vasab

: وصب

(a. i. c. : evsâb) : hastalık; ağrı.

vasat

: وسط

(a. i. c. : evâsıt) : 1) orta, İki şeyin arası. 2) ikisinin ortası olan şey. Lâ-hayre illâ fi-l-vasat : hayır ancak vasattadır, hayır itidaldedir. 3) cemiyet muhîti, iç. (bkz : dâhil). 4) bel, sırtın alt kısmı.

vasat-ı mütenâsib

:  

mat. *orantılı orta, fr. moyenne proportionnelle.

vasat-ül-hâl

:  

orta halde, orta halli.

vasat-ül-kame

:  

orta boylu.

vasat-ür-re's

:  

başın ortası.

vasateyn

: وسطين

(a. i. c.) : mat. ortalar, fr. moyens.

vasati

: وسطی

(a. s.) : orta; ortalama, ikisi ortası, orta halde.

vasati hatâ

:  

mat. her hangi bir şeyin müteaddit ölçülerinin vasatîsi olan rakamı beher ölçü miktarını temsîl eden rakamdan çıkarmak suretiyle elde edilen farklar toplamının ölçü adedine bölümünden elde edilen hatâ miktarı, lât. : Error medius.

vasati murabba! hatâ

:  

mat. her hangi bir şeyin müteaddit ölçülerinin vasatîsi olan rakamı beher ölçü miktarını temsîl eden rakamdan çıkarmak suretiyle elde edilen farkların kareleri toplamının kökünün ölçü adedine taksiminden elde edilen hatâ miktarı, lât. error medius metuendus

vasf

: وصف

(a. i. c. : evsâf) : 1) * nitelik, bir kimsenin veya şeyin taşıdığı hal, sıfat. 2) bir kimsenin veya şeyin durumunu anlatarak tarif etme. 3) övme. 4) gr. sıfat.

vasf-ı tahsinî

:  

ed. bir şeyin mâhiyetini beyân etmekten ziyâde lâfzını süslemek için kullanılan sıfatlar. Meselâ : "bu şi'r-i teri okurken ol mah*bir savt-i garip işitti nâgâh" beytindeki ter ve garîb sıfatları gibi.

vasf-ı terkibi

:  

gr. *birleşik sıfat, bir ismin sonuna Farsça bir emir eklenerek yapılan terkip. Zevk-efzâ : zevk artıran... gibi.

vasfî, vasfiyye

: وصفی ، وصفيه

(a. s.) : 1) vasıfla, nitelikle ilgili, beyan ve tarife âit. 2) i. [birincisi] erkek, [ikincisil kadın adı.

vâsıb

: واصب

(a. s.) : sürekli; yerinde duran.

vasıb

: وصب

(a. s.) : hasta, (bkz. : marîz).

vâsıf

: واصف

(a. s. vasf'dan) : 1) vasfeden, bildiren; öven. 2) i. erkek adı.

vâsık

: واثق

(a. s. vüsûk'dan) : 1) güvenen. 2) Abbasî halîfelerinden birinin ünvânı.

vâsık billâh

:  

Allah'a güvenen.

vâsıl

: واصل

(a. s. vüsûl'den) : 1) erişen, ulaşan, kavuşan. 2) (ci : vâsılın) : tas. Hakk'a eren. ["vâsıl-ı Hakk" şeklinde de kullanılır]

vâsıla

: واصله

(a. s.) : fels. dıştan, fr. adventice.

vâsılın

: واصلين

(a. s. vâsıl2'nin c.) : tas. Hakka erenler. Gavs-OI-vâsılîn : hakikate, marifete ermiş olan kâmillerin başı, Hz. Abdülkadir-il-Gey-lânî.

vâsıt

: واسط

(a. s. vasat'dan) : ortada bulunan, ikisi ortası.

