ab is. (a:b) Far. âb esk. Su.
→ abıhayat, abıkevser, abuhava
aba (I) is: hlk. 1. Abla. 2. Anne.
aba (II) is. Ar. ‘abâ 1. Yünün dövülmesîyle yapılan kalın ve kaba kumaş. 2. Bu kumaştan yapılmış yakasız, ve uzun üstlük: "Abanın kadri yağmurda; bilinir." -Atasözü. 3. sf. Bu kumaştan yapılmış olan: "Ayağında bir aba potur vardı." -R. N. Güntekin. 4, esk. Dervişlerin giydiği abadan yapılmış, önü açık hırka: "Aba var, post varr meydanda er yok."-Y. K. Beyatlı. (bir kimseye) aba altından değnek (veya sopa) göstermek I) yumuşak görünmekle birlikte yine de gözünü korkutmak; 2) İmalı bir biçimde tehdit etmek- aba gibi kaba ve kaim (kumaş), aba vakti yaba,, yaba vakti aba kışı, gereksinimlerini vaktinden önce ve ucuz olduğu zaman karşılamalıdır. (bir yere) abayı sermek teklifsizce yerleşmek, (birine) abayı yakmak tkz. gönül vermek, tutulmak,, âşık olmak; "Sen mî verdin ona gönül, yoksa o mu yaktı sana daha önce abayı?" -O, C. Kaygılı.
→ aba güreş
abacı is. 1. Aba yapan veya satan kimse. 2. Abadan giyecek yapan veya satan kimse. 3. mee. Asalak. 4. hlk Bedavacı, abacı kebecî, ara yerde sen neci? hlk. ''anlamadığın bu işe ne karışıyorsun?" anlamında kullanılan bir söz.
abacılık, -ğı is. 1. Aba yapma veya satma işi. 2.. Abadan giyecek yapma veya satma işi.
abadı is. (a:ba:dî:)ı Far. âbâdı Açık saman renginde, yarı mat,kalınca bir tür yazı kâğıdı.
aba güreşi ıs. Aba giyilerek ve bele kuşak bağlanarak yapılan bîr tür güreş.
abajur is. Fr. abat-jour 1. Işığı bîr yere toplamak,, doğrudan doğruya gözlere: vurmasını önlemek için kullanılan lamba siperi. 2. Genellikle üzeri siperli masa lambası veya ayaklı lamba: “.. baş ucundaki abajuru açık bırakmıştı. “-H. Taner.
abajurcu is. Abajur yapan veya satan kimse.
abajurculuk, -ğu is: Abajurcunun işî veya mesleği.
abajurlu sf. Abajuru olan: "Üstünde lacivert abajurlu, parlak bir madenden lamba." -P. Safa.
abajursuz sf Abajuru olmayan.
abaküs is. Fr. abacus 1. mat. Sayı boncuğu. 2. mim. Yatay olarak sütun başlığının üstüne konan ve kenarlarından biraz dışarı taşan taş blok.
abalı sf. Abası olan, aba giymiş olan.
abandırma is. Abandırmak işî.
abandırmak (-i) 1. Bir kimsenin bir yere abanmasını sağlamak. 2. Bfr hayvanı yere çöktürmek.
abandone sf. Fr. abandanne sp. Dövüşemeyecek duruma gelen (boksör), (birini) abandone etmek 1) dövüşemeyecek duruma getirmek; 2) bunaltmak, (biri) abandone olmak 1) dövüşemeyecek duruma gelmek; 2) bunalmak, sıkıntı içinde bulunmak.
abanık, -ğı is. müz. Esas sese bir üst veya alt derecesine dokunarak geçme.
abani is. (a:ba:ni:) Far. abani 1. Sarımtırak dallı nakışlarla İşlenmiş bir tür beyaz, İpek kumaş: Bursa abanisi. 2. sf. Bu kumaştan yapılmış: "Yalnız sarı cübbeli, abani sarıklı, peykede bağdaş kurmuş bir cüce vardı ki, onu tanımadı." -H. E. Adıvar.
abanma is. Abanmak işi.
