zû- |
: | ذو |
"sahip" mânâsına kelimelerin başına gelerek "birleşikler meydana getirir. Zû-erbaat-H-adla' : geo. "dörtken. Zû-semâniyet-il-vücûh : geo. sekizyüzlü, fr. octaedre. . gibi. |
zû' |
: | ذوع |
(a. i. c. : azvâ') : aydınlık, -şık. (bkz. : zav'). |
zuâbe |
: | ذوآبه |
(a. i.) : (bkz. : züâbe). |
zuafâ |
: | ضعفا |
(a. s. zaîf'in c.) : zayıflar. |
zuamâ |
: | زما |
(a. s. zeâmet'den. zaîm'in c.) : 1) büyük tımar şahinleri. 2) kefiller. |
zu-bân |
: | ذوبان |
(a. i. zi'b'in c.) : kurtlar, canavarlar, (bkz. : ziâb). |
zubbân |
: | ذوبان |
(a. i. zabb'ın c.) : kertenkeleler, kelerler, (bkz. : zıbâb). |
zubbât |
: | ضداط |
(a. i. zâbit'in c.) : (bkz. : zâbitân). |
zû-büzûr-i mahfuza |
: | ذوبرور محفوظه |
(a. b. i.) : bot. tohumları başka bir dış mahfaza içinde bulunan *bitkiler. |
zucret |
: | ضجرت |
(a. i.) : iç sıkıntısı, yürek darlîğı. (bkz. : ducret). |
zucret-i kalbiyye |
: |
kalb üzerine vakit vakit gelen sıkıntı. |
|
zucret-ver |
: | ضجرتور |
(a. f. b. s.) : sıkıntılı. (bkz. : ducret-ver). |
zûd |
: | زود |
(f. s.) : çabuk, tez, acele, hemen olan. (bkz. : çâbük). |
zûd-âşnâ |
: | زود آشنا |
(f. b. s.) : hergördüğü ile dost o'an kimse. |
zûd-endâz |
: | زود انداز |
(f. b. i.) : düşün-meden, hemen akla geldiği gibi söylenen şey. |
zûd-hîz |
: | زود خيز |
(f. b. i.) : vazifesiniçok çabuk gören hizmetkâr. |
zûdî |
: | زودي |
(f. i.) : çabukluk, tezlik. |
zûd-nakd |
: | زودنقد |
(f. a. b. s.) : paraödemeyi geciktirmiyen çok zengin kimse. |
zûd-res |
: | زودرس |
(f. b. s.) : çabuk erişen, çabuk yetişen. |
zûdsîr |
: | زودسير |
(f. b. s.) : 1) bir şeyden çabuk doyup usanan. 2) faydasız. 3) kötü huylu... . . |
zûd-ter |
: | زودتر |
(f. b. s.) : daha çabuk. |
zû-erbaat-il-adla' |
: | ذو اربعة الدلع |
(a. b. i.) : geo. "dörtgen, fr. quadrang!e. |
zû-erbaat-M-vücüh |
: | ذو اوبعة الوجوه |
(a. b. s.) : geo. "dörtyüzlü, fr. tetraedre. |
zû-esmâr-ı lâhmiyye |
: | ذو اسمارلحميه |
(a. b. i.) : bot. yuvarlak, göz gibi meyvaları olan "bitkiler. |
zufr |
: | ظفر |
(a. i. c. : ezfâr) : tırnak. (bkz. : uzfûr1) - |
zufr-i mültehim |
: |
hek. ayak başparmak tırnaklarının ete gömülmesi hâli. |
|
zufrî |
: | ظفري |
(a. s.) : 1) tırnağa âit, tırnakla ilgili. 2) tırnak gibi olan, tırnaklaşan. |
zû-haddeyn |
: | ذوحدين |
(a. b. s.) : mat. iki terimli, fr. binöme. |
zu-hadd-i kesîre |
: | ذو حد كشيره |
(a. b. s.) : mat. *çokterimli, fr. polynöme. |
zû-hadd-i vâhid |
: | ذو حد واحد |
(a. b. s.) : mat. "birterimli, fr. monöıne. |
zuhâriyye |
: | ظهاريه |
(a. i.) : sarma, pehlivanların yaptıkları bir oyun. [güreşçi, kendi ayağını arkasında bulunduğu hasmının ayağının iç tarafına sokup dolaması] |
zû-hazz |
: | ذوحظ |
(a. b. s.) : nasîbi olan, kısmetli, (bkz. : vâye-dâr, vâye-mend). |