vâsıta

: واسطه

(a. i. c. : vesâit) : 1) iki şeyi birbirine bitiştiren üçüncü. 2) aracı, arada bulunan, araya giren, meyancı. 3) âlet, araç. 4) soy, soy kuşağının her biri. Bilâ-vâsıta : vasıtasız, doğrudan doğruya. Bi-l-vâsıta : vâsıta ile, birinin aracılığı ile. 5) ed. tercî ve terkîb-i bendleri teşkîl eden parçaları birbirine bağlıyan beyit, [terci'lerde tekrarlanır, terkiplerde değişir]

vâsıtî

: واسطی

(a. i.) : tas. iyi cins bir kamış kalemi.

vâsi', vâsia

: واسع ، واسعه

(a. s. vüs'at'den) : 1) geniş; açık; enli; bol. Arz-ullahi vâsia : Allah'ın yeri geniştir. 2) Allah adlarından biri.

vâsi'-ül-mağfire

:  

yarlıgaması bol olan Allah.

vasî

: وصی

(a. i. vesâyet'den. c. : evsıyâ') : 1) bîr ölünün vasiyetini yerine getirmiye me'mur edilen kimse. 2) bir yetimin veya akılca zayıf ve hasta olan bir kimsenin malını idare eden kimse. 3) (Imâmiye mezhebine göre) Hz. Ali.

vasî-i guremâ

:  

file. borçları terikesinden fazla olduğu halde vefat eden borçlunun terikesine yargıç tarafından tâyin olunan vasî.

vasî-i mansûb

:  

fık. yetim için hâkim (yargıç) tarafından tâyîn edilen vasî.

vasî-i muhtar

:  

fık. ölünün hayatta iken tâyîn ettiği vasî olup, vasiyeti yerine getirmekle vazifelidir.

vasîd

: وصاد

(a. i.) : kapı eşiği, (bkz : südde).

vasîf

: وصاف

(a. i. c. : vesâif, vusafâ) : uşak, hizmetçi.

vasîl

: وصال

(a. s.) : birinden asla ayrılmaz [kimse]

vasît

: وصيت

(a. s.) : aracı, hakem.

vasiyyet

: وصيت

(a. i. c. : vesâyâ) : bir kimsenin öldükten sonra yapılmasını istediği şey. Rükn-i vasiyyet : vasiyete delâlet eden şeyler.

vasiyyet-bi-l-galle

:  

huk. [eskiden] bir kimsenin birine bir mülkünün, meselâ akarının gailesini vasiyet etmesi, [bu vasiyet, hem mûsînin hîn-i ve-fâtındaki mevcut gaileye, hem de musâleh saS oldukça tahaddüs edecek gailelere masruf olur]

vasiyyet-bi-l-haec

:  

huk. [eskiden] bir kimsenin vefatından sonra nâmına haccedilmesi için yaptığı vasiyet, [sülüs-i mâlinden muteber olur]

vasiyyet-bi-l-muhâbât

:  

huk. [eskiden] bir malı deîer fiyatından noksan ile satılmak üzere yapılan vasiyet [dörtyüz lira kıymetinde olan bir evin muayyen bir şahsa üç yüz liraya satılmasını vasiyet gibi]

vasiyyet-bi-s-sehm

:  

huk. [eskiden] bir kimsenin bir şahsa veya bir cihete terikesinden lâalettâyin bir sehim vasiyet etmesi ki vereseden hiç birinin senimden zait olmamak üzere terikenin altıda biri musâleh'e âit olur.

vasiyyet-bi-s-semere

:  

huk. [eskiden] bir kimsenin birine bağ ve bahçe gibi bir mülkünün semeresini vasiyet etmesi.

vasiyyet-bi-s-süknâ

:  

huk. [eskiden] bir akarın süknâsını muayyen bir kimseye vasiyet etme. [terekenin üçte birinden muteber olurl.

vasiyyet-bi-sülüs-il mâl

:  

huk. [eskiden] bir kimse tarafından : "malının üçte birini filân kimseye veya filân cihete vasiyet ettim" diye yapılan vasiyet,

vasiyyet-bi-ş-şart

:  

huk. [eskideni bir şart ile mukayyet olan vasiyet. [meselâ : bir kimsenin : "ailemin nezdinde ikamet etmek üzere filân kadına yüz lira veriniz" diye vasiyet etmesi gibi.