abanmak (-e) 1. Eğilerek bir şeyin, bir kimsenin üzerine kapanmak: "Efendi, sen de ne üstüme abanıyorsun?" -B. Felek. 2. Bir yere veya bir kimseye yaslanmak, dayanmak: "Baba: 'ya Allah' nidası ile yerinden zorla, oğluna abanarak kalktı." -R. H. Karay. 3. Bir şeyin veya bir kimsenin üzerine çöküp çullanmak: "İki herif zavallıya abanıyorlar. " -A. Rasim. 4. argo Birine yük olarak onun sırtından geçinmeye bakmak. 5. sp. Boksta karşılaşma sırasında rakibine yaslanmak.
abanoz is. Far. âbnüs Abanozgillerin ağır, sert ve siyah renkli tahtası: "Tunç işlemeli küçücük bir abanoz masa üzerinde açık bırakılmış bir kitap gördü." -H. R. Gürpınar. abanoz gibi çok sert: Abanoz gibi tahta. (bir şey) abanoz kesilmek 1) sertleşerek dayanıklılığı artmak; 2) kirden matlaşmak, rengini kaybetmek.
abanozgiller ç. is. bot. İki çeneklilerden, sıcak ülkelerde yetişen ve kerestesine abanoz denilen bir bitki familyası.
abanozlaşma is. Abanozlaşmak durumu.
abanozlaşmak (nsz) 1. Ağaç gibi maddeler uzun süre suda kalarak kararmak. 2. mec. İnsan uzun süre güneşte kalarak kararmak, yanmak.
abartı is. Abartma işi.
abartıcı is. Bir şeyi olduğundan büyük veya çok gösterme huyunda olan kimse, abartmacı, mübalağacı.
abartıcılık, -ğı is. Abartıcı olma durumu, abartmacılık, mübalağacılık.
abartılı sf. Olduğundan fazla gösterilen, abartmalı, mübalağalı: Abartılı söz.
abartılma is. Abartılmak işi.
abartılmak (nsz) Abartma işine konu olmak, mübalağa edilmek.
abartısız sf. 1. Abartılmamış, abartmasız, mübalağasız. 2. zf Abartmadan, abartısız olarak, mübalağasız bir biçimde.
abartısızlık, -ğı is. Abartısız olma durumu.
abartış is. Abartma işi veya biçimi.
abartma is. Abartmak işi.
abartmacı is. Abartıcı.
abartmacılık, -ğı is. Abartıcılık.
abartmak (-i) Bir şeyi olduğundan büyük veya çok göstererek anlatmak, mübalağa etmek.
abartmalı sf Abartılı.
abartmasız sf. Abartısız.
abasız sf. Abası olmayan, aba giymemiş olan: "içim muradına ermiş / Abasız postsuz bir derviş." -A. H. Tanpınar.
abaşo is. (aba'şo) İt. abasso den. 1. Gemiyi baştan veya kıçtan halatla karaya bağlama. 2. sf. Alt, alttaki, aşağı.
abat, -di sf. (a:ba:t) Far. âbâd esk. 1. Bayındır. 2. Şen, rahat, abat etmek (veya eylemek) mamur etmek, rahata kavuşturmak, zenginleştirmek, gönendirmek. abat olmak mutlu olmak, rahata kavuşmak, gönenmek: "Biz de yeni Ankara'yla birlikte abat oluyor, büyüyorduk." -N. Araz.
Abaza öz. is. 1. Kuzeybatı Kafkasya'da yaşayan bir halk. 2. Bu halka mensup olan kimse.
→ Abaza peyniri
Abazaca öz. is. 1. Abazalar tarafından kullanılan dil. 2. sf Bu dille yazılmış olan.
abazan sf. argo 1. Karnı aç olan (kimse). 2. Uzun süre kadınsız kalan (erkek), abazan kalmak uzun süre cinsel ilişkide bulunmamak, kadınsız kalmak.
abazanlık, -ğı is. Abazan olma durumu.
Abaza peyniri is. İnek sütünden yapılan ve yassı biçimde dilimlenen bir tür kaşar peyniri.
Abbas öz. is. Ar. abbâs "Yola çıkacak kimse" anlamındaki Abbas yolcu deyiminde geçen bir söz.
abd is. Ar. 'abd esk. 1. Kul. 2. Köle.