Zuhr |
: | ذخر |
(a. i.) : ihtiyaç zamanı için alınan ve saklanan şey. [en çok maneviyatta kullanılır : a'mâl-i sâliha insanın zuhrudur] |
zuhr |
: | ظهر |
(a. i. c. : azhâr) : öğle, öğlevakti. Ba'de-z-zuhr : öğleden sonra. Kable-z-zuhr : öğleden önce. Salât-üz-zuhr : öğle namazı. Vakt-i zuhr : öğle zamâm. |
zuhrî |
: | ظهري |
(a. s.) : öğleye âit, öğle ileilgili, (bkz. : zevâlî). |
zuhruf |
: | ظخرف |
(a. i. c. : zehârif) : 1) altın, sahte zînet. 2) yalancı süs, gösteriş, yaldız. |
zû-hudûd-i kesîre |
: | ذو حدود كشير |
(a. b. s.) : mat. *çokterimli, fr. polynâmes. |
zuhur |
: | ظهور |
(a. i.) : görünme, meydana çıkma, başgösterme, türeme. Nâgeh-zuhûr : ansızın, vakitsiz oluveren. Nev-zuhûr : yeni çıkma, moda, yeniyetme. |
zuhurat |
: | ظهورات |
(a. i. c.) : hesapta ol-mıyan, umulmadık hâdiseler, raslayış. |
zuhûrî |
: | ظهوري |
(a. i.) : 1) orta oyununda komik rolünü yapan kimse. 2) erkek adı. |
zuhûrî kolu |
: |
orta oyunu takımı. |
|
zuhûriyye |
: | ظهوريه |
(a. i.) : fels. emana-tisme. |
zû-isnâ- aşeret-il vücûh |
: | ذواني عشرة الوجوه |
(a. b. i.) : geo. on iki köşeli cisim. |
zûkafiyeteyn |
: | ذوقافيتين |
("ka" uzun okunur. a. b. s.) : ed. iki kafiyeli şiir. |
zukak |
: | زقاز |
("ka" uzun okunur, a. i. c. : ezikka) : sokak. |
zû-kesîr-il-vücûh |
: | ذفكشير الوجوه |
(a. b. s.) : geo. çok yüzlü, çok satıhtı [cisimler] |
zulâ' |
: | ظلاع |
(a. i.) : hek. binek hayvanlarının ayaklarında çıkan ve hayvanı aksatan bir hastalık. |
zulâme |
: | ظلامه |
(a. i.) : mazlumun hakkı, |
zulem |
: | ظلم |
(a. i. zalmâ ve zulmet'in c.) : ranlık.) bkz : zulem, zulmât, zulümât). |
zulemât |
: | ظلمت |
(a. i. zulmet'in c.) : karanlık, (bkz. : zulem, zulmât, zulümât). |
zullân |
: | ذلن |
(a. s. zelîl'in c.) : zeliller, (bkz. : zilâl). |
zulm |
: | ظلم |
(a. i.) : 1) bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koyma. 2) zulüm, haksızlık, eziyet, (bkz. : sitem). |
zü-l-maâşın |
: | ذوالماشين |
(a. b. s.) : zool. hem karada, hem de suda yaşıyabilen hayvanlar. |
zulmânî |
: | ظلماني |
(a. s.) : zulmetli, zulmete, karanlığa mensup, karanlıkla ilgili, karanlık olan. |
Zulmât |
: | ظلمات |
(a. i. zulmet'in c.) : karanlıklar. Bahr-i zulmât : Atlantik okyanusu, (bkz. : zulem, zulümât, zulemât). |
zulmân |
: | ظلماً |
(a. zf.) : zulüm yaparak, haksızlıkla. |
zulmet |
: | ظلمت |
(a. i. c. : zulümât, zulemât, zulmât) : karanlık, (bkz. : deycûr). zulmet-i ebkem : dilsiz karanlık. zulmet-i ten : vücut karanlığı. |
zulmet-efzâ |
: | ظلمت افزا |
(a. f. b. s.) : karanlığı artıran, (bkz. : zulmet-fezâ). |
zulmet-fezâ |
: | ظلمت فزا |
(a. f. b. s.) : karanlığı artıran, (bkz. : zulmet-efzâ). |
zulûf |
: | ظلوف |
(a. i. zılf'ın c.) : İnek, koyun, keçi gibi hayvanların çatal tırnakları, (bkz. : ezlâf). |
