorluk, bu genç devlet karşısında âcizdi." -Y. K. Beyatlı. 2. Beceriksiz: "Ne âciz heriflermiş, iki yıl daha dayanamazlar mıydı?" -R, H, Karay. 3. Alçak gönüllülük gösteren kimsenin kendisine verdiği san: "Biraz sonra Gazi yanına seryaveri Salih Bey'in yaveri Muzaffer Bey'i ve âcizi alarak otomobile bindi. " -R. E. Onaydın, âciz kalmak çok uğraşmaya rağmen o işi yapamamak: Bu adama meram anlatmaktan âciz kaldım.

abdiâciz

âcizane zf. (a: ciza:ne) Ar. 'âciz + Far. -âne Söz söyleyen kimsenin kendi yaptıklarını abartmamak için kullandığı "âcizlere yakışacak biçimde" anlamında bir nezaket sözü: "Ben âcizane her dilden çakarım." -H. R. Gürpınar.

âcizleri zm. esk. Alçak gönüllülük göstermek için "ben" zamiri yerine kullanılan bir söz.

acizlik, -ği is. (a:cizlik) Beceriksizlik, güçsüzlük: Acizliğinden başı beladan kurtulmuyor.

acube is. (acu-.be) Ar. u'cübe 1. Tuhaf kimse: "Mahallede acubelerin diline düşmekten korkuyorum." -P. Safa. 2. Tuhaf, alışılmadık, garip şey.

acul, -lü sf. (acuıl) Ar. 'acul 1. Aceleci: Acul bir adam. 2. Hızlı, çabuk: "Geç vakit dönen zengin ve ecnebi kumarcıların acul arabalarını duymuyor." -Ö. Seyfettin.

acun is. Dünya.

acur is. bot. Kabakgillerden, kabuğu çizgili ve tüylü, yeşil veya sarımtırak, üzeri yeşil lekeli, irice bir meyve (Cucumis flexuosus).

acuze is. (acu:ze) Ar. 'acuze Huysuz, çirkin, yaşlı kadın, cadı karı: "Korkunç bir acuze onu kucaklamaya çalışıyordu." -H. C. Yalçın.

acyo is. (a'cyo) ît. aggio tic. 1. Herhangi bir paranın gerçek değeriyle sürüm değeri arasında veya bir ticaret senedinin üzerinde yazılı miktar ile indirimden sonraki tutan arasında doğan fark. 2. Bir ticaret senedinin yenilenmesinde alınan komisyon. 3. Senetli kredi işlemlerinde bankaların yaptıkları tahsilat.

acyocu is. Borsa veya piyasada tahvil için çeşitli hileler uygulayan, dolaplar çeviren kimse.