→ abdiâciz
abdal is. Ar. abdal esk. 1. Gezgin derviş: "Varıp yaslanayım Hacı Bektaş'a /Abdalın olayım çullar içinde." -Gevheri. 2. Dilenci kılıklı, üstü başı perişan kimse: "Abdala 'kar yağıyor' demişler, 'titremeye hazırım' demiş." -Atasözü, abdala malum olur şaka bir şeyin olacağmı önceden sezen kimseler için söylenen bir söz.
Abdal öz. is. tar. 1. Safeviler devrinde İran'da yaşayan Türk oymaklarından biri. 2. Anadolu'da yaşayan oymaklardan bazısı: Geygel Abdalları.
abdallık, -ğı is. Abdal olma durumu.
abdest is. Far. âb + dest 1. din b. Müslümanların, bazı ibadetleri yapabilmek için belli bir düzen içerisinde bazı organları yıkayıp bazılarını mesh etme yoluyla yaptıkları arınma. 2. İdrar ve dışkı yapma: Küçük abdest. Büyük abdest. abdest almak 1) boy abdesti almak; 2) Müslümanlar bazı ibadetleri yapabilmek için gerekli yıkama kurallarını yerine getirmek, abdest bozmak tuvalete gitmek, abdest bozulmak yeniden abdest alma gereği ortaya çıkmak, abdest tazelemek yeniden abdest almak, abdesti gelmek (veya olmak) abdest bozmaya gereksinim duymak, abdesti kaçmak 1) abdesti bozulmak; 2) abdest bozma gereksinimi varken yok olmak, abdestinde namazında (olmak) dindar (olmak). abdestinden şüphesi olmamak yaptığı işte kusuru olmadığını kesin olarak bilmek, (birini) abdestini vermek argo azarlamak. abdestsiz yere basmamak din buyruklarına titizlikle uymak.
→ abdestbozan, abdesthane, büyük abdest, küçük abdest, boy abdesti
abdestbozan is. zool. Şerit.
→ abdestbozan otu
abdestbozan otu is. bot. Gülgillerden, siyah ve yeşil boya çıkarılan bir bitki (Poterium spinosum).
abdesthane is. (abdestha:m) Far. âb + dest + hâne Tuvalet: "Abdesthanenin sol duvarında ufak bir kapı gördüm." -H. R. Gürpınar.
abdestli sf. 1. Abdest almış (kimse). 2. Abdesti bozulmamış olan (kimse).
abdestlik, -ği is. 1. Abdest alınacak yer. 2. sf. Abdest almaya yarayan: Abdestlik kap. 3. esk. Abdest alınırken giyilen ve kolsuz hırkaya benzeyen bir tür giyecek.
abdestlilik, -ği is. Abdestli olma durumu.
abdestsiz sf. 1. Abdest almamış olan (kimse). 2. Abdesti bozulmuş olan (kimse). 3. zf. Abdest almadan, almaksızın. 4. is. mec. Kötü adam.
abdestsizlik, -ği is. Abdestsiz olma durumu.
abdiâciz is. (abdiaıciz) Ar. 'abd + 'âciz esk. Alçak gönüllülük göstermek için kişinin, kendisine verdiği san.
abdülleziz is. Ar. habb + leziz bot. 1. Akdeniz bölgesinde ve Afrika'da yetişen çok yıllık, yumrulu ve otsu bir bitki (Cyperus esculentus). 2. Bu bitkinin yemiş olarak yenilen, tatlı ve yağlı ürünü.
abece is. Alfabe.
→ abece sırası
abecesel sf. Alfabetik.
abece sırası is. Alfabe sırası.
aberasyon is. Fr. aberration psikol. ve astr. Sapınç.
abes sf. Ar. 'abes 1. Akla ve gerçeğe aykırı. 2. Gereksiz, lüzumsuz, yersiz, boş: "Artık söylemekte bir mahzur olmadığından gizlemek abes." -R. H. Karay, (bir şeyi) abes bulmak gereksiz, saçma saymak: Annem eniştemizin bu son sözlerini dinlemeyi artık abes bulurdu." -A. Ş. Hisar, (söz) abes kaçmak uygunsuz düşmek, abesle iştigal etmek (veya uğraşmak) yersiz, yararsız şeylerle vakit öldürmek.
abeslik, -ği is. Abes olma durumu: "Bu esere ... bir abeslik duygusu hâkimdir." -M. Kaplan.
