tîb

: طيت

(a. i. c. : etyâb) : güzel koku, güzel kokulu nesne, güzel kokusu için sürülen şey. (bkz. : galiye).

tibn

: تبن

(a. i. c. : etbân) : saman, (bkz. : tebn).

tibnî

: تبنی

(a. s.) : saman renkli, (bkz : tebnî).

tibr

: تبر

(a. i.) : 1) toz hâlinde altın, altın tozu. 2) altın külçesi.

tibytn

: تبيان

(a. i.) : açık anlatma, bildirme.

tie

: تيج

(a. i. tac'ın c.) : taçlar, (bkz. : tkân).

tîcân

: تيجان

(a. i. tâc'ın c.) : taçlar, (bkz. : tîc).

tîcânt

: تيجانى

(h. i.) : şimalî (kuzey) Afrika'da gelişen bir muahhar tarîkat.

ticâret

: تجارت

(a. i.) : ticâret, alım-satım.

ticâret-gâh

: تجارتگاه

(a. f. b. i.) : ticâret yeri, ticârete elverişli olan yer.

tlcâret-geh

: تجرتگه

(a. f. b. i.) : (bkz : ticâret-gâh).

ticâret-hâne

: تجارتخانه

(a. f. b. i.) : ticâret yeri, ticâret edilen yer.

ticarî, tîcâriyye

: تجاری ، تجاريه

(a. s.) : ticârete âit, ticâretle ilgili.

tîg

: تيغ

(f. i.) : kılıç, (bkz. : husâ. m, seyf).

tîg-i bend

:  

tas. Bektaşi tarîkine girecek olan talibin intisap günü kurban edilmek üzere gönderdiği koyunun tüylerinden, mensup kadınlar, mu-hibbeler tarafından örülmüş ince bağ. [Bektaşi tâbirlerindendir]

tîg-i bürrân

:  

keskin kılıç.

tig-i gûştîn

:  

(etten kılıç) : dil.

tîg-i kûh

:  

dağın tepesi.

tîg-bend

: تيغ بند

(f. b. s.) : kılıç bağlıyan, kılıç kuşanan.

tîg-dâr

: تيغ دار

(f. b. s.) : kılıçlı, kılıç taşıyan.

tîg-zebân

: تيغ زبان

(f. b. s.) : dili kılıç gibi olan, te'sirli söz söyliyen.

tîg-zen

: تيغ زن

(f. b. s. c. : tîg-zenân) : İyi kılıç kullanan,

tîg-zenân

: تيغ زنان

(f. b. s. tîg-zen'in c.) : iyi kılıç kullananlar,

tîh

: تيه

(a. i. c. : etyâh. c. : etâviye) : 1) çöl. (bkz. : beyaban). 2) (h. i.). Mısır ile Şam arasında, Sînâ dağının bulunduğu yarımadada bir çöl. [Hz. Mûsâ, Mısır'dan çıktıktan sonra halkı ile birlikte bu çölde kırk yıl dolaşmıştır] . 3) biy. dolambaç.

tihâme

: تهامه

(a. h. i.) : Mekke-i Müker-reme'nin bir adı. Arz-ı tihâme : Hicaz toprağı.

tîhû

: تيهو

(f. i.) : Su kuşu.

tîkan

: طيقان

("ka" uzun okunur, a. i. tak'ın c.) : taklar, (bkz. : takat).

tilâl

: تلال

(a. i. tell'in c.) : tepeler, kümeler, yığınlar.

tilâmîz

: تلاميذ

(a. i. tilmîz'in c.) : (bkz. : tilâmize).

tilâmize

: تلاميذه

(a. i. tilmîz'in c.) : talebeler, *öğrenciler. (bkz. : tilâmîz).

tilâvet

: تلاوت

(a. i.) : Kur'ân-ı, güze) sesle ve usûlüne göre okuma, okunma.

tilka'

: تلقاء

("ka" uzun okunur, a. i.) : 1) taraf, yön; hlzâ. 2) görüşme; buluşma.

tille

: تله

(a. i.) : 1) basamak. 2) sıradağ.

tille

: تله

(f. i.) : işlenmemiş altın.

tilmîz

: تلميذ

(a. i. c. : telâmız, telâmize) : talebe (*öğrenci).

