zehâb |
: | ذهاب |
(a. i.) : 1) gitme. 2) bir fikre, düşünceye uyma; sapma, lyâb ü zehâb : gidip gelme, (bkz. : âmed ü şüd). 3) zihnen bir yola sapma. |
zehâdet |
: | زهادت |
(a. i.) : zâhitlik, din emirlerine aşırı olarak bağlılık. |
zehâdetlü |
: |
şeyhlere ve din adamlarına hitaben kullanılan unvan. |
|
zehâdet-mend |
: | زهادتمند |
(a. f. b. s.) : dîne sıkı bağlı, dindar. |
zehârif |
: | زخارف |
(a. i. zuhrûf'un c.) : 1) altınlar, sahte zînetler. 2) yalancı süsler, gösterişler, yaldızlar. |
zehârif-i dünyeviyye |
: |
dünyâ gösterişleri, şatafatları. |
|
zeh-dân |
: | زهدان |
(f. b. i.) : anat. rahim, döl yatağı. |
zeheb |
: | ذهب |
(a. i. c. : ezhâb, zühbân,zühûb) : altın, (bkz. : zer). Ebü-z-zeheb : altın babası; çok zengin adam. |
zehebî |
: | ذهبى |
(a. s.) : altına âit, altınla ilgili; . altından yapılma. |
zehebîn |
: | ذهبين |
(a. s.) : altından olma. altından yapılmış, altından meydana gelmiş. |
zehebiyyet |
: | ذهبيت |
(a. i.) : kim. hâmız-ı zeheb ile tuzlardan birinin birleşmesinden meydana gelen bir mâden. |
zehebiyyet-i amonyak |
: |
kim. hâmız-ı zehebî ile amonyakın birleşmesinden meydana gelen tuz. |
|
zehebiyyet-i potas |
: |
kim. potas ile hâmız-ı zehebî'nin birleşmesinden meydana gelen tuz. |
|
zehhâr |
: | زخار |
(a. s.) : dolu, taşkın, coşkun [deniz] , (bkz. : mütemevvic, zahir). Bahr-i zehhâr : dalgalı deniz. |
zehîb |
: | ذهيب |
(a. s.) : altın sürülmüş, yaldızlı, (bkz. : müzehheb). |
zehl |
: | ذهل |
(a. i.) : 1) dalgınlıkla unutma veya geciktirme. 2) işin çokluğu yüzünden geciktirme, (bkz. : zühul). |
zehr |
: | زهر |
(a. i. c. : ezhâr) : çiçek, (bkz. : şükûfe, zehre). |
zehr-ür-rebî' |
: |
bot. çuha çiçeği. |
|
zehr-üs-sâlûs |
: |
bot. hercai menekşe. |
|
zehr |
: | زهر |
(f. i.) : zehir, ağu. (bkz. : semm). |
zehr-î mâr |
: |
yılan zehiri. |
|
zehrâ |
: | زهراء |
(s. s.) : 1) yüzü pek beyaz ve parlak olan. 2) i. kadın adı. ["ezher"in mü-ennesi] . 3) Hz. Fatma'nın adı. |
Zehrâ |
: | زهرا |
(a. h. i.) : Hz. Muhammed (Alehisselâm)'in kızı Hz. Fatma'nın lâkabı : Fâtımet-üz-Zehrâ. |
zehr-âb |
: | زهرآب |
(f. b. s.) : acı su. |
zehr-âbe |
: | زهرآبه |
(f. b. s.) : 1) zehirli su. 2) acı, zehir gibi su. 3) mec. acılık, acı, kaygı. |
zehr-âlûd |
: | زهرآلود |
(f. b. s.) : zehirli, zehir gibi. |
zehr-amîz |
: | زهرآميز |
(f. b. s.) : zehirli; acı. |
zehrâvân |
: | زهراوان |
(a. i. c.) : Kur'an'dakî Sûre-i Bakara ile Sûre-i Al-î İmrân. |
zehr-bar |
: | زهربار |
(f. b. s.) : zehir yağdıran, pek acı. |
zehr-dârû |
: | زهردارو |
(f. b. i.) : panzehir. |
zehre |
: | زهره |
(a. i. c. : ezhâr) : çiçek. (bkz. : şükCfe). Lifâfe-i zehre : bot. Çiçeklerin etrafında bir zarf meydana getiren yapraklar. |
zehre-i ceresiyye |
: |
bot. çançiçeği, fr. campanule. [yanlış olarak zühre-i ceresiyye şeklinde kullanıldığı da görülmüştür] |
|
zehret-üd-dünyâ |
: |
dünyanın rengi ve lâtîfliği. [Kur'an'da; |
|
zehret-ül-hayât-id-dünyâ |
: |
şeklinde geçer] |
|
zehre |
: | زهره |
(f. i.) : 1) öd, safra. 2) yiğitlik, cesaret. Bî-zehre : korkak, yüreksiz (bkz. : cebîn). |
zehre-çâk |
: | زهره چاك |
(f. b. s.) : ödü patlamış, korkmuş. |
zehre-dâr |
: | زهره دار |
(f. b. s.) : cesur, yürekli. |
zehr-efşân |
: | زهرافشان |
(f. b. s.) : zehir saçan. |
zehre-terâk |
: | زهرهتراك |
(f. b. s.) : ödü kopmuş, pek korkmuş. |
zehr-hand |
: | زهرخند |
(f. b. i.) : acı acı gülme. |
zehr-nâk |
: | زهرناك |
(f. b. s.) : zehirli, (bkz : semm-dâr). |
zehrin |
: | زهرين |
(f. s.) : zehir gibi, pek acı. |
zehûk |
: | زهوق |
(a. s.) : boş, beyhude, (bkz. : bâtıl, zâhik). |