velâ

: ولا

(a. i.) : 1) yakınlık, sahiplik. 2) efendisinin, azat ettiği köle ve cariyesi ile olan münâsebeti ve onlar üzerindeki hakkı.

velâ-yi atâka

:  

huk. [eskiden] ınevlâ ile mem-lûkü arasında azat neticesi olarak vücûda gelen bir velâ'dan, bir tenâsurdan ibarettir ki, azâdedilen bir cinayet îka ettiği takdirde diyetini mevlâsı verir. Vefat edip de derecesi mukaddem vâris bırakmadığı takdirde mirasına mevlâsı nail olur.

velâ-yi mevkuf

:  

huk. [eskiden] mu'tıkı taayyün etmiyen memlûk hakkındaki velâ'dır. [meselâ : bir kimse satın aldığı bir kölenin evvelki mevlâsı tarafından azledilmiş olduğunu iddia ve ikrar, mev-lâ ise inkâr eylese vâki olan ikrara binâen köle azâd olursa da velâsı bu iki mevlâdan hiç birine âit olmayıp mevkuf bulunur]

velâ-yi müvâlât

:  

huk. [eskiden] nesebi meçhul olan bir şahsın şeraiti dâhilinde başkasiyle akdetmiş olduğu bir velâ'dan bir tenâsur rabıtasından ibarettir, [nesebi malum olmıyan bir şahıs bir kimseye : "sen benim velâ'msın, ben bir cinayet işlersem diyetini sen verirsin, vefat ettiğimde de vârisim olursun!" dese, o kimse de bunu kabul etse aralarında müvâlât mün'akit olur]

velâ-yi nafiz

:  

huk. [eskiden] mu'tıkı ma'lûm olan memlûk hakkındaki velâ.

velâ-yi ni'met

:  

huk. [eskiden] , (bkz. : velâ-yi atâka).

velâdet

: ولادت

(o. i.) : (bkz. : vilâdet).

velâdet-i hümâyûn

:  

tar. pâdişâhın doğum günü.

veladî

: ولادی

(o. s.) : (bkz. : vilâdî).

velâid

: ولائد

(a. i. velîde'nin c.) : cariyeler.

velâim

: ولائم

(a. i. velîme'nin c.) : 1) düğün ziyafetleri. 2) evlenmeler, düğünler.

velâ-kârâne

: ولاکارانه

(a. f. zf.) : (bkz. : dost-âne, muhibb-âne).

velâ-perver

: ولاپرور

(a. f. zf.) : dostluk bes-liyen, gösteren?

velâyâ

: ولايا

(a. i. veliyye'nin c.) : ermiş kadınlar.

velayet

: ولايت

(a. i.) : 1) velilik, ermişlik. 2) velî ve ermiş olan kimsenin hâli ve sıfatı. 3) başkasına sözünü geçirme. 4) dostluk, sadâkat. 5) tas. Tanrı dostluğu. Şâh-ı velayet : Hz. Alî.

velâyet-i âmm

:  

huk. [eskiden] umum mallara ve fertlere şâmil olan velayet, [yargıç ve vali mi-sillü devlet uzuvlarının velayetleri gibi!.

velâyet-i cerâim

:  

huk. [eskideni halk arasında tahaddüs eden cürümler, cinayetler hakkında idarî, siyâsî bâzı zecrî tedbirler alınmasına mezuniyet ve salâhiyettir (*yetki) ki buna : "velâyet-i mezâlim" de denir.

velâyet-i gayr-i zâtiyye

:  

huk. [eskiden] velînin zâtından çıkmayıp haricî bir muamele ile vücûda gelen velayet, [vekîl, vasî, mütevelli, -yargıç ve vâ-lînin velayetleri bu kabildendir]

velâyet-i hâssa

:  

huk. [eskiden] husûsî mâhiyeti (*özel niteliği) hâiz olan velayet [babanın çocukları ve vasînin kasırlar ve mütevellinin vakıf malları üzerindeki velayeti aibi]

velâyet-i kaza

:  

huk. [eskideni davacılar arasında şer'î usûlü dâiresinde hüküm ve teffîze me'zû-niyet ve yetki.

velâyet-i kısas

:  

huk. [eskiden] kısas ettirmek hakkına mâlikiyet.

velâyet-i te'dib

:  

huk. [eskiden] bir kimsenin başka bir kimseye karşı hâiz olduğu te'dip salâhiyeti.

velâyet-i zâtiyye

:  

huk. [eskiden] velînin zâtından çıkan velayet, [babasının evlât üzerindeki velayeti gibi]

veled

: ولد

(a. i. c. : evlâd) : 1) çocuk, erkek evlâd. 2) oğul. (bkz. : ibn, püser). [eskiden Hıristiyan künyelerinde oğul yerine kullanılan bir kelime idi]

veled-i benât

:  

huk. kız çocukların erkek ve kız çocukları.

veled-i benîn

:  

huk. erkek çocukların kız ve erkek çocukları.

veled-i gayr-i meşru,imâder-bî-hatâ,izina

:  

nikâhsız evlenmeden dünyâya gelen çocuk. Bilâ-veled : evlât bırakmadan, evlâtsız olarak. Ümm-i veled : sahibinden azâdedilmeden çocuğu olan câriye.