abıhayat is. (a:bıhayat; -ya:tı) Far. âb + Ar. hayat esk. Efsanelere göre içen kimseye ölümsüzlük sağlayan bir su, bengi su. abıhayat içmiş yaşı çok İlerlemiş olduğu hâlde genç görünen (kimse).
abıkevser is. (a:bıkevser) Far. âb + Ar. kevşer esk. Cennette bulunduğuna inanılan Kevser ırmağının adı: "Abıkevser ırmağından içerken / Susuz pınarlardan kandırdı beni." -Karacaoğlan.
abi is. bk. ağabey.
abide is. (a:bide) Ar. âbide Anıt.
abideleşme is. Anıtlaşma.
abideleşmek (nsz) Anıtlaşmak.
abideleştirme is. Anıtlaştırmak işi.
abideleştirmek (-i) Anıtlaştırmak.
abidevi sf (a:bidevi:) Ar. âbidevi Anıtla ilgili, anıtsal, anıta benzer, anıt gibi.
abidik gubidik, -ği sf. hlk. Saçma sapan, anlamsız, abuk sabuk.
abis is. Fr. abysse coğ. Okyanusların çok derin yeri ve daha özel olarak güneş ışığının erişemediği kesim.
abiye is. Fr. habille Bayanların özel gecelerde giydiği şık giysi, tuvalet.
Abla is (abla) 1- Bir kimsenin kendinden büyük kız kardeşi 2, Büyük kız kardeş gibi saygı ve sevgi gösterilen kız veya kadın: “Hatırda kalan şey değişmez zamanla / Ne vefalı.bir komşumuzdun sen Fahriye abla.” -A, M. Dranas. 3. -argo Genelev veya randevuevi işletmecisi kadın, çaça, mama; “Bîr akşam gel benimle, gidelim bir sarhoşluk edelim, ablaları şöyle bir dolaşalım.” -M. Ş. Esendal.
→ gelin abla
ablacı is. argo Eş 'cinsel kadın, sevici, lezbiyen.
ablacılık, -ğı is. argo Kadınlar arası eş cinsellik, sevicilik, lezbiyenlik.
ablak, -ğı is. 1. Yayvan ve dolgun yüz. 2. sf. Yüzü böyle olan (kimse): '"Şarap kızılı vurmuş ablak yüzüyle öfkeli girdi içeri'" -ö, Kemal.
ablakça sf. (abla’kça) Ablak gibi.
ablaktık., -ğı is. Ablak olma durumu.
ablalık, -ğı is. Abla olma durumu, ablalık etmek abla gibi yalan ve koruyucu davranışta bulunmak.
ablatif is. (abiâtij) Fr. afoîmîif dbl Çıkma durumu.
ablatya is. (abla'tya) Yun. Uzunluğu 150, genişliği 4-10 kulaç olan, geniş gözlü bir balık ağı.
ablî Is. Yun. den. Yanın serenleri sağa, sola veya ortaya çevirmek için bunların ucuna bağlı bulunan donanım, abliyî kaçırmak (veya bırakmak veya koyvermek) şaşırmak, soğukkanlılığını yitirmek, İpin ucunu kaçırmak.
abluka is. (ablu’ka) İt abloco ask. Kuşatma. abluka altında tutmak kuşatmayı sürdürmek, abluka etmek kuşatmak, ablukaya almak kuşatmak, ablukayı kaldırmak kuşatma karanndan ve uygulamasından vazgeçmek, ablukayı yarmak kuşaülan bölgeyi yarıp geçmek.
abone is. (abo'ne) Fr. mbonne 1. Parasını önceden ödeyerek süreli yayınlan alıcı olma işî. 2, Bir şeyi sürekli olarak kullanmak için hizmeti verenle sözleşme yapan kimse: Bu derginin üç bin abonesi var. 3. sf. mec Bir yere gitmeyi alışkanlık durumuna getiren (kimse). abone etmek peşin para ile belli bir süre için bir şeyi sürekli olarak almayı sağlamak. abone olmak 1) peşin para ile belli bir süre için bir şeyi sürekli olmak almayı önceden üstlenmek; 2) mec dadanmak abone yapmak birini abone etmek.