zulûl |
: | ظلول |
(a. i. zıll'ın c.) : gölgeler, (bkz. : ezlâl, zılâl). |
zulümât |
: | ظلمات |
(a. i. zulmet'in c.) : karanlık, (bkz. : zulem, zulemât, zulmât). |
zu'm |
: | زعم |
(a. s.) : 1) bâtıl zan, sanı. 2) şüphe, (bkz. : gümân, reyb, şekk, zann). |
zu'miyyât |
: | زعميات |
(a. i. c.) : bâtıl zanlarla ilgili şeyler. |
zunûn |
: | ظنون |
(a. i. c. : ezânîn) : zanlar, sanılar. |
zû-nütû' |
: | ذو نتوع |
(a. b. s.) : hek. üzerinde çıkıntılar, yumrular olan vücut organlarından biri. |
zur |
: | زور |
( ) : kuvvet, güc. (bkz. : nîrû). |
zûr-ı bâzû |
: |
kol kuvveti. |
|
zûr-ı bâzû-yi irfan |
: |
bilginin bâzu gücü. |
|
zûr |
: | زور |
(a. s.) : yalan, asılsız, uydurma Tsöz] , Şâhid-i zûr : yalancı şahit. |
zurafâ |
: | ظرفا |
(a. s. zarîf'in c.) : 1) zarifler, nâzik, ince duygulu, hoş konuşmayı bilir zekî kimseler. 2) sevici kadınlar. |
Zurah |
: | ضراح |
(a. i.) : Mekke'de Kabe hizasında olarak gökte bulunan Beyt-i ma'mûr'un bir adı. |
zûr-bâ |
: | زوربا |
(f. b. s.) : 1) kuvvet, güçlü. 2) zorba, bir işi zorla yaptıran. |
zûrbâ-yâne |
: | زوربايانه |
(f. s.) : zorbacasına, zorbalıkla, zorbaya yakışacak yolda. |
zûr-bâz |
: | زورباز |
(f. b. s.) : kuvvetle, zorla, cebirle oynıyan, kuvvet oyunları gösteren sanatkâr. 2) kuvvetli. |
zûr-hâne |
: | زورخانه |
(f. b. i.) : spor salonu, kulüp. |
zOr-kâr |
: | زوركار |
(f. b. s.) : zorlıyan. |
zûr-mend |
: | زورمند |
(f. b. s.) : kuvvetli, güçlü. |
zûr-nâî |
: | زورناي |
(f. b. i.) : [aslı : "şûr-nâî" dır] , (bkz. : sûr-nâî). |
zurû' |
: | ضروع |
(a. i. zar'ın c.) : inek ve benzeri gibi hayvanların memeleri. |
zurû ü zürû' |
: |
ekinler ve süt ürünleri. |
|
zuı-ûf |
: | ظروف |
(a. i. zarfın c.) : zarflar, kablar. |
zurûr |
: | زرور |
(a. i. zırr'ın c.) : 1) düğmeler. 2) bot. tomurcuklar. |
zû-selâset-iş-şerâfe |
: | ذو شلشة الشرافه |
hek. (bkz. : zât-üş-şerâfet-is-selâse). |
zû-semâniyyet-il-vücûh |
: | ذو ثمانية الوجوه |
(a. b. s.) : geo. sekizyüzlü, fr. octaedre. |
zû-sittet-il-vücûh |
: | ذو سته الوجوه |
(a. b. s.) : geo, altı yüzlü. |
zû-şefeteyn |
: | ذو شفتين |
(a. b. s.) : 1) ikidudaklı. 2) bot. taçyaprakcıkları iki dudak şeklinde olan çiçekler. |
zû-tüyeyc a'le-l mebîz |
: | ذو تويج اعلي المبيض |
(a. b. i.) : bot. tüveyçleri (taçları) yumurtalığın üstünde bulunan çiçekler. |
zû-tüveyc kesîr-ül-vüreykat |
: | ذو تويج كشير الوريقات |
(a. b. i.) : taçcıgı çok yapraklı olançiçekler. |
zû-tüveyc vahîd-ül-vüreyk |
: | ذوتويجوحيدالوريق |
(a. b. i.) : bot. tacı yekpare olarak teşekkül eden çiçeklerden her biri. |
zuyûf, duyûf |
: | ضيوف |
(a. i. zayf'm c.) : misafirler, konuklar, (bkz. : zîfân). |
zû-zeneb |
: | ذو زنب |
(a. b. s. ') : kuYruklu-Kevkeb-i zû-zeneb : kuyruklu yıldız, (bkz. : ah-ter-î gîsû-dâr). |