veled-i hadis

:  

vak. vakfın vukuundan sonra meşrût-ün-leh olarak doğan çocuk.

veled-i kul

:  

tar. Yeniçeri, topçu, top arabacı, kumbaracı, kul oğlu, lâğamcı vesâir kapı kulu ocağı mensuplarının çocukları.

veled-i m a'nevî

:  

1) evlâdlığa kabul edilen ahret evlâdı; 2) [şeyhe göre] mürit.

veled-i mülâane

:  

huk. [eskiden] mülâaneden sonra nesebinin babasından nef'ine hüküm olunan çocuk.

veled-i müvâlât

:  

fık. nesebi meçhul olan bir şahsın şeraiti dâhilinde başkasiyle akdetmiş olduğu velâ.

veled-i sulbî

:  

öz oğul.

veleh

: وله

(a. i.) : [kederden gelen] şaşkınlık, sersemlik.

veleh

: وله

(f. i.) : kahır ve hışım.

velehu

: وله

(a. cü) : bu da onun.

veleh-zâ

: ولهزا

(a. s.) : şaşırmış.

veleh-zede

: ولهزده

(f. b. s.) : sevgilinin hışmına uğrıyan ve kahır çeken âşık.

velev

: ولو

(a. e.) : olsa da, bile, hattâ, ister, isterse.

velev süllim

:  

öyle olduğu teslim ve kabul olunsa bile.

velhân

: ولهان

(a. s.) : şaşkın, sersem.

vel-hâsıl

: والحاصل

(a. s.) : sözün kısası, kısacası, (bkz. : el-hâsıl, hâsıl-ı kelâm).

veli

: ولی

(f. e.) : velâkin, amma, fakat, (bkz : lîk).

velî, veliyy

: ولی

(a. i. c. : evliya) : 1) Allah'ın 99 adından biri. 2) sahip. 3) bir çocuğun her türlü hareketinden ve hâlinden sorumlu olan kimse. 4) ermiş, eren. 5) erkek adı.

veliyy-i akreb

:  

huk. velayet altında bulunan kimseye hısımlık derecesi en yakın olan kimse.

veliyy-i eb'ad

:  

huk. velayet altında bulunan kimseye hısımlık derecesi en uzak olan kimse.

veliyy-i ni'met

:  

nîmet sahibi, velinimet, besli-yen.

veliyy-üd-dîn

:  

1) dîne sımsıkı bağlı; 2) dilimizde "veliyettin" şeklinde erkek adı olarak kullanılır.

veliyy-ül-emr

:  

emir sahibi, âmir.

veliyy-ül-hakk, velî-d-dem, velî-l-kasâs

:  

fık. ka-sas veya diyet istemiye hakkı olan.

veliyy-ün-niam

:  

şeyhislâm.

velî-ahd

: ولی عهد

(a. b. i.) : bir hükümdardan sonra hükümdar olacak kimse, [aslı : veliyy-î ahd'dır]

velîd

: وليد

(a. i. e. : vildân) : 1) yeni doğmuş çocuk, (bkz. : sabî). 2) köle, kul. Ümm-ül-velîd : tavuk.

velide

: وليده

(a. i. c. : velâid) : câriye.

velîk, velîkln

: وليك ، وليكن

(f. e.) : lâkin, amma, fakat.

velîme

: وليمه

(a. i. c. : velâim) : 1) düğün ziyafeti. 2) evlenme, düğün.

veliyye

: وليه

(a. i. c. : velâyâ) : ermiş kadın.

veliyy-ullah

: ولی الله

(a. b. i.) : ermiş kimse; Allah'ın sevgili kulu.

velsSn

: ولسان

(a. i.) : birbirlerinin boyunlarına el atarak yürüme.

velû'

: ولوع

(a. i.) : bir şeye fazla düşkün olan. (bkz. : haris).

velûd

: ولود

(a. s.) : 1) doğurgan, çok doğuran. 2) mec. çok eser veren.

velvâl

: ولوال

(a. i.) : ağlayıp inleme.

velvele

: ولوله

(a. i.) : 1) şaşkınlık, (bkz : hayret). 2) gürültü, patırdı, yaygara, (bkz. : gul-gule). 3) müz. Türk müziğinde usûlün darp parçacıklarına ayrılarak vurulma şekli. Meselâ : "düm te ke düm tek tek" şeklinde vurulan aksak, velveleli olursa her darbı bir kaç darp halinde olur. B uşekilde usûlün fazla hareket ve canlılık kazandığı muhakkaktır. Yalnız gelişi güzel velvele yapılamaz; ince bir zevk-i selîm'e ve derin bir bilgiye müstenid olması lâzımdır. Velvele, hassaten Mevlevt âyîn-i şeriflerinde kullanılır; kudüm, usulleri velveleli olarak vurur, semâ böylece fevkalâde bir hareket ve halâvet kazanır.

velvele-endâz

: ولوله انداز

(a. f. b. s.) : gürültücü, yaygaracı.

velvele-engîz

: ولوله انگيز

(a. f. b. s.) : gürültü çıkaran, gürültü koparan.

vely

: ولی

(a. i.) : birbiri ardı sıra gelme, çıkma, olma. (bkz. : taâkub, tevâlî).