tilmte-âne

: تلميذانه

(a. f. zf.) : talebeye (*öğrenciye) yakışacak yolda.

tilmîziyyet

: تلميذطت

(a. i.) : talebelik (öğrencilik).

tîmâr

: تيمار

(f. i.) : 1) yara bakımı. 2) ağaç bakımı. 3) hayvanı temizleme. 4) tar. beslediği sipahilerle harbe giden beylere -öşrünü almak : üzere- ayrılan arazî.

tîmâr-hâne

: تيمارخانه

(f. b. i.) : tımarhane, akıl hastahânesi.

timsah

: تمساح

(a. i. c. : temâsîh) : timsah.

timsâhiyye

: تمساحيه

(a. i.) : zool. timsahlar, îr. crocodiliens.

timsâl

: تمثال

(a. i. c. r temâsîl) : 1) suret, resim. 2) sembol.

timsâl-i mücessem

:  

1) heykel; 2) örnek.

timsâl-i kehkeşân-sâkin

:  

kehkeşanda oturan sembol.

tîn

: تين

(a. i.) : incir.

tinbâl

: تنبال

(a. s.) : kısa, bodur [kimse]

tinnîn

: تنين

(a. i.) : 1) büyük yılan, ejderhâ. 2) astr. yedi burç boyunca uzanan hafif beyazlık. 3) astr. Ejderhâ burcu, semânın kuzey yarım küresinde Küçükayı burcunu çepeçevre saran ve s gibi kıvrılıp bir yıldız dörtgeniyle nihayet bulan zincirvârı bir burç, Draco; fr. Dragon.

tinnîn-i felek

:  

astr. Samanyolu, (bkz. : kehke-şân). [bu ad, yanlış olarak verilmiştir]

tîr

: تير

(f. i.) : 1) ok.

tîr-i kaza

:  

[ok gibi gelen] , kaza ve kader.

tîr-i mâlı

:  

haziran.

tîr-i seher, -i seheri

:  

seher vakti çekilen ah, edilen inkisar.

tîr ü keman

:  

ok ile yay [sevgilinin kirpiği ve bakışı] . 2) astr. Utarit (Merkür, Arzıtilek).

tîrâje''

: تطراژه

(f. i.) : gökkuşağı, eleSimsag-ma. (bkz. : âdyende, alâim-üs-semâ, kavs-i kuzah).

tirâs

: تراس

(a. i. türs'ün c.) : ask. kalkanlar [âlet] , (bkz. : etrâs, tirâse, türûs).

tirâse

: تراسه

(a. i. türs'ün c.) : ask. kalkanlar, (bkz. : etrâş, tirâs, türûs).

tirâş

: تراش

(f. i.) : 1) tıraş. 2) üstten ve düz olarak yontma. 3) üstten yontan ve yontarak düzelten. Büt-tirâş : put yontan, put yapan. Ser-tirâş : berber, (bkz. : hallâk). Seng-tirâş : taş yonucu [aslı : "terâş"dır]

tirâşe

: ترشه

(f. i.) : yonga, talaş. Taşlı : "terâşe" diri.

tirâşende

: تراشنده

(f. s.) : tıraş edici, tıraş eden. [aslı : "terâşende" diri.

tirâşîde

: تراشيده

(f. s.) : 1) tıraş olmuş, tıraş edilmiş, (bkz. : mahlûk). 2) yontulmuş. Nâ-tırâşîde : yontulmamış; mec. kaba saba (kimse) [aslı : "terâşîde" dir]

tirbân

: تربان

(a. i. türâb'ın c.) : topraklar, (bkz. : türban).

tîr-dân

: تيردان

(f. b. i.) : sadak, ok mahfazası, ok kabı. (bkz. : tîr-keş).

tîre

: تيره

(f. s.) : bulanık; kara; karanlık. Şeb-i tîre : karanlık gece.

tire-baht

: تيره بخت

(f. b. s.) : kara bahtlı, talihsiz.

tîre-dil

: تيره دل

(f. b. s.) : kalbi kara, fena kalbi i.

tîre-dilî

: تيره دلی

(f. b. i.) : kara kalblilik.