vasiyyet-i gayri mürsela

:  

huk. [eskiden] nısıf ve sülüs gibi bir kesir ile mukayyet olarak vuku' bulan vasiyet, [terikenin dörtte birini vasiyet gibi.]

vasiyyet-i muallaka

:  

huk. [eskiden] şarta talik olunan vasiyet, [meselâ hasta olan bir kimse : "eğer ben bu hastalıktan ölürsem filân zâta şu kadar lira veriniz" demesi gibi]

vasiyyet-i mukayyede

:  

huk. muayyen bir hâdise ile veya bir vakit ile yahut bir mekân ile takyîd-edilen vasiyet.

vasiyyet-i mutlaka

:  

huk. muayyen bir hâdise ile, bir vakit veya mekân ile takyîd edilmiyen vasiyet.

vasiyyet-i mürsele

:  

huk. [eskideni müşabihin miktarı muayyen olan yânî sülüs ve rubu' gibi bir kesirle mukayyet olmıyan vasiyet, [muayyen bir evi vasiyet gibi]

vasiyyet-li-l-ecnebî

:  

huk. [eskiden] bir kimsenin vârisinden gayrî bir şahsa yaptığı vasiyet, [bu vasiyet müsînin vârisleri bulunduğu takdirde terikenin sülüsünden, bulunmadığı takdirde tamâmından muteber olur]

vasiyyet-li-l-vâris

:  

huk. [eskiden] bir kimsenin kendi vârislerinden birine yaptığı vasiyet, [diğer veresenin icazetine mevkuf bulunur]

vasiyyet-nâme

: وصيتنامه

(a. f. b. i.) : bir kimsenin, vasiyetini yazmış olduğu kâğıt, yazılı vasiyet.

vasi

: وصل

(a. i.) : 1) [bir şeyi başka bir şeye] ulaştırma, birleştirme; ulaşma, birleşme. 2) kavuşma, (bkz. : vuslat). 3) gr. ulama, fr. liaison. Lcylet-ül-vssl : ayın son gecesi. 4) g. s. sayfaları yapışan yazılı bir kitabı ayırma san'atı.

vasl-ı clil-dâr

:  

sevgiliye kavuşma hâli.

vasi ve şâyagân

:  

ed. revî harfinden sonra tekrar eden zamir veya edat.

vasle

: واصله

tar. Mevlevi tarîkatine mahsus bir çeşit elbise.

vasm, vasine

: وصم ، وصمه

(a. i.) : ayıp, utanacak şey; eksiklik.

vasmet

: وصمت

(a. i.) : 1) bir şeyi çarçabuk bağlama. 2) halsizlik, kırıklık. 3) eksiklik, ayıp.

vasmet-i cehalet

:  

bilgisizlik eksikliği.

vassâd

: وصاد

(a. s. ve i.) : örücü, ören, dokuyucu, dokuyan, çulha, (bkz. : nessâc).

vassâf

: وصاف

(a. s. vasf'dan) : 1) vasıflarını bildirerek anlatan veya öven. 2) i. erkek adı.

vassâl

: وصال

(a. s.) : 1) vasleden, ulaştıran, birleştiren. 2) i. g. s. sayfaları yapışan eski yazılı bir kitabın sahifalarını ayıran sanatkâr. 3) i. tar. Ortaçağ'da Derebeylerine bağlı olan halk veya kendisinden daha büyük bir Derebeyine bağlı olan Derebeyi.

vassâle

: وصاله

(a. i.) : [eskiden] yazma kitapların kenarlı kısmına kâğıt ilâvesi suretiyle yapılan tamir şekli.

vâş

: واش

(f. s.) : düşman; gammaz.

vâşüde

: واشده

(f. s.) : geri çekilmiş, defo-lunmuş.