abonelik, -ği is, 1. Abone olma durumu, 2. sf. Abone veya aboneler için kullanılabilecek miktarda olan: On bin abonelik telefon santrali.
abonman is. Fr. 'dbormemenî 1. Bir satıcı veya kamu kuruluşu ile alıcılar arasında yapılan anlaşma, sürdürüm: Elektrik abonmanı. 2, Abone olma durumunu gösteren belge.
aborda is. (abo’rda) İt abborda den. Bir deniz teknesinin başka bir tekneye, bir iskeleye veya bir nhüma yanını vererek yanaşması, aborda etmek gemi yanlamasına yanaşmak: Gemi rıhtıma aborda etmişti.
aborjin is. İng. aborgmes Avustralya yerlisi.
abra is. kik. 1. Bozuk teraziyi dengelemek için hafif gelen kefeye ağırlık olarak konulan taş, demir, çivi vb-, dara. 2. Bir değiş tokuşta üste verilen şey.
abrakadabra is. 1. Eski çağlarda bazı hastalıklara iyi geldiğine inanılan büyülü söz. 2. Sihirbazların sıkça kullandığı buyu sözü.
abrama is. Abramak işi.
abramak (-i) hlk. Fırtınalı havalarda gemiyi ustalıkla yönetmek.
abraş sf Ar. abrâş 1. Alaca benekli: Abraş at. 2. Klorofil azlığından dolayı açık renkte lekeleri olan (bitki yaprağı). 3. Çarpık, eğri, düzgün olmayan. 4. Ters, kaba, görgüsüz (kimse). 5. hlk. Çilli, çopur yüzlü, açık renk gözlü, çapar (kimse). 6. is. Deseni ve atkısı bozuk balı.
abril is. Tun. hlk. Nisan: "Karık abrilin beşinden, ökâzû ayınr eşinden." -Atasözü.
absorbe is. Fr. absorbe fiz. Soğurma. absorbe etmek soğurmak. absorbe olmak soğurulmak.
abstraksryonizm is, Fr. absiracksiyonisme jet Soyutçuluk.
abstre .sf. Fr. abstrait fel Soyut
→ abstre sanal, abstre sayı
abstre sanat is. Soyut sanat
abstre sayı is. mat Soyut sayı.
absurt, -dü sf. Fr. absürde Saçma, anlamsız.
abu ünl. (abu:) .hlk. Şaşma ve korku bildiren bir söz: Abu, .neler oluyormuş!
abuhava is. (acbuhava:) Far. ab + Ar, hava esk İklim.
abuk sabuk, -ğu sf. Akla, mantığa uymayan, düşünülmeden söylenen, saçma sapan (söz), abuk subuk. abuk sabuk konuşmak ne söylediğini bilmeden düşüncesiz, tutarsız konuşmak.
abuk sabukluk, -ğu is. Saçmalık.
abuk subuk, -ğu sf Abuk sabuk.
abuk subukluk, -ğu is. Saçmalık.
abuli is. Fr. abouliepsîkol İrade yitimi.
abullabut sf 1. Hantal, kaba ve anlayışsız (kimse).. 2. Biçîmsiz ve kötü giyinen, giyimine özen göstermeyeni (kimse): "Paytak yakut abullabut birtakım bîçîmsîz, endamsız kuzlar..." -R. H. Karay.
abullabutluk, -ğu is. Abullabut gibi davranma, abullabut olma durumu.
abur cubur is. 1. Sırası, tadı, yararı gözetilmeksizin rastgele yenilen şeyler: Çocuklara: abur cubur yedirmekten- sakınılmalıdır. 2. sf İşe yaramayan, boş: "Olumlu, verimli kir işe adayacağı zamanım? abur cubur işlere harcamak ağarlarına gider."' -H. Taner.
abur cuburluk, -ğu is. İşe yaramaz: olma durumu.
abus sf. (abu:s) Ar. "abus 1. Somurtkan. 2. Somurtkan, çatık, asık (yüz): '"Abus çehretî bir adamın ne namazı ne niyazı ne zekâtı ne orucu makbuldür."'-Ö. Seyfettin. 3.. Niteliğe bilinmeyen, garip, acayip: "Genç, esmer kız tahayyül ediyor, zihnînde müphem hayallere karışan abus suallere cevap veremiyordu." -Ö. Seyfettin.