tîregî

: تيرگی

(f. i.) : 1) bulanıklık. 2) karalık.

tîre-gûn

: تيره گون

(f. b. s.) : rengi bulanık, bulanık renkli, kara renkli.

tîr-endâz

: تيرانداز

(f. b. s.) : ok atıcı, ok atan.

tîr-endâzân

: تيراندازان

(f. b. s. ve i. tîr-endâz'ın c.) : ok atıcılar, ok atanlar.

tîr-endâzî

: تيراندازی

(f. b. s.) : okçuluk, ok atıcılık

tîre-re'y

: تيره رأی

(f. a. b. s.) : tedbirsiz.

tîre-re'yt

: تيره رأيی

(f. a. b. i.) : tedbirsizlik.

tîre-şeb

: تيره شب

(f. b. s.) : karanlık gece.

tîr-ger

: ترگر

(f. b. i.) : ok yapan san'atkâr.

tirhâl

: ترحال

(a. i.) : yola çıkma; göç etme.

tîr-keş

: تيركش

(f. b. i.) : ok kabı, okluk, kuburluk, sadak, (bkz. : tîr-dân).

tiryak

: ترياق

(a. i. c. : tiryâkat) : 1) zehirlenmiye ve bâzı hastalıklara karşı kullanılan macun. 2) panzehir. 3) afyon.

tiryak

: ترياك

(f. i.) : (bkz. : tiryak).

tiryâkat

: ترياقات

("ka" uzun okunur, a. i. tiryâk'ın c.) : 1) tiryaklar, zehirlenmiye ve bâzı hastalıklara karşı kullanılan macunlar. 2) panzehirler. 3) afyonlar.

tiryâkî

: ترياكی

(a. s.) : 1) afyon düşkünü. 2) keyif verici şeylerden birine düşkün olan. 3) mee. huysuz, titiz, aksi [türkçe şekli : "tiryaki"]

tîr-zen

: تيرزن

(f. b. s. ve i. c. : tîr-zenân) : ok vuran, okçu.

tir-zenân

: تيرزنان

(f. b. s. i. tîr-zen'in c.) : ok vuranlar, okçular.

tis'a

: تسعه

(a. s.) : dokuz. Âbâ-i tis'a. Eflâk-i tis'a : astr. Güneş manzumesini meydana getiren seyyareler ("gezeğenler) ile Ay.

tis'în

: تسعين

(a. s.) : doksan : 90. (bkz : neved, tis'ûn).

tis'ûn

: تسعون

(a. s.) : doksan : 90. (bkz. : neved, tis'în).

tîşe

: تيشه

(f. i.) : 1) balta, nacak, külünk. 2) keser.

tîşe-i Ferhâd

:  

Ferhad'ın dağ açmada kullandığı külüngü.

tiyese

: تيسه

(a. i. teys'in c.) : tekeler, erkek keçiler.

tiyîs

: تبيس

(o. i.) : hek. kokan bir keçi hastalığı.

tîz

: تيز

(f. s.) : 1) tez, çabuk. 2) keskin. 3) sık.

tîı-lb

: تيزاب

(f. i.) : kezzap.

tîz-çeşm

: تيزچشم

(f. b. s.) : gözü keskin.

tîz-dest

: تيزدست

(f. b. s.) : eline çabuk, çabuk iş gören.

tîzî

: تيزی

(f. i.) : 1) keskinlik. 2) çabukluk.

tîz-meşreb

: تيز مشرب

(f. a. b. s.) : titiz; aceleci.

tîznâ

: تيزنا

(f. b. i.) : bıçak, kılıç gibi şeylerin ağzı, keskin tarafı.

tîz-pâ [y]

: تيزپا [ی]

(f. b. s.) : ayağına çabuk.

tîz-per

: تيزپر

(f. b. s.) : çabuk, hızlı uçan.

tîz-pervaz

: تيز پرواز

(f. b. s.) : hızlı uçan.

tîz-reftâr

: تطز رفتار

(f. b. s.) : çabuk yürüyüşlü, yürüyüşü çabuk, (bkz. : tîz-rev).

tîz-rev

: تيز رو

(f. b. s.) : yürüyüşü çabuk, çabuk yürüyüşlü. (bkz. : tîz